Seçim sonuçları ne olursa olsun, temel sorun aynı
kalacaktır: Erdoğan. Yani “Arturo Ui’nin Önlenebilir
Yükselişi”. Erdoğan diktatörlük yolunda çok büyük mesafeler kat etti
ama hala tam olarak istediği noktaya erişebilmiş değil. Buraya erişip erişemeyeceği
ise muhalefetin nasıl politikalar izleyeceğine; ama her şeyden önce de HDP’nin
politikalarına bağlı.
Erdoğan hedefine ulaşırsa, sonraki mücadeleler çok
acılı ve uzun olacaktır. Ama Erdoğan’ın
bu gidişi engellenebilirse, bu engellemeden alınan güçle barış ve demokrasi
yönünde önemli mesafeler kat edilebilir.
O halde, seçim sonuçları, özünde sadece bu mücadelenin
daha elverişli veya elverişsiz koşullarda verilmesini belirleyecektir. Ama
seçimlerden başarıyla çıkılsa bile, mücadelenin sonucu izlenecek politikalar
bağlıdır. 7 Haziran kazanılmış bir seçimin bile nasıl bir yenilgiye
dönüşebildiğinin çok önemli bir örneğidir. 1 Kasım da, eğer seçimlerde istenen
başarı kazanılamasa bile, zafer kazanılmamış bir seçimin nasıl bir zafere
dönüşebildiğinin bir örneği olabilir.
En kötü olasılık nedir?
Erdoğan’ın partisinin tek başına iktidarı.
Kimileri bunu bir olasılık olarak görmüyor veya görmek
istemiyor.
HDP’nin oy kaybetmediğine ilişkin gözlemler (ki biz de
öyle düşünüyoruz) ve CHP’nin yükseldiğine ilişkin anket sonuçlarının böyle bir
olasılığı ortadan kaldırdığı düşünülüyor.
Ancak matematik olarak HDP ve CHP’nin oyu artsa da, artışların
nerelerde nasıl olduğuna bağlı olarak, AK Parti’nin MHP’den alacağı oylarla, tek
parti hükümeti kuracak bir çoğunluğa erişmesinin mümkün olduğu atlanıyor.
Kaldı ki, anketler AK Parti’nin oyunu arttıracağını
söylemektedir. Eğer bu anketler manüplasyon amacıyla yapılmamışsa, tek başına
AK Parti’nin hükümet kuracak çoğunluğu oluşturması ciddi bir olasılık olarak
ortada durmaktadır.
AK Parti’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu
sağlaması Erdoğan’ın giderek daha da pervasızlaşması; tüm yasa ve hukuku bir
yana atarak; hazırladığı çeteleri de piyasaya sürerek, terör estirerek; yeni
mevzileri birbiri peşi sıra kaba güçle ele geçirmesi sonucunu verecektir.
Bu durumda bozuk bir moralle ve yitirilmiş mevzilerle
bir mücadeleyi sürdürmek gerekecektir. Şimdiden bu olasılığa karşı hazırlıklı
olmak gerekmektedir.
*
Kaldı ki, çoğunluğu sağlayamaması da aslında sonucu
pek değiştirmez.
MHP, AK Parti’nin ve Erdoğan’ın fiili yedeği
durumundadır. MHP’nin bu tavrı, aslında Türk devleti ve ordusunun Erdoğan’la Kürt
hareketine karşı şu sıralar yaptığı ittifakın bir yansımasıdır. MHP ve AK Parti’nin
birlikte hala meclisin çoğunluğunu oluşturduğu akıldan çıkarılmazsa, demokrasi
mücadelesinin ilk adımı olarak Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılmasının nasıl uzun
ve zorlu bir mücadeleyi gerektirdiği tahmin edilebilir.
İşte özellikle bu noktada HDP’nin duruşu tayin edici
önemdedir. HDP’nin gücü nedir diye düşünülmemelidir. Politika sadece güçle
yapılmaz; duruşun, stratejinin, taktiklerin büyük önemi vardır. HDP akıllıca ve
sağlam bir duruş sergilerse, CHP’yi, MHP’yi ve AK Parti içindeki potansiyel
muhalifleri Erdoğan’ın yanından uzaklaşmaya zorlayabilir.
Bunun için de HDP vuruş yönünü, barış
değil, Erdoğan’ın tecrit edilmesine
yoğunlaştırması gerekmektedir.
Eğer HDP, Erdoğan orada durdukça barış olmayacağı
gerçeğinden hareket ederek, barışa ulaşmanın ön koşulu olarak, Erdoğan’ın
teşhir ve tecrit edilmesini dönemin stratejik hedefi;
yakalanacak ana halkası olarak tespit eder ve
taktiklerini de buna göre belirlerse kendi nicel gücünün çok üzerinde bir
siyasal güç kazanıp, olayların gidiş yönünü etkileyebilir.
Neden barış değil de Erdoğan?
Barış hedefi, ister istemez MHP’nin fiilen Erdoğan’ın
yanında yer almasına yol açmaktadır.
Barış’ı değil de Erdoğan’ı hedef alan bir politik
strateji ise MHP’yi köşeye sıkıştırır.
HDP, MHP’ye açıkça şunu söylemelidir: “Tamam senin alerjilerini
biliyoruz. Kürdistan’da bir barış sürecine karşısın. Ama şu an sorun, Erdoğan’ın
girdiği ve sürekli mesafe kat ettiği diktatörlük yoludur. Erdoğan’ı oradan uzaklaştırma
veya sembolik cumhurbaşkanı mevkiine geri döndürme veya mahkemeye çıkarma
hedefinde samimiyseniz, biz sizi hem CHP ile kuracağınız bir hükümette dışarıdan
desteklemeye; hem de Meclis’te Erdoğan’ın oradan uzaklaşması için desteklemeye
hazırız.
Bu takdirde MHP’nin kaçacak yeri kalmaz, kaçtıkça da
etkisi azalır ve hareket alanı daralır. Hatta MHP’nin tabanından CHP ve HDP’ye
kayış başlar.
Ancak burada sorun HDP’dedir.
HDP’nin ise böyle esnek ve kapsayıcı bir politika için
önce “Türkiye Partisi”; hatta Ortadoğu Partisi olması gerekir.
Çünkü Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması Ortadoğu’daki
dengeleri de değiştirir ve aslında Barış Süreci’ne barış isteğini başa koşmuş
bir politikadan çok daha fazla hizmet eder. Erdoğan’ın bulunduğu yerden uzaklaşması,
IŞİD ve diğer sözde “ılımlı muhalifler”in, en büyük desteğinin kalkmasına; gücünün
azalmasına dolayısıyla Kürt Özgürlük hareketinin gücünün artmasına yol açar. Bu
da ister istemez, Türk devleti içindeki Kürtlerle barış yapılması eğiliminin
güçlenmesine yol açar.
(Tabii PKK’nın da böyle bir Ortadoğu perspektifi ile
olaya yaklaşması durumunda, bu strateji çok hızla ve kesin başarı getirebilir.)
O halde, seçimlerin sonucu ne olursa olsun, HDP’nin
Erdoğan’ı hedef alan, onu oradan uzaklaştırmaya yönelik bir strateji izlemesi
gerekmektedir.
Erdoğan’ın diktatörlüğünü engelleme ve oluşmakta olanı
geri döndürmeye yönelik bir strateji en geniş güçleri birleştirebilir.
Özetle, seçimlerden sonra HDP’nin, Erdoğan’ın bir
darbeyle orada olduğunu; gayrı meşru ve anayasa dışı olduğunu ilan edip; onu
tanımadığını söyleyip tüm partileri Erdoğan’ın yasa dışı egemenliğine ve diktatörlüğüne
son vermeye çağırmalı; onu tanımamaya çağırmalıdır.
Bunun için koşullar olağanüstü uygundur. HDP’nin
yapması gereken kanunları ve hukuku savunma pozisyonuna geçmektir.
Böyle bir tavır, yani Erdoğan’a açıktan karşı çıkış,
Erdoğan’ın hareket alanını da iyice daraltır.
Erdoğan bu durumda herkesi bırakıp HDP ile uğraşmak
zorunda kalacaktır. Ama Erdoğan HDP ile uğraştıkça, HDP Türkiye’nin gündemini
belirleyecektir. Bu durumda, CHP ve MHP’nin de Erdoğan’a karşı bir pozisyona
geçmekten başka çareleri kalmaz. Geçmedikleri takdirde hızla erirler ve HDP
Erdoğan’ın diktatörlüğüne karşı mücadele eden tek muhalif güç olarak ortaya
çıkar.
Erdoğan aslında demokrasi mücadelesi için en büyük şanslardan
biridir de, yeterince iyi ve doğru değerlendirilebilirse.
Tabii HDP’nin bu stratejisini aynı zamanda, tamamen
legal olanaklara dayanan barışçıl bir kitle hareketiyle birleştirmesi
gerekmektedir. Yani Erdoğan’a karşı kitleleri harekete geçirmek üzerinden politika
yapmalıdır. Ve bu politikada kendini parti olarak öne çıkarmamalıdır. Fiilen
önde olmalıdır.
Elbette bu noktada yine PKK’nın durumu da önem
kazanmaktadır. PKK’nın tek taraflı ateşkesi sürdürmesi bu politikanın başarısı
için önemli koşullardan biridir.
*
Eğer AK Parti oy yitirir, daha da aşağılara düşer; HDP
oy yükseltirse, bu strateji yine aynı kalmalıdır ama bu sefer hareket alanı
daha geniş olur ve mücadele koşulları nispeten daha elverişli olur. Daha yüksek
bir moralle verilebilir bu mücadele. Dolayısıyla daha az sancılı ve daha kısa
olması olasılığı yükselir.
Böyle bir sonuç, AK Parti içindeki muhaliflerin kafa
kaldırmasına ve AK Parti’nin bölünmesine ve bölünenlerle daha elverişli, belki
barış sürecini yeniden başlatacak bir hükümetin kurulmasına bile yol açabilir.
*
Bu noktada Demirtaş ile ilgili bir noktaya değinelim. Demirtaş
elbette karizması olan, çok yetenekli, esnek, zeki vs. bir politikacı ama iyi bir
stratej değil. Maalesef hala böyle bir strateji değişikliğinin ipuçlarını sunmuyor.
Dikkat edilirse hala konuşmalarında hükümet olasılıkları üzerinden konuşuyor.
CHP ile de, AK Parti ile de koalisyon kurabileceklerinden vs. söz ediyor.
Uzlaşmacı bir görünüm sergilemeye çalıştığı belli ama bu bir doğru stratejinin
yerini dolduramaz. 1 Haziran seçimi sonrasında bu acı acı görüldü ve sonuçları
çok pahalı oldu. Akıllıca bir politika izleseydi HDP, bir buçuk ay uyumasaydı,
belki onca can kurtulabilirdi.
Demirtaş’ın demesi gereken şudur: “Hükümet kurulur bu
sorun değildir. Memleket hükümetsiz kalmaz, ama başkansız kalabilir ve
diktatörlük özlemleri olan bir başkandan ise, başkansız kalması veya meclis
başkanının vekâlet etmesi bin kat daha hayırlıdır diyebilir.
Böylesine Erdoğan’a ve başkanlığa açıktan bir savaş
ilanı, Erdoğan’a karşı bütün güçleri toplar ve Erdoğan’ı zayıflatır.
Eğer böyle bir çizgi izlenirse, seçimlerde sonuç ne
olursa olsun başarı elde edilebilir.
Ama böyle bir çizgi izlenmez ise, seçimlerde sonuç ne
olursa olsun, başarısızlık kaçınılmazdır.
*
Kimileri de dış güçlerin (ABD, Avrupa, NATO vs.) Erdoğan’ın
diktatörlüğüne izin vermeyeceği gibi sahte hayaller yayıyorlar.
Bu tamamen yanlış bir yaklaşımdır.
Dış güçlere bel bağlamak intihardır. İşte Merkel’in
mülteci akışını durdurmak için tüm siyasi teamülleri de bir kenara iterek
Ankara’ya gelmesi ve Erdoğan’a destek vermesi en somut örnektir.
Amerika da yarın öbür gün, Rusya ve Çin’in Ortadoğu’ya girişi karşısında, Erdoğan’ın planlarına evet demeyeceğinin ve Erdoğan’ın birden bire tekrar eski günlerine kavuşmayacağının bir garantisi yoktur.
Amerika da yarın öbür gün, Rusya ve Çin’in Ortadoğu’ya girişi karşısında, Erdoğan’ın planlarına evet demeyeceğinin ve Erdoğan’ın birden bire tekrar eski günlerine kavuşmayacağının bir garantisi yoktur.
*
Erdoğan’a karşı ordu ve bürokrasi içinde direnme
bekleyenler de yanılmaktadırlar.
Ordu şimdi Erdoğan’ı desteklemektedir. Evet, Erdoğan’dan farklıdır. Bir anlamda Erdoğan’la Kürtlere karşı ittifak yapmakta, diğer yandan Erdoğan’ın iyice yıpranmasını beklemekte; Erdoğan’ın diğer muhalifleri ezmesini izlemekte, kendisinin bir kurtarıcı olarak karşılanacağı günleri beklemektedir.
Ordu şimdi Erdoğan’ı desteklemektedir. Evet, Erdoğan’dan farklıdır. Bir anlamda Erdoğan’la Kürtlere karşı ittifak yapmakta, diğer yandan Erdoğan’ın iyice yıpranmasını beklemekte; Erdoğan’ın diğer muhalifleri ezmesini izlemekte, kendisinin bir kurtarıcı olarak karşılanacağı günleri beklemektedir.
Bu gerçekleşse bile, hem çok ve uzun acılar; hem her
türlü demokratikleşmenin bir yarım yüzyıl daha uzaklaşması; hem de bu “kurtarıcının”
bütün demokratik güçleri bir silindir gibi ezmesi demektir.
*
AK Parti’den muhaliflerin kopacağı gibi beklentiler
ise tamamen çocukçadır. Örneğin Arınç’ın o çok şişirilen söyleşisinde
söyledikleri, Erdoğan’a karşı, politik ve programatik olarak hiçbir eleştiri
içermemektedir. Erdoğan’a kişisel bir kırgınlığın ifadesinden başka bir şey
değildir. AK Parti içindeki muhalifler, ancak Erdoğan tecrit olduğunda başlarını
kaldıracak cesareti bulurlar.
O halde, HDP’nin yapması gereken, sonuçlar ne olursa
olsun. Erdoğan’ın diktatörlük ihtiraslarına karşı mücadeleyi başa almak ve bu
mücadeleyi aynı zamanda barışçıl biçimler içinde geniş kitlelere yaymaktır.
Seçim sonuçları ne olursa olsun ancak bu koşulda
başarıya ulaşılabilir.
01 Kasım 2015 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder