2 Kasım 2015 Pazartesi

Seçim Sonuçları ve Metodoloji

Seçimler üzerine değerlendirmeler yapılırken çok temel bir metodolojik yanlış yapılıyor. Seçimler bir savaş, bir mücadele içindeki güçlerin o sıradaki güç ve konumlanışlarının anlık bir fotoğrafı olarak değerlendirilmiyor; seçimlerin kendisi bizzat savaşın kendisi olarak görülüyor.
Buna bağlı olarak da seçim analizleri savaşan temel toplamsal güçlerin çıkar, konumlanış, strateji ve taktiklerine göre değil; alınan oylara, kayıplara ve kazançlara göre yapılıyor.
Sonra da bu temel yanlışa bağlı olarak bu kayıp ve kazançların hangi baskılar, hangi seçim taktikleri, hangi aday seçimleri vs. ortaya çıktığına ilişkin açıklamalar yapılıyor. Örneğin AK Parti’nin baskıları terörünün seçim sonuçları üzerindeki etkilerinden hareketle sonuçlar açıklanıyor.

Ama bu çok temel bir sorunun atlanmasına yol açıyor: Neden Erdoğan geçen seçim böyle başarılı bir terör estirememiştir de bunu bu seçim yapabilmiştir? Bu ise bizi otomatik olarak güçlerin konumlanışları, stratejileri gibi bir noktaya getirir.
Çünkü IŞİD bombacıları bile boşlukta hareket etmezler. Hele ki istihbarat örgütlerinin denetimi ve yönlendirmesi altında bulunanlar. O İstihbarat örgütleri de boşlukta hareket etmezler. Var olan güç dengeleri içinde hareket ederler. Yani bütün bu terör ve şiddetin ardında hep güçlerin konumlanışları, stratejileri, çıkarları vs. vardır.
O halde seçim analizi aslında güçlerin strateji ve taktiklerinin analizi olmak zorundadır. Ama seçim strateji ve taktiklerinin değil, bütünsel olarak strateji ve taktiklerinin. Seçimlere yansıyan sonuç bu güçlerin dizilişinin; bu güçlerin strateji ve taktiklerinin sonucudur.
Şimdi şöyle sadece bir iki parametreyle bu tür bir seçim analizinin nasıl olması gerektiğini göstermeye çalışalım. Böylece iki seçimi karşılaştıralım. İki parametre olarak Türk Ordusunu ve Devletini ve de MHP’yi alalım.
AK Parti 7 Haziran seçiminde tam anlamıyla bir tecrit olmuştu.
Birincisi, devletin bir kısmı, yani Genelkurmay, AK Parti’nin ve Erdoğan’ın yanında olmadığını erbabının anlayacağı dille ifade etmişti.
Ağrı’daki çatışmada AK Parti sözcülerini tekzip ederce Genel Kurmay sitesinde halka yaralı askerlere yardım ettiği için teşekkür ediliyordu.
Gürsel Tekin, muhtemelen Ordu içinden verilen bir tüyoya uygun olarak ve yine muhtemelen Erdoğan’ın Suriye’ye girme planını engellemek için, Suriye’ye girileceğini ilan ediyor; sonra girilmeyince de memnun oldum diyor ve bu hiçbir şekilde iktidar tarafından kullanılmaya çalışılmıyordu. Yani fiilen Erdoğan’ın bir planını Genelkurmay bozmuş bulunuyordu büyük bir olasılıkla.
Can Dündar Cumhuriyet sayfalarında MİT Tırlarının resimlerini yayınlıyordu. Böyle bilgilerin yayınlanması aslında devletin içindeki belli bir kesimin desteği olmadan zordur.
Bu örneklerin gösterdiği gibi, Devlet Partisi, Ordu ya da “Hikmet-i Hükümet”, Erdoğan’a karşı bir pozisyonda konumlanmış ve Erdoğan bu yedeğinden yoksun kalmıştı.
Bir de bu seçime bakalım. PKK’nın Tel Abyad’ı düşürmesi ile birlikte, bütün kuzey Suriye’de bir Kürt şeridi olması ve bunun denizle birleşmesi olasılığı karşısında, Türk ordusu ve devletinin bütün klasik refleksleri ortaya çıktı ve önceki seçimde Erdoğan karşısında en azından tarafsız kalmış olan Ordu Erdoğan ile yan yana bir pozisyona geçti.
Keza, Rusya’nın Suriye’ye girişi; ABD’nin Suriye’de Kürtlerin temelini oluşturduğu güçlere silah vermesi vs. ister istemez, Türk Ordusunu Erdoğan’la daha da yakınlaştırdı ve kader birliğine yöneltti.
PKK’nın şehirlerde Özerklik ilanları ve bazı yoksulların oturduğu mahallelere Polisin girmesini engellemesi ayrıca bu durumu pekiştirdi.
Bu güç yer değiştirmesine bağlı olarak Seferberlik Tetkik Kurulu veya Ergenekon denen Gücün de iplerini salma olanağı doğdu Erdoğan için. Geçen seçimde ise, bu gücün ipleri bağlıydı ve bu sayede oldukça özgür bir ortamda seçim çalışması yapılabilmişti. Adeta gezi günlerindeki gibi bir atmosfer vardı.
Tabii bu güç konumlanışının medyada da yansımaları oluyordu. Örneğin HDP’liler medyada epeyce yer alıyorlar; Ahmet Hakan Demirtaş’la müzikli sohbetler yapıyordu.
Ama bu seçimde aynı Ahmet Hakan, mesajı da almış olarak, Devlet’e katil denir mi denmez üzerinden tamamen HDP ve Demirtaş’a karşı bir pozisyona geçebiliyordu.
Özetle, Türk Ordusu ve Genel Kurmay bu seçimlerde HDP’nin bir başarısını; ama tamamen meclis dışına düşmesini de istemiyordu. Çünkü bu takdirde Kürt hareketinin ve Türkiye’nin batısında yükselmeye başlayan yeni demokratik eğilimleri sisteme entegre etme kapısını tümüyle kapatmış olurdu.
MHP’ye bakalım. Geçen seçimde MHP fiili ve zımni bir ittifak içindeydi HDP ile. Erdoğan’ın başkanlığını engellemek için MHP’liler HDP’nin barajı aşmasını ister durumdaydılar ve bizzat kendileri “rüyamda görsem HDP’nin başarısını isteyeceğime inanmazdım” diyorlardı.
Bu seçimde ise, tam tersine bir durum söz konusuydu.
Sadece bu iki parametre bile -ki çok bereleyicidirler- iki seçim arasında güç ilişki ve dengelerindeki dramatik ve tamamen birbirine zıt değişimi gösterir.
Aynı şekilde bu tarafa bakalım.
Geçen seçimde PKK bütün politikasıyla HDP’nin başarısına uğraşır durumdaydı. Tek taraflı ateşkes yapıyor; Gerillalar ruh oluyor, görünmüyor; Erdoğan’ın bütün provokasyonları karşısında kan tükürülse kızılcık şerbeti içtim deniyordu.
Peki, bu seçimde neydi?
Tamamen tersi bir politikaya geçilmişti.
Şehirlerde mahallelerde özerklik ilan edildiği söyleniyordu. Adeta hükümet ve devlete gel beni ez diye davetiye çıkarılıyordu. Elbette Türk devletinin ezecek gücü vardı. Ve de ezdi. Ufku mahallesinin ötesini görmeyen yoksul mahallelerin gençleri mahallelerinde şu veya bu çatışmada hangi panzeri nasıl püskürttükleri üzerinden zafer ve yenilgi analizleri yapabilirler ama bunun politikayla ilgisi yoktur ve bunu politika yerine koymak büyük bir yanlıştır.
Son iki hafta tek taraflı ateşkes ilan edilmişti ama bunun artık hiçbir anlamı kalmamıştı. Bu seçime ilişki bir taktik manevradan başak bir şey olarak görülmüyordu ve değildi.
Diğer yandan HDP’nin politikası da yanlıştı. Geçen seçim barış sürecinin devamını istemek; Erdoğan’ın başkanlığını engellemek somut hedeflerdi ve o günün koşullarında doğruydular. En geniş güçleri toparlayabiliyorlardı.
Ne var ki bu sefer, hala barış sürecini yeniden kurmak, karşılıklı ateşkes gibi bir noktadan politika yapmaya çalışılıyordu. Görev belirlemesi veya vuruş yönü yanlıştı. Barış süreci fiilen bitmişti. Erdoğan orada olduğu sürece bir daha ateşkes bile gündeme gelemezdi. Yapılması gereken Erdoğan’ın darbesine yoğunlaşıp, onu tecrit etmeye yönelmek olmalıydı. Böyle bir stratejiye en geniş güçler toplanabilir; CHP yana çekilebilir. MHP tecrit edilebilir veya tarafsızlaştırılabilirdi.
Özetle, ne görüyoruz?
HDP’nin hem kendi politikaları hem de PKK’nın politikaları nedeniyle bu güçlerin dizilişini iyi görüp ona göre strateji değişikliği yapamadığını; tecrit olduğunu; yedeklerini yitirdiğini, karşı tarafın ise tam tersine güçlerini pekiştirdiğini.
Bu durumda seçim sonuçlarının hiç de anlaşılmayacak bir yanı yok. Bu durumun sadece bir fotoğrafından başka bir şey değil o sonuçlar.
Tekrar edelim. Seçim analizi, güçlerin konumlanışlarını yansıtan bir fotoğraf olarak görülmeli ve bir strateji tartışmasının dayanacağı veri olarak değerlendirilmelidir.
Seçim sonuçlarını değiştirecek olan da seçim çalışmalarının nasıl olacağı veya olmadığı veya olamadığı değil; strateji ve taktiklerdi. Örneğin:
1)      PKK aynı seçim öncesinde olduğu gibi, tek taraflı ateşkesi devam ettirecekti. Herhangi bir şekilde özerklik ilanları yapmayacaktı.
2)      Yine PKK esas yönünü Suriye’de Rakka’ya yönlendirmeliydi; Arap’ların desteğini alacak programatik ve stratejik değişiklikler yapmalıydı. Buna paralel olarak, Suriye’de alternatif bir demokrasinin temelini atmalıydı.
3)      HDP ise Türkiye’de Erdoğan’ı tecrit MHP’yi teşhir çizgisine geçmeli; soyut bir barış süreci veya karşılıklı ateşkes söylemine girmemeliydi. Erdoğan’ın temel hedef gösterilmesi, meşru yasaları savunur durumda kalmalı, MHP’yi tarafsızlaştırmanın veya etkisizleştirmenin yolunu aramalıydı.
4)      Mümkünse CHP ile birlikte yasal ve barışçı kitle gösterileri ile Erdoğan’ın istifasını hedefleyen bir hareket yaratmaya çalışmalıydı.
5)      Bunu yaptığı takdirde Erdoğan’ın sıkışmasına bağlı olarak AK Parti içinde de muhalif olanlar başını kaldırabilir ve Erdoğan tecrit edilebilirdi.
6)      Böylece bütün hareket alanı daralan Erdoğan Çankaya’ya çekilmeye veya istifaya veya kaçmaya mecbur kalırdı.
7)      Böyle bir durumda bütün güç dengeleri değişebilirdi.

O zaman Seçimler de olmazdı belki. Kim bilir, bir CHP-AKP hükümeti olur HDP bu hükümetin karşısındaki biricik ciddi muhalefet olarak yerini alırdı. Veya Seçim olsa bile Erdoğan’ın tecrit olup savunmaya geçtiği; kimsenin Erdoğan’ın yanında görünmek istemediği bir ortamda bugünkünden çok farklı bir sonuç ortaya çıkabilirdi. Bu da zaten lehte olan güç dengelerini daha da olumlu yönde etkileyebilirdi.
O halde, halkın aptallığı vs. gibi seçim analizlerini bir yana bırakın.
Düşman bize olanak tanımamış. Her türlü namussuzluğu yapmış.
O zaten düşmanım, o bunları zaten yapacak. Bundan şikâyet etmek saçmalıktır.
Bu sadece halka sistemin ikiyüzlülüğünü örneklemeye yarar ama analiz aracı ve açıklama nedeni olamaz.
HDP ve PKK doğru dürüst bir strateji ve taktiğe sahip değildiler, baştan aşağı yanlış politikalar izlediler.
Seçim sonuçları bunun cezasıdır.
Bu korkunç hatalara rağmen alınan sonuç, çok iyidir.
Hatta karşılıksız bir kredi gibi görülmelidir.
02 Kasım 2015 Pazartesi




Hiç yorum yok: