Bir hafta önce, Afrin saldırışı başladığında
bir avuç Berlinli Türkiyeli solcu, sosyalist veya demokrat başka bir vesileyle
(Selahattin Demirtaş’ın tekrar başkan olmasını talep etmek ve desteklemek için)
buluşmuşlardı.
Afrin saldırısı başladığından, esas
buluşma konusunu bir yana bırakarak Türk devletinin başlattığı savaşa karşı neler
yapabileceklerini konuştular ve önce daha geniş bir toplantı hazırlamaya karar
verdiler.
Buraya kadar özel, üzerinde
durmaya değer bir durum yok.
Ama toplantıda daha geniş toplantının
çağrısının hangi özne adına yapılacağı konuşulunca, epey bir tartışmadan sonra “Berlinli Türkler” olarak yapılmasına
karar verildi.
Ve çağrı “Berlinli Türkler de Afrin Savaşı’na
karşı çıkıyor” başlığıyla yapıldı.
İşte tam da önemli olan ve
üzerine bir şeyler yazmaya değer olan buydu. Türkler ilk kez Türk olduklarını
kabul ediyor ve Türk olarak bir çağrı yapıyorlardı.
Ancak çağrısı yapılan toplartıda
bu ismin kabul edilip edilmeyeceği henüz belirsizdi. Bu nedenle dünkü
toplantıyı bekledik konu üzerine yazmadan önce.
Dünkü toplantıda da esas
tartışma bu isim üzerine yürüdü sayılır.
Ve sonunda aynı ismin
korunmasında anlaşıldı.
O halde artık bu isim üzerine
yazabiliriz.
Aslında bu çeyrek yüzyıl
gecikmiş bir adımdır.
Bu arada şunu belirtelim ki bu
ismi öneren de biz değildik. Bu ismin kabulünü önemli yapan da budur zaten.
Şu ana kadar Türkiye’de
demokratik hareketin zayıflığını temel nedeni, özellikle solcu ve sosyalist
Türklerin Türk oldukları için Türk olduklarını kabul etmemeleriydi.
Türk faşistleri hariç Türkler,
solcu, sosyalist, komünist, liberal, feminist, İslamcı vs. herşey olabiliyorlar
ama bir türlü Türk olamıyorlardı. Daha doğrusu Türk olduklarını kabul etmiyorlardı.
Bu durum ilk kez aşılmış
bulunuyor. Bunun uzun vadede çok derin etkileri olacaktır ve nihayet Türkler
Türk olarak Türk olmaktan kurtulabilmenin ilk adımını atabileceklerdir.
Türkler, Türkler olarak
Kürtlerin haklarını, savunduklarında, Türk devletine karşı mücadele etmeye
başladıklarında, hem içinde bulundukları tecritten kurtulacaklardır, hem de
gerçek eşit bir ilişkinin ve Türk olmaktan kurtulmanın ilk adımını atacaklardır.
*
Yazılarımızı izleyenler bu
konuda defalarca yazdığımızı bilirler ama bu konudaki çabalarımızın tarihini
pek bilmezler. Hiç fırsatımız olmadı bu yazıları derleyecek ve tekrar sunacak..
Çeyrek yüzyıldan fazladır bu
konuda çeşitli girişimlerimiz olmuştur.
Neredeyse hemen hepsi de yıllar
boyu yankısız kalmıştır.
Çünkü Türk sosyalistleri,
liberalleri, solcuları, feministleri vs. henüz Türk olduklarını kabullenmeye
hazır değildiler.
Belli ki artık buna hazırlar ve
kendi denemeleriyle, akıl yürütmeleriyle yıllardır önerdiğimiz noktalara ayaklarıyla
oy veriyorlar.
*
1990’ların başında, Kıvılcımlı
arşivinin Amsterdam’daki Sosyal Tarih Enstitüsüne devredileceklerin listesini
çıkarmak için rastlantısal olarak Stockholm’de bulunuyordum.
Diyarbakır’da katliamlar yapıldığında,
özel savaş rejimi başladığında, aynen şimdi Berlin’de olduğu gibi, yine solcularla,
sosyalistlerle bir toplantı yapmıştık neler yapabiliriz diye.
Ben o toplantıya elimde bir
bildiri taslağıyla gitmiştim ve önerimin hemen kabul göreceğini sanıyordum.
Bildirinin özü Türkler olarak Kürtlerin mücadelesini desteklemekti. Mürtlerin
mücadelesini desteklemenin Türklerin de çıkarına uygun olduğunu
gösterebilmekti.
Ancak toplantıda bulunan, çoğu
da Dev-Yol’cu olan, Türk solcu ve sosyalistleri kendilerinin sosyalist,
devrimci, enternasyonalist vs. olduklarını, milliyetçi olmadıklarını söyleyerek
böyle bir bildiri yayınlamaya ve altına imza atmaya karşı çıktılar.
Ben de o zaman hazırladığım
taslağı, kendi başıma kendi imkanlarımla, yayınlamıştım bir belge olsun ve tarihe
bir not düşülsün diye.
Aşağıdaki ilk bildiri o
toplantıya sunduğum bildiridir.
Birkaç isim değişikliği
yapıldığında bugün Afrin için bile kullanılabilir.
*
Daha sonra, yani yuvarlak hesap
on yıl sonra diyelim. Abdullah Öcalan CIA ve MOSSAD tarafından kaçırılıp Türk
devletine teslim edildiğinde, aynı öneriyi bir kez daha yaptık. Bu sefer Daha önce
bu gibi konuları yıllardır çok tartıştığımızdan ve Hamburg’taki arkadaşlar
Irkçılıkla mücadelede bu konularda bir hassasiyet geliştirmiş bulunduğundan
fazla bir sorun olmadan kabul gördü.
Böylece Hamburg’ta “Öcalan’ın
Yaşamını Savunmak İçin Hamburg Türk Girişimi” adıyla bir girişim
kurabildik.
Ancak bu girişim tek olarak
kaldı çünkü Hamburg’taki özgül deneylerin ve çok özgül koşulların bir ürünü
idi. Oradaki çevre Irkçılığa karşı mücadele içinde bu konularda belli bir temel
edinmişti.
İkinci ve üçüncü yazılar bu girişimin
yayınladığı iki bildiridir.
Bu girişim ayrıca dünyanın
çeşitli ülkelerinden davetlilerle iki büyük toplantı da yapmıştı. O Zor zamanlarda
önemli bir işlev görmüştü.
*
Bundan sonra Özgün Gündem’de yazılar yazmaya başladığımda,
sosyalistlerin savunabildiği her şeyin bir Türk milliyetçisi olarak da
savunulabileceğini dolayısıyla aslında sosyalistlerin de birer milliyetçi
olduğunu göstermeye yönelik olarak yazılar yazmaya başladım. Bunlara “Bir Türk
Milliyetçisi olarak” alt başlığını koyuyordum. Ayrıca bir de Sosyalist olarak
yazdığım yazılar olacaktı. Bunlara da “Bir sosyalist Olarak” alt başlığını
koyuyordum. Epey bir süre böyle yazıar yazdım. Ancak haftada bir yazı yazılan
bir gazetede bu sistemin pek anlaşılır olmadığını görünce bu şekilde yazmaktan
vaz geçtim.
İşte bu serinin ilk ilk yazısı
olan “İlk Yazı: "Schachnovelle"” başlıklı yazıda, Stefan
Zweig’in romanına gönderme yaparak, uzun uzun tam neden böyle bir yazı türü
deneyeceğimi anlatıyordum. Bu yazı da en sondaki yazı.
*
Daha sonra defalarca Ulusun ve
ulusçuluğun ne olduğunu anlamaya çalışırken bu konuyu tekrar tekrar ele aldım.
Ama öncelikle tarihe düşülmüş notlar
olarak bu yazıları aşağıya olduğu gibi aktarıyorum.
Artık sosyalistlerin, feministlerin,
liberallerin, bir türlü Türk olamayanların Türk olma zamanı geldi.
Sosyalistler Türk oldukları,
daha doğrusu Türk olduklarını kavradıkları an Türklükten kurtulmaya ve Türklüğe
karşı savaş açmayş ve gerçek birer demokrata dönüşmeye başlayabilirler.
Türk olmamak kolay bir şey değildir.
Çünkü uluslar politik cemaatlerdir. Yani devlete ilişkin cemaatlerdir.
Çünkü uluslar politik cemaatlerdir. Yani devlete ilişkin cemaatlerdir.
Türk olmamak öznel veya hislere
ilişkin bir sorun değildir.
Türk olmamak için Türk devletine
vergi vermemek, onun yasalarını tanımamak, verdiği hüviyetleri kullanmamak,
kağıtları tanımamak, mahkeme kararlarını, polisini tanımamak, okullarına
gitmemek, diplomalarını kullanmamak vs. gerekir.
Bugün kimsenin kendini Türk
olarak görmeme hakkı yoktur.
Türklük özel bir sorun değildir.
Ancak her hangi bir dille,
dinle, soyla, tarihle, ırkla, kültürle tanımlanmamış, böyle tanımlanmaya karşı
tanımlanmış demokratik bir ulusta insanların kendilerini Türk veya Kürt veya Çerkez,
veya ulussuz veya başka bir şey olarak hissetme hakkı olabilir.
Bugün bu hak yoktur.
Bu hakkı kazanmak için, önce Türk olmak ve Türk devletine karşı mücadele etmek gerekiyor.
Bu hakkı kazanmak için, önce Türk olmak ve Türk devletine karşı mücadele etmek gerekiyor.
Ne yazık ki, bu 1990’ların başında
yapılabilseydi şimdi çoktan başarıya ulaşmış mücadeleye çeyrek yüzyıl sonra
çeyrek yüzyıllık bir kayıpla giriliyor.
Tarihe düşülen notlar aşağıda
29 Ocak 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
*
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketiyle Dayanışma Komitesi Kuruluş Bildirgesi
(1992)
Bizler İsveç'te yaşayan ve bugün
özellikle Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Kürt Ulusunun en vahşi baskılar
altında binbir fedakarlık ve kahramanlıkla yürüttüğü Ulusal Kurtuluş Hareketine
dayanışmamızı ve desteğimizi sunmak isteyen Türkleriz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin işgali
altındaki Kürdistan topraklarında yaşayan Kürtlerin yürüttüğü ve son yıllarda
giderek yükselen bu Ulusal Kurtuluş Savaşı, teorisinde ve pratiğinde, her
vesile ile düşmanının Türkler değil; bizzat Türkleri de baskı altında tutan
T.C. Devleti ve egemenleri olduğunu vurgulamaya daima büyük özen göstermiş ve
Türk Ulusuna kardeşlik elini uzatmıştır.
Bu hareket, amacının ayrılmak
bile değil; ayrılma hakkının herhangi bir anti-demokratik yolla
engellenemeyeceği Demokratik Bir Cumhuriyet olduğunu; diğer bir ifadeyle: Kürt
ve Türk uluslarının ayrılıp ayrılmamaya kendi özgür iradeleriyle karar
verebilecekleri koşulları yaratmak olduğunu daima vurgulamıştır.
Bu anlamıyla, Kürt Ulusu'nun
yürüttüğü bu mücadele, sadece nesnel sonuçları bakımından değil; hedefleri,
amaçları bakımından da Türk Halkının da üzerine bir kabus gibi çökmüş bulunan
anti-demokratik, baskıcı, militer, bürokrat devlet cihazına karşı bir
mücadeledir aslında.
Yani Kürt Ulusu sadece kendisi
için değil, Türk Halkı için de; onun demokratik bir toplumda özgürce karar
alabilmesi için de savaşmaktadır.
***
Ne yazık ki, parçası olduğumuz
Türk Ulusu'nun hiç de küçümsenmeyecek bir bölümü, sadece T.C.'nin baskısı, yalanları
ve propagandası nedeniyle değil; bütün egemen ulus, ırk ve cinslerde olduğu
gibi kısa vadeli ve dar çıkarlarının kölesi olarak, Kürt Halkının yürüttüğü bu
mücadeleye ilgisiz kalmakta; hatta Kürtlerin sürülmesini ve fizik olarak
imhasını da isteyen bir tutum takınmaktadır.
Kürt Ulusu'nun mücadelesini
askeri operasyonlarla bastıramayan T.C. Devleti de bu tavırdaki Türkleri
kışkırtmakta, istihbarat örgütleri aracılığıyla gizlice örgütlemekte; pogrom
sinyal ve tehditleri yayarak Kürt Ulusunu sindirme yolları aramaktadır.
Ancak Türk Halkı sadece egemen
bir ulus olmanın köleleştirici lanetini gururla taşıyanlardan; ezilen bir ulus
karşısında kendini ezenlerin yanında bir köpek sadakatiyle saf tutanlardan
ibaret değildir.
Bizler de Türk Halkı'nın bir
parçasıyız. Ve inanıyoruz ki, bugün çok dağınık ve sesi çıkmaz da olsa, Türk
Halkı'nın büyük bir çoğunluğu Kürt Ulusunun yürüttüğü kahramanca mücadeleyi
destekleme potansiyeli taşımaktadır.
Girişimimiz bu devasa
potansiyelin açığa çıkması için mütevazi bir çabadır. Ve yine inanıyoruz ki,
her yerdeki Türkler arasında sayıları binleri bulacak Kürt Ulusal Kurtuluş
Hareketini Destekleme grupları kurulduğunda T.C. kendi kazdığı kuyuya kendi
düşecektir.
Kürt Ulusu bu mücadelesinde
T.C.'nin Kürt işbirlikçilerine karşı açık tavır almaktan çekinmedi ve biz
Türklere kendi işbirlikçilerimize karşı nasıl bir tavır almak gerektiğini
gösterdi.
***
Halkların ve Ulusların
kardeşliği kuru kuruya kardeşlik tekerlemeleriyle sağlanamaz.Hele birinin ezen,
diğerinin ezilen olduğu bir durumda ezenlerin "kardeşlik"ten söz
etmesi, sadece bu baskıyı gizlemeye ve sürdürmeye yarar.
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi,
bu kardaşlığı sağlamak için elinden geleni yaptı ve yapıyor.Ama bir Türkler
için henüz aynı şey söylenemez.Eşit ve özgür bir ilişki için Türkler de en
azından Kürt Ulusal hareketi kadar acıya katlanıp fedakarlık göstermedikçe
kardeşlik girişiminin bir ayağı sakat kalacaktır.
O halde, artık beklemek yok!
Nerede olursak olalım -İster
Avrupa'da, ister Türkiye'de-; ne kadar az olursak olalım- ister üç ister beş
kişi- bir araya gelip Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ile Dayanışma girişimleri,
grupları, komiteleri kuralım.
Çok şeyler yapılabilir:
* Türk Halkına Kürt Ulusal
Kurtuluş Hareketi'nin aslında onun için de bir hareket olduğu anlatılabilir.
* Devletin ve şovenizme alkış
tutan basın yayın organlarının yalanları, manüplasyonları açığa çıkarılabilir.
* Birçok yerde Kürtlere karşı
saldırılar, pogrom denemeleri yapılıyor.Kürt kardeşlerimizi korumak için
Savunma Grupları kurulabilir.Saldırılara karşı haber alma, nöbet, savunma
örgütlenebilir.Kışkırtıcıların gerçek yüzleri açığa çıkartılıp tecrit
edilebilir.
* Kürt Ulusal Kurtuluş
Hareketini maddi olarak desteklemek için para vs.toplanabilir.
* Miting ve gösteriler
düzenlenebilir.
* Bütün dünyaya Kürt Ulusal
Hareketini destekleyen Türklerin de olduğu gösterilebilir.
Tamamen aşağıdan gelme
girişimler kendi yaratıcılıklarıyla şu an akla gelmeyen ve her özel duruma göre
değişen yüzlerce davranış biçimi ortaya çıkarabilirler.
Ama asıl önemlisi, bu tür
girişimlerin T.C.'nin kendilerine şeref veren baskı ve terörünü üzerlerine
çekerek onun gerçek yüzünü açığa çıkarması ve Kürt Ulusu'nun büyük yükünü biraz
olsun hafifletmesidir.
Halkların gerçek kardeşliği
ancak böyle sağlanabilir!
***
Kardeşliğin en sancısız ve
barışçıl biçimde gerçekleşmesi için:
* Olağanüstü Hal Uygulaması
derhal kaldırılmalıdır!
* Türk Ordusu operasyonlara
derhal son vermeli; gerilla hareketiyle ateşkes imzalanmalı ve Kürdistan'dan
çekilmelidir!
* Özel Tim'ler ve Köy
Koruyuculuğu kaldırılmalıdır!
* Genel Af çıkarılmalıdır!
* Her türlü görüşün tam bir
ifade ve örgütlenme özgürlüğü ortamında hangi bölgede Kürtlerin, hangi bölgede
Türklerin ve diğer ulusların çoğunlukta olduğunu tesbit etmek için herkesin
kendini hangi ulustan saydığına kendisinin karar verdiği bir referandum
yapılmalıdır!
* Referandum sonuçlarına göre
belirlenecek sınırlar içinde her ulus demokratik seçimlerle kendi meclislerini
seçmelidir!
* Taraflardaki azınlıkların ana
dilde eğitim hakkı dahil tüm hakları garanti altına alınmalıdır.
* Bu koşullarda oluşan ulusal
meclisler nasıl bir birlik veya ayrılık kurabileceklerine müzakerelerle karar
vermelidirler!
Stokholm'de ve İsveç'te yaşayan
Türkler!
Sizleri Kürt Ulusal Kurtuluş
Hareketini Destekleme Komitesine katılmaya veya bulunduğunuz yerde benzer
girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz.
Eğer bu işe gönül veriyorsan,
"Ben ne yapabilirim?" diye düşünme.Karınca Kaderince.Herkes için
yapacak bir iş vardır.
ADRES:
BOX: 5002
163 05 Spanga
(Bunu İsveç’te Kıvılcımlı Arşivini Databanka gecirmek için gittiğinde,
böyle bir girişim kurmaya çalışırken taslak olarak önermiştim. Olmadı. Tarihi
14.08.1992)
*
Bir sabah uyandiniz...
ve Almanya'da şunları
görüyorsunuz:
· Evde, işyerinde, sokakta
Türkçe konuşmak yasaktır.
· Türkçe gazetelerin hepsi
kapatılmıştır. Yasal olanaklardan yararlanarak çıkmakta ısrar edenler de gizli
servisler tarafından faili meçhul bir şekilde havaya uçurulmuş ve bu
gazetelerde çalışanların çoğu yine faili meçhul cinayetlere kurban gitmişler.
· Bunların faili meçhul olmadığı
yolundaki kanıtlar ve iddialar hiçbir Alman yayın organında yer bulamamaktadır.
· "Almanya
Almanlarındır" bu nedenle herkes "Ben Almanım"diyecektir.
· Türkçe yayın yapan televizyon
ve radyoları dinlemek yasaktır. Türk televizyonları kablolu yayınlardan
çıkarılmıştır ve uydu yayınları da diğer ülkelere baskı yapılarak
durdurulmuştur.
· Hiç kimse Türkçe müzik kaseti
yapamaz, satamaz, alamaz ve dinleyemez.
· Yeni doğan çocuklara Türk
isimleri koymak yasak olup, eskiden varolanlar da en kısa zamanda
değiştirilecektir.
· Aynısı lokanta,imbis, berber,
manav, bakkal, işyeri isimleri için de geçerlidir.
· Hiç kimse Türk ismi taşıyan
bir futbol takımı kuramaz. Böylesi takımları destekleyemez. Herkes Alman milli
takımını desteklemeye mecburdur.
· Türk bayrağı ya da sembolleri
taşımak Almanya'yı bölme suçu olarak görülmekte ve ağır hapisle cezalandırılmaktadır.
Ay yıldızlı sembollerden küpe ve madalyonlar taşıyan on binlerce Türk genci
hapishaneleri doldurmuş bulunmaktadır.
· Parlamentodaki Türk asıllı
milletvekilleri biz Türk asıllıyız dedikleri için apar topar parlamentonun
kapısından alınıp ceza evlerine atılmıştır.
· Her türlü göçmen örgütlenmesi
yasaklanmış olup, gelenek görenek bahanesiyle Türk düğünü yapılamaz. Hele Türk
düğünlerinde Türk bayrağını andıran kırmızı ve beyaz renkler kullanmak
tehlikelidir.
· Almanya milli marşını duyan
herkes derhal hazırola geçecek ve "Ne Mutlu Almanım Diyene!"
sözlerini tekrarlayacaktır.
· Almanya'nın birleşme günü olan
3 Ekim' de herkes evine, işyerine Alman bayrağı asacaktır. Bayrak asmayanlar
polisçe saptanıp derhal tutuklanacaktır.
· Türkler oturdukları yerlerden
hiç tanımadıkları yerlere zorla taşındırılmaktadırlar.
· Kim bu mevcut duruma karşı
çıkarsa o bölücü, vatan haini ve teröristtir. Kim ki bu durumu değiştirmek
amacıyla legal veya illegal örgütlenirse derhal yakalanıp cezalandırılır.
Mevcut düzene itaat etmemekte inat edenler kesinlikle ölü olarak ele geçirilir.
Bunlar size bir yeri, bir şeyi
hatırlattı mı? Böyle bir rejimin adı ne olurdu? Böyle bir ülkede yaşayabilir
miydiniz? Böyle bir ülkede yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız? Böylesine
sürekli aşağılanarak köle gibi yaşamaktansa diğer insanlarla aynı haklara sahip
olmak için mücadeleye girmez miydiniz? Size neredeyse yaşama hakkı tanımayan bu
sisteme karşı kendinizi, insanca yaşamayı savunmak için isyan etmez miydiniz?
Herkesin bildiği ama biz
Türklerin çoğumuzun gözlerini kapadığı gibi yukarıda anlatılan durum tipi
tipina Türkiye`deki Kürtlerin durumundan başka bir şey değildir. Kürtlerde son
derece haklı ve yerinde olarak bu duruma karşı direnmektedirler. Onların
istediği Türklerle eşit haklara sahip olmaktır. Varlıklarının inkar
edilmemesidir. Ne var ki bu en masum istekleri bastırılmıştır. Bu şiddet
karşısında da Kürtler meşru savunma olarak silaha sarılmış ve gerilla savaşıyla
direnmeye başlamışlardır. Bu direnişi ezmek için Türkiye`yi yönetenler her
türlü yasayı ayaklar altına alarak yasa ve kontrol dışı Özel savaş
uygulamalarına geçmişlerdir. Bununla birlikte Savaş politikanın şiddet
araçlarıyla devamı olmaktan çıkmış, kendi başına bir amaç haline gelmiştir.
Hepimiz katıl olmadan...
15 yılını doldurmuş gerisinde
binlerce ölü, binlerce sakat insan, binlerce köy boşaltmaları, sayısız insanın
sürgünü, binlerce insanın işkence görmesine yol açmış bu savaşın hepimiz bir
şekliyle tarafıyız. Bir tarafta akan bu kan üzerinden politika yapan, para
kazanan ve çıkarları olan özel savaş aygıtları diğer tarafta barış isteyenler,
bu kanın durmasını isteyenler var. Artık ortası yok bunun...
Son olarak PKK Genel Başkanı
Abdullah Öcalan'ın uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edilmesiyle
artık bizler bu savaşın hem kurbanları hem de suçlularıyız. Her bir şey
yapmadığımız da ve başımızı öbür tarafa çevirip, gözlerimizi kapatmaya ve
kulaklarımızı tıkamaya kalktığımızda bu savaş biraz daha büyüyecek gelip bizi
bulacaktır, bu sebeple; bu savaşın kurbanlarıyız.
Yine her tepkisiz kalışımızda
aynı zamanda bu savaşın devamını sağladığımız için bu savaşın suçluları ve eli
kanlı katilleriyiz.
Kürtler bu komplodan sonra
yaşama ve onur savaşı vermeye başlamışlardır. Çünkü T.C. Abdullah Öcalan'ın
şahsında aslında ayağa kalkan, yaşama haklarını savunan Kürtlerin gözlerini
bağlamıştır, onların ellerini kelepçelemiş ve Türk bayrağı altına koymuştur.
Türkiye'de şimdi kanlı savaş
senaryoları yapılıyor, toplum sağduyusunu yitiriyor, halklar arasında
onarılmayacak yaralar açılıyor. T.C. insanlık suçu işliyor; T.C. şovenizmi körüklüyor.
Bu vahşetiyle Kürt ve Türk halklarının arasını açıyor ve barış umutlarının
altını dinamitliyor. Eğer şimdi bir şey yapmazsak hepimiz Kürtlerin, aslında
kendimizin katili olacağız. Böyle bir yerde ya şimdi bir şeyler yapacağız ya da
ellerimiz kendi çocuklarımızın kanında yaşamayı tercih edeceğiz.
Kürtlerin özgürlük mücadelesine
verilen cevaplar bugün Türkiye'nin buraya gelmesinden sorumludur. Bu savaştan,
Kürtleri inkara giden politikalar, bir halkla alay eden şovenizm, savaştan
çıkarları olan çeteler, onların yarattıkları özel savaş aygıtları sorumludur.
Devletin uzun yıllardır uyguladığı terörü görmeyen "bizler"
sorumluyuz. Kürtlerin esitçe bir yaşam taleplerini terörize eden, yaşamı
savundukları için Kürtlere vatan hainleri, bölücü diyen anlayış sorumlu bu
bütün olup bitenlerden. Mavi çarşıdan, bombalardan.... O yüzden asıl vatan
hainleri onlar, onlar bu vatana ihanet ediyorlar.
Neden Abdullah Öcalan'ın
yaşamını savunmak?
Propagandaların aksine, özel
savaşı yürütenlerin de pek ala bildiği gibi Öcalan Kürt ülüşünün en geniş
tabakaları tarafından özellikle kaçırıldığı, elleri ve gözleri bağlı olarak
aşağılandığı günden beri Kürt ülüşünün önderi olarak görülmektedir. Her Kürt
hangi politik yada dini inançta olursa olsun, Öcalan'a yapılan aşağılanmaları
kendisine yapılmış olarak gördü ve görüyor. Öcalan sadece Türkiye'deki değil
tüm dünyadaki Kürtlerin önderidir bugün.
Kürtlerin insanca yaşama
taleplerine ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesine vereceğimiz
yanıttır Öcalan'ın hayatını savunmak.
Öcalan'ın hayatını savunmak
demek Türk ve Kürtlerin kardeşçe bir arada yaşadığı, çetelerin tahakkümünden
kurtulmuş, demokratik ve daha müreffeh bir ülke talep etmektir. Çünkü Öcalan'ın
aşılması uzun yıllar sürecek bir düşmanlık ve iç savaş demektir.
Öcalan barışçı bir çözüm için
son şanstır. Öcalan en çok da barış taleplerinden, ateşkesten bahsettiği zaman
hedef olmuştur. Onun barış çabalarının değerlendirilmesini sağlar Öcalan'ın
yaşamını savunmak.
Eğer Abdullah Öcalan asılırsa bu
tek başına barış olanağının yitirilmesi değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtler
arasındaki kardeşlik umutlarının da bitirilmesidir. Her Kürt onun aşılmasıyla
kendi varlığının inkar edildiğini düşünecektir.
Öcalan'ın aşılmasını isteyenler
ülkeyi kan gölüne çevirmek böylece özel savaşı sürdürüp ülkeyi harabeye
çevirmeyi istemektedirler.
Kendi çıkarlarının bir parça
bilincinde olan her Türk Öcalan'ın hayatını savunmalıdır. Bu aslında kendi
hayatının savunmasıdır. Öcalan barış için tek ve son çözümdür.
Tüm Türkleri Öcalan'ın hayatını
savunmak için Türk girişimleri kurmaya ve varolan girişimler içinde çalışmaya,
bu çalışmaları koordine etmek için bizlerle ilişki kurmaya çağırıyoruz.
Abdullah Öcalan'ın Yaşamını
Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi
*
Abdullah Öcalan'ın Yargılanması ve Gelişmeler
Abdullah Öcalan'ın mahkemede hukuki veya siyasi bir
savunma yapmaması; aksine savaş yürüten taraflardan birinin önderi olarak
Türkiye'ye barış önermesi ve somut bir demokratikleşme planı sunması ve bunun
gereği olarak yaptığı diplomatik jestler; savaş rantiyelerinin kontrolündeki
medya tarafından psikolojik savaş yöntemlerine uygun olarak bir propaganda
bombardımanı altında Öcalan'ın teslimiyeti, korktuğu ve canını kurtarmaya
çalıştığı şeklinde yansıtıldı. Bir çok ciddi yayın organının bile benzer
yayınlar yaptığı görüldü. Kürt Ulusal Hareketi'nin bir çok dostu bile bu
bombardımanın da etkisi altında kalarak, Öcalan'ın tavrına kuşkuyla
yaklaşmaktadır.
Şimdi medyanın bombardımanının yol açtığı toz duman
dağılırken, giderek Öcalan'ın teslim olmadığı; aksine bir stratejik geri
çekiliş ve taktik esneklikle sorunun çözümü için yeni ufuklar açtığı
görülmektedir.
HADEP: bütün baskılara rağmen seçimlerde aldığı
sonuçla Kürdistan'da birinci büyük parti olduğunu kanıtlamış ve bir çok
yerleşim biriminde mahalli idarelerin yönetimini ele almış bir yasal partidir.
PKK: binlerce gerillası, taraftarı, sempatizanı ile, dünyadaki en büyük ve
etkili ordulardan biri olan Türk ordusuna karşı gerilla savaşı yürüten en
etkili ve büyük gerilla örgütlerinden biridir. Şimdi bu iki örgüt de, en asgariye
inmiş ve aslında Generallerin bile hayır diyemeyeceği, Öcalan'ın sunduğu
programdan ve bunun için barıştan yana olduklarını belirtmiş bulunuyorlar.
Türkiye'deki ve aynı zamanda dünyadaki en büyük ve etkili iki Kürt örgütü
(HADEP ve PKK), Öcalan'ın tekliflerini desteklediklerini resmen ilan etmiş
bulunuyorlar. Bu açık tavırlar, Öcalan'ın mahkemede sunduğu projeye ayrı bir
ağırlık vermektedir.
Bu proje, anayasal bir vatandaşlık çerçevesinde, Kürt
kültürünün ve kimliğinin tanınmasını, kültür ve dil farklılıklarının bir kazanç
olarak görülmesini; mahalli seçilmiş yöneticilere daha büyük yetkiler
verilmesini; demokratik reformları kapsamaktadır. Buna karşılık Kürtler de,
silahlı savaşı durdurmayı ve var olan devletin ve ülkenin bütünlüğü içinde
kalmayı önermektedirler.
Şimdiye kadar Kürt ulusunun verdiği mücadeleyi, ayrı
bir devlet kurma mücadelesi olarak görenler, bu projeyi kendi hedeflerine
ihanet olarak görmektedirler.
Ne var ki, bu değerlendirme ne doğrudur ne de
gerçekçidir.
Doğru değildir, çünkü, PKK bütün geçmişi boyunca,
ayrılmaktan ziyade, ayrılabilme hakkının olduğu bir demokratik sistem için
mücadele ettiği vurgusunu yapmıştır.
Hatta sorunu ayrılıp ayrılmamak ve ayrı bir devlet kurmaktan öte, bir
ulusun kimliğinin tanınması ve kendi kişiliğini geliştirmesi olarak anladığını
vurgulamıştır.
Gerçekçi değildir, çünkü, Kürtler ancak belli uluslar
arası dengeler ortamında, çok elverişli tarihsel koşullarda, dünyadaki etkili
güçlerin, güçlü Türk, İran ve Arap devletlerinin en azından bazılarını karşıya
almayı göze alabilecekleri bir durumda ayrı bir devlet kurma olanağı
edinebilirler. Bugün ise, buna olanak yoktur. Ne ABD'nin ne da Avrupa'nın ne de
onlar karşısında etki alanı hızla gerileyen Rusya'nın böyle bir projeyi
destekleyerek söz konusu ülkeleri karşıya alması beklenemez ve
beklenemeyeceğini de, Öcalan'ın trajik bir sonuca ulaşan Odyssseusu esnasındaki
dramatik gelişmeler göstermiş bulunmaktadır. Ayrıca Kürt ulusal hareketi,
tarihte eşi benzeri olmayan bir şekilde, ABD'nin yeryüzü ölçeğindeki total kontrolü
nedeniyle önderini savaştığı güçlerin eline esir vermiş ve lojistik desteğini
büyük ölçüde yitirmiş, tayin edici olmasa da çok önemli bir yenilgi almış
bulunmaktadır.
Bizzat bu yenilgi ise, Türkiye'deki savaş
rantiyelerine ve onların Kürtlerin varlığını inkara ve ezmeye yönelik
politikalarına güç vermiş ve kısa zaman önce yapılan seçimlerde bu
politikaların savunucusu partiler ezici bir çoğunluk kazanmışlardır.
İşte, Abdullah Öcalan, Öcalan'ın şahsında da Kürt
Ulusal Hareketi, ölüm ve yok olma tehdidi altında iken en zor koşullar altında
bir salto mortale (ölüm parendesi) ile kendini kendisi olmaktan çıkarıp,
yepyeni bir ulusun tohumu olarak yeniden ortaya koymaktadır.
Belli uluslar arası dengeler el vermediği sürece, Kürt
ulusal hareketi sadece bağımsız bir devlet için savaştığı takdirde başarıya
ulaşamazdı. Kürt Ulusal hareketi, kendini ezen ulusların ezilenleri için de bir
program geliştirdiği, yani sadece Kürtleri, kendini değil, kendini ezenlerin de
ezilenlerini kurtarmaya kalktığı takdirde; yani bir ulusal kurtuluş hareketi
olmaktan çıkıp bir sosyal kurtuluş hareketine dönüştüğü takdirde; yani bir salto
mortale ile kendisi olmaktan çıktığı takdirde başarı kazanabilirdi.
Kürt hareketleri içinde, plebiyen yapısıyla sadece PKK
bu güne kadar böyle bir kendini aşma potansiyeli ve emareleri gösterebiliyordu.
İşte, Öcalan'ın şahsında, en elverişsiz koşullarda, büyük ölçüde daha önceki
evriminin de mantıki bir sonucu olarak, Kürt ulusal hareketi, kendini kurtarmak
için ezenini de kurtarmaya; zafere ulaşabilmek için önüne daha büyük görevler
koymaya; bir yandan kendisi olarak kalırken diğer yandan da kendisi olmaktan
çıkmaya girişmiş bulunuyor. Medyanın pişmanlık, korku gibi gösterdiği
tavırların gerçek niteliği budur.
Öcalan artık sadece Kürt Ulusal hareketinin bir önderi
olarak davranmamakta, Kürtleri, Türkleri ve diğer halkları da anayasal bir
vatandaşlık temelinde kapsayacak yeni bir ulusun tohumu ve kurucusu olarak
davranmaktadır. Artık muhatabı sadece Kürtler değil, Türklerdir. Hatta Kürtler
üzerindeki büyük prestiji nedeniyle esas kazanılması gerekenler Türklerdir.
Kürtler Türklere başka bir ulus altında birleşelim diyor. Yani Kürt ulusal
hareketi kendi olmaktan çıkıp, başka yepyeni bir ulusun tohumu oluyor. Kürt
ulusal hareketi böylece, son yüzyılın etnik temizliklerle sonuçlanan ve benzeri
Balkanlar ve Kafkaslar'da, Afrika'da büyük acılara ve ölümlere yol açan
monolitik ulusçuluk dönemi yaşamadan, bugünün dünyasına uygun, örneğin, ABD,
Avrupa ve İsviçre'de olduğu türden farklı kültür ve dilleri zenginlik olarak
gören bir ulusçuluk projesine ulaşmış bulunuyor. Kürt ulusal hareketi, sadece
geç gelmenin reziletleri içinde bunalmadı, bu projeyi geliştirebilmesi onun
aynı zamanda geç gelmenin faziletlerinden de yararlanabileceğini
göstermektedir.
Biçimsel olarak bakıldığında, Türkçe'nin resmi dil
olarak kabulü, Kürtçe'nin Kürtler arasında ikincil bir dil olarak tanınması;
mahalli seçilmiş idareye daha geniş yetki; demokratik reformlar Kürt Ulusal
hareketi için büyük bir gerileme gibi görülebilir. Kimi reformist, ya da
silahlı mücadeleyi reddeden Kürt örgütleri, yıllardır bunları savunmuyorlar
mıydı? Madem bu noktaya gelinecekti de niye bunca yıldır gerilla savaşı
verildi? Bu varılan nokta onların haklılığını kanıtlamıyor mu?
Bu yaklaşım da toplumsal bir dönüşümü sadece siyasi,
idari, hukuksal ya da ekonomik bir takım dönüşümlerle sınırlayan yüzeysel bir
anlayıştır. Bu yaklaşım, insandaki, Kürt'teki dönüşümü ve bunun önemini
kavramamaktadır.
Yirmi yıl öncesinin Kürdü ile bu günün Kürdü arasında
dağlar kadar fark vardır. Yirmi yıllık gerilla savaşı, dünün köle ruhlu,
kendinden utanan Kürd'ünün yerine bambaşka, kimliğinden utanmayan, ona güvenen,
isyanın ateşinden geçmiş, aşiretler yerine modern partilerde ve derneklerde
örgütlenmiş, kadınların açık ya da gizlice başını çektiği yepyeni bir Kürt
ortaya çıkmış bulunuyor. Bu aşama yaşanmasaydı, bugün öcalan'ın sunduğu proje,
kendine güvenen kişilikli bir ulusun teklifi değil, kölece yalvarmalar anlamına
gelirdi ve benzer çizgileri eskiden savunanlarda bu anlamdaydı.
En sağlam dostluklar, en sert kavgaların sonunda
oluşabilir. İngilizler Norman ve Saksonların uzun ve sert savaşlarının
potasında oluşmuşlardır. Bir insanın sağlıklı ruhsal gelişimi için bile ana
babasına isyan edip, kendi kişiliğini geliştireceği bir dönem gerekir. Böyle
bir isyanı yaşamayanlar, ruhça çocuk kalmaya ve olgunlaşamamaya mahkum
kalırlar. Bu isyandan sonra ana babayla kurulan karşılıklı kabule dayanan saygı
ilişkisi ile, isyandan önceki ilişki, dış görünüş bakımından bir birine
benzerse de, bunlar kökten farklı ilişkileri ifade ederler.
Kürt ulusunun sağlıklı bir gelişimi için bu isyan
dönemi gerekliydi. Bu olmadan ancak bir kölenin efendisiyle ilişkisi
olabilirdi. Buradan gerçek bir dostluk, saygıya dayanan bir dostluk ve kaynaşma
çıkamazdı. Gerçek, eşit ve karşılıklı kabule dayanan bir barış ancak bir
savaştan sonra olabilirdi.
Kürt Ulusal Hareketi, Öcalan'ın şahsında, kendisini
aşarak bu yeniden doğuşunu olağan üstü elverişsiz koşullarda yaşamaktadır.
Karşı cephe çok güçlüdür. Diğer yandan da zaman çok kısıtlıdır. Sunulan program
ve teklif bu savaştan çıkarı olmayan bütün toplum katmanlarını kazanmaya
yöneliktir.
Kartlar karışmış ve yeniden dağıtılmış bulunmaktadır.
Artık bölünme, Kürtler ve Türkler arasında değil, bunların kendi içinde
olacaktır. Ancak bu safların yeniden şekillenmesi ve kristalize olması, yani
toplumun bilincindeki bu değişmeler, olağan durumlarda, çoğu kez hızlandırılmış
hukuki prosedürlerden çok daha yavaş gerçekleşirler. Öcalan'ın idamı, bu süreci
geri döndürüp onlarca yıl geriye itebilir. İdam olmaması ve gecikmesi halinde,
toplumdaki bu yeni bölünme gerçekleşip bir ağırlık kazanabilir ve savaş yanlısı
inkarcılar tecrit olabilir. Bu aynı zamanda Öcalan'ın idamdan Kurtulması ve bir
müzakere partneri olması demektir.
Başlangıçta, gerilla savaşını ve Kürdistan'daki
kitlesel ayaklanmayı bastırmak için kurulmuş, kanunlar üstü ve dışı gizli özel
savaş aygıtı, bir süre sonra onu kullandıktan sonra basit bir araç gibi bir
kenara atabileceğini düşünen kurucularının başını yedi. Bu aygıtı yaratanlar
başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye döndüler. Bu aygıtı ilk
yaratanlar, yine Kürt sorununun şiddetle çözülemeyeceğini ilk görenler oldular.
Bunların bir uzlaşma zemini arayışları, yarattıkları aygıtın şiddetini
üzerlerine çekti ve yarattıkları canavarın kurbanı oldular. General Eşref
Bitlis, Turgut Özal ve daha sonra niceleri... Bu cinayetler, bir uzlaşmanın
yollarını tıkadı ve binlerce insanın ölümüne, Türk ulusunun giderek çürümesine
yol açtı.
Bu özel savaş aygıtı bugün Türkiye'nin gerçek
egemenidir. Bu aygıtı zayıflatmaya yönelik, devletin diğer kanatlarından gelen
girişimler (Susurluk) bu aygıtın gücünü sarsmaya yetmemiş, hatta bunlar
seçimlerden daha da güçlü olarak çıkmıştır. Bu aygıt için, savaş artık
politikanın başka araçlarla bir devamı değil, kendi başına bir amaçtır. Hiç de
küçümsenmeyecek, hukuki, siyasi ve iktisadi imtiyazlarla ve güçlerle donanmış
bu aygıt, bu günkü konumunu sürdürmek için elinden geleni yapacaktır. Varlığını
sürdürmesi, Kürtlerin ezilmesine, inkarına bağlıdır. Kürtlerin ve Türklerin
düşmanlığını kışkırtmak bu aygıtın varlığını sürdürmek için tek olanaktır.
Bu durumda, bu savaş rantiyeleri kastı, Öcalan'ın bir
an önce idam edilmesi; böylece Türkler içinde Kürtlerle birlikte barış içinde
yaşama yanlılarıyla Kürtlerin varlığını inkar edenler arasında gerçek ve yeni
bir bölünmenin olgunlaşma ve serpilme olanağı bulmadan yok olması; bunun yerine
Kürt ve Türkler şeklinde bir bölünmenin güçlenmesi için elinden geleni
yapacaktır. Buna karşılık Öcalan'ın yaşaması, barış isteyen güçlerin etkisinin
ve onun güçlenmesinin bir ifadesi olacaktır. Kürt ve Türk halkları arasındaki
barış ve Öcalan'ın yaşamı ayrılmazca birbirine bağlanmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bugün Öcalan'ın yaşamını savunmak, aynı
zamanda barışı savunmaktır ve bu her zamankinden de daha acil ve önemli bir
görev olarak ortaya çıkmaktadır. Öcalan'ın yaşamına savunmak, bu inkarcı savaşı
sürdürmek isteyen savaş rantiyelerine karşı durmak demektir.
Öcalan'ın yaşamını savunmak, şoven bulutların
dağıtılması, sınıf farklılıklarının ve gereklerinin yeniden berraklaşması, Türk
halkının, değişik milliyetlerden işçi sınıfının sorunlarının başka her türlü
sorundan daha önemli olduğu ve onun çizgisinin yaşanan sorunlara kalıcı çözüm
getirme yeteneğine sahip olduğunun görülebilmesi olanağını verir.
Öcalan'ın yaşamının savunulması belki de Kürtlerden
fazla Türklerin; daha spesifik olarak da sınıf mücadelesinin savunucusu
sosyalistlerin büyük bir ihtiyacıdır. Özellikle sosyalistler anın tek görevi
olarak bunu benimsemek durumundadırlar. Sadece enternasyonalizm, insancıllık
vb. adına değil, bizatihi sınıf mücadelesinin stratejik konumunu
etkileyebilecek durumdaki,şu anki taktik çıkarı adına.
18 Haziran 1999 Cuma
Öcalan'ın
Yaşamanı Savunmak İçin Hamburg Türk Girişimi
E- Mail: apohki@topmail.de
Homepage: http://home.t-online.de/home/apohki/
V.i.S.d.P. Avni Yolalan,
Bartelstr. 2a, 20357 Hamburg
*
İlk Yazı: "Schachnovelle"
Özgür Politika'dan gazeteye yazı yazmam için teklif geldiğinde, bu
alanda deneysiz olmanın getirdiği zorluklar bir yana, nasıl bir içerik ve
biçimde yazılar yazmam gerektiği sorusuyla karşılaştım. Bu ilk yazıda,
karşılaştığım sorunları ve bunlar için bulduğum çözümü kısaca ele alayım.
Kişi olarak, nasıl tanımlanırsa
tanımlansın, ister hukuki olarak, ister dile veya başka bir kritere göre,
milliyetin de din gibi bütün siyasi anlamından dışlanarak, kişinin bir inanç ve
tercih sorunu olarak kabulünden yanayımdır. Nasıl üç kişi bir araya gelip bir
dernek kurar gibi bir din ya da tarikat kurabilir veya isteyen dinsiz
olabilirse ve bunların politik olarak kırk üç numara ayakkabı giymekten veya
bamya yemeği sevmekten daha fazla bir anlamı olmazsa; aynı şekilde üç kişinin
bir araya gelip ulus kurabilmesinden veya isteyenin ulussuz olabilmesinden ve
bunların hiçbir politik anlamı olmamasından yanayım.
Ayrıca böyle bir sistemin
gerçekleşmesini uzak bir geleceğin değil, bu günün acil bir sorunu olarak
görüyorum. Dolayısıyla, Türkiye topraklarında yaşayan insanların gelecekte
nasıl bir ulus tanımına göre siyasi yapılarını kuracağı tartışmasında;
tarafların hepsi bizim anlayışımıza karşı bir taraf oluştururlar dayandıkları
ortak varsayımlar bakımından.
Bu ortak varsayım: ulusal olanla
siyasal olanın çakışması gerektiğidir. Biz ise tam da bu ortak var sayımı
reddediyoruz: ulusal olanla siyasal olanın çakışması gerektiği anlayışı
aşılmalıdır. İnsanlığın çıkışı ancak bu noktadan olabilir. Bu hedefi önüne
koymayan her çaba, yer yüzünde bu günkü apartheit siteminin devamına; yer
yüzünden imtiyazlılığı kaldırmayı değil; imtiyazlılar arasına katılmayı
getirir. Bu anlamda, Bugünün dünyasında Türkiye Toprakları üzerinde yaşayan
insanların, Kürtlerin ve Türklerin yürüttüğü nasıl bir cumhuriyet tartışması,
yeryüzünün imtiyazlıları arasına nasıl katılınabileceği tartışmasıdır.
Kaldı ki, sadece politik olarak
ulusal olanla politik olanın ilişkisinin koparılmasından yana değilim, kültürel
ve ruhsal olarak da, kendimi bir ulustan hissetmiyorum. Bir Türk'ün ya da
Kürdün, kendini herhangi bir ulustan gören bir insanın boğazında düğümlenmelere
yol açan, onu coşturan yada hüzünlendiren olaylar bende hiç bir etkiye yol
açmaz. Hatta bunu komik ve anlaşılmaz bulurum. İnsanların örneğin bir milli
maçta takım tutmaları ve oyunun sonunda sevinme veya üzülmeleri benim için
kavranılmaz olaylardır. Ama politik olarak, önce insanın kendi
milliyetçiliğiyle mücadele etmesi gerektiği ilkesine göre, Türk milli takımına
karşı kim oynuyorsa onun kazanmasını isterim.
Kendimi Türk hissetmesem de,
yeryüzünden şu ulus denen felaketin, nasıl bir tanıma dayanırsa dayansın yok
edilmesini savunsam da, elimde olmadan bir Türk'üm. Ezen ulustan bir
insanım. Ulusum yok, ulusçuluğa karşıyım diyerek, kimilerinin yaptığı gibi,
Türkiye'deki bu üst ve egemen konumumu görmezden gelemem. Bu fiili durumu
görmezden gelmek, fiilen, ezilen ulusun mücadelesi karşısında tarafsızlık,
dolayısıyla da ezen ulustan yana bir tavır anlamına gelir.
Bu durumun çelişkisini daha iyi
kavramak için ırk ayrımcılığı bize güzel bir analoji sunar. Diyelim ki,
beyazsınız ve bulunduğunuz toplumda siyahlar baskı ve zulüm altındalar. Siz
aslında ırkların olmadığını; bunların ırkçıların uydurması olduğunu savunuyor
ve buna bağlı olarak kendinizin bir ırktan olamadığınızı söylüyorsunuz. Bütün
bu inanç ve iddialarınız, sizin bir beyaz olarak, ırkçı baskılara uğramadığınız
ve uğramayacağınız gerçeğini değiştirmez. Belki görüşlerinizden dolayı siyasi
baskılara uğrayabilirsiniz ama bunlar sizin deri renginizden değil,
görüşlerinizden gelen baskılar olacaktır. Görüşlerinizden gelen bu baskılara
rağmen, istemeseniz de, beyaz olmanın imtiyazlarını yaşamaya devam
edeceksinizdir en azından beyaz olduğunuz için özel bir baskıya uğramayarak.
Böyle bir durumda, ırkları
ırkçılığın uydurması olarak görseniz de, var olan bir gerçeklik olarak ezilen
ırkların savaşını desteklemek, hatta fiili eşitsizliği biraz dengelemek için,
çubuğu ezilen ırklardan yana bükmek zorundasınızdır.
Aynı şey bizim için de geçerlidir.
Ulusların ulusçuların uydurması olduğunu söylesem de, kendimi bir ulustan, yani
Türk, hissetmesem de, Türk olduğum için hiç bir özel baskıyla
karşılaşmadığımdan, ezen ulustan olmanın imtiyazlarını yaşamaktayımdır. Kendimi
öyle görmesem de, nesnel olarak ezenin bir parçasıyımdır. Bu durumu dengelemek
için, ezilen ulusların mücadelesine destek vermem, hatta çubuğu eğerek destek
vermem gerekir.
Yani bir yandan, siyasi
inançlarım nedeniyle ulusçuluğun ulus anlayışını yok ekmeye çalışırken, diğer
yandan inanç ve tercihlerime rağmen Türk olduğum için, ezen ulustan bir insan
olduğum için; ulusal baskıya karşı hareketleri desteklemek, dolayısıyla
ulusçuluğun var oluşuna hizmet etmek zorundayımdır. Bu çelişki gökten inme bir
çelişki değil, gerçek hayatta bulunan bir çelişkidir.
Ama sadece bu değil, ezilenlerin
kendi hareketlerini desteklemek diye de bir sorunumuz vardır. Tıpkı bir
fabrikada grev yapan işçiler gibi. İşçiler çoğu kez hiç de kapitalizmi ortadan
kaldırmak için değil, sadece yaşamlarını biraz daha iyi koşullarda
sürdürebilmek için grevler yaparlar. Siz ise yaşam koşullarındaki bir
iyileşmenin kapitalizmi ortadan kaldırmayacağını; son duruşmada kapitalistin
daha rasyonel bir üretimine yol açacağını bilseniz de, bizzat bu mücadelenin
kendisi, ezilenler için baha biçilmez bir deney olduğundan; onların
hayatlarında küçük de olsa bazı iyileştirmelere yol açacağından o grevi
desteklemek zorundasınızdır. Ama bir yandan desteklerken, onun başarısı için
çalışırken, diğer yandan da gerçek çözümün mülksüzleştirenlerin
mülksüzleştirmesinden geçtiğini söylemek; mücadeleyi bu yöne doğru geliştirmek
için çaba göstermek zorundasınızdır. Ortada yine benzer bir çelişki vardır.
Birine aşırı bir ağırlık ve vurgu bir anda sizi amaçlarınız açısından hiç de
istemediğiniz bir konuma düşürebilir. Birden bire sıradan bir sendikalist
durumuna da, nihai hedefe ilişkin vaazlar veren ve fiili mücadeleden kopuk,
dolayısıyla egemeni destekleyen bir duruma düşebilirsiniz. Benzer şekilde, bir
sosyalist olarak da, bir ulusal hareket karşısında da taleplerinin bir çözüm
getirmeyeceğini bilerek ve söyleyerek de, ezilenlerin bir girişimi, bir deneyi
olduğu için; içinde daima kendini aşabilme tohumu taşıdığı için de ezilen
ulusun bir hareketini desteklemek zorundasınızdır.
Buraya kadar esas olarak bir
zorluk yok. Ama sorun burada bitmiyor. Türkiye'de, Dünyanın bu günkü
koşullarında, hangi gerekçeyle olursa olsun Kürtlerin mücadelesini desteklemek,
fiili sonuçları bakımından, akıllı bir Türk milliyetçiliğini desteklemek olur.
Çünkü, somut olarak Türkiye'deki Kürt sorununda Kürtlerin mücadelesi sadece
kendileri için bir mücadele değil, kendilerinden çok kendilerini ezenler için
bir mücadeledir.
Dünyada her halde Türkler kadar
talihli bir ulus yoktur. Kürt ulusal hareketi, Tarihin Türk ulusuna en büyük
armağanıdır. Kürtler, uğradıkları baskıya karşı savaşlarında aslında nesnel
sonuçları itibariyle, kendilerinden çok, kendilerini ezen Türkler için
savaşmaktadırlar.
Diyelim ki, silahlı Kürt
direnişi başarı kazansaydı Kürtler Türk ordusunu yenilgiye uğratıp ayrı bir
devlet kursalardı, Türklere en büyük iyiliği yapmış; onları Osmanlı'nın yaşayan
ruhu Türk Ordusunun bukağılarından kurtarmış; İspanya Yunanistan benzeri
demokratik bir güney Avrupa ülkesi yapmış olurlardı. Hatta daha fazlası, gerek
İspanya, gerek Yunanistan'da bu geçiş kontrollü, kısmen Prusya yolundan
gerçekleşmişti, böyle bir alt üstlük daha kökten ve alttan bir dönüşüme yol
açar, Türkiye'nin insan ve toprak büyüklükleri göz önüne alındığında orta
doğuda bir iktisadi, siyasi ve kültürel bir devin ortaya çıkmasına yol açardı.
Bu nedenle, bir Türk'ün ya da
bir Türk sosyalistinin; ister ezen ulustan olduğundan ezileni desteklemesi
gerekçesinden, ister sosyalist olarak ezilenlerin tarihsel girişim ve
tecrübelerini desteklemesi gerekçesinden kaynaklansın, Kürt ulusal hareketine
desteği aslında, nesnel sonuçları bakımından, Türk milliyetçiliğinin desteği
olur. Akıllı ve uzun vadeli düşünebilen bir Türk milliyetçisi, bir Türk
sosyalistinin demokrasi ya da sosyalizm gerekçesiyle Kürt ulusal hareketini
desteklemek için savunduğu her şeyi, Türk milliyetçiliğinin gerekçeleriyle
savunabilir.
İkinci Cumhuriyetçilerin, yani
daha uzun vadeli düşünebilen, daha modern Türk milliyetçilerinin, Kürt
sorununda bir sürü sosyalistten daha tutarlı bir konumda bulunmalarının ardında
bu nesnel durum, Kürtlerin aslında kendileri kadar ve hatta nesnel sonuçlar göz
önüne alınırsa kendilerinden de fazla Türkler için savaştığı gerçeği
yatmaktadır. (Kürt hareketi de bunun bilincinde oldu, eksikliğini duyduğu şey hep
akıllı Türk milliyetçileriydi, zaten bunu bulamayınca kendisi bu işi de
üstlenmek zorunda kaldı.)
Buraya kadar Kürt hareketinin
bir askeri zafer kazanması olasılığına göre sonuç çıkarmıştık. Ancak, Kürt
hareketi, dünya dengelerinin elverişsizliği koşullarında, silahlı mücadelede
bir zafer kazanamadı, aksine uzun vadede onun çözülüşünü getirebilecek bir
denge ve kendini tekrarlama noktasında kaldı; üstüne üstlük, önderini düşmana
kaptırmak gibi çok ağır bir darbe de yedi. Kürt hareketinin aldığı bu ağır darbeler,
savaş politikasının seçimlerde büyük bir zafer kazanmasının en büyük nedeniydi.
(Kimilerinin iddia ettiğinin aksine, Türkleri Kürt varlığını inkar eden savaş
partileri ve politikalarına oy verdirten, Kürtlerin mücadelesi değil, bu
mücadelenin uğradığı yenilgiler oldu; bu mücadelenin kazandığı başarılar
tamamen zıt sonuçlara yol açardı.) Böylece Türkler, Kürt ulusal hareketine ağır
bir darbe vurarak, Kendilerinin modern ve zengin bir toplum olabilmeleri için
tarihin sunduğu bu hediyeyi tepmiş ve kendilerini geriliğe ve gericiliğe mahkum
etmiş oluyorlardı.
Kürt ulusal hareketinin en büyük
felaketi, yani önderini karşı tarafa kaptırması bir bakıma onun en büyük şansı
da olmuştur. Böylesine köşeye sıkışmasaydı, artık kendini takrarlayan ve
aşındıran niteliğini görmesine rağmen, silahlı mücadeleye son verip; program
strateji ve mücadele biçimlerinde dramatik dönüşümler yapamaz ve sınırlılık
böylesine somutça görülüp değişiklikler kabul edilemezdi.
Bu karanlık ortamda, Kürt Ulusal
Hareketi, felaketi bir şansa çevirdi; hiç kimsenin düşünemediği muazzam bir
stratejik dönüş yaptı, bir ulusal hareketten bir sosyal harekete dönüşmeye
girişti. Türklerin teperek yok ettikleri şansı tekrar önlerine koydu. Bir anda
güçler ve güçlerin yer alışını kökten değiştirdi.
Akıllı bir Kürt milliyetçisi
olarak, akıllı bir Türk milliyetçiliğini de üstlendi. Kürt ulusal Hareketi,
ulus tanımını, dil, kültür ve etnisiteden soyutlayıp, tamamen hukuki bir tanıma
indirgedi. Kürt ulusçuluğunun bu modern ve esnek uzun vadeli biçimi, aynı
zamanda Türk ulusçuluğunun da modern, esnek ve uzun vadeli düşünen biçimiyle
çakışmaktadır. Bu gün, dünden de daha fazla ve açık olarak, Kürt Ulusal
Hareketinin savunduğu her şey, bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilir.
Akıllı bir Türk milliyetçisinin savunabileceği her şey de akıllı bir Kürt
milliyetçisi olarak savunulabilir. Program aynıdır, sadece gerekçeler
farklıdır. Hatta Kürt Ulusal Hareketi, bu özdeş programı, Türkleri kazanmak
için, Kürtler zaten durumu kavradıklarından Türklere yönelik olarak ve Türklere
uyan gerekçelerle ifade etmektedir.
Bu durumda, akıllı bir Türk
milliyetçisi olarak savunulabilecek konumları, yok ezen ulustan bir insan
olarak dayanışma, yok sosyalist olarak ezilenlerin tarihsel girişim ve
tecrübelerini destekleme gibi gerekçelerle savunmak, aslında milliyetçi bir
konumu milliyetçi görünmeyen gerekçelerle savunmak olabilir ve dolayısıyla
ezilenlerin bilincini karartabilir; onlara yanlış hayaller yayar. Elbet bu
gerekçeler de varlıklarını sürdürmektedir ama bu gerekçelerle destekleyen her
sosyalist, bunun aslında nesnel sonuçları itibariyle akıllı bir Türk
milliyetçiliğinin hedefleriyle çakıştığını gizlememeli ve ezilenlerin bilincini
karartmamalıdır.
Aslında Kürt hareketini
destekleyen Türk solunun yaptığı tam da bu türden bir karartmaydı. Kürt ulusal
hareketinin başarısı halinde bile, nesnel sonuçlarının Türk ulusunun işine
yarayacağını, Kürt ulusal hareketini destekleyişlerinin tamamen Türk
milliyetçisi gerekçelerle de yapılabileceğini görmek istemiyorlardı. Kürt
hareketi bunu görüp, eşyayı adıyla çağırınca, bunlar kendilerini birden
boşlukta buldular.
Böylece, yazımızın başında
sözünü ettiğimiz çelişki, daha derin bir boyut kazanmaktadır; bir yandan, bir
sosyalist olarak ulusal olanla politik olan arasındaki her türlü bağın
koparılmasının insanlığın önündeki en acil hedef olduğunu savunmak
durumundasınız yani milliyetçiliğin nasıl tanımlanırsa tanımlansın her biçimine
karşısınız; diğer yandan, ezilen bir ulusun hareketine gerek egemen ulustan
olduğunuzdan; gerek ezilenlerin tarihsel girişim ve deneyi olması nedeniyle
verdiğiniz destek fiilen akıllı bir Türk milliyetçiliğinin desteklenmesi;
hukuki bir tanıma dayanan milliyetçiliğin desteklenmesi olmaktadır. Siz bunu bütünüyle, başka bir
gerekçeyle yapsanız ve gerek genel olarak milliyetçiliğin, gerek özel olarak
Türk milliyetçiliğinin en büyük düşmanı olsanız da, Kürt ulusal hareketine
desteğinizin ardında en küçük bir milliyetçi motif bulunmasa da fiilen Türk
milliyetçiliğine hizmet edersiniz.
Bu çelişki, en aşırı noktasına ve
mantık sonuçlarına götürülerek aşılabilir bir sosyalist olarak. Kürt ulusal
hareketini desteklemeye yönelik bütün yazılar akıllı ve uzun vadeli düşünen bir
Türk milliyetçisi açısından yazılabilir, ki bu aynı zamanda akıllı bir Kürt
milliyetçiliği de demektir. Ama bu aynı zamanda, Kürt ulusal hareketine
sosyalist ve devrimci gerekçelerle destek verenlerin, nesnel sonuçları
bakımından aslında bilinçsiz Türk milliyetçisi olduklarını gösterir ve onların
zımni bir eleştirisi de olur. Diğer yandan böylesine ideal ve akıllı bir
milliyetçilik, bize sosyalist programımızı koyabilmek ve onu açıklayabilmek
için en mükemmel olanağı sağlar. Yani kendimize akıllı bir düşman yaratmış
oluruz. Akıllı bir düşman ise, akılsız dostlara yeğdir.
Akıllı düşman, bize ezilenlerin
siyasi eğitimi bakımından da daha büyük bir olanak sağlar. Bu olanak şöyle
açıklanabilir. Fiziki savaşla, fikir savaşı arasında kökten bir fark vardır.
Fiziki savaşta, güçlerin en irisini, düşmanın en zayıf yerine yığmak gerekir.
Fikir savaşında ise, karşı tarafı mat etmek değil de, ezilenlerin geri
yanlarını okşamak değil de, onları geliştirmek isteyen karşı fikrin en
mükemmel, en güçlü temsilcilerine yığmalıdır eleştirisini. Bir görüşü toyca
savunup rezil edenleri değil, onu en rafine biçimde, en akıllıca ve ustaca
savunanları eleştirmelidir. Eğer yoksa böyle bir savunucusu eleştirilecek
görüşün onu yaratmalıdır ve öyle eleştirmelidir. Ancak bu tarz ezilenlerin
gelişimine hizmet edebilir.
Evet, gereğinde eleştireceğimiz
görüşün en akıllı savunucusunu yaratmak gerekiyor. Bu biraz insanın kendine
karşı satranç oynaması gibi. Stefan Zweig'ın "Schachnovelle"diye
bir romanı vardır. (Sanırım Türkçeye "Bir Satranç Öyküsü" ya
da "Satranç" adıyla çevrilmişti.) Bu romanında, Zweig,
atıldığı bir tecrit ortamında kendine karşı bir siyah bir de beyaz olarak
satranç oynayan ama bu çelişki altında dayanılmaz ruhsal bir bölünmeye uğrayan
birini anlatır. Evet biz de bir tür satranç oynayacağız, bir siyah bir de beyaz
olarak; bir Türk milliyetçisi olarak ve bir sosyalist olarak. Bazı yazılar bir
Türk milliyetçisinin bazı yazılar bir sosyalistin bakış açısından yazılacak.
Bizi buna zorlayan tecrit koşulları değil, çelişkinin varlığı bizi kendimize
karşı satranç oynamaya zorluyor. O romanda sonuç olan, bizde neden ve hareket noktası.
Kendine karşı satranç, orada parçalanmaya yol açarken, bizde bu parçalanmayı
aşmanın bir aracı. Hareket noktasındaki bu parçalanmayı yaratan çelişkileri ise
tarihin izlediği yol dayatıyor. İnsanlığın çıkmazını pekiştiren koşullar
Kürtlere ve Türklere geçici olanaklar sunuyor.
Demir Küçükaydın
demir@gmx.li
18.11.1999 13:42:13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder