29 Ocak 2018 Pazartesi

Afrin Savaşına Karşı Çıkan Berlinli Türklerin Girişiminin Anlamı ve Önemi

Bir hafta önce, Afrin saldırışı başladığında bir avuç Berlinli Türkiyeli solcu, sosyalist veya demokrat başka bir vesileyle (Selahattin Demirtaş’ın tekrar başkan olmasını talep etmek ve desteklemek için) buluşmuşlardı.
Afrin saldırısı başladığından, esas buluşma konusunu bir yana bırakarak Türk devletinin başlattığı savaşa karşı neler yapabileceklerini konuştular ve önce daha geniş bir toplantı hazırlamaya karar verdiler.
Buraya kadar özel, üzerinde durmaya değer bir durum yok.
Ama toplantıda daha geniş toplantının çağrısının hangi özne adına yapılacağı konuşulunca, epey bir tartışmadan sonra “Berlinli Türkler” olarak yapılmasına karar verildi.
Ve çağrı “Berlinli Türkler de Afrin Savaşı’na karşı çıkıyor” başlığıyla yapıldı.

İşte tam da önemli olan ve üzerine bir şeyler yazmaya değer olan buydu. Türkler ilk kez Türk olduklarını kabul ediyor ve Türk olarak bir çağrı yapıyorlardı.
Ancak çağrısı yapılan toplartıda bu ismin kabul edilip edilmeyeceği henüz belirsizdi. Bu nedenle dünkü toplantıyı bekledik konu üzerine yazmadan önce.
Dünkü toplantıda da esas tartışma bu isim üzerine yürüdü sayılır.
Ve sonunda aynı ismin korunmasında anlaşıldı.
O halde artık bu isim üzerine yazabiliriz.
Aslında bu çeyrek yüzyıl gecikmiş bir adımdır.
Bu arada şunu belirtelim ki bu ismi öneren de biz değildik. Bu ismin kabulünü önemli yapan da budur zaten.
Şu ana kadar Türkiye’de demokratik hareketin zayıflığını temel nedeni, özellikle solcu ve sosyalist Türklerin Türk oldukları için Türk olduklarını kabul etmemeleriydi.
Türk faşistleri hariç Türkler, solcu, sosyalist, komünist, liberal, feminist, İslamcı vs. herşey olabiliyorlar ama bir türlü Türk olamıyorlardı. Daha doğrusu Türk olduklarını kabul etmiyorlardı.
Bu durum ilk kez aşılmış bulunuyor. Bunun uzun vadede çok derin etkileri olacaktır ve nihayet Türkler Türk olarak Türk olmaktan kurtulabilmenin ilk adımını atabileceklerdir.
Türkler, Türkler olarak Kürtlerin haklarını, savunduklarında, Türk devletine karşı mücadele etmeye başladıklarında, hem içinde bulundukları tecritten kurtulacaklardır, hem de gerçek eşit bir ilişkinin ve Türk olmaktan kurtulmanın ilk adımını atacaklardır.
*
Yazılarımızı izleyenler bu konuda defalarca yazdığımızı bilirler ama bu konudaki çabalarımızın tarihini pek bilmezler. Hiç fırsatımız olmadı bu yazıları derleyecek ve tekrar sunacak..
Çeyrek yüzyıldan fazladır bu konuda çeşitli girişimlerimiz olmuştur.
Neredeyse hemen hepsi de yıllar boyu yankısız kalmıştır.
Çünkü Türk sosyalistleri, liberalleri, solcuları, feministleri vs. henüz Türk olduklarını kabullenmeye hazır değildiler.
Belli ki artık buna hazırlar ve kendi denemeleriyle, akıl yürütmeleriyle yıllardır önerdiğimiz noktalara ayaklarıyla oy veriyorlar.
*
1990’ların başında, Kıvılcımlı arşivinin Amsterdam’daki Sosyal Tarih Enstitüsüne devredileceklerin listesini çıkarmak için rastlantısal olarak Stockholm’de bulunuyordum.
Diyarbakır’da katliamlar yapıldığında, özel savaş rejimi başladığında, aynen şimdi Berlin’de olduğu gibi, yine solcularla, sosyalistlerle bir toplantı yapmıştık neler yapabiliriz diye.
Ben o toplantıya elimde bir bildiri taslağıyla gitmiştim ve önerimin hemen kabul göreceğini sanıyordum. Bildirinin özü Türkler olarak Kürtlerin mücadelesini desteklemekti. Mürtlerin mücadelesini desteklemenin Türklerin de çıkarına uygun olduğunu gösterebilmekti.
Ancak toplantıda bulunan, çoğu da Dev-Yol’cu olan, Türk solcu ve sosyalistleri kendilerinin sosyalist, devrimci, enternasyonalist vs. olduklarını, milliyetçi olmadıklarını söyleyerek böyle bir bildiri yayınlamaya ve altına imza atmaya karşı çıktılar.
Ben de o zaman hazırladığım taslağı, kendi başıma kendi imkanlarımla, yayınlamıştım bir belge olsun ve tarihe bir not düşülsün diye.
Aşağıdaki ilk bildiri o toplantıya sunduğum bildiridir.
Birkaç isim değişikliği yapıldığında bugün Afrin için bile kullanılabilir.
*
Daha sonra, yani yuvarlak hesap on yıl sonra diyelim. Abdullah Öcalan CIA ve MOSSAD tarafından kaçırılıp Türk devletine teslim edildiğinde, aynı öneriyi bir kez daha yaptık. Bu sefer Daha önce bu gibi konuları yıllardır çok tartıştığımızdan ve Hamburg’taki arkadaşlar Irkçılıkla mücadelede bu konularda bir hassasiyet geliştirmiş bulunduğundan fazla bir sorun olmadan kabul gördü.
Böylece Hamburg’ta “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg Türk Girişimi” adıyla bir girişim kurabildik.
Ancak bu girişim tek olarak kaldı çünkü Hamburg’taki özgül deneylerin ve çok özgül koşulların bir ürünü idi. Oradaki çevre Irkçılığa karşı mücadele içinde bu konularda belli bir temel edinmişti.
İkinci ve üçüncü yazılar bu girişimin yayınladığı iki bildiridir.
Bu girişim ayrıca dünyanın çeşitli ülkelerinden davetlilerle iki büyük toplantı da yapmıştı. O Zor zamanlarda önemli bir işlev görmüştü.
*
Bundan sonra Özgün Gündem’de yazılar yazmaya başladığımda, sosyalistlerin savunabildiği her şeyin bir Türk milliyetçisi olarak da savunulabileceğini dolayısıyla aslında sosyalistlerin de birer milliyetçi olduğunu göstermeye yönelik olarak yazılar yazmaya başladım. Bunlara “Bir Türk Milliyetçisi olarak” alt başlığını koyuyordum. Ayrıca bir de Sosyalist olarak yazdığım yazılar olacaktı. Bunlara da “Bir sosyalist Olarak” alt başlığını koyuyordum. Epey bir süre böyle yazıar yazdım. Ancak haftada bir yazı yazılan bir gazetede bu sistemin pek anlaşılır olmadığını görünce bu şekilde yazmaktan vaz geçtim.
İşte bu serinin ilk ilk yazısı olan “İlk Yazı: "Schachnovelle"” başlıklı yazıda, Stefan Zweig’in romanına gönderme yaparak, uzun uzun tam neden böyle bir yazı türü deneyeceğimi anlatıyordum. Bu yazı da en sondaki yazı.
*
Daha sonra defalarca Ulusun ve ulusçuluğun ne olduğunu anlamaya çalışırken bu konuyu tekrar tekrar ele aldım.
Ama öncelikle tarihe düşülmüş notlar olarak bu yazıları aşağıya olduğu gibi aktarıyorum.
Artık sosyalistlerin, feministlerin, liberallerin, bir türlü Türk olamayanların Türk olma zamanı geldi.
Sosyalistler Türk oldukları, daha doğrusu Türk olduklarını kavradıkları an Türklükten kurtulmaya ve Türklüğe karşı savaş açmayş ve gerçek birer demokrata dönüşmeye başlayabilirler.
Türk olmamak kolay bir şey değildir.
Çünkü uluslar politik cemaatlerdir. Yani devlete ilişkin cemaatlerdir.
Türk olmamak öznel veya hislere ilişkin bir sorun değildir.
Türk olmamak için Türk devletine vergi vermemek, onun yasalarını tanımamak, verdiği hüviyetleri kullanmamak, kağıtları tanımamak, mahkeme kararlarını, polisini tanımamak, okullarına gitmemek, diplomalarını kullanmamak vs. gerekir.
Bugün kimsenin kendini Türk olarak görmeme hakkı yoktur.
Türklük özel bir sorun değildir.
Ancak her hangi bir dille, dinle, soyla, tarihle, ırkla, kültürle tanımlanmamış, böyle tanımlanmaya karşı tanımlanmış demokratik bir ulusta insanların kendilerini Türk veya Kürt veya Çerkez, veya ulussuz veya başka bir şey olarak hissetme hakkı olabilir.
Bugün bu hak yoktur.
Bu hakkı kazanmak için, önce Türk olmak ve Türk devletine karşı mücadele etmek gerekiyor.
Ne yazık ki, bu 1990’ların başında yapılabilseydi şimdi çoktan başarıya ulaşmış mücadeleye çeyrek yüzyıl sonra çeyrek yüzyıllık bir kayıpla giriliyor.
Tarihe düşülen notlar aşağıda
29 Ocak 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
*

Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketiyle Dayanışma Komitesi Kuruluş Bildirgesi (1992)

Bizler İsveç'te yaşayan ve bugün özellikle Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Kürt Ulusunun en vahşi baskılar altında binbir fedakarlık ve kahramanlıkla yürüttüğü Ulusal Kurtuluş Hareketine dayanışmamızı ve desteğimizi sunmak isteyen Türkleriz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin işgali altındaki Kürdistan topraklarında yaşayan Kürtlerin yürüttüğü ve son yıllarda giderek yükselen bu Ulusal Kurtuluş Savaşı, teorisinde ve pratiğinde, her vesile ile düşmanının Türkler değil; bizzat Türkleri de baskı altında tutan T.C. Devleti ve egemenleri olduğunu vurgulamaya daima büyük özen göstermiş ve Türk Ulusuna kardeşlik elini uzatmıştır.
Bu hareket, amacının ayrılmak bile değil; ayrılma hakkının herhangi bir anti-demokratik yolla engellenemeyeceği Demokratik Bir Cumhuriyet olduğunu; diğer bir ifadeyle: Kürt ve Türk uluslarının ayrılıp ayrılmamaya kendi özgür iradeleriyle karar verebilecekleri koşulları yaratmak olduğunu daima vurgulamıştır.
Bu anlamıyla, Kürt Ulusu'nun yürüttüğü bu mücadele, sadece nesnel sonuçları bakımından değil; hedefleri, amaçları bakımından da Türk Halkının da üzerine bir kabus gibi çökmüş bulunan anti-demokratik, baskıcı, militer, bürokrat devlet cihazına karşı bir mücadeledir aslında.
Yani Kürt Ulusu sadece kendisi için değil, Türk Halkı için de; onun demokratik bir toplumda özgürce karar alabilmesi için de savaşmaktadır.
***
Ne yazık ki, parçası olduğumuz Türk Ulusu'nun hiç de küçümsenmeyecek bir bölümü, sadece T.C.'nin baskısı, yalanları ve propagandası nedeniyle değil; bütün egemen ulus, ırk ve cinslerde olduğu gibi kısa vadeli ve dar çıkarlarının kölesi olarak, Kürt Halkının yürüttüğü bu mücadeleye ilgisiz kalmakta; hatta Kürtlerin sürülmesini ve fizik olarak imhasını da isteyen bir tutum takınmaktadır.
Kürt Ulusu'nun mücadelesini askeri operasyonlarla bastıramayan T.C. Devleti de bu tavırdaki Türkleri kışkırtmakta, istihbarat örgütleri aracılığıyla gizlice örgütlemekte; pogrom sinyal ve tehditleri yayarak Kürt Ulusunu sindirme yolları aramaktadır.
Ancak Türk Halkı sadece egemen bir ulus olmanın köleleştirici lanetini gururla taşıyanlardan; ezilen bir ulus karşısında kendini ezenlerin yanında bir köpek sadakatiyle saf tutanlardan ibaret değildir.
Bizler de Türk Halkı'nın bir parçasıyız. Ve inanıyoruz ki, bugün çok dağınık ve sesi çıkmaz da olsa, Türk Halkı'nın büyük bir çoğunluğu Kürt Ulusunun yürüttüğü kahramanca mücadeleyi destekleme potansiyeli taşımaktadır.
Girişimimiz bu devasa potansiyelin açığa çıkması için mütevazi bir çabadır. Ve yine inanıyoruz ki, her yerdeki Türkler arasında sayıları binleri bulacak Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketini Destekleme grupları kurulduğunda T.C. kendi kazdığı kuyuya kendi düşecektir.
Kürt Ulusu bu mücadelesinde T.C.'nin Kürt işbirlikçilerine karşı açık tavır almaktan çekinmedi ve biz Türklere kendi işbirlikçilerimize karşı nasıl bir tavır almak gerektiğini gösterdi.
***
Halkların ve Ulusların kardeşliği kuru kuruya kardeşlik tekerlemeleriyle sağlanamaz.Hele birinin ezen, diğerinin ezilen olduğu bir durumda ezenlerin "kardeşlik"ten söz etmesi, sadece bu baskıyı gizlemeye ve sürdürmeye yarar.
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi, bu kardaşlığı sağlamak için elinden geleni yaptı ve yapıyor.Ama bir Türkler için henüz aynı şey söylenemez.Eşit ve özgür bir ilişki için Türkler de en azından Kürt Ulusal hareketi kadar acıya katlanıp fedakarlık göstermedikçe kardeşlik girişiminin bir ayağı sakat kalacaktır.
O halde, artık beklemek yok!
Nerede olursak olalım -İster Avrupa'da, ister Türkiye'de-; ne kadar az olursak olalım- ister üç ister beş kişi- bir araya gelip Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ile Dayanışma girişimleri, grupları, komiteleri kuralım.
Çok şeyler yapılabilir:
* Türk Halkına Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin aslında onun için de bir hareket olduğu anlatılabilir.
* Devletin ve şovenizme alkış tutan basın yayın organlarının yalanları, manüplasyonları açığa çıkarılabilir.
* Birçok yerde Kürtlere karşı saldırılar, pogrom denemeleri yapılıyor.Kürt kardeşlerimizi korumak için Savunma Grupları kurulabilir.Saldırılara karşı haber alma, nöbet, savunma örgütlenebilir.Kışkırtıcıların gerçek yüzleri açığa çıkartılıp tecrit edilebilir.
* Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketini maddi olarak desteklemek için para vs.toplanabilir.
* Miting ve gösteriler düzenlenebilir.
* Bütün dünyaya Kürt Ulusal Hareketini destekleyen Türklerin de olduğu gösterilebilir.
Tamamen aşağıdan gelme girişimler kendi yaratıcılıklarıyla şu an akla gelmeyen ve her özel duruma göre değişen yüzlerce davranış biçimi ortaya çıkarabilirler.
Ama asıl önemlisi, bu tür girişimlerin T.C.'nin kendilerine şeref veren baskı ve terörünü üzerlerine çekerek onun gerçek yüzünü açığa çıkarması ve Kürt Ulusu'nun büyük yükünü biraz olsun hafifletmesidir.
Halkların gerçek kardeşliği ancak böyle sağlanabilir!
***
Kardeşliğin en sancısız ve barışçıl biçimde gerçekleşmesi için:
* Olağanüstü Hal Uygulaması derhal kaldırılmalıdır!
* Türk Ordusu operasyonlara derhal son vermeli; gerilla hareketiyle ateşkes imzalanmalı ve Kürdistan'dan çekilmelidir!
* Özel Tim'ler ve Köy Koruyuculuğu kaldırılmalıdır!
* Genel Af çıkarılmalıdır!
* Her türlü görüşün tam bir ifade ve örgütlenme özgürlüğü ortamında hangi bölgede Kürtlerin, hangi bölgede Türklerin ve diğer ulusların çoğunlukta olduğunu tesbit etmek için herkesin kendini hangi ulustan saydığına kendisinin karar verdiği bir referandum yapılmalıdır!
* Referandum sonuçlarına göre belirlenecek sınırlar içinde her ulus demokratik seçimlerle kendi meclislerini seçmelidir!
* Taraflardaki azınlıkların ana dilde eğitim hakkı dahil tüm hakları garanti altına alınmalıdır.
* Bu koşullarda oluşan ulusal meclisler nasıl bir birlik veya ayrılık kurabileceklerine müzakerelerle karar vermelidirler!

Stokholm'de ve İsveç'te yaşayan Türkler!

Sizleri Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketini Destekleme Komitesine katılmaya veya bulunduğunuz yerde benzer girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz.
Eğer bu işe gönül veriyorsan, "Ben ne yapabilirim?" diye düşünme.Karınca Kaderince.Herkes için yapacak bir iş vardır.

ADRES:
BOX: 5002
163 05 Spanga
(Bunu İsveç’te Kıvılcımlı Arşivini Databanka gecirmek için gittiğinde, böyle bir girişim kurmaya çalışırken taslak olarak önermiştim. Olmadı. Tarihi 14.08.1992)
*

Bir sabah uyandiniz...

ve Almanya'da şunları görüyorsunuz:
· Evde, işyerinde, sokakta Türkçe konuşmak yasaktır.
· Türkçe gazetelerin hepsi kapatılmıştır. Yasal olanaklardan yararlanarak çıkmakta ısrar edenler de gizli servisler tarafından faili meçhul bir şekilde havaya uçurulmuş ve bu gazetelerde çalışanların çoğu yine faili meçhul cinayetlere kurban gitmişler.
· Bunların faili meçhul olmadığı yolundaki kanıtlar ve iddialar hiçbir Alman yayın organında yer bulamamaktadır.
· "Almanya Almanlarındır" bu nedenle herkes "Ben Almanım"diyecektir.
· Türkçe yayın yapan televizyon ve radyoları dinlemek yasaktır. Türk televizyonları kablolu yayınlardan çıkarılmıştır ve uydu yayınları da diğer ülkelere baskı yapılarak durdurulmuştur.
· Hiç kimse Türkçe müzik kaseti yapamaz, satamaz, alamaz ve dinleyemez.
· Yeni doğan çocuklara Türk isimleri koymak yasak olup, eskiden varolanlar da en kısa zamanda değiştirilecektir.
· Aynısı lokanta,imbis, berber, manav, bakkal, işyeri isimleri için de geçerlidir.
· Hiç kimse Türk ismi taşıyan bir futbol takımı kuramaz. Böylesi takımları destekleyemez. Herkes Alman milli takımını desteklemeye mecburdur.
· Türk bayrağı ya da sembolleri taşımak Almanya'yı bölme suçu olarak görülmekte ve ağır hapisle cezalandırılmaktadır. Ay yıldızlı sembollerden küpe ve madalyonlar taşıyan on binlerce Türk genci hapishaneleri doldurmuş bulunmaktadır.
· Parlamentodaki Türk asıllı milletvekilleri biz Türk asıllıyız dedikleri için apar topar parlamentonun kapısından alınıp ceza evlerine atılmıştır.
· Her türlü göçmen örgütlenmesi yasaklanmış olup, gelenek görenek bahanesiyle Türk düğünü yapılamaz. Hele Türk düğünlerinde Türk bayrağını andıran kırmızı ve beyaz renkler kullanmak tehlikelidir.
· Almanya milli marşını duyan herkes derhal hazırola geçecek ve "Ne Mutlu Almanım Diyene!" sözlerini tekrarlayacaktır.
· Almanya'nın birleşme günü olan 3 Ekim' de herkes evine, işyerine Alman bayrağı asacaktır. Bayrak asmayanlar polisçe saptanıp derhal tutuklanacaktır.
· Türkler oturdukları yerlerden hiç tanımadıkları yerlere zorla taşındırılmaktadırlar.
· Kim bu mevcut duruma karşı çıkarsa o bölücü, vatan haini ve teröristtir. Kim ki bu durumu değiştirmek amacıyla legal veya illegal örgütlenirse derhal yakalanıp cezalandırılır. Mevcut düzene itaat etmemekte inat edenler kesinlikle ölü olarak ele geçirilir.

Bunlar size bir yeri, bir şeyi hatırlattı mı? Böyle bir rejimin adı ne olurdu? Böyle bir ülkede yaşayabilir miydiniz? Böyle bir ülkede yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız? Böylesine sürekli aşağılanarak köle gibi yaşamaktansa diğer insanlarla aynı haklara sahip olmak için mücadeleye girmez miydiniz? Size neredeyse yaşama hakkı tanımayan bu sisteme karşı kendinizi, insanca yaşamayı savunmak için isyan etmez miydiniz?
Herkesin bildiği ama biz Türklerin çoğumuzun gözlerini kapadığı gibi yukarıda anlatılan durum tipi tipina Türkiye`deki Kürtlerin durumundan başka bir şey değildir. Kürtlerde son derece haklı ve yerinde olarak bu duruma karşı direnmektedirler. Onların istediği Türklerle eşit haklara sahip olmaktır. Varlıklarının inkar edilmemesidir. Ne var ki bu en masum istekleri bastırılmıştır. Bu şiddet karşısında da Kürtler meşru savunma olarak silaha sarılmış ve gerilla savaşıyla direnmeye başlamışlardır. Bu direnişi ezmek için Türkiye`yi yönetenler her türlü yasayı ayaklar altına alarak yasa ve kontrol dışı Özel savaş uygulamalarına geçmişlerdir. Bununla birlikte Savaş politikanın şiddet araçlarıyla devamı olmaktan çıkmış, kendi başına bir amaç haline gelmiştir.
Hepimiz katıl olmadan...
15 yılını doldurmuş gerisinde binlerce ölü, binlerce sakat insan, binlerce köy boşaltmaları, sayısız insanın sürgünü, binlerce insanın işkence görmesine yol açmış bu savaşın hepimiz bir şekliyle tarafıyız. Bir tarafta akan bu kan üzerinden politika yapan, para kazanan ve çıkarları olan özel savaş aygıtları diğer tarafta barış isteyenler, bu kanın durmasını isteyenler var. Artık ortası yok bunun...
Son olarak PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edilmesiyle artık bizler bu savaşın hem kurbanları hem de suçlularıyız. Her bir şey yapmadığımız da ve başımızı öbür tarafa çevirip, gözlerimizi kapatmaya ve kulaklarımızı tıkamaya kalktığımızda bu savaş biraz daha büyüyecek gelip bizi bulacaktır, bu sebeple; bu savaşın kurbanlarıyız.
Yine her tepkisiz kalışımızda aynı zamanda bu savaşın devamını sağladığımız için bu savaşın suçluları ve eli kanlı katilleriyiz.
Kürtler bu komplodan sonra yaşama ve onur savaşı vermeye başlamışlardır. Çünkü T.C. Abdullah Öcalan'ın şahsında aslında ayağa kalkan, yaşama haklarını savunan Kürtlerin gözlerini bağlamıştır, onların ellerini kelepçelemiş ve Türk bayrağı altına koymuştur.
Türkiye'de şimdi kanlı savaş senaryoları yapılıyor, toplum sağduyusunu yitiriyor, halklar arasında onarılmayacak yaralar açılıyor. T.C. insanlık suçu işliyor; T.C. şovenizmi körüklüyor. Bu vahşetiyle Kürt ve Türk halklarının arasını açıyor ve barış umutlarının altını dinamitliyor. Eğer şimdi bir şey yapmazsak hepimiz Kürtlerin, aslında kendimizin katili olacağız. Böyle bir yerde ya şimdi bir şeyler yapacağız ya da ellerimiz kendi çocuklarımızın kanında yaşamayı tercih edeceğiz.
Kürtlerin özgürlük mücadelesine verilen cevaplar bugün Türkiye'nin buraya gelmesinden sorumludur. Bu savaştan, Kürtleri inkara giden politikalar, bir halkla alay eden şovenizm, savaştan çıkarları olan çeteler, onların yarattıkları özel savaş aygıtları sorumludur. Devletin uzun yıllardır uyguladığı terörü görmeyen "bizler" sorumluyuz. Kürtlerin esitçe bir yaşam taleplerini terörize eden, yaşamı savundukları için Kürtlere vatan hainleri, bölücü diyen anlayış sorumlu bu bütün olup bitenlerden. Mavi çarşıdan, bombalardan.... O yüzden asıl vatan hainleri onlar, onlar bu vatana ihanet ediyorlar.
Neden Abdullah Öcalan'ın yaşamını savunmak?
Propagandaların aksine, özel savaşı yürütenlerin de pek ala bildiği gibi Öcalan Kürt ülüşünün en geniş tabakaları tarafından özellikle kaçırıldığı, elleri ve gözleri bağlı olarak aşağılandığı günden beri Kürt ülüşünün önderi olarak görülmektedir. Her Kürt hangi politik yada dini inançta olursa olsun, Öcalan'a yapılan aşağılanmaları kendisine yapılmış olarak gördü ve görüyor. Öcalan sadece Türkiye'deki değil tüm dünyadaki Kürtlerin önderidir bugün.
Kürtlerin insanca yaşama taleplerine ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesine vereceğimiz yanıttır Öcalan'ın hayatını savunmak.
Öcalan'ın hayatını savunmak demek Türk ve Kürtlerin kardeşçe bir arada yaşadığı, çetelerin tahakkümünden kurtulmuş, demokratik ve daha müreffeh bir ülke talep etmektir. Çünkü Öcalan'ın aşılması uzun yıllar sürecek bir düşmanlık ve iç savaş demektir.
Öcalan barışçı bir çözüm için son şanstır. Öcalan en çok da barış taleplerinden, ateşkesten bahsettiği zaman hedef olmuştur. Onun barış çabalarının değerlendirilmesini sağlar Öcalan'ın yaşamını savunmak.
Eğer Abdullah Öcalan asılırsa bu tek başına barış olanağının yitirilmesi değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik umutlarının da bitirilmesidir. Her Kürt onun aşılmasıyla kendi varlığının inkar edildiğini düşünecektir.
Öcalan'ın aşılmasını isteyenler ülkeyi kan gölüne çevirmek böylece özel savaşı sürdürüp ülkeyi harabeye çevirmeyi istemektedirler.
Kendi çıkarlarının bir parça bilincinde olan her Türk Öcalan'ın hayatını savunmalıdır. Bu aslında kendi hayatının savunmasıdır. Öcalan barış için tek ve son çözümdür.
Tüm Türkleri Öcalan'ın hayatını savunmak için Türk girişimleri kurmaya ve varolan girişimler içinde çalışmaya, bu çalışmaları koordine etmek için bizlerle ilişki kurmaya çağırıyoruz.
Abdullah Öcalan'ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi
*

Abdullah Öcalan'ın Yargılanması ve Gelişmeler

 Abdullah Öcalan'ın mahkemede hukuki veya siyasi bir savunma yapmaması; aksine savaş yürüten taraflardan birinin önderi olarak Türkiye'ye barış önermesi ve somut bir demokratikleşme planı sunması ve bunun gereği olarak yaptığı diplomatik jestler; savaş rantiyelerinin kontrolündeki medya tarafından psikolojik savaş yöntemlerine uygun olarak bir propaganda bombardımanı altında Öcalan'ın teslimiyeti, korktuğu ve canını kurtarmaya çalıştığı şeklinde yansıtıldı. Bir çok ciddi yayın organının bile benzer yayınlar yaptığı görüldü. Kürt Ulusal Hareketi'nin bir çok dostu bile bu bombardımanın da etkisi altında kalarak, Öcalan'ın tavrına kuşkuyla yaklaşmaktadır.
Şimdi medyanın bombardımanının yol açtığı toz duman dağılırken, giderek Öcalan'ın teslim olmadığı; aksine bir stratejik geri çekiliş ve taktik esneklikle sorunun çözümü için yeni ufuklar açtığı görülmektedir.
HADEP: bütün baskılara rağmen seçimlerde aldığı sonuçla Kürdistan'da birinci büyük parti olduğunu kanıtlamış ve bir çok yerleşim biriminde mahalli idarelerin yönetimini ele almış bir yasal partidir. PKK: binlerce gerillası, taraftarı, sempatizanı ile, dünyadaki en büyük ve etkili ordulardan biri olan Türk ordusuna karşı gerilla savaşı yürüten en etkili ve büyük gerilla örgütlerinden biridir. Şimdi bu iki örgüt de, en asgariye inmiş ve aslında Generallerin bile hayır diyemeyeceği, Öcalan'ın sunduğu programdan ve bunun için barıştan yana olduklarını belirtmiş bulunuyorlar. Türkiye'deki ve aynı zamanda dünyadaki en büyük ve etkili iki Kürt örgütü (HADEP ve PKK), Öcalan'ın tekliflerini desteklediklerini resmen ilan etmiş bulunuyorlar. Bu açık tavırlar, Öcalan'ın mahkemede sunduğu projeye ayrı bir ağırlık vermektedir.
Bu proje, anayasal bir vatandaşlık çerçevesinde, Kürt kültürünün ve kimliğinin tanınmasını, kültür ve dil farklılıklarının bir kazanç olarak görülmesini; mahalli seçilmiş yöneticilere daha büyük yetkiler verilmesini; demokratik reformları kapsamaktadır. Buna karşılık Kürtler de, silahlı savaşı durdurmayı ve var olan devletin ve ülkenin bütünlüğü içinde kalmayı önermektedirler.
Şimdiye kadar Kürt ulusunun verdiği mücadeleyi, ayrı bir devlet kurma mücadelesi olarak görenler, bu projeyi kendi hedeflerine ihanet olarak görmektedirler.
Ne var ki, bu değerlendirme ne doğrudur ne de gerçekçidir.
Doğru değildir, çünkü, PKK bütün geçmişi boyunca, ayrılmaktan ziyade, ayrılabilme hakkının olduğu bir demokratik sistem için mücadele ettiği vurgusunu yapmıştır.  Hatta sorunu ayrılıp ayrılmamak ve ayrı bir devlet kurmaktan öte, bir ulusun kimliğinin tanınması ve kendi kişiliğini geliştirmesi olarak anladığını vurgulamıştır.
Gerçekçi değildir, çünkü, Kürtler ancak belli uluslar arası dengeler ortamında, çok elverişli tarihsel koşullarda, dünyadaki etkili güçlerin, güçlü Türk, İran ve Arap devletlerinin en azından bazılarını karşıya almayı göze alabilecekleri bir durumda ayrı bir devlet kurma olanağı edinebilirler. Bugün ise, buna olanak yoktur. Ne ABD'nin ne da Avrupa'nın ne de onlar karşısında etki alanı hızla gerileyen Rusya'nın böyle bir projeyi destekleyerek söz konusu ülkeleri karşıya alması beklenemez ve beklenemeyeceğini de, Öcalan'ın trajik bir sonuca ulaşan Odyssseusu esnasındaki dramatik gelişmeler göstermiş bulunmaktadır. Ayrıca Kürt ulusal hareketi, tarihte eşi benzeri olmayan bir şekilde, ABD'nin yeryüzü ölçeğindeki total kontrolü nedeniyle önderini savaştığı güçlerin eline esir vermiş ve lojistik desteğini büyük ölçüde yitirmiş, tayin edici olmasa da çok önemli bir yenilgi almış bulunmaktadır.
Bizzat bu yenilgi ise, Türkiye'deki savaş rantiyelerine ve onların Kürtlerin varlığını inkara ve ezmeye yönelik politikalarına güç vermiş ve kısa zaman önce yapılan seçimlerde bu politikaların savunucusu partiler ezici bir çoğunluk kazanmışlardır.
İşte, Abdullah Öcalan, Öcalan'ın şahsında da Kürt Ulusal Hareketi, ölüm ve yok olma tehdidi altında iken en zor koşullar altında bir salto mortale (ölüm parendesi) ile kendini kendisi olmaktan çıkarıp, yepyeni bir ulusun tohumu olarak yeniden ortaya koymaktadır.
Belli uluslar arası dengeler el vermediği sürece, Kürt ulusal hareketi sadece bağımsız bir devlet için savaştığı takdirde başarıya ulaşamazdı. Kürt Ulusal hareketi, kendini ezen ulusların ezilenleri için de bir program geliştirdiği, yani sadece Kürtleri, kendini değil, kendini ezenlerin de ezilenlerini kurtarmaya kalktığı takdirde; yani bir ulusal kurtuluş hareketi olmaktan çıkıp bir sosyal kurtuluş hareketine dönüştüğü takdirde; yani bir salto mortale ile kendisi olmaktan çıktığı takdirde başarı kazanabilirdi.
Kürt hareketleri içinde, plebiyen yapısıyla sadece PKK bu güne kadar böyle bir kendini aşma potansiyeli ve emareleri gösterebiliyordu. İşte, Öcalan'ın şahsında, en elverişsiz koşullarda, büyük ölçüde daha önceki evriminin de mantıki bir sonucu olarak, Kürt ulusal hareketi, kendini kurtarmak için ezenini de kurtarmaya; zafere ulaşabilmek için önüne daha büyük görevler koymaya; bir yandan kendisi olarak kalırken diğer yandan da kendisi olmaktan çıkmaya girişmiş bulunuyor. Medyanın pişmanlık, korku gibi gösterdiği tavırların gerçek niteliği budur.
Öcalan artık sadece Kürt Ulusal hareketinin bir önderi olarak davranmamakta, Kürtleri, Türkleri ve diğer halkları da anayasal bir vatandaşlık temelinde kapsayacak yeni bir ulusun tohumu ve kurucusu olarak davranmaktadır. Artık muhatabı sadece Kürtler değil, Türklerdir. Hatta Kürtler üzerindeki büyük prestiji nedeniyle esas kazanılması gerekenler Türklerdir. Kürtler Türklere başka bir ulus altında birleşelim diyor. Yani Kürt ulusal hareketi kendi olmaktan çıkıp, başka yepyeni bir ulusun tohumu oluyor. Kürt ulusal hareketi böylece, son yüzyılın etnik temizliklerle sonuçlanan ve benzeri Balkanlar ve Kafkaslar'da, Afrika'da büyük acılara ve ölümlere yol açan monolitik ulusçuluk dönemi yaşamadan, bugünün dünyasına uygun, örneğin, ABD, Avrupa ve İsviçre'de olduğu türden farklı kültür ve dilleri zenginlik olarak gören bir ulusçuluk projesine ulaşmış bulunuyor. Kürt ulusal hareketi, sadece geç gelmenin reziletleri içinde bunalmadı, bu projeyi geliştirebilmesi onun aynı zamanda geç gelmenin faziletlerinden de yararlanabileceğini göstermektedir.
Biçimsel olarak bakıldığında, Türkçe'nin resmi dil olarak kabulü, Kürtçe'nin Kürtler arasında ikincil bir dil olarak tanınması; mahalli seçilmiş idareye daha geniş yetki; demokratik reformlar Kürt Ulusal hareketi için büyük bir gerileme gibi görülebilir. Kimi reformist, ya da silahlı mücadeleyi reddeden Kürt örgütleri, yıllardır bunları savunmuyorlar mıydı? Madem bu noktaya gelinecekti de niye bunca yıldır gerilla savaşı verildi? Bu varılan nokta onların haklılığını kanıtlamıyor mu?
Bu yaklaşım da toplumsal bir dönüşümü sadece siyasi, idari, hukuksal ya da ekonomik bir takım dönüşümlerle sınırlayan yüzeysel bir anlayıştır. Bu yaklaşım, insandaki, Kürt'teki dönüşümü ve bunun önemini kavramamaktadır.
Yirmi yıl öncesinin Kürdü ile bu günün Kürdü arasında dağlar kadar fark vardır. Yirmi yıllık gerilla savaşı, dünün köle ruhlu, kendinden utanan Kürd'ünün yerine bambaşka, kimliğinden utanmayan, ona güvenen, isyanın ateşinden geçmiş, aşiretler yerine modern partilerde ve derneklerde örgütlenmiş, kadınların açık ya da gizlice başını çektiği yepyeni bir Kürt ortaya çıkmış bulunuyor. Bu aşama yaşanmasaydı, bugün öcalan'ın sunduğu proje, kendine güvenen kişilikli bir ulusun teklifi değil, kölece yalvarmalar anlamına gelirdi ve benzer çizgileri eskiden savunanlarda bu anlamdaydı.
En sağlam dostluklar, en sert kavgaların sonunda oluşabilir. İngilizler Norman ve Saksonların uzun ve sert savaşlarının potasında oluşmuşlardır. Bir insanın sağlıklı ruhsal gelişimi için bile ana babasına isyan edip, kendi kişiliğini geliştireceği bir dönem gerekir. Böyle bir isyanı yaşamayanlar, ruhça çocuk kalmaya ve olgunlaşamamaya mahkum kalırlar. Bu isyandan sonra ana babayla kurulan karşılıklı kabule dayanan saygı ilişkisi ile, isyandan önceki ilişki, dış görünüş bakımından bir birine benzerse de, bunlar kökten farklı ilişkileri ifade ederler.
Kürt ulusunun sağlıklı bir gelişimi için bu isyan dönemi gerekliydi. Bu olmadan ancak bir kölenin efendisiyle ilişkisi olabilirdi. Buradan gerçek bir dostluk, saygıya dayanan bir dostluk ve kaynaşma çıkamazdı. Gerçek, eşit ve karşılıklı kabule dayanan bir barış ancak bir savaştan sonra olabilirdi.
Kürt Ulusal Hareketi, Öcalan'ın şahsında, kendisini aşarak bu yeniden doğuşunu olağan üstü elverişsiz koşullarda yaşamaktadır. Karşı cephe çok güçlüdür. Diğer yandan da zaman çok kısıtlıdır. Sunulan program ve teklif bu savaştan çıkarı olmayan bütün toplum katmanlarını kazanmaya yöneliktir.
Kartlar karışmış ve yeniden dağıtılmış bulunmaktadır. Artık bölünme, Kürtler ve Türkler arasında değil, bunların kendi içinde olacaktır. Ancak bu safların yeniden şekillenmesi ve kristalize olması, yani toplumun bilincindeki bu değişmeler, olağan durumlarda, çoğu kez hızlandırılmış hukuki prosedürlerden çok daha yavaş gerçekleşirler. Öcalan'ın idamı, bu süreci geri döndürüp onlarca yıl geriye itebilir. İdam olmaması ve gecikmesi halinde, toplumdaki bu yeni bölünme gerçekleşip bir ağırlık kazanabilir ve savaş yanlısı inkarcılar tecrit olabilir. Bu aynı zamanda Öcalan'ın idamdan Kurtulması ve bir müzakere partneri olması demektir.
Başlangıçta, gerilla savaşını ve Kürdistan'daki kitlesel ayaklanmayı bastırmak için kurulmuş, kanunlar üstü ve dışı gizli özel savaş aygıtı, bir süre sonra onu kullandıktan sonra basit bir araç gibi bir kenara atabileceğini düşünen kurucularının başını yedi. Bu aygıtı yaratanlar başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye döndüler. Bu aygıtı ilk yaratanlar, yine Kürt sorununun şiddetle çözülemeyeceğini ilk görenler oldular. Bunların bir uzlaşma zemini arayışları, yarattıkları aygıtın şiddetini üzerlerine çekti ve yarattıkları canavarın kurbanı oldular. General Eşref Bitlis, Turgut Özal ve daha sonra niceleri... Bu cinayetler, bir uzlaşmanın yollarını tıkadı ve binlerce insanın ölümüne, Türk ulusunun giderek çürümesine yol açtı.
Bu özel savaş aygıtı bugün Türkiye'nin gerçek egemenidir. Bu aygıtı zayıflatmaya yönelik, devletin diğer kanatlarından gelen girişimler (Susurluk) bu aygıtın gücünü sarsmaya yetmemiş, hatta bunlar seçimlerden daha da güçlü olarak çıkmıştır. Bu aygıt için, savaş artık politikanın başka araçlarla bir devamı değil, kendi başına bir amaçtır. Hiç de küçümsenmeyecek, hukuki, siyasi ve iktisadi imtiyazlarla ve güçlerle donanmış bu aygıt, bu günkü konumunu sürdürmek için elinden geleni yapacaktır. Varlığını sürdürmesi, Kürtlerin ezilmesine, inkarına bağlıdır. Kürtlerin ve Türklerin düşmanlığını kışkırtmak bu aygıtın varlığını sürdürmek için tek olanaktır.
Bu durumda, bu savaş rantiyeleri kastı, Öcalan'ın bir an önce idam edilmesi; böylece Türkler içinde Kürtlerle birlikte barış içinde yaşama yanlılarıyla Kürtlerin varlığını inkar edenler arasında gerçek ve yeni bir bölünmenin olgunlaşma ve serpilme olanağı bulmadan yok olması; bunun yerine Kürt ve Türkler şeklinde bir bölünmenin güçlenmesi için elinden geleni yapacaktır. Buna karşılık Öcalan'ın yaşaması, barış isteyen güçlerin etkisinin ve onun güçlenmesinin bir ifadesi olacaktır. Kürt ve Türk halkları arasındaki barış ve Öcalan'ın yaşamı ayrılmazca birbirine bağlanmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bugün Öcalan'ın yaşamını savunmak, aynı zamanda barışı savunmaktır ve bu her zamankinden de daha acil ve önemli bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. Öcalan'ın yaşamına savunmak, bu inkarcı savaşı sürdürmek isteyen savaş rantiyelerine karşı durmak demektir.
Öcalan'ın yaşamını savunmak, şoven bulutların dağıtılması, sınıf farklılıklarının ve gereklerinin yeniden berraklaşması, Türk halkının, değişik milliyetlerden işçi sınıfının sorunlarının başka her türlü sorundan daha önemli olduğu ve onun çizgisinin yaşanan sorunlara kalıcı çözüm getirme yeteneğine sahip olduğunun görülebilmesi olanağını verir.
Öcalan'ın yaşamının savunulması belki de Kürtlerden fazla Türklerin; daha spesifik olarak da sınıf mücadelesinin savunucusu sosyalistlerin büyük bir ihtiyacıdır. Özellikle sosyalistler anın tek görevi olarak bunu benimsemek durumundadırlar. Sadece enternasyonalizm, insancıllık vb. adına değil, bizatihi sınıf mücadelesinin stratejik konumunu etkileyebilecek durumdaki,şu anki taktik çıkarı adına.
18 Haziran 1999 Cuma
Öcalan'ın Yaşamanı Savunmak İçin Hamburg Türk Girişimi
E- Mail: apohki@topmail.de
Homepage: http://home.t-online.de/home/apohki/
V.i.S.d.P. Avni Yolalan, Bartelstr. 2a, 20357 Hamburg

*

İlk Yazı: "Schachnovelle"
Özgür Politika'dan gazeteye yazı yazmam için teklif geldiğinde, bu alanda deneysiz olmanın getirdiği zorluklar bir yana, nasıl bir içerik ve biçimde yazılar yazmam gerektiği sorusuyla karşılaştım. Bu ilk yazıda, karşılaştığım sorunları ve bunlar için bulduğum çözümü kısaca ele alayım.
Kişi olarak, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ister hukuki olarak, ister dile veya başka bir kritere göre, milliyetin de din gibi bütün siyasi anlamından dışlanarak, kişinin bir inanç ve tercih sorunu olarak kabulünden yanayımdır. Nasıl üç kişi bir araya gelip bir dernek kurar gibi bir din ya da tarikat kurabilir veya isteyen dinsiz olabilirse ve bunların politik olarak kırk üç numara ayakkabı giymekten veya bamya yemeği sevmekten daha fazla bir anlamı olmazsa; aynı şekilde üç kişinin bir araya gelip ulus kurabilmesinden veya isteyenin ulussuz olabilmesinden ve bunların hiçbir politik anlamı olmamasından yanayım.
Ayrıca böyle bir sistemin gerçekleşmesini uzak bir geleceğin değil, bu günün acil bir sorunu olarak görüyorum. Dolayısıyla, Türkiye topraklarında yaşayan insanların gelecekte nasıl bir ulus tanımına göre siyasi yapılarını kuracağı tartışmasında; tarafların hepsi bizim anlayışımıza karşı bir taraf oluştururlar dayandıkları ortak varsayımlar bakımından.
Bu ortak varsayım: ulusal olanla siyasal olanın çakışması gerektiğidir. Biz ise tam da bu ortak var sayımı reddediyoruz: ulusal olanla siyasal olanın çakışması gerektiği anlayışı aşılmalıdır. İnsanlığın çıkışı ancak bu noktadan olabilir. Bu hedefi önüne koymayan her çaba, yer yüzünde bu günkü apartheit siteminin devamına; yer yüzünden imtiyazlılığı kaldırmayı değil; imtiyazlılar arasına katılmayı getirir. Bu anlamda, Bugünün dünyasında Türkiye Toprakları üzerinde yaşayan insanların, Kürtlerin ve Türklerin yürüttüğü nasıl bir cumhuriyet tartışması, yeryüzünün imtiyazlıları arasına nasıl katılınabileceği tartışmasıdır.
Kaldı ki, sadece politik olarak ulusal olanla politik olanın ilişkisinin koparılmasından yana değilim, kültürel ve ruhsal olarak da, kendimi bir ulustan hissetmiyorum. Bir Türk'ün ya da Kürdün, kendini herhangi bir ulustan gören bir insanın boğazında düğümlenmelere yol açan, onu coşturan yada hüzünlendiren olaylar bende hiç bir etkiye yol açmaz. Hatta bunu komik ve anlaşılmaz bulurum. İnsanların örneğin bir milli maçta takım tutmaları ve oyunun sonunda sevinme veya üzülmeleri benim için kavranılmaz olaylardır. Ama politik olarak, önce insanın kendi milliyetçiliğiyle mücadele etmesi gerektiği ilkesine göre, Türk milli takımına karşı kim oynuyorsa onun kazanmasını isterim.
Kendimi Türk hissetmesem de, yeryüzünden şu ulus denen felaketin, nasıl bir tanıma dayanırsa dayansın yok edilmesini savunsam da, elimde olmadan bir Türk'üm. Ezen ulustan bir insanım. Ulusum yok, ulusçuluğa karşıyım diyerek, kimilerinin yaptığı gibi, Türkiye'deki bu üst ve egemen konumumu görmezden gelemem. Bu fiili durumu görmezden gelmek, fiilen, ezilen ulusun mücadelesi karşısında tarafsızlık, dolayısıyla da ezen ulustan yana bir tavır anlamına gelir.
Bu durumun çelişkisini daha iyi kavramak için ırk ayrımcılığı bize güzel bir analoji sunar. Diyelim ki, beyazsınız ve bulunduğunuz toplumda siyahlar baskı ve zulüm altındalar. Siz aslında ırkların olmadığını; bunların ırkçıların uydurması olduğunu savunuyor ve buna bağlı olarak kendinizin bir ırktan olamadığınızı söylüyorsunuz. Bütün bu inanç ve iddialarınız, sizin bir beyaz olarak, ırkçı baskılara uğramadığınız ve uğramayacağınız gerçeğini değiştirmez. Belki görüşlerinizden dolayı siyasi baskılara uğrayabilirsiniz ama bunlar sizin deri renginizden değil, görüşlerinizden gelen baskılar olacaktır. Görüşlerinizden gelen bu baskılara rağmen, istemeseniz de, beyaz olmanın imtiyazlarını yaşamaya devam edeceksinizdir en azından beyaz olduğunuz için özel bir baskıya uğramayarak.
Böyle bir durumda, ırkları ırkçılığın uydurması olarak görseniz de, var olan bir gerçeklik olarak ezilen ırkların savaşını desteklemek, hatta fiili eşitsizliği biraz dengelemek için, çubuğu ezilen ırklardan yana bükmek zorundasınızdır.
Aynı şey bizim için de geçerlidir. Ulusların ulusçuların uydurması olduğunu söylesem de, kendimi bir ulustan, yani Türk, hissetmesem de, Türk olduğum için hiç bir özel baskıyla karşılaşmadığımdan, ezen ulustan olmanın imtiyazlarını yaşamaktayımdır. Kendimi öyle görmesem de, nesnel olarak ezenin bir parçasıyımdır. Bu durumu dengelemek için, ezilen ulusların mücadelesine destek vermem, hatta çubuğu eğerek destek vermem gerekir.
Yani bir yandan, siyasi inançlarım nedeniyle ulusçuluğun ulus anlayışını yok ekmeye çalışırken, diğer yandan inanç ve tercihlerime rağmen Türk olduğum için, ezen ulustan bir insan olduğum için; ulusal baskıya karşı hareketleri desteklemek, dolayısıyla ulusçuluğun var oluşuna hizmet etmek zorundayımdır. Bu çelişki gökten inme bir çelişki değil, gerçek hayatta bulunan bir çelişkidir.
Ama sadece bu değil, ezilenlerin kendi hareketlerini desteklemek diye de bir sorunumuz vardır. Tıpkı bir fabrikada grev yapan işçiler gibi. İşçiler çoğu kez hiç de kapitalizmi ortadan kaldırmak için değil, sadece yaşamlarını biraz daha iyi koşullarda sürdürebilmek için grevler yaparlar. Siz ise yaşam koşullarındaki bir iyileşmenin kapitalizmi ortadan kaldırmayacağını; son duruşmada kapitalistin daha rasyonel bir üretimine yol açacağını bilseniz de, bizzat bu mücadelenin kendisi, ezilenler için baha biçilmez bir deney olduğundan; onların hayatlarında küçük de olsa bazı iyileştirmelere yol açacağından o grevi desteklemek zorundasınızdır. Ama bir yandan desteklerken, onun başarısı için çalışırken, diğer yandan da gerçek çözümün mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirmesinden geçtiğini söylemek; mücadeleyi bu yöne doğru geliştirmek için çaba göstermek zorundasınızdır. Ortada yine benzer bir çelişki vardır. Birine aşırı bir ağırlık ve vurgu bir anda sizi amaçlarınız açısından hiç de istemediğiniz bir konuma düşürebilir. Birden bire sıradan bir sendikalist durumuna da, nihai hedefe ilişkin vaazlar veren ve fiili mücadeleden kopuk, dolayısıyla egemeni destekleyen bir duruma düşebilirsiniz. Benzer şekilde, bir sosyalist olarak da, bir ulusal hareket karşısında da taleplerinin bir çözüm getirmeyeceğini bilerek ve söyleyerek de, ezilenlerin bir girişimi, bir deneyi olduğu için; içinde daima kendini aşabilme tohumu taşıdığı için de ezilen ulusun bir hareketini desteklemek zorundasınızdır.
Buraya kadar esas olarak bir zorluk yok. Ama sorun burada bitmiyor. Türkiye'de, Dünyanın bu günkü koşullarında, hangi gerekçeyle olursa olsun Kürtlerin mücadelesini desteklemek, fiili sonuçları bakımından, akıllı bir Türk milliyetçiliğini desteklemek olur. Çünkü, somut olarak Türkiye'deki Kürt sorununda Kürtlerin mücadelesi sadece kendileri için bir mücadele değil, kendilerinden çok kendilerini ezenler için bir mücadeledir.
Dünyada her halde Türkler kadar talihli bir ulus yoktur. Kürt ulusal hareketi, Tarihin Türk ulusuna en büyük armağanıdır. Kürtler, uğradıkları baskıya karşı savaşlarında aslında nesnel sonuçları itibariyle, kendilerinden çok, kendilerini ezen Türkler için savaşmaktadırlar.
Diyelim ki, silahlı Kürt direnişi başarı kazansaydı Kürtler Türk ordusunu yenilgiye uğratıp ayrı bir devlet kursalardı, Türklere en büyük iyiliği yapmış; onları Osmanlı'nın yaşayan ruhu Türk Ordusunun bukağılarından kurtarmış; İspanya Yunanistan benzeri demokratik bir güney Avrupa ülkesi yapmış olurlardı. Hatta daha fazlası, gerek İspanya, gerek Yunanistan'da bu geçiş kontrollü, kısmen Prusya yolundan gerçekleşmişti, böyle bir alt üstlük daha kökten ve alttan bir dönüşüme yol açar, Türkiye'nin insan ve toprak büyüklükleri göz önüne alındığında orta doğuda bir iktisadi, siyasi ve kültürel bir devin ortaya çıkmasına yol açardı.
Bu nedenle, bir Türk'ün ya da bir Türk sosyalistinin; ister ezen ulustan olduğundan ezileni desteklemesi gerekçesinden, ister sosyalist olarak ezilenlerin tarihsel girişim ve tecrübelerini desteklemesi gerekçesinden kaynaklansın, Kürt ulusal hareketine desteği aslında, nesnel sonuçları bakımından, Türk milliyetçiliğinin desteği olur. Akıllı ve uzun vadeli düşünebilen bir Türk milliyetçisi, bir Türk sosyalistinin demokrasi ya da sosyalizm gerekçesiyle Kürt ulusal hareketini desteklemek için savunduğu her şeyi, Türk milliyetçiliğinin gerekçeleriyle savunabilir.
İkinci Cumhuriyetçilerin, yani daha uzun vadeli düşünebilen, daha modern Türk milliyetçilerinin, Kürt sorununda bir sürü sosyalistten daha tutarlı bir konumda bulunmalarının ardında bu nesnel durum, Kürtlerin aslında kendileri kadar ve hatta nesnel sonuçlar göz önüne alınırsa kendilerinden de fazla Türkler için savaştığı gerçeği yatmaktadır. (Kürt hareketi de bunun bilincinde oldu, eksikliğini duyduğu şey hep akıllı Türk milliyetçileriydi, zaten bunu bulamayınca kendisi bu işi de üstlenmek zorunda kaldı.)
Buraya kadar Kürt hareketinin bir askeri zafer kazanması olasılığına göre sonuç çıkarmıştık. Ancak, Kürt hareketi, dünya dengelerinin elverişsizliği koşullarında, silahlı mücadelede bir zafer kazanamadı, aksine uzun vadede onun çözülüşünü getirebilecek bir denge ve kendini tekrarlama noktasında kaldı; üstüne üstlük, önderini düşmana kaptırmak gibi çok ağır bir darbe de yedi. Kürt hareketinin aldığı bu ağır darbeler, savaş politikasının seçimlerde büyük bir zafer kazanmasının en büyük nedeniydi. (Kimilerinin iddia ettiğinin aksine, Türkleri Kürt varlığını inkar eden savaş partileri ve politikalarına oy verdirten, Kürtlerin mücadelesi değil, bu mücadelenin uğradığı yenilgiler oldu; bu mücadelenin kazandığı başarılar tamamen zıt sonuçlara yol açardı.) Böylece Türkler, Kürt ulusal hareketine ağır bir darbe vurarak, Kendilerinin modern ve zengin bir toplum olabilmeleri için tarihin sunduğu bu hediyeyi tepmiş ve kendilerini geriliğe ve gericiliğe mahkum etmiş oluyorlardı.
Kürt ulusal hareketinin en büyük felaketi, yani önderini karşı tarafa kaptırması bir bakıma onun en büyük şansı da olmuştur. Böylesine köşeye sıkışmasaydı, artık kendini takrarlayan ve aşındıran niteliğini görmesine rağmen, silahlı mücadeleye son verip; program strateji ve mücadele biçimlerinde dramatik dönüşümler yapamaz ve sınırlılık böylesine somutça görülüp değişiklikler kabul edilemezdi.
Bu karanlık ortamda, Kürt Ulusal Hareketi, felaketi bir şansa çevirdi; hiç kimsenin düşünemediği muazzam bir stratejik dönüş yaptı, bir ulusal hareketten bir sosyal harekete dönüşmeye girişti. Türklerin teperek yok ettikleri şansı tekrar önlerine koydu. Bir anda güçler ve güçlerin yer alışını kökten değiştirdi.
Akıllı bir Kürt milliyetçisi olarak, akıllı bir Türk milliyetçiliğini de üstlendi. Kürt ulusal Hareketi, ulus tanımını, dil, kültür ve etnisiteden soyutlayıp, tamamen hukuki bir tanıma indirgedi. Kürt ulusçuluğunun bu modern ve esnek uzun vadeli biçimi, aynı zamanda Türk ulusçuluğunun da modern, esnek ve uzun vadeli düşünen biçimiyle çakışmaktadır. Bu gün, dünden de daha fazla ve açık olarak, Kürt Ulusal Hareketinin savunduğu her şey, bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilir. Akıllı bir Türk milliyetçisinin savunabileceği her şey de akıllı bir Kürt milliyetçisi olarak savunulabilir. Program aynıdır, sadece gerekçeler farklıdır. Hatta Kürt Ulusal Hareketi, bu özdeş programı, Türkleri kazanmak için, Kürtler zaten durumu kavradıklarından Türklere yönelik olarak ve Türklere uyan gerekçelerle ifade etmektedir.
Bu durumda, akıllı bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilecek konumları, yok ezen ulustan bir insan olarak dayanışma, yok sosyalist olarak ezilenlerin tarihsel girişim ve tecrübelerini destekleme gibi gerekçelerle savunmak, aslında milliyetçi bir konumu milliyetçi görünmeyen gerekçelerle savunmak olabilir ve dolayısıyla ezilenlerin bilincini karartabilir; onlara yanlış hayaller yayar. Elbet bu gerekçeler de varlıklarını sürdürmektedir ama bu gerekçelerle destekleyen her sosyalist, bunun aslında nesnel sonuçları itibariyle akıllı bir Türk milliyetçiliğinin hedefleriyle çakıştığını gizlememeli ve ezilenlerin bilincini karartmamalıdır.
Aslında Kürt hareketini destekleyen Türk solunun yaptığı tam da bu türden bir karartmaydı. Kürt ulusal hareketinin başarısı halinde bile, nesnel sonuçlarının Türk ulusunun işine yarayacağını, Kürt ulusal hareketini destekleyişlerinin tamamen Türk milliyetçisi gerekçelerle de yapılabileceğini görmek istemiyorlardı. Kürt hareketi bunu görüp, eşyayı adıyla çağırınca, bunlar kendilerini birden boşlukta buldular.
Böylece, yazımızın başında sözünü ettiğimiz çelişki, daha derin bir boyut kazanmaktadır; bir yandan, bir sosyalist olarak ulusal olanla politik olan arasındaki her türlü bağın koparılmasının insanlığın önündeki en acil hedef olduğunu savunmak durumundasınız yani milliyetçiliğin nasıl tanımlanırsa tanımlansın her biçimine karşısınız; diğer yandan, ezilen bir ulusun hareketine gerek egemen ulustan olduğunuzdan; gerek ezilenlerin tarihsel girişim ve deneyi olması nedeniyle verdiğiniz destek fiilen akıllı bir Türk milliyetçiliğinin desteklenmesi; hukuki bir tanıma dayanan milliyetçiliğin desteklenmesi  olmaktadır. Siz bunu bütünüyle, başka bir gerekçeyle yapsanız ve gerek genel olarak milliyetçiliğin, gerek özel olarak Türk milliyetçiliğinin en büyük düşmanı olsanız da, Kürt ulusal hareketine desteğinizin ardında en küçük bir milliyetçi motif bulunmasa da fiilen Türk milliyetçiliğine hizmet edersiniz.
Bu çelişki, en aşırı noktasına ve mantık sonuçlarına götürülerek aşılabilir bir sosyalist olarak. Kürt ulusal hareketini desteklemeye yönelik bütün yazılar akıllı ve uzun vadeli düşünen bir Türk milliyetçisi açısından yazılabilir, ki bu aynı zamanda akıllı bir Kürt milliyetçiliği de demektir. Ama bu aynı zamanda, Kürt ulusal hareketine sosyalist ve devrimci gerekçelerle destek verenlerin, nesnel sonuçları bakımından aslında bilinçsiz Türk milliyetçisi olduklarını gösterir ve onların zımni bir eleştirisi de olur. Diğer yandan böylesine ideal ve akıllı bir milliyetçilik, bize sosyalist programımızı koyabilmek ve onu açıklayabilmek için en mükemmel olanağı sağlar. Yani kendimize akıllı bir düşman yaratmış oluruz. Akıllı bir düşman ise, akılsız dostlara yeğdir.
Akıllı düşman, bize ezilenlerin siyasi eğitimi bakımından da daha büyük bir olanak sağlar. Bu olanak şöyle açıklanabilir. Fiziki savaşla, fikir savaşı arasında kökten bir fark vardır. Fiziki savaşta, güçlerin en irisini, düşmanın en zayıf yerine yığmak gerekir. Fikir savaşında ise, karşı tarafı mat etmek değil de, ezilenlerin geri yanlarını okşamak değil de, onları geliştirmek isteyen karşı fikrin en mükemmel, en güçlü temsilcilerine yığmalıdır eleştirisini. Bir görüşü toyca savunup rezil edenleri değil, onu en rafine biçimde, en akıllıca ve ustaca savunanları eleştirmelidir. Eğer yoksa böyle bir savunucusu eleştirilecek görüşün onu yaratmalıdır ve öyle eleştirmelidir. Ancak bu tarz ezilenlerin gelişimine hizmet edebilir.
Evet, gereğinde eleştireceğimiz görüşün en akıllı savunucusunu yaratmak gerekiyor. Bu biraz insanın kendine karşı satranç oynaması gibi. Stefan Zweig'ın "Schachnovelle"diye bir romanı vardır. (Sanırım Türkçeye "Bir Satranç Öyküsü" ya da "Satranç" adıyla çevrilmişti.) Bu romanında, Zweig, atıldığı bir tecrit ortamında kendine karşı bir siyah bir de beyaz olarak satranç oynayan ama bu çelişki altında dayanılmaz ruhsal bir bölünmeye uğrayan birini anlatır. Evet biz de bir tür satranç oynayacağız, bir siyah bir de beyaz olarak; bir Türk milliyetçisi olarak ve bir sosyalist olarak. Bazı yazılar bir Türk milliyetçisinin bazı yazılar bir sosyalistin bakış açısından yazılacak. Bizi buna zorlayan tecrit koşulları değil, çelişkinin varlığı bizi kendimize karşı satranç oynamaya zorluyor. O romanda sonuç olan, bizde neden ve hareket noktası. Kendine karşı satranç, orada parçalanmaya yol açarken, bizde bu parçalanmayı aşmanın bir aracı. Hareket noktasındaki bu parçalanmayı yaratan çelişkileri ise tarihin izlediği yol dayatıyor. İnsanlığın çıkmazını pekiştiren koşullar Kürtlere ve Türklere geçici olanaklar sunuyor.
Demir Küçükaydın
demir@gmx.li

18.11.1999 13:42:13

Hiç yorum yok: