Referandumda #HAYIR çıkması durumunda, hukuken Erdoğan elindeki
OHAL yetkilerini bulundurmaya devam edecek ve şu an var olan fiili başkanlık ve
diktatörlük sistemi de olduğu gibi sürecektir.
Yani #HAYIR sonucu bile onun için “kardan zarar” gibidir.
Ancak #HAYIR aynı zamanda Erdoğan’ın bugünkü fiili diktatörlüğüne
de #HAYIR anlamına gelecektir.
En azından Demokratlar, Liberaller, Kürtler, “Laik yaşam
tarzındakiler”, Aleviler için.
Ancak “Türk milliyetçileri” ve “devletin bekasını”
savunanlar için, yani Ulusalcılar (yani CHP’nin önemli bir bölümü) ve MHP’liler
için, Erdoğan’ın bu yetkilerle yerinde kalması ciddi bir sorun
oluşturmayacaktır.
Hatta bunlar Erdoğan’ın istifası talepleri karşısında,
Erdoğan’ın yanında yer alabilirler veya tarafsız kalabilirler.
Bu ise, bu günkü geniş ve fiili #HAYIR cephesinin daralması, Erdoğan’ın baskı
politikasını uygulayabilmek ve karşısındakileri bölebilmek için daha geniş bir
hareket alanı anlamına gelecektir.
Yani bir bakıma tıpkı 7 Haziran seçimlerine benzer bir
konumlanış ortaya çıkacaktır.
Yavuz Baydar da bu soruna referandum öncesi bağlamda
değinmiş oluyor bugünkü Artı Gerçek’teki
Erdoğan Savaşta başlıklı
yazısında:
“Elbette Evet
kazanmazsa güneş batmış olmayacak onun için.
Ortada kapı gibi, taş
gibi OHAL var.
OHAL’in KHK’lerine
yenilerini ekleyerek kendisiyle hemfikir olmayanları, tekerine taş koyanları
tepelemeye, eğmeye bükmeye, susturmaya devam edebilir en az 2019 seçimlerine
kadar.
Büyük ihtimal bunu
çantada keklik sayıyor.
Öyle olmasına öyle de,
16 Nisan’da Hayır kazanırsa ne olacak peki?
Sandıktan gelecek bir
‘tersleme’, Türkiye içinde hangi karşı dinamikleri tetikleyebilir?
Çalkantılı sularda
yüzüp duran Saray ve AKP alabora olabilir mi?
İşte bunu kestiremiyor
Erdoğan.
Siyaset ustası, evet.
Hesap kitap tamam.
Ama…
Hayır çıkarsa, ülke
üzerindeki mengeneyi daha fazla sıkmaktan başka çaresi kalmayacağına göre, o mengene
elinde kırılır mı, kırılmaz mı, bilemiyor.
O yüzden, önüne çıkan
her kriz potansiyeline dört elle sarılıyor.”
*
Erdoğan’ın iktidarda kalmak için her şeyi yapacağından ve elindeki
OHAL silahını herkese karşı kullanacağından emin olabiliriz.
Bu sefer Erdoğan’ı köşeye sıkıştıracak, tecrit edecek, bu silahını
işlevsiz hale getirecek en geniş katılımı sağlayacak, kitlesel mücadele
biçimleri bulmamız gerekiyor.
Bu sefer 7 Haziran sonrasıyla aynı duruma düşülmemesinin
hayati önemi bulunmaktadır.
Burada sivil mücadele biçimlerinin; barışçıl ve kitlesel
mücadele biçimlerinin hayati önemi ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’deki demokratik ve sosyalist hareket ne yazık ki,
sivil ve kitlesel mücadele biçimleri alanında deneyimli değildir; bunun nasıl
güçlü bir silah olduğunu ve önemini bilmez ve bunu bir tür pasifizm olarak
görme eğilimindedir.
Soru şudur: OHAL’i Erdoğan kaldırmayacağına ve esas silah
olarak kullanacağına göre, bizlerin OHAL koşullarında; yani şimdiki #HAYIR
kampanyası olanaklarının bile olmadığı koşullarda; “Türk Milliyetçileri” ve “Devletin
Bekası”cılarının Erdoğan’ın yanına geçtiği veya çekildiği; dolayısıyla bugünkü #HAYIR
cephesinin zayıfladığı; buna karşılık aynı ölçüde de Erdoğan’ın güçlendiği
koşullarda, nasıl kitlesel ve sivil bir direniş geliştirilebilir. Bunun üzerine
en azından şimdiden düşünmek ve tartışmak gerekmektedir.
Örneğin, henüz #HAYIR’ın böyle yükselişte olmadığı, tam bir yılgınlık
ortamında bulunulduğunda yaptığımız bir öneri olan, tamamen temel haklara
dayanarak slogansız, bayraksız, sadece #HAYIR sözü içeren yazılarla her gün
aynı yerde aynı saatlerde bulunma
önerimiz, referandumdan sonra bu sefer örneğin #İSTİFA için düşünülebilir.
Elbette bu bir öneridir ve muhtemelen çok daha yaratıcı
biçimler de ortaya çıkabilir.
Ama bunların en geniş katılımı sağlayacak ve devlet
güçlerini hareket edemez; OHAL’i işlevsiz durumda bırakacak biçimler olması
önemlidir.
Ayrıca referandumu beklemek de yanlıştır. Bizzat referanduma
ulaşmak ve #HAYIR çıkarmak için de şimdiden, var olan OHAL’i işlevsizleştiren
böyle sivil ve kitlesel bir mücadele gerekmektedir.
Çünkü hala ne referandumun yapılacağı kesindir ne de #HAYIR
çıkacağı.
Şu anki elverişli ortam değerlendirilerek kitlesel ve sivil
bir direniş başlatma büyük önem taşımaktadır ama ne HDP’nin, ne de diğer
sosyalist örgütlerin böyle bir perspektifi bulunmamaktadır.
Bu nedenle hiçbir yankı olmayacağını bile bile yine de
konuyu gündeme getirmeye çalışmak gerekmektedir ki yarın belki uygun koşullarda
insanlara bir ilham verebilsin.
*
Bu vesileyle sivil direniş konusunu gündeme getiren bir
yazıya dikkati çekmek istiyoruz. Bu yazının özellikle Politik İslam
çevrelerinden gelmiş olması ayrıca önemlidir.
TR724 adlı sitede
veya internet yayınında Umur Atay adlı bir konuk yazarın “Kötülüğe
Esir Olmamalı! Yeni Bir Şeyler Yapmalı…” başlıklı bir yazısı
yayınlandı.
Bu yazıyı aşağıya olduğu gibi aktararak konuya hem politik
İslamcı kesimleri; hem de demokratları, sosyalistleri ve Kürt hareketini, yazarın
ifadeleriyle “şiddeti dışlayan, ikna
odaklı, olumlu hareket içeren bir eylem pratiği… Zulme karşı “isyan ahlakı”
taşıyan bir eylem pratiği” üzerine şimdiden kafa yormaya davet etmek istiyoruz.
İlk elde Erdoğan’dan ve OHAL’den kurtulmanın tek yolu onu
işlevsizleştirecek mücadele biçimleridir.
Bu aynı zamanda gerçekten demokrasiye giden bir yolun
başlangıcı olabilir.
Ve ancak en pasif gibi görünen ama yüz binlerin, milyonların
katıldığı eylemler içinde insanlar birer ırkçı, milliyetçi olmaktan çıkıp, birer
demokrata dönüşmeye, kendilerini aşmaya başlayabilirler.
İnsanlar birer demokrata dönüşmeden Türkiye’nin demokrasiye
geçmesi; dolayısıyla Kürtlerin üzerindeki baskı ve şiddetin son bulması
olanaksızdır.
İnsanların demokrata dönüşmeleri için ise, milyonlarca
insanın katıldığı en geniş kesimleri kapsayan ve buna uygun biçim ve içerikte
eylemler gerekmektedir.
Ve referandum sonucu beklemeden, hatta Referanduma ulaşmak ve
#HAYIR çıkarmak için şimdiden başlamaya da yönelik olarak “Biraz kafa yormalı”.
Aksi takdirde bu rehavet havası, Erdoğan’a geniş bir hareket
alanı sunarak, Referandum’da #HAYIR’ı da, hatta referandumun yapılmasını da
tehlikeye sokuyor.
Yarın 8 Mart, örneğin kadınlar böyle alışılmış sadece belli
kesimlere hitap eden ve güçsüz gösteriler yerine, niye ülke çapında her kesimin
kendini bulup katılacağı yukarıdaki önerimize benzer bir kitlesel sivil direniş
hareketi başlatmasınlar?
Bunun için sadece sola egemen geleneklerin ve düşünce
kalıplarının, ezberlerin dışına çıkmak bile yeter.
Aşağıda söz konusu yazı:
“TABLO SANDIĞIMIZDAN DAHA AĞIR BELKİ
Yüz binden fazla kişi
işsiz kaldı. Çalışma özgürlükleri ellerinden alındı, açlığa mahkûm edildiler…
Elli binden fazla kişi tutuklu, sayıları her geçen gün artıyor. Cezaevlerinden,
gözaltından işkence haberleri geliyor… 130 dan fazla intihar olduğu söylenen
(!) şüpheli ölüm var. Hitler döneminde bile bu kadar gazeteci, akademisyen ve
yargıç tutuklanmadı! İşinden edilmedi. Açlığa mahkûm edilmedi. Yargı iktidarın
sopası olarak kullanılıyor. Şimdi, tutuklu eşini ziyarete giden ev hanımlarına
geldi sıra… Çocuklar perişan! Aileler darmadağın! İktidarın kendisi için
tehlikeli gördüğü herkese sıra gelecek anlaşılan!
Tablo belki de
sandığımızdan daha ağır. Bağımsız bir yargının,
özgür medyanın olmadığı, düşünce özgürlüğünün bulunmadığı bir yerden sağlıklı
hasar raporu almak mümkün olmuyor. Bilinen gerçek; zulüm artarak devam ediyor… Bir
yol bulmalı, yeni bir şeyler yapmalı…
KÖTÜLÜĞE ENGEL,
İYİLİĞİ YAYMAYA ARAÇ
AB ve ABD’nin üst
yönetiminin, entelijansiyanın ülkemizde olanlarla ilgili şüphesiz bir fikri
var. İnsan hakları ve demokrasinin evrensel standartları Batı’da belli.
Ülkemizdeki uygulamaların buna uymadığını görüyorlar. Devletler kendi menfaati
ön planda tuttuklarından şimdilik güçlü bir ses çıkarabilmiş değiller. Ya
Batılı halkın, sıradan vatandaşın ülkemizde yaşanan zulümlerle ilgili olarak ne
kadar bilgisi var? Duyurabildik mi onlara? Bizce ortaya konulacak ‘sivil
itaatsizlik eylemleri’ ile yapılanları dünya kamuoyuna anlatmalı değil miyiz?
Derdimizi anlatabilirsek hem o ülkelerin üst yönetimine baskı oluşturmayı
sağlamış olacağız hem de toplumsal entegrasyon için yeni pencereler açmış
olacağız… Sivil itaatsizlik eylemi hem kötülüğe engel olabilir hem de iyiliği
yaymaya araç olabilir…
Sabır, sebat ve dua…
Kötülüğe karşı en önemli duruş… Şüphesiz yerini hiç bir şey dolduramaz.
Kötülüğü, her şeyin sahibine şikayet, zalimleri iflah etmeyecektir. Buna
inancımız tam. Eksiklik olduğundan değil de fazlalık olsun diye; bununla
birlikte zulmü dünya insanlarına duyurmak da gerekmez mi? Hiç yapılmadığı
söylenemez. Sosyal medya zaman zaman etkili kullanılabiliyor. Zulmü tüm dünyaya
daha etkili nasıl anlatabiliriz, buna kafa yormaya değmez mi? Daha fazlası için
bir şeyler yapmalı…
İLGİ UYANDIRMAK İÇİN
NE YAPILABİLİR?
Medya-sosyal medya
dışında bilmediğimiz farklı mecralarda çalışmalar yapılıyordur belki. Bu
çalışmalar etkili de oluyordur. Ancak tespit şudur ki; dünya kamuoyunun
ilgisini ülkemizde yaşanan zulme tam olarak çevirebilmiş değiliz.
İlgiyi uyarmak için
neler yapılabilir? Eylem pratiğimiz yok maalesef. Kendi değerlerimize uygun;
şiddeti dışlayan, ikna odaklı, olumlu hareket içeren bir eylem pratiği… Zulme
karşı “isyan ahlakı” taşıyan bir eylem pratiği… Medeni dünyaya karşı
akıl-mantık süzgeci içinde sunabileceğimiz değer yargılarımıza ve zulme dikkat
çekmek için bir eylem pratiği… yok maalesef. Henüz ortaya konabilmiş değil. Bir
şeyler yapmalı…
Zamanı şimdi değilse
ne zaman? Bütün projektörleri zalimlerin yüzüne tutacak bir yol; arayıp bulmalıyız. Yapılan zulümlere karşı “dikkat
çekmek için” bir şeyler yapmalı… İrademizle ortaya koyacağımız gayret farklı
bir Rahmeti celbedecektir belki de…
Umulur muydu kuzey
yarım küredeki fırtınanın nedeninin güney yarım kürede mavi bir kelebeğin kanat
çırpmış olması olsun… Kelebek kadar olsun bir şeyler yapmalı…Bir adım atarsak
mesafeler kısalacaktır belki de… Zalimlerin yüzündeki maskeyi, maske olmaktan
çıkartacak! Bir şey yapmalı…
HAKLI OLMANIN GÜCÜ
YETER
Haklı davada çekimser
kalacağımız bir durum yok. Haklı olmanın gücü yeter. Gücünü hoyratça
kullananlar düşünsün gerisini… Yavuz hırsızlar düşünsün! Cesaret ve akılla bir
şeyler yapmalı…
Gandi 1930’da 400
km’lik meşhur tuz yürüyüşüne tek kişi ile başladı, 12 bin kişi ile tamamladı.
Britanya’ya karşı Hindistan’ın başkaldırmasına öncülük etti ve bu hamle
bağımsızlıkla neticelendi. 1942’de Britanyalılara açık çağrıda bulunarak
Hindistan’ı terk etmelerini istedi. Küçük adımlar büyük sonuçlar doğurmuştu…
Ebu Zer Gıfari (RA)
ilk Müslümanlardan. Efendimiz’i (sav) duyunca görmeye geliyor. Görünce de
Müslüman oluyor. İçi içine sığmıyor. O dönem müşriklerin merkezi Kâbe’de ilk
eylemi gerçekleştiriyor. Meydan okuyor tüm putperestlere, zalimlere.
Müslümanlığını ilan ediyor! Şaşırtıyor müşrikleri. Bedel ödemekten çekinmiyor.
Müslümanlığı ve küfrün zulmünü gündeme
getiriyor. Kaç kişiye cesaret verdiği bilinmiyor. Biraz cesaretle bir şeyler
yapmalı… Bizce bir şeyler…
BİRAZ KAFA YORMALI
Zulmün
sıradanlaşmasına fırsat verilmemeli. Unutursak-unutturursak suç ortağı oluruz.
İçerde bir şey yapma imkanı olmayan mağdurlar bir el bekliyor. Bir duruş
bekliyor… İnayet eli uzanacak şüphe yok. Belki de inayet eli, uzanmadan önce o
duruşu bekliyor…
Güneş doğacaksa
batıdan doğacak.
Başlangıç;
gazetecilere, yargı mensuplarına, annelere dikkat çekmek için bir şeyler
yapmalı. Belki beyaz gül dağıtmalı… Çadır kurmalı… Bisiklet turu yapmalı vs. ne
bileyim işte bir şeyler daha yapmalı…
Evrensel değerlere de
uygun; bizce bir şeyler… Zalimden başka kimseyi rahatsız etmeyen bir şeyler…
Ama ne? Biraz akıl, biraz cesaretle yeni yollar bulunmalı. Biraz kafa yormalı…”
7 Mart 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder