7 Mart 2017 Salı

Erdoğan’ın “Kardan Zarar” Hesabı ve Sivil Direniş Gereği

Referandumda #HAYIR çıkması durumunda, hukuken Erdoğan elindeki OHAL yetkilerini bulundurmaya devam edecek ve şu an var olan fiili başkanlık ve diktatörlük sistemi de olduğu gibi sürecektir.
Yani #HAYIR sonucu bile onun için “kardan zarar” gibidir.
Ancak #HAYIR aynı zamanda Erdoğan’ın bugünkü fiili diktatörlüğüne de #HAYIR anlamına gelecektir.
En azından Demokratlar, Liberaller, Kürtler, “Laik yaşam tarzındakiler”, Aleviler için.
Ancak “Türk milliyetçileri” ve “devletin bekasını” savunanlar için, yani Ulusalcılar (yani CHP’nin önemli bir bölümü) ve MHP’liler için, Erdoğan’ın bu yetkilerle yerinde kalması ciddi bir sorun oluşturmayacaktır.
Hatta bunlar Erdoğan’ın istifası talepleri karşısında, Erdoğan’ın yanında yer alabilirler veya tarafsız kalabilirler.

Bu ise, bu günkü geniş ve fiili  #HAYIR cephesinin daralması, Erdoğan’ın baskı politikasını uygulayabilmek ve karşısındakileri bölebilmek için daha geniş bir hareket alanı anlamına gelecektir.
Yani bir bakıma tıpkı 7 Haziran seçimlerine benzer bir konumlanış ortaya çıkacaktır.
Yavuz Baydar da bu soruna referandum öncesi bağlamda değinmiş oluyor bugünkü Artı Gerçek’teki Erdoğan Savaşta başlıklı yazısında:
Elbette Evet kazanmazsa güneş batmış olmayacak onun için.
Ortada kapı gibi, taş gibi OHAL var.
OHAL’in KHK’lerine yenilerini ekleyerek kendisiyle hemfikir olmayanları, tekerine taş koyanları tepelemeye, eğmeye bükmeye, susturmaya devam edebilir en az 2019 seçimlerine kadar.
Büyük ihtimal bunu çantada keklik sayıyor.
Öyle olmasına öyle de, 16 Nisan’da Hayır kazanırsa ne olacak peki?
Sandıktan gelecek bir ‘tersleme’, Türkiye içinde hangi karşı dinamikleri tetikleyebilir?
Çalkantılı sularda yüzüp duran Saray ve AKP alabora olabilir mi?
İşte bunu kestiremiyor Erdoğan.
Siyaset ustası, evet. Hesap kitap tamam.
Ama…
Hayır çıkarsa, ülke üzerindeki mengeneyi daha fazla sıkmaktan başka çaresi kalmayacağına göre, o mengene elinde kırılır mı, kırılmaz mı, bilemiyor.
O yüzden, önüne çıkan her kriz potansiyeline dört elle sarılıyor.”
*
Erdoğan’ın iktidarda kalmak için her şeyi yapacağından ve elindeki OHAL silahını herkese karşı kullanacağından emin olabiliriz.
Bu sefer Erdoğan’ı köşeye sıkıştıracak, tecrit edecek, bu silahını işlevsiz hale getirecek en geniş katılımı sağlayacak, kitlesel mücadele biçimleri bulmamız gerekiyor.
Bu sefer 7 Haziran sonrasıyla aynı duruma düşülmemesinin hayati önemi bulunmaktadır.
Burada sivil mücadele biçimlerinin; barışçıl ve kitlesel mücadele biçimlerinin hayati önemi ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’deki demokratik ve sosyalist hareket ne yazık ki, sivil ve kitlesel mücadele biçimleri alanında deneyimli değildir; bunun nasıl güçlü bir silah olduğunu ve önemini bilmez ve bunu bir tür pasifizm olarak görme eğilimindedir.
Soru şudur: OHAL’i Erdoğan kaldırmayacağına ve esas silah olarak kullanacağına göre, bizlerin OHAL koşullarında; yani şimdiki #HAYIR kampanyası olanaklarının bile olmadığı koşullarda; “Türk Milliyetçileri” ve “Devletin Bekası”cılarının Erdoğan’ın yanına geçtiği veya çekildiği; dolayısıyla bugünkü #HAYIR cephesinin zayıfladığı; buna karşılık aynı ölçüde de Erdoğan’ın güçlendiği koşullarda, nasıl kitlesel ve sivil bir direniş geliştirilebilir. Bunun üzerine en azından şimdiden düşünmek ve tartışmak gerekmektedir.
Örneğin, henüz #HAYIR’ın böyle yükselişte olmadığı, tam bir yılgınlık ortamında bulunulduğunda yaptığımız bir öneri olan, tamamen temel haklara dayanarak slogansız, bayraksız, sadece #HAYIR sözü içeren yazılarla her gün aynı yerde aynı saatlerde bulunma önerimiz, referandumdan sonra bu sefer örneğin #İSTİFA için düşünülebilir.
Elbette bu bir öneridir ve muhtemelen çok daha yaratıcı biçimler de ortaya çıkabilir.
Ama bunların en geniş katılımı sağlayacak ve devlet güçlerini hareket edemez; OHAL’i işlevsiz durumda bırakacak biçimler olması önemlidir.
Ayrıca referandumu beklemek de yanlıştır. Bizzat referanduma ulaşmak ve #HAYIR çıkarmak için de şimdiden, var olan OHAL’i işlevsizleştiren böyle sivil ve kitlesel bir mücadele gerekmektedir.
Çünkü hala ne referandumun yapılacağı kesindir ne de #HAYIR çıkacağı.
Şu anki elverişli ortam değerlendirilerek kitlesel ve sivil bir direniş başlatma büyük önem taşımaktadır ama ne HDP’nin, ne de diğer sosyalist örgütlerin böyle bir perspektifi bulunmamaktadır.
Bu nedenle hiçbir yankı olmayacağını bile bile yine de konuyu gündeme getirmeye çalışmak gerekmektedir ki yarın belki uygun koşullarda insanlara bir ilham verebilsin.
*
Bu vesileyle sivil direniş konusunu gündeme getiren bir yazıya dikkati çekmek istiyoruz. Bu yazının özellikle Politik İslam çevrelerinden gelmiş olması ayrıca önemlidir.
TR724 adlı sitede veya internet yayınında Umur Atay adlı bir konuk yazarın “Kötülüğe Esir Olmamalı! Yeni Bir Şeyler Yapmalı…” başlıklı bir yazısı yayınlandı.
Bu yazıyı aşağıya olduğu gibi aktararak konuya hem politik İslamcı kesimleri; hem de demokratları, sosyalistleri ve Kürt hareketini, yazarın ifadeleriyle “şiddeti dışlayan, ikna odaklı, olumlu hareket içeren bir eylem pratiği… Zulme karşı “isyan ahlakı” taşıyan bir eylem pratiği” üzerine şimdiden kafa yormaya davet etmek istiyoruz.
İlk elde Erdoğan’dan ve OHAL’den kurtulmanın tek yolu onu işlevsizleştirecek mücadele biçimleridir.
Bu aynı zamanda gerçekten demokrasiye giden bir yolun başlangıcı olabilir.
Ve ancak en pasif gibi görünen ama yüz binlerin, milyonların katıldığı eylemler içinde insanlar birer ırkçı, milliyetçi olmaktan çıkıp, birer demokrata dönüşmeye, kendilerini aşmaya başlayabilirler.
İnsanlar birer demokrata dönüşmeden Türkiye’nin demokrasiye geçmesi; dolayısıyla Kürtlerin üzerindeki baskı ve şiddetin son bulması olanaksızdır.
İnsanların demokrata dönüşmeleri için ise, milyonlarca insanın katıldığı en geniş kesimleri kapsayan ve buna uygun biçim ve içerikte eylemler gerekmektedir.
Ve referandum sonucu beklemeden, hatta Referanduma ulaşmak ve #HAYIR çıkarmak için şimdiden başlamaya da yönelik olarak “Biraz kafa yormalı”.
Aksi takdirde bu rehavet havası, Erdoğan’a geniş bir hareket alanı sunarak, Referandum’da #HAYIR’ı da, hatta referandumun yapılmasını da tehlikeye sokuyor.
Yarın 8 Mart, örneğin kadınlar böyle alışılmış sadece belli kesimlere hitap eden ve güçsüz gösteriler yerine, niye ülke çapında her kesimin kendini bulup katılacağı yukarıdaki önerimize benzer bir kitlesel sivil direniş hareketi başlatmasınlar?
Bunun için sadece sola egemen geleneklerin ve düşünce kalıplarının, ezberlerin dışına çıkmak bile yeter.
Aşağıda söz konusu yazı:
 “TABLO SANDIĞIMIZDAN DAHA AĞIR BELKİ
Yüz binden fazla kişi işsiz kaldı. Çalışma özgürlükleri ellerinden alındı, açlığa mahkûm edildiler… Elli binden fazla kişi tutuklu, sayıları her geçen gün artıyor. Cezaevlerinden, gözaltından işkence haberleri geliyor… 130 dan fazla intihar olduğu söylenen (!) şüpheli ölüm var. Hitler döneminde bile bu kadar gazeteci, akademisyen ve yargıç tutuklanmadı! İşinden edilmedi. Açlığa mahkûm edilmedi. Yargı iktidarın sopası olarak kullanılıyor. Şimdi, tutuklu eşini ziyarete giden ev hanımlarına geldi sıra… Çocuklar perişan! Aileler darmadağın! İktidarın kendisi için tehlikeli gördüğü herkese sıra gelecek anlaşılan!
Tablo belki de sandığımızdan daha ağır. Bağımsız bir yargının,  özgür medyanın olmadığı, düşünce özgürlüğünün bulunmadığı bir yerden sağlıklı hasar raporu almak mümkün olmuyor. Bilinen gerçek; zulüm artarak devam ediyor… Bir yol bulmalı, yeni bir şeyler yapmalı…
KÖTÜLÜĞE ENGEL, İYİLİĞİ YAYMAYA ARAÇ
AB ve ABD’nin üst yönetiminin, entelijansiyanın ülkemizde olanlarla ilgili şüphesiz bir fikri var. İnsan hakları ve demokrasinin evrensel standartları Batı’da belli. Ülkemizdeki uygulamaların buna uymadığını görüyorlar. Devletler kendi menfaati ön planda tuttuklarından şimdilik güçlü bir ses çıkarabilmiş değiller. Ya Batılı halkın, sıradan vatandaşın ülkemizde yaşanan zulümlerle ilgili olarak ne kadar bilgisi var? Duyurabildik mi onlara? Bizce ortaya konulacak ‘sivil itaatsizlik eylemleri’ ile yapılanları dünya kamuoyuna anlatmalı değil miyiz? Derdimizi anlatabilirsek hem o ülkelerin üst yönetimine baskı oluşturmayı sağlamış olacağız hem de toplumsal entegrasyon için yeni pencereler açmış olacağız… Sivil itaatsizlik eylemi hem kötülüğe engel olabilir hem de iyiliği yaymaya araç olabilir…
Sabır, sebat ve dua… Kötülüğe karşı en önemli duruş… Şüphesiz yerini hiç bir şey dolduramaz. Kötülüğü, her şeyin sahibine şikayet, zalimleri iflah etmeyecektir. Buna inancımız tam. Eksiklik olduğundan değil de fazlalık olsun diye; bununla birlikte zulmü dünya insanlarına duyurmak da gerekmez mi? Hiç yapılmadığı söylenemez. Sosyal medya zaman zaman etkili kullanılabiliyor. Zulmü tüm dünyaya daha etkili nasıl anlatabiliriz, buna kafa yormaya değmez mi? Daha fazlası için bir şeyler yapmalı…
İLGİ UYANDIRMAK İÇİN NE YAPILABİLİR?
Medya-sosyal medya dışında bilmediğimiz farklı mecralarda çalışmalar yapılıyordur belki. Bu çalışmalar etkili de oluyordur. Ancak tespit şudur ki; dünya kamuoyunun ilgisini ülkemizde yaşanan zulme tam olarak çevirebilmiş değiliz.
İlgiyi uyarmak için neler yapılabilir? Eylem pratiğimiz yok maalesef. Kendi değerlerimize uygun; şiddeti dışlayan, ikna odaklı, olumlu hareket içeren bir eylem pratiği… Zulme karşı “isyan ahlakı” taşıyan bir eylem pratiği… Medeni dünyaya karşı akıl-mantık süzgeci içinde sunabileceğimiz değer yargılarımıza ve zulme dikkat çekmek için bir eylem pratiği… yok maalesef. Henüz ortaya konabilmiş değil. Bir şeyler yapmalı…
Zamanı şimdi değilse ne zaman? Bütün projektörleri zalimlerin yüzüne tutacak bir yol; arayıp  bulmalıyız. Yapılan zulümlere karşı “dikkat çekmek için” bir şeyler yapmalı… İrademizle ortaya koyacağımız gayret farklı bir Rahmeti celbedecektir belki de…
Umulur muydu kuzey yarım küredeki fırtınanın nedeninin güney yarım kürede mavi bir kelebeğin kanat çırpmış olması olsun… Kelebek kadar olsun bir şeyler yapmalı…Bir adım atarsak mesafeler kısalacaktır belki de… Zalimlerin yüzündeki maskeyi, maske olmaktan çıkartacak! Bir şey yapmalı…
HAKLI OLMANIN GÜCÜ YETER
Haklı davada çekimser kalacağımız bir durum yok. Haklı olmanın gücü yeter. Gücünü hoyratça kullananlar düşünsün gerisini… Yavuz hırsızlar düşünsün! Cesaret ve akılla bir şeyler yapmalı…
Gandi 1930’da 400 km’lik meşhur tuz yürüyüşüne tek kişi ile başladı, 12 bin kişi ile tamamladı. Britanya’ya karşı Hindistan’ın başkaldırmasına öncülük etti ve bu hamle bağımsızlıkla neticelendi. 1942’de Britanyalılara açık çağrıda bulunarak Hindistan’ı terk etmelerini istedi. Küçük adımlar büyük sonuçlar doğurmuştu…
Ebu Zer Gıfari (RA) ilk Müslümanlardan. Efendimiz’i (sav) duyunca görmeye geliyor. Görünce de Müslüman oluyor. İçi içine sığmıyor. O dönem müşriklerin merkezi Kâbe’de ilk eylemi gerçekleştiriyor. Meydan okuyor tüm putperestlere, zalimlere. Müslümanlığını ilan ediyor! Şaşırtıyor müşrikleri. Bedel ödemekten çekinmiyor. Müslümanlığı ve  küfrün zulmünü gündeme getiriyor. Kaç kişiye cesaret verdiği bilinmiyor. Biraz cesaretle bir şeyler yapmalı… Bizce bir şeyler…
BİRAZ KAFA YORMALI
Zulmün sıradanlaşmasına fırsat verilmemeli. Unutursak-unutturursak suç ortağı oluruz. İçerde bir şey yapma imkanı olmayan mağdurlar bir el bekliyor. Bir duruş bekliyor… İnayet eli uzanacak şüphe yok. Belki de inayet eli, uzanmadan önce o duruşu bekliyor…
Güneş doğacaksa batıdan doğacak.
Başlangıç; gazetecilere, yargı mensuplarına, annelere dikkat çekmek için bir şeyler yapmalı. Belki beyaz gül dağıtmalı… Çadır kurmalı… Bisiklet turu yapmalı vs. ne bileyim işte bir şeyler daha yapmalı…
Evrensel değerlere de uygun; bizce bir şeyler… Zalimden başka kimseyi rahatsız etmeyen bir şeyler… Ama ne? Biraz akıl, biraz cesaretle yeni yollar bulunmalı. Biraz kafa yormalı…”
7 Mart 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.

Hiç yorum yok: