Seçimler üzerine değerlendirmeler yapılırken çok temel
bir metodolojik yanlış yapılıyor. Seçimler bir savaş, bir mücadele içindeki
güçlerin o sıradaki güç ve konumlanışlarının anlık bir fotoğrafı
olarak değerlendirilmiyor; seçimlerin kendisi bizzat savaşın
kendisi olarak görülüyor.
Buna bağlı olarak da seçim analizleri savaşan temel toplamsal
güçlerin çıkar, konumlanış, strateji ve taktiklerine göre değil; alınan oylara,
kayıplara ve kazançlara göre yapılıyor.
Sonra da bu temel yanlışa bağlı olarak bu kayıp ve
kazançların hangi baskılar, hangi seçim taktikleri, hangi aday seçimleri vs. ortaya
çıktığına ilişkin açıklamalar yapılıyor. Örneğin AK Parti’nin baskıları
terörünün seçim sonuçları üzerindeki etkilerinden hareketle sonuçlar
açıklanıyor.
Ama bu çok temel bir sorunun atlanmasına yol açıyor:
Neden Erdoğan geçen seçim böyle başarılı bir terör estirememiştir de bunu bu
seçim yapabilmiştir? Bu ise bizi otomatik olarak güçlerin konumlanışları,
stratejileri gibi bir noktaya getirir.
Çünkü IŞİD bombacıları bile boşlukta hareket etmezler.
Hele ki istihbarat örgütlerinin denetimi ve yönlendirmesi altında bulunanlar. O
İstihbarat örgütleri de boşlukta hareket etmezler. Var olan güç dengeleri
içinde hareket ederler. Yani bütün bu terör ve şiddetin ardında hep güçlerin
konumlanışları, stratejileri, çıkarları vs. vardır.
O halde seçim analizi aslında güçlerin strateji ve
taktiklerinin analizi olmak zorundadır. Ama seçim strateji ve taktiklerinin
değil, bütünsel olarak strateji ve taktiklerinin. Seçimlere yansıyan sonuç bu güçlerin
dizilişinin; bu güçlerin strateji ve taktiklerinin sonucudur.
Şimdi şöyle sadece bir iki parametreyle bu tür bir
seçim analizinin nasıl olması gerektiğini göstermeye çalışalım. Böylece iki
seçimi karşılaştıralım. İki parametre olarak Türk Ordusunu ve Devletini ve de
MHP’yi alalım.
AK Parti 7 Haziran seçiminde tam anlamıyla bir tecrit olmuştu.
Birincisi, devletin bir kısmı, yani Genelkurmay, AK
Parti’nin ve Erdoğan’ın yanında olmadığını erbabının anlayacağı dille ifade
etmişti.
Ağrı’daki çatışmada AK Parti sözcülerini tekzip ederce
Genel Kurmay sitesinde halka yaralı askerlere yardım ettiği için teşekkür
ediliyordu.
Gürsel Tekin, muhtemelen Ordu içinden verilen bir tüyoya
uygun olarak ve yine muhtemelen Erdoğan’ın Suriye’ye girme planını engellemek
için, Suriye’ye girileceğini ilan ediyor; sonra girilmeyince de memnun oldum
diyor ve bu hiçbir şekilde iktidar tarafından kullanılmaya çalışılmıyordu. Yani
fiilen Erdoğan’ın bir planını Genelkurmay bozmuş bulunuyordu büyük bir
olasılıkla.
Can Dündar Cumhuriyet sayfalarında MİT Tırlarının
resimlerini yayınlıyordu. Böyle bilgilerin yayınlanması aslında devletin
içindeki belli bir kesimin desteği olmadan zordur.
Bu örneklerin gösterdiği gibi, Devlet Partisi, Ordu ya
da “Hikmet-i Hükümet”, Erdoğan’a karşı bir pozisyonda konumlanmış ve Erdoğan bu
yedeğinden yoksun kalmıştı.
Bir de bu seçime bakalım. PKK’nın Tel Abyad’ı
düşürmesi ile birlikte, bütün kuzey Suriye’de bir Kürt şeridi olması ve bunun
denizle birleşmesi olasılığı karşısında, Türk ordusu ve devletinin bütün klasik
refleksleri ortaya çıktı ve önceki seçimde Erdoğan karşısında en azından
tarafsız kalmış olan Ordu Erdoğan ile yan yana bir pozisyona geçti.
Keza, Rusya’nın Suriye’ye girişi; ABD’nin Suriye’de
Kürtlerin temelini oluşturduğu güçlere silah vermesi vs. ister istemez, Türk
Ordusunu Erdoğan’la daha da yakınlaştırdı ve kader birliğine yöneltti.
PKK’nın şehirlerde Özerklik ilanları ve bazı
yoksulların oturduğu mahallelere Polisin girmesini engellemesi ayrıca bu durumu
pekiştirdi.
Bu güç yer değiştirmesine bağlı olarak Seferberlik
Tetkik Kurulu veya Ergenekon denen Gücün de iplerini salma olanağı doğdu
Erdoğan için. Geçen seçimde ise, bu gücün ipleri bağlıydı ve bu sayede oldukça
özgür bir ortamda seçim çalışması yapılabilmişti. Adeta gezi günlerindeki gibi
bir atmosfer vardı.
Tabii bu güç konumlanışının medyada da yansımaları
oluyordu. Örneğin HDP’liler medyada epeyce yer alıyorlar; Ahmet Hakan Demirtaş’la
müzikli sohbetler yapıyordu.
Ama bu seçimde aynı Ahmet Hakan, mesajı da almış olarak,
Devlet’e katil denir mi denmez üzerinden tamamen HDP ve Demirtaş’a karşı bir
pozisyona geçebiliyordu.
Özetle, Türk Ordusu ve Genel Kurmay bu seçimlerde HDP’nin
bir başarısını; ama tamamen meclis dışına düşmesini de istemiyordu. Çünkü bu
takdirde Kürt hareketinin ve Türkiye’nin batısında yükselmeye başlayan yeni
demokratik eğilimleri sisteme entegre etme kapısını tümüyle kapatmış olurdu.
MHP’ye bakalım. Geçen seçimde MHP fiili ve zımni bir
ittifak içindeydi HDP ile. Erdoğan’ın başkanlığını engellemek için MHP’liler
HDP’nin barajı aşmasını ister durumdaydılar ve bizzat kendileri “rüyamda görsem
HDP’nin başarısını isteyeceğime inanmazdım” diyorlardı.
Bu seçimde ise, tam tersine bir durum söz konusuydu.
Sadece bu iki parametre bile -ki çok bereleyicidirler-
iki seçim arasında güç ilişki ve dengelerindeki dramatik ve tamamen birbirine
zıt değişimi gösterir.
Aynı şekilde bu tarafa bakalım.
Geçen seçimde PKK bütün politikasıyla HDP’nin başarısına
uğraşır durumdaydı. Tek taraflı ateşkes yapıyor; Gerillalar ruh oluyor,
görünmüyor; Erdoğan’ın bütün provokasyonları karşısında kan tükürülse kızılcık
şerbeti içtim deniyordu.
Peki, bu seçimde neydi?
Tamamen tersi bir politikaya geçilmişti.
Tamamen tersi bir politikaya geçilmişti.
Şehirlerde mahallelerde özerklik ilan edildiği
söyleniyordu. Adeta hükümet ve devlete gel beni ez diye davetiye çıkarılıyordu.
Elbette Türk devletinin ezecek gücü vardı. Ve de ezdi. Ufku mahallesinin
ötesini görmeyen yoksul mahallelerin gençleri mahallelerinde şu veya bu
çatışmada hangi panzeri nasıl püskürttükleri üzerinden zafer ve yenilgi analizleri
yapabilirler ama bunun politikayla ilgisi yoktur ve bunu politika yerine koymak
büyük bir yanlıştır.
Son iki hafta tek taraflı ateşkes ilan edilmişti ama
bunun artık hiçbir anlamı kalmamıştı. Bu seçime ilişki bir taktik manevradan
başak bir şey olarak görülmüyordu ve değildi.
Diğer yandan HDP’nin politikası da yanlıştı. Geçen
seçim barış sürecinin devamını istemek; Erdoğan’ın başkanlığını engellemek
somut hedeflerdi ve o günün koşullarında doğruydular. En geniş güçleri
toparlayabiliyorlardı.
Ne var ki bu sefer, hala barış sürecini yeniden
kurmak, karşılıklı ateşkes gibi bir noktadan politika yapmaya çalışılıyordu.
Görev belirlemesi veya vuruş yönü yanlıştı. Barış süreci fiilen bitmişti.
Erdoğan orada olduğu sürece bir daha ateşkes bile gündeme gelemezdi. Yapılması
gereken Erdoğan’ın darbesine yoğunlaşıp, onu tecrit etmeye yönelmek olmalıydı.
Böyle bir stratejiye en geniş güçler toplanabilir; CHP yana çekilebilir. MHP
tecrit edilebilir veya tarafsızlaştırılabilirdi.
Özetle, ne görüyoruz?
HDP’nin hem kendi politikaları hem de PKK’nın politikaları
nedeniyle bu güçlerin dizilişini iyi görüp ona göre strateji değişikliği
yapamadığını; tecrit olduğunu; yedeklerini yitirdiğini, karşı tarafın ise tam tersine
güçlerini pekiştirdiğini.
Bu durumda seçim sonuçlarının hiç de anlaşılmayacak
bir yanı yok. Bu durumun sadece bir fotoğrafından başka bir şey değil o
sonuçlar.
Tekrar edelim. Seçim analizi, güçlerin
konumlanışlarını yansıtan bir fotoğraf olarak görülmeli ve bir strateji
tartışmasının dayanacağı veri olarak değerlendirilmelidir.
Seçim sonuçlarını değiştirecek olan da seçim
çalışmalarının nasıl olacağı veya olmadığı veya olamadığı değil; strateji ve
taktiklerdi. Örneğin:
1) PKK
aynı seçim öncesinde olduğu gibi, tek taraflı ateşkesi devam ettirecekti. Herhangi
bir şekilde özerklik ilanları yapmayacaktı.
2) Yine
PKK esas yönünü Suriye’de Rakka’ya yönlendirmeliydi; Arap’ların desteğini
alacak programatik ve stratejik değişiklikler yapmalıydı. Buna paralel olarak,
Suriye’de alternatif bir demokrasinin temelini atmalıydı.
3) HDP
ise Türkiye’de Erdoğan’ı tecrit MHP’yi teşhir çizgisine geçmeli; soyut bir
barış süreci veya karşılıklı ateşkes söylemine girmemeliydi. Erdoğan’ın temel hedef
gösterilmesi, meşru yasaları savunur durumda kalmalı, MHP’yi tarafsızlaştırmanın
veya etkisizleştirmenin yolunu aramalıydı.
4) Mümkünse
CHP ile birlikte yasal ve barışçı kitle gösterileri ile Erdoğan’ın istifasını
hedefleyen bir hareket yaratmaya çalışmalıydı.
5) Bunu
yaptığı takdirde Erdoğan’ın sıkışmasına bağlı olarak AK Parti içinde de muhalif
olanlar başını kaldırabilir ve Erdoğan tecrit edilebilirdi.
6) Böylece
bütün hareket alanı daralan Erdoğan Çankaya’ya çekilmeye veya istifaya veya
kaçmaya mecbur kalırdı.
7) Böyle
bir durumda bütün güç dengeleri değişebilirdi.
O zaman Seçimler de olmazdı belki. Kim bilir, bir CHP-AKP hükümeti
olur HDP bu hükümetin karşısındaki biricik ciddi muhalefet olarak yerini
alırdı. Veya Seçim olsa bile Erdoğan’ın tecrit olup savunmaya geçtiği; kimsenin
Erdoğan’ın yanında görünmek istemediği bir ortamda bugünkünden çok farklı bir
sonuç ortaya çıkabilirdi. Bu da zaten lehte olan güç dengelerini daha da olumlu
yönde etkileyebilirdi.
O halde, halkın aptallığı vs. gibi seçim analizlerini bir
yana bırakın.
Düşman bize olanak tanımamış. Her türlü namussuzluğu yapmış.
O zaten düşmanım, o bunları zaten yapacak. Bundan şikâyet etmek
saçmalıktır.
Bu sadece halka sistemin ikiyüzlülüğünü örneklemeye yarar ama
analiz aracı ve açıklama nedeni olamaz.
HDP ve PKK doğru dürüst bir strateji ve taktiğe sahip değildiler, baştan aşağı yanlış politikalar izlediler.
HDP ve PKK doğru dürüst bir strateji ve taktiğe sahip değildiler, baştan aşağı yanlış politikalar izlediler.
Seçim sonuçları bunun cezasıdır.
Bu korkunç hatalara rağmen alınan sonuç, çok iyidir.
Hatta karşılıksız bir kredi gibi görülmelidir.
02 Kasım 2015 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder