HDP’yi niçin savunmalıyız?
Çünkü Erdoğan yaptığı fiili darbeyi oturtmak ve
Türk-İslam faşisti kişi diktatörlüğünü kurmak için, önündeki en büyük engel
olarak, HDP’yi görmekte; onu aynı zamanda toplumdaki en zayıf ve tecrit
edilebilir halka olarak gördüğü için de, bu halkayı parçalayarak, diktasının
önündeki en büyük engeli kaldırmayı hedeflemektedir.
Erdoğan kendi açısından doğru ve akıllıca bir hedef
tanımı yapmış bulunmaktadır.
Gerçekten de, HDP’yi tecrit edip ezebildiği takdirde,
önünde ona doğru dürüst direnebilecek hiçbir güç kalmayacaktır. Çünkü bu
yenilginin ortaya çıkaracağı moral bozukluğu ve derin bölünme, CHP’nin (hatta MHP’nin
de) direnişini güçleştirecek; buna karşılık Erdoğan zaferinin kendisine bahşedeceği
ve zafer arabasına bağlayacağı yeni güçlerle, yeni saldırılara girişmek için de
daha büyük bir güç ve cesaret bulacaktır.
Bunu kavramsal olarak ifade edersek, HDP sadece
Erdoğan’a karşı savaşan ve bu savaşı en önde götüren bir SİYASİ GÜÇ değildir;
ayın zamanda bir SAVAŞ ALANIDIR.
Savaşta, kazanmak veya kaybetmemek için uğruna savaşılan
alanların, onların niteliğiyle çoğu kez ilgisi bulunmaz. Hiç sevilmeyen, hiçbir
stratejik, ekonomik, ticari kültürel değeri olmayan bir toprak parçası bile, güçlerin
mücadelesi, savaşın akışı içinde, birden bire hayati bir önem kazanır. Aslında
belki olağan zamanda kimsenin bilmediği, bilmeyeceği, gitmediği ve gitmeyeceği
bu alanı ele geçirmek ya da kaybetmemek için gereğinde tüm güçler oraya
yığılabilir; en büyük kayıplar ve fedakârlıklar göz önüne alınabilir. O savaşın
konusu olan alanın, verimli toprakları, güzel bir iklimi olup olmadığının;
ekonomik veya kültürel bir değeri olup olmadığının hiçbir önemi kalmaz.
Bunun en son örneği Kobani’de görüldü. Kobani, yarı çöl
bir bozkırda, hiçbir özelliği olmayan bir hudut kasabasıydı. Kimse adını bile
bilmiyordu. Ama savaşın akışı içinde, kimsenin gidip yaşamak istemeyeceği;
kimsenin adını bile bilmediği bu yer, bir stratejik SAVAŞ ALANI oluverdi. Birçokları, savaşın bu kendi mantığını ve
diyalektiğini kavramayanlar, Kobani’nin ne önemi var diyorlardı. Kobani’nin
öneminin olup olmamasının öneminin olmadığını anlamıyorlardı. Kobani’nin önemi,
ekonomik, coğrafi, kültürel vs. öneminden değil; savaşın kendi diyalektiğinden
geliyordu.
O halde, SAVAŞ ALANI ve SAVAŞIN GÜÇLERİ’ni ayırmak
gerekir. Savaş alanlarını beğenmesek de savunmak gerekebilir. Çünkü savaş
alanını siz seçemezsiniz. İstemediğiniz bir alanda, istemediğiniz bir yerde
savaşa girmek zorunda kalabilirsiniz.
İşte, şu an Erdoğan’ın fiili darbesini, Türk-İslam
faşisti kendi diktatörlüğü ve rejimiyle taçlandırmak için girdiği gözü kara
savaşta, HDP’nin durumu böyledir. HDP’nin kendisi kendisine karşı Erdoğan’ın savaştığı bir güçtür; ama varlığı bir savaş
alanıdır.
Askeri terimlerle konuşulursa, Erdoğan, HDP’yi tecrit
edip ezebildiği, yani askeriyedeki gibi bu kritik bir boğaz veya tepeyi ele
geçirdiği takdirde; çok kritik ve stratejik bir mevzii ele geçirmiş olacak,
önünde neredeyse savunmasız geniş topraklar açılacaktır.
İşte tam da bu nedenle, HDP’li olmayanların, hatta
HDP’ye zerrece sempati duymayanların bile, tam da savaşın kendi diyalektiği nedeniyle
tayin edici bir önem kazandığından; Erdoğan karşısında HDP’yi savunmaları
gerekmektedir. HDP’yi savunarak aslında düşmanı ileri bir noktada karşılayıp,
kendilerin savunmuş olurlar.
HDP’yi savundukları takdirde, Erdoğan’a tıpkı 7
Haziran seçimlerindeki gibi, ikinci bir yenilgi tattırabilirler ve belki bu
sefer en küçük bir kararsızlık göstermeden onun bu darbesine son verip, onu oradan
uzaklaştırabilirler.
Aksi takdirde, Erdoğan çok büyük acılara ve belki iç
savaşa yol açacak kendi diktatörlüğü kuracak; belki de bundan kurtulmak için
bir askeri darbe bir kurtarıcı gibi beklenecektir. Bu kırk katır mı kırk satır
mı dilemmasından kurtulabilmenin tek yolu var. Erdoğan’ın HDP’ye karşı onu
tecrit etmek; kapatmak, seçime sokmamak; propaganda ve çalışma yaptırmamak, ona
oy vereceklere oy verdirmemek gibi biçimlerde sürecek savaşında HDP’nin yanında
yer alarak, Erdoğan’ın saldırısını engellemek, boşa çıkarmak.
Aslında 7 Haziran öncesinde tam da olan buydu. HDP’nin
yüzde on barajının, bir savaş alanı olduğunu herkes görmüştü, bu kavramla ifade
etmese bile herkes böyle olduğunu seziyordu. Bu sayede herkes bu savaş alanını
Erdoğan’a karşı savunmak için elinden geleni yapmış; adeta HDP’nin etrafına,
onu koruyan bir görünmez duvar örülmüştü.
Bu sayede aslında Erdoğan’ın kişi diktatörlüğü hayallerine
son verecek bir meclis çoğunluğu elde edilmişti.
Ama MHP’nin demokrasi ve özgürlük düşmanı; Türk
ırkçısı bir şark despotluğuna dayanan programı ve anlayışı; HDP’nin ve
demokratik güçlerin kazandığı bu zaferde kendi sonunu gördü ve seçimlerden önce
fiilen oluşmuş; HDP’yi; onunla çatışmayarak, çatışmadan kaçarak; savunma
mevziinden; birden bire HDP’yi tecrit etme pozisyonuna; Erdoğan’ın yanına
geçti.
Öte yandan CHP ve HDP hemen harekete geçecek yerde,
Erdoğan’ın kanun ve kurallara uyacağı gibi bir hayalin ardında değerli günleri
yitirdiler ve Erdoğan’ın bozgundan sonra tekrar toparlanması için ona zaman ve imkân
sundular.
HDP; seçim sonuçlarına dayanarak, Erdoğan’ın yapmak
zorunda olduklarını görmeyerek, hala eski arabulucu pozisyonuna geri dönmeye
dayanan, barış sürecini sürdürmek gibi bir alanda politika yapmaya devam etti.
Bütün bu koşulların bir araya gelmesiyle, Erdoğan çok kıymetli
bir zaman kazandı ve güçlerini tekrar topladı.
Erdoğan’ın seçim yenilgisi, aslında ona muhalif AK
Partili güçlerin bile daha büyük bir şekilde seslerini çıkarmalarının yolunu
açmıştı. CHP ve HDP’nin Erdoğan’a karşı biraz daha kararlı bir politikası bile
onları daha da cesaretlendirir, Erdoğan’ın hareket alanını daraltır ve onu
savunmaya zorlayabilirdi. HDP ve CHP’nin gafleti ve durumun özgül karakterini
kavramakta gösterdikleri basiretsizlik buna imkân tanımadı.
HDP, barış sürecini sürdürmek değil, ateşkesi
sürdürmek gibi bir noktaya geri çekilerek, esas vuruş yönü olarak, gayrı meşru
ilen ettiği Erdoğan’ın başkanlığını hedef alsaydı; böyle kararlı bir
politikayla CHP’yi de daha kararlı bir pozisyona çekebilir; MHP’yi de köşeye
sıkıştırabilirdi. Böyle bir çizgi, ateşkesi sürdürmeyi savunma ve Erdoğan’ı
hedef alma çizgisi, MHP’yi yeni cenazelerin gelmesini ve Erdoğan’ın
başkanlığını ve darbesini destekler pozisyonda bırakabilirdi. Bu da MHP’nin
hareket alanını daraltırdı.
HDP’nin izleyeceği böyle bir politika ister istemez,
PKK üzerinde de bir baskı yaratırdı.
PKK da bugün artık fiile başlamış bulunan savaştan; o
zamanlar bulunan karşılıklı ateşkes noktasına gelmek zorunda kalmadan; var olan
fiili ateşkesi sürdürmeyi savunabilir ve sürdürebilirdi. PKK yöneticileri aslında
fiilen o noktaya geri dönmek istediklerini ifade etmektedirler, karşılıklı olma
koşuluyla ateşkes derken. Ama artık, koşullar değişmiştir, bunu sağlayacak olan
tek taraflı ateşkes olabilirdi. Ama artık kendisi de bunu tek taraflı yaptığı takdirde
ki aslında seçim öncesi durum fiilen tam da buydu; o noktaya gelebilir. Seçimlerde ve
sonrasındaki kısa zamanda bu fiilen vardı. Bunu savunmak, yakalanacak ana halka
olarak görülse ve seçilseydi; Erdoğan orada kaldıkça bir barış sürecinin
ilerleyemeyeceği; dolayısıyla Erdoğan’ın başkanlığına son verilmesinin, temel
stratejik hedef haline getirilmesi gerçekçiliğinden hareket edilseydi. Bu
savunma noktasında, HDP bütün dördüncü parti olma güçsüzlüğüne rağmen,
siyasetin belirleyicisi olabilirdi.
Özetle, MHP’nin ırkçı ve şark despotu, demokrasi
düşmanı özellikleri; CHP’nin hala içindeki çok güçlü ulusalcı ve Kürt düşmanı unsurların
baskısı altında HDP’den uzak durma eğilimi ve Erdoğan’ın niteliğini ve
amaçlarını kavramaktan uzak gaflet içindeki politikası; HDP’nin benzen şekilde
Erdoğan’ı; durumu ve görevleri doğru değerlendirmekten uzak politikası; hepsi
bir arada Erdoğan’a geniş bir hareket alanı sağladı ve Erdoğan kararlılıkla bu
meclis çoğunluğunu ele geçermiş güçleri; dolayısıyla Meclis’i felç edebildi ve
darbesini yapabildi.
*
Evet, şimdi tekrar 7 Haziran seçimleri öncesindeki bir
yerdeyiz.
Tekrar HDP’yi savunmalıyız.
Ama bu sefer aynı yolu dizlerimiz üzerinde kat etmek
zorundayız.
HDP artık kendisi fiili bir güç olmaktan çıkmış,
hareket kabiliyeti son derece azalmış, büyük kayıplar yaşamış durumda.
Öte yandan bir savaş alanı olarak HDP, Erdoğan’ın güçlerince
dört bir yandan kuşatılmış durumda. MHP hala HDP’ye karşı savaşta Erdoğan’la
işbirliği içinde. CHP korkak ve kişiliksiz politikalarıyla Erdoğan’a en büyük desteği
vermekte; Erdoğan’ın darbe yaptığını söylemekte; bunun mantıki sonuçlarına
varmaktan korkmakta; bunu yeni
darbelerin izleyeceğini görmemektedir. Hala adil bir seçim olacağı hayalleriyle
tam bir felç durumundadır. Çok kıymetli zamanları yitirmektedir. Hala kitleleri
Erdoğan’ın darbesine karşı, yasalar çerçevesinde, sokaklara protestoya,
Erdoğan’ın istifasını istemeye çağırmamaktadır. HDP’yi yalnız bırakmakta; Onu
savunmanın önemini görmezden gelmektedir.
*
Nasıl mı? Bir örnek verelim. CHP’nin özel olarak HDP’yi
savunması bile gerekmiyor. Aslında Demokratik özgürlükleri ve en temel hakları
bile savunması yeter. Bu aynı zamanda bir savaş alanı olarak HDP’nin de
savunması olur.
Örneğin, hukukta suç bireyseldir ve işkence yasaktır.
Suçun bireysel olduğunun hukuki veya fiili reddi, sonuçta
jenosite kadar gider.
İşkence sadece insanlara elektrik vermek, falakaya
yatırmak değildir. Gerçi Türkiye gibi insan haklarının zerrece değeri olmadığı şark
despotluklarında işkence denince bunlar anlaşılır; bundan aşağısına işkenceye
uğrayanlar bile işkence demezler.
Hâlbuki insanları, belli bir yerde durmaya mecbur
etmek; susuz, yiyeceksiz evlerinde kapalı tutmak; hareket ve seyahat
özgürlüğünü engellemek bile bir işkencedir. Hijyenini engellemek bir
işkencedir. Bütün dünyanın uygar ülkelerinde böyledir bu. Uluslar arası
anlaşmalarda böyledir bu.
Türk devleti bu uluslar arası tanımları ve kuralları
tanıdığını ifade etmiştir; kendini anlaşmalarla bağlamıştır. Hatta bir zamanlar
AK Parti’nin şimdi unutulmuş programında bile “İşkenceye sıfır tolerans”
deniyordu.
Bu uluslar arası kurallara göre koca Cizre, yüz binden
fazla nüfuslu bir şehir, günlerdir, dünyadaki bütün uygar ülkelerin işkence
tanımlarına göre, sokağa çıkma yasağı denilerek fiilen işkence altındadır.
Türk devleti ve Erdoğan, Cizre’de işkence yapma suçunu
işlemektedirler. Şu an devletin başındaki bütün yöneticiler her an suç işleyen
işkencecilerdir. İşkenceye karşı direnmek her yurttaşın hakkı ve görevidir.
Ve toplu işkence ise, suçun bireyselliği kuralının da inkârı
olduğundan; jenosidin bir ön adımıdır.
CHP en azından Türkiye’nin resmen imzaladığı, bu
anlaşmalara dayanarak derhal sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını söylemeliydi.
Halkı işkenceye karşı kendini savunma; işkenceden kaçma hakkını kullanarak
sokağa çağırmalıydı.
Türkiye’nin her yerindeki insanları, işkenceye
uğrayanları savunmak için iktidara karşı sokağa protesto gösterilerine; yani en
demokratik hakların kullanımına çağırmalıydı
Kılıçdaroğlu gereğinde bütün vekilleriyle, derhal
uçağa veya arabaya atlayıp Cizre’ye gitmeliydi.
Aynı anda tüm Avrupa, Amerika gibi ülkelere çağrılar
yaparak Erdoğan’ın işkence rejiminin suçlarını tespit etmek üzere onları Cizre’ye
heyetler göndermeye davet etmeliydi.
Bunların hiç birini yapmış değil ve yapmıyor.
Bütün bunları yapmayan bir CHP de aslında kurucusu
olduğu bu şark despotluğunu fiilen korumaya devam ederek; tavşan boku gibi
kokmaz ve bulaşmazlığıyla Erdoğan’ın diktatörlüğüne giden yolda ona destek
olmakta; intihar etmektedir.
*
O halde, HDP’nin aynı zamanda Erdoğan’ın diktatörlüğüne
karşı savunulması gereken en önemli ve tayin edici savaş alanı olduğundan
hareketle, HDP’yi savunmak gerekiyor.
HDP’yi savunduğumuzda, Erdoğan’ın darbesine ve
oturtmaya çalıştığı Türk İslam faşisti, diktatörlüğüne de direnmiş oluruz.
Onu bu noktada durduramazsak, çok gerilere gideceğiz;
çok ağır yenilgilerin altında ezileceğiz demektir.
İşte bu nedenle HDP’yi savunmak için HDP’li olmak
gerekmiyor. Erdoğan’ın darbesine son vermek ve diktatörlüğüne direnmek için,
HDP’nin savunulması can alıcı önemdedir.
Bu nedenle, HDP’li olmayanları bile; demokrat
olmayanları bile; Sadece Erdoğan’ın Türk-İslam faşisti dikta rejimine karşı
durmak ve bunu engellemek isteyenleri bile HDP’yi savunma ve desteklemeye cağırıyoruz.
HDP’yi savunduğumuzda aslında kendimizi savunmuş
olacağız.
Ve HDP’yi savunmak için HDP’yi savunmak da gerekmiyor.
Sadece yurttaşların, yani aslında kendimizin, kanunla belirlenmiş demokratik
haklarını savunmak bile fiilen HDP’yi savunmak neticesini verir.
Bu özdeşlik bizlere aynı zamanda HDP’yi savunmanın
dolayısıyla Erdoğan’ı alt etmenin onun diktatörlük planlarını havaya uçurmanın
stratejisini de verir.
Güçlerin en irisini, en kritik anda düşmanın en can
alıcı yerine yığmak bütün savaşların en değişmez kuralıdır.
Erdoğan’ın darbe ve diktatörlük rejiminin en zayıf
yeri bizzat Erdoğan’ın kendisidir.
Bu nedenle, hedefi hiçbir şekilde dağıtmadan,
Erdoğan’ın istifasını isteyen çok geniş bir hareket oluşturmak gerekiyor.
Erdoğan’ı böylece yenilgiye uğratmak mümkündür.
*
Ama Türkiye’deki bütün kitlesel hareketlerin en büyük
sorunu bizzat sokağa çıkmanın, polise sağladığı geniş hareket olanaklarıdır.
Ne zaman bir topumun en alt kesimlerinin bile sokağa
çıkması olsa, sol küçük gruplar, polis vs. için alan açılır ve bunlar
gelenlerin kısa zamanda uzaklaşmasına; hareketin zayıflamasına; geniş
kitlelerin sağduyusunu harekete damgasını vuramamasına yol açar. Bu da yine
kitlelerin daha büyük oranda uzaklaşmasına.
Bunu aşmanın bir tek yolu vardır. Bir tek hedefe
yönelik olarak, bağırmadan, çağırmadan, tamamen pasif direniş biçiminde
yurttaşlık haklarını kullanma temelinde hareket etmek.
Ancak bu şekilde milyonlarca insan, nüfusun ezici
çoğunluğu Erdoğan’ı istifaya zorlayabilir. Onu savunmaya zorlayıp; onun ülkeyi
kan gölüne çevirmesini engelleyip; seçimlerin en azından 7 Haziran’daki gibi
kuralına uygun yapılmasını sağlayabilir.
Bu nedenle, bu hareket gücünü genişliğinden,
kitleselliğinden almalıdır.
Genişliği ve kitlenin büyüklüğünü sağlamanın tek bir yolu vardır. Sessiz olmak. Sadece bir tek hedefte yoğunlaşmak: Erdoğan İstifa!
Genişliği ve kitlenin büyüklüğünü sağlamanın tek bir yolu vardır. Sessiz olmak. Sadece bir tek hedefte yoğunlaşmak: Erdoğan İstifa!
Hiçbir şekilde polisle çatışmaya girmemek. Sadece
pasif direniş ve hakların çiğnenmesine karşı sivil itaatsizlik.
Bu takdirde zaten nüfusun yüzde altmışını oluşturan
geniş kitleler eğilimlerini ve ağırlıklarını politikaya koyabilirler.
Onların bu davranışı, var olan partileri bile var
olmaya devam etmek istiyorlarsa daha tutarlı politikalar izlemeye zorlayabilir.
Ve böylece Erdoğan’ın bütün planlarına son verilebilir. Bu uçuruma gidiş durdurulabilir.
Yapacağımız tek şey vardır: Erdoğan İstifa, #Erdoganİstifa vs. gibi biçimlerde
bu iki sözcükten ibaret bir pankartı veya tişörtü veya göğse ve sırta tutturulmuş
bir kâğıdı veya kartonu alıp, günün belli bir saatinde bir yere oturmak veya
ayakta durmak veya yurttaş olarak yürümek veya yatmak. Her gün aynı yerde örneğin
ikişer saat sessizce yüz binlerce milyonlarca insanın hiç ses çıkarmadan; sadece
bu sloganı içiren giysi, pankart vs. ile toplanmaya ve bu toplulukların bir
kartopu gibi büyümeye başladığını düşünün.
Erdoğan bir süre sonra panik içinde kaçacak yer
arayacaktır.
*
Bunun için bir yerlerden birilerinin başlaması gerekiyordu.
Bizler, seçimlerden önce, çoğu HDP üyesi bile olmayan,
demokratik özlemleri olan yurttaşlar olarak, HDP’nin yüzde on barajını aşmasının
büyük stratejik önemi nedeniyle, HDP’ye Oy Ver diye bir girişim kurmuştuk.
HDP kendi programından ötürü kendine oy istiyordu. Biz
ise, “Tiranı Durdurmak, Barışı Sürdürmek, Barajı Yıkmak için HDP’ye oy ver”
diyorduk. Yani “HDP’li olmasan da HDP’ye oy ver” diyorduk.
Seçimlerden sonra görevimizi yaptık. Amaç hâsıl olmuştur
diyerek varlığımıza son vermiştik.
Ama şimdi o seçimlerden önceki noktadayız.
Ama daha gerilerdeyiz. Oy verecek bir seçime ulaşıp
olaşamayacağımızdan emin değiliz.
Bu nedenle, şimdi “HDP’li olmasan, hatta HDP’ye
sempati bile duymasan da HDP’yi Savun ve Destekle, kendini böyle savunabilirsin”
diyoruz.
Biz bu girişimi kurmaya karar verdiğimizde, HDP’ye
saldırılar başlamamıştı bile. Bu görevi doğru belirlediğimizin bir kanıtı
olarak da görülebilir.
Son gelişmeler HDP’yi savunma ve desteklemenin ne
kadar can alıcı ve acil bir görev olduğunu göstermiş bulunmaktadır.
Türkiye’nin her yerindeki insanları her yerde harekete
geçmeye; her yerde; “HDP’yi Savunma ve Destekleme Girişimleri” Kurmaya
çağırıyoruz.
İstanbul’da da bu bağlamda ilk toplantımızı yapacağız.
Toplantı için 12 Eylül Cumartesi günü, saat 19.00’da
Kadıköy iskelesi önünde buluşulacaktır.
Gelenlerin sayısına göre uygun bir yere gidilecektir.
Bu vesileyle herkesi bu toplantıya davet etmek istiyoruz.
Girişimin şu adresteki bloğunda http://hdpyisavundestekle.blogspot.com.tr
gerekli bilgiler bulunulabilir.
Girişim çalışmalarını bir e-mail Grubu aracılıyla
yürütmektedir. Herkesi bu e-mail grubuna da üye olmaya çağırıyoruz.
Grubun tanıtımında gerekli
bütün bilgiler vardır. Olduğu gibi aktaralım:
“Bu grup, HDP'yi Savunma ve Destekleme Girişimi'nin
çalışmalarını organize etmek için bir e-mail grubudur.
Çalışmalara katılmak
isteyen herkes üye olabilir. Çalışmalara ve gruba katılanlar aynı zamanda karar
ve tartışma süreçlerine de katılma hakkı elde ederler. Tüm tartışma ve kararlar
kamuya açıktır.
Gruba üye olmak için
Adresine boş bir
e-mail yollamak yeter.
Bir yönetici
onaylayınca otomatikman üye olursunuz.
Grubun Çalışmaları ve
Temel Metinleri
adresindeki blogtan
İzlenebilir.
Grup Sayfasının
adresi:
Facebook sayfası:
Facebook grubu:
Grubun e-mail adresi:
Twitter adresi
Kontak adresi:
Dmlir Küçükaydın
11 Eylül 2015 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder