Onun verdiği cevap özetle şöyleydi. “Biz alana girmeyi bile
başaramadık. Benim hayatımda gördüğüm en büyük mitingdi, bir buçuk milyon kadar
vardı. Ben bu kadar bir de Paris’te milyonluk bir miting görmüştüm” dedi.
Murat yetkin, bugün “polis kaynaklarına göre 1 milyon 750
bin” dediğine göre iki milyona yakın insandan söz edilebilir.
Sanırım bu Türkiye’nin tarihindeki en büyük miting ve kitle mobilizasyonudur.
Biz neredeyse iki yıldır, bir tek doğru slogan ve bayrakla
milyonların harekete geçirilebileceğini, bunun için koşulların olağanüstü uygun
olduğunu savunuyor ve somut öneriler yapıyorduk.
Bu önerilerimizin ve öngörülerimizin ne kadar isabetli
olduğunu gösterdi.
Ne yazık ki bunu Türkiye’nin sosyalistleri ve HDP yapamadı.
Artık CHP, yani Devlet Sınıfları, bu toplumsal muhalefetin
önderliğini ele geçirmiş bulunuyor.
Kürt Hareketi büyük bir fırsatı kaçırdı.
Artık tecrit olmamak için, fiilen basit bir eklentisi olarak
kalacaktır.
Kürtlerden niye söz etmiyorsun diye mızmızlanan bir destekçi
olmaktan öteye gitmesi zordur. Artık sözü daha az dinlenecektir. Bu güne kadar
Kürt hareketine kerhen destek veren liberaller artık CHP’ye yöneleceklerdir.
Kürt hareketinde uzak durmak için bahane arayan sosyalistler
bu bahaneyi bulmuş olacaklardır.
Bu vesileyle bu mitingin ve yürüyüşün daha tarihsel ve
toplumsal bağlamda, daha geniş bir değerlendirmesini yapalım.
*
Yazılarımızı birazcık okuyanlar şunları bıkmadan
tekrarladığımızı bilirler:
1) Biz
Türkiye’de temel sorunun, kapitalizm değil, tabiri caiz ise, Türkiye’nin
kapitalizme uygun bir devlet yapısı olmadığını, tabiri caiz ise yeterince
kapitalist olamamak olduğunu söylemişizdir. Yani 60’ların teorik plandaki
strateji tartışmalarının kavram sistemiyle ifade edersek, Türkiye’de
“feodalizm” veya “geçmişin kamburu”
merkezi bürokratik devlet yapısı ve varlığı bu yapıya ve onun
modernleşmesine bağlı olan modernist Askeri
Bürokratik Oligarşi; Kıvılcımlı’nın deyimiyle “Sünuf-u Devlet” veya “Devlet
Sınıfları”dır. Yani paradoks odur ki, modern ve modernist devlet ve devlet
sınıfları aslında Türkiye’nin “feodalizmi”dir. Öz görünür, genellikle, kendi
zıttı biçiminde. Öz, yani geçmişin yadigârı üstyapı ve devlet, kendi zıddı
biçiminde, yani modern ve modernist bir biçimde görünmektedir. Bu paradoksu
anlayacak Marksist metodolojik temeli bulunmayanların, modernleşmeyi demokrasi
ve ilerleme diye niteleyerek, bu devletin ve devlet sınıflarının yedeği olması
kaçınılmazdır.
2) Bu merkezi
ve bürokratik devletin ve devlet sınıflarının esnekliği ve kendini yenileme
kabiliyeti hiçbir şekilde küçümsenmemelidir. Bu yapı ta Sümerlerden beri
gelmektedir. Bizans iken, Osmanlı olmayı; Osmanlı iken Üçüncü Selimler, İkinci
Mahmutlar, Abdülhamitler, İttihat Terakkiler, Mustafa Kemaller, İsmet İnönüler,
Ecevitler ve Erdal İnönü’ler ve belki de şimdi Kılıçdaroğulları çıkararak bir
şekilde kendini yenileyerek var olmayı; aynı
kalabilmek için değişmeyi başarmıştır.
3) Bu merkezi
bürokratik devlet yapısını parçalamayı hedeflemeyen hiçbir program, strateji ve
hareket herhangi bir şekilde demokrasiye ulaşamaz.
4) Bu merkezi
bürokratik devlet ve askeri bürokratik oligarşi ise ancak en geniş kitlelerin,
milyonlarca insanın aktif eylemi ve katılımıyla parçalanabilir ve onun yerine
halkın üzerinde yükselmeyen ve ona hizmet edecek, onun iradesinin bir aracı
olacak bir devlet kurulabilir.
5) Bu merkezi
bürokratik cihaz ile onun biyolojik ırkçı bir Türklükle tanımlanması ayrılmaz
bir bütündür. Ulusun ya da politik olanın herhangi bir dille, dinle, etniyle,
kültürle vs. tanımlanmasına son verilmeden; ulus böyle tanımlanmalara karşı
tanımlanmadan bu merkezi bürokratik yapı hem parçalanamaz, yani onu
parçalayabilecek bir güç birleşimi sağlanamaz; hem de parçalandığında, parçalanma
her bir aşiretin, dilin, dinin, kültürün politik bir birim olduğu bir
Lübnanlaşmayla son bulur. Kürt hareketinin programı olan bu Lübnanlaşma açmazı,
bu merkezi ve bürokratik cihazın varlığını sürdürmesinin ve muhtemelen kendini
tekrar yenileyebilecek olmasının en esaslı nedenlerindin biridir.
6) Kürt Ulusal
Hareketi, Kürtlüğün “tanınması” ve “statü”sü hedefinden, yani dile, dine
göre tanımlanmış bir ulusal hareket olmaktan; Türklüğün de tanınmaması hedefine
yönelmedikçe; yani bir demokratik ulus hareketine; demokratik bir sosyal
harekete dönüşmedikçe; Türkiye’nin diğer demokratik özlemli kesimleriyle bir
ittifak kuramaz. Kürt hareketinin sorunu, program sorunudur. “Kürt Meselesi”ni
değil, Türk Meselesi’ni çözecek bir program olmadan Kürtlerin üzerindeki ulusal
baskı son bulamaz.
7) Türkiye’de
demokratik bir hareket olmamasının ve var olanın da cılızlığının nedeni böyle bir
programı olan bir hareket olmamasından kaynaklanmaktadır. Devlet sınıfları ve
liberaller, var olan merkezi bürokratik ve Türklükle tanımlanmış devleti
parçalamak değil; reforme etmek; yani Türklükle tanımlanmış olmasını korumak
ama bugünkü inkârcılığın yerine, Avrupa’daki gibi, Kürtlüğün birey hukuku
çerçevesinde tanınmasını savunmakta; buna karşılık Kürt Hareketi de yapının
merkezi ve bürokratik karakterini hiçbir şekilde sorgulamadan (çünkü kendisi de
benzer bir yapının tohumudur aynı zamanda) Kürtlüğün politik olarak tanınmasını
talep etmektedir. Bu iki yol da çıkmazdır ve her biri varlığını diğerinin
varlığına borçludur. Bu açmazdan kurtulamadığı takdirde bir iç savaş ve
parçalanma kaçınılmazdır.
8) Buradan tek
çıkış, devletin veya ulusun Türklükle veya Kürtlükle (yani bir dille, dinle,
soyla, tarihle, ırkla, kültürle) tanımlanmasına son vermektir.
9) Politik
olanı, yani ulusu bunların biriyle tanımlamak, demokratik bir ulus ve devlet
ile bir arada bulunamaz. Türklüğün ve Kürtlüğün Demokrasi ile; Türklük veya Kürtlükle
tanımlanmış politik birimler veya uluslarla, Demokratik bir Ulus veya
Cumhuriyet ile bir arada bulunamaz.
Bunlar
yıllardır tekrarlaya tekrarlaya dilimizde tüy bitmiş, bütün yazılarımıza
dağılmış, her birinde çeşitli yönlerden ele alınmış önermelerdir.
Bu
önermelerle hesaplaşmadan, bunlarla yüzleşmeden bir demokratik muhalefet
oluşamaz ve bir adım bile ileri gidilemez.
*
Bütün
gelişmeler bu önermelerimizin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.
CHP, bu
Adalet yürüyüşü ve mitingiyle, bütün gayrı memnunları peşine takmış
bulunmaktadır. Ve bu mitingde açıkladığı program, yukarda yazdıklarımızı doğrulamaktadır.
On maddelik
program, merkezi ve bürokratik mekanizmaya ve ulusun Türklükle tanımlanmasına
zerrece dokunmamakta, sadece hukuku ve bireysel haklar düzeyinde Kürtlerin
haklarını tanıyacağını ifade etmektedir. Ulusun Türklükle tanımlanmış olmasını,
sanki bir etniyle tanımlama değilmiş gibi, sadece hukuki bir tanımmış gibi
koymaktadır.
Elbette
mücadelenin akışı içinde, Türklüğün siyasi bir anlamı olmaması halinde sadece
bir isim olarak Türk bayrağının veya Türk isminin kaldığı bir biçim
düşünülebilir. Ama böyle Türklüğün sadece bir isim veya hukuki bir kavram
olmaktan öte gitmediği bir ulusun demokratik bir ulus olması için, herkesin ana
dilinde eğitim hakkı olur; (ana dilini öğrenme hakkı değil, bu Türklükle
tanımlanmış bir ulusta, bireysel hukuk alanıyla ilgilidir); Tarih. Edebiyat vs.
kitapları tüm dillerden, dinlerden, soylardan eşit sayıda katılımcılar
tarafından yazılır. Devletin okullarında bunlar okutulur. Bu takdirde ancak
Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği tüm yurttaşların eşitliğinden söz edilebilir.
Bu oyun ve
kandırmacaya ise, bugünkü kavramlarla ve programla son verilemez. Bu
kandırmacaya ancak demokratik bir ulus programıyla son verilebilir. (Kürt
hareketinin söylemindeki “demokratik Ulus” ile bizim dediğimiz demokratik
ulusun ilişkisi yoktur.)
Bu yürüyüş
ve miting göstermiştir ki, HDP ve Kürt hareketi, laiklerin ve Alevilerin
“kamusal” alandan sürülerek eve kapatılmaları; hukukun ortadan kaldırılması
karşısındaki paniklerini ve radikalleşmelerini, demokratik bir program ve
hareket etrafında toplama ve örgütleme fırsatını kaçırmış bulunmaktadır.
Buna, yani
CHP’nin hegemonyasına, sadece demokratik bir programdan yoksunluğu değil; aynı
zamanda taktikler ve örgütlenme biçimlerindeki beceriksizliğiyle de çanak
tutmuş bulunmaktadır.
*
Burada
taktikler ve örgütlenme biçimleri konusuna geçersek.
Yine
yazılarımızı okuyanlar bilirler ki, yukarıda açıklanmış demokratik ulus ve
merkezi bürokratik cihazı parçalama programına uygun olarak, ta Gezi
günlerinden beri bayrak, sloganlar, taktik mücadele biçimleri ve örgütlenme
biçimleri konusunda yazdıklarımız da doğrulanmıştır.
Örneğin
Gezi günlerinde, Türk bayrağına karşı beyaz bir bayrak öneriyorduk tüm hareketin
demokratik özlemlerinin ve hiçbir dile, dine, bir vurgu yapmamanın sembolü
olarak
Demokratik hareket içindeki fay hatlarını
kapayacak bir bayrak böyle olabilirdi.
Bu bayrak
önerimizi daha sonra 1 Kasım Seçimleri öncesinde #İSTİFA gibi bir hem taktik ve
birleştirici bir parola, hem de bir bayrak olarak öneriyorduk. Aynı yaklaşımı
her konjonktürde farklı somut biçimlerde tekrar aktüalize ettik.
Referandum
öncesinde #HAYIR aynı işlevi görebilirdi. Bugün #ADALET aynı işlevi görebilirdi.
HDP’ye ve
sosyalistlere sürekli böyle bir birleştirici parola ve bayrak önerdik. Onlar
ise, bunları duymazdan geldiler.
*
Mücadele
biçimlerinde ise bütün bu dönem boyunca hep ABD’deki siyah hareketini;
Gandi’yi, İşçi hareketinin tarihsel derslerini, Hikmet Kıvılcımlı’yı yani “Legaliteden
yararlanma”yı ve hatta OHAL’den sonra, tamamen temel haklar alanına
çekilerek bir pasif ama kitlesel hareketi, milyonların tüm ülkede harekete
geçirilebileceğini yazıyorduk.
Bütün bu
taktik mücadele biçimleri önerilerimiz duyulmazdan gelinmekle kalınmadı, adeta
onların kendiliğinden de olsa doğuşu engelleyecek davranışlar koyuldu.
Bir sürü
sol örgüt örneğin #HAYIR’da bir seçim kampanyası yaptı. HDP, “Herkesin Hayır’ı
kendine” dedi.
Böylece
CHP’nin bugünkü hegemonyasının yolunu kendileri açtılar.
Kendi düşen
ağlamaz.
*
CHP çok
başarılıdır. Başarı bir partinin veya hareketin kendi amaçları açısından
değerlendirilir.
CHP bu
merkezi bürokratik cihazı yaşatmaya ve yaşatmak için de reforma etmeye yönelik
bir partidir.
Ve bu
mücadelede Erdoğan aracılığıyla kitlelerin desteğini kazanmış Ergenekon ve inkârcı
kesime karşı, kendisi de kitleleri harekete geçirmek zorunda kalmıştır.
CHP’yi
eleştirenler ya CHP’nin ne olduğu konusunda yanlış bir kavrayışa sahiptirler ya
da kendilerinin. CHP bu kendi amacı açısından son derece başarılıdır.
CHP
şahsında Devlet sınıfları, çok büyük bir başarı göstermiş, Sosyalistleri ve
HDP’yi diskalifiye etmiş, hâsılı tüm toplumsal muhalefeti bütünüyle kendi
peşine takmıştır.
Kürt
hareketini de tecrit etmiş ve Kürt hareketi ister istemez daha fazla tecrit
olmamak için, sıradan bir destekçi durumuna düşmüştür.
Kürt
hareketi ve HDP eğer dediklerimize bir parça kulak kabartsalardı, Kılıçdaroğlu
başlattıktan sonra bile hemen Adalet bayrağına sahip çıkıp, yürüyüşe en geniş
şekilde katılsalar; yürüyenlerin kendi örgütlenmesini savunsalar ve
oluştursalar, bugün o Adalet hareketi içinde en azından daha tutarlı ve
demokrat bir bloğun da varlığını sağlayabilirlerdi.
HDP için
ise bu yürüyüş, önce baştan hareketsizlik, kilometrelik Türk bayraklarından
sonra sembolik yürüyüş ve siyasi bir varlığı olmadan mitinge katılışla son
buldu.
Böyle bir
kitle hareketlenmesini bütünüyle kendisinin de tanınması, taleplerinin ciddiye
alınmasına indirgedi.
Ve böyle
olunca da Kürt kitlesi bu mitinge gelmedi. Gelmesinin koşulları için zerrece
çaba göstermedi HDP. Gezi’de yaptığı yanlışları aynen yapmaya devam etti.
Bunun acı
sonuçları bir süre sonra görülecektir
*
Birçok
okurumuz, “CHP sanki sizin önerilerinizi kendine göre uyguladı” diye yazdı veya
söyledi.
Elbette CHP
bunu kendisi bulmuştur. Bizim gibi sol
basında bile (Adil Medya hariç)
kimsenin yazılarına yer vermediği bir yazarı kim bilir?
Biz
düşmanlarımızdan, yani CHP’den de, öğreniriz. Ama düşmanlarımız bizden öğrenme
kapasitesinde değildir. (Şükür ki öyledir.)
Ama aklın
yolu birdir.
Biz nasıl modern
İşçi hareketinin, Demokratik ve Sosyalist hareketin iki asırlık; antik tarihin
ezilenlerinin, peygamberlerin, evliyaların binlerce yıllık deneylerine
dayanıyorsak; onlar da bu devletin ve devletçiliğin, firavunların ve
Nemrutların binlerce yıllık deneylerine dayanıyorlar. Benzer sorunlar olduğunda
benzer sonuçları çıkarmaları gayet normaldir. Özellikle de iyice köşeye sıkışıp
da kitleleri harekete geçirmek gerektiğini gördüklerinde.
*
Bu kitle
hareketi bütün önerilerimizin doğruluğunu gösterdi.
Toparlayıcı
ve somut parolalarla birleştirilmiş sivil veya pasif mücadele biçimlerinin
nasıl milyonlarca insanı harekete geçirebileceğini gösterdi.
Bundan sonra hedef tüm ülkenin meydanlarında insanların
her gün katılabileceği, polisi OHAL’i silahsız bırakacak, tamamen temel haklara
dayanan, hiçbir slogan atmayan, şarkı söylemeyen, pankart bayrak taşımayan,
sadece somut bir hedeften ibaret bir sözcük veya sembolü taşıyan bir kitle
hareketi oluşturmak olmalıdır.
Ama sadece
bu da yetmez.
Bu milyonların kendi öz örgütlenmeleri yaratılmalıdır.
Demokratik
bir ulusun tohumu olacak o hareket katılanların bireyler olarak içinde yer alacakları; azınlığı çiğneyen çoğunluk
ve oylama değil; azınlığa bloke hattı veren oy birliği de değil; azınlığın da ağırlığını hissettirmesini
sağlayan OYDAŞMA yöntemiyle kararlar alan organlar yaratılmalı; bunların
tohumları atılmalıdır.
Bu yöntem,
Kürtlerin ve Alevilerin ulusun nasıl tanımlanacağına ilişkin belirlemeyi
etkilemelerini ve içinde yer almalarını sağlar.
*
Evet,
toparlarsak, miting ve yürüyüş, muhalefetin üzerindeki ölü toprağını atmasını
sağlamış, ama bu yükselen muhalefetin bayrağını ve önderliğini CHP ve “Devlet
Sınıfları”nın ele geçirmiş bulunuyor.
Bizler bu
muhalefetten tecrit olmadan, tamamen kendi demokratik programımızla bu muhalefetin
içinde daha toparlayıcı bir bayrak ve mücadele biçimleriyle yer almalı; öz
örgütlenmelerin tohumlarını atmaya çalışmalıyız.
Eğer bunu
başarırsak, Erdoğan’ın düşüşü bir demokratik devrimin başlangıcı olabilir.
Bu mitingden
sonra Erdoğan’ın geri adım atacağını sananlar yanılırlar.
Erdoğan en küçük bir geri adım bile atamaz ve atmayacaktır.
15 Temmuz
vesilesiyle kaybettiği konumunu güçlendirmeye, destekçilerini sokağa çıkararak
terör estirmeye çalışacaktır.
Eğer her
yerde Adalet Nöbetleri de başlasaydı, bugün sokaklarda olunmaya devam edilirdi
ve alanlar Erdoğan’a terk edilmezdi.
Şimdi bunun
acısını çekeceğiz önümüzdeki günlerde.
10 Temmuz
2017 Pazartesi
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı İndirmek İçin:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder