7 Eylül 2015 Pazartesi

Bir Kırılma Noktasında Durum Yargılaması

Dün gece itibariyle, Suruç Katliamı sonrasında başlayan çatışmalı süreçte bir nitelik değişimi ortaya çıkmış bulunuyor. Bu bir kırılma noktasıdır.
Çok önemli iki değişim şu:
1)      HPG de savaşa girdi
2)      Erdoğan kendisi çeteler oluşturmaya başladı
*
Şimdi bunları biraz inceleyelim.
PKK yöneticileri ve özellikle de Karayılan, konuşmalarında HPG’nin henüz savaşmadığını; savaşa girdiği takdirde çok ciddi zararlar verebilecek savaş tecrübesi ve araçlarına sahip olduğunu söylüyordu.
Gerçekten de, Irak ve Suriye’de, ama özellikle de Kobani’de muazzam bir savaş tecrübesi ve başarısı elde etmişlerdi. Savaşanların ve Kobani zaferini kazananların, YPG üniformalı HPG olduğu ise herkesin bildiği bir sırdı.
Ayrıca Irak’taki Kürtlere ve YPG’ye verilen modern silahların bir kısmının PKK’nın dolayısıyla HPG’nin eline geçmediği düşünülemezdi.
*
Yine bununla bağlantılı olarak, henüz savaşı sınırlı tutmalarının bir ifadesi olarak, PKK ve KCK yöneticileri, misillemeleri karakolunda ya da kışlasında duran askerlere yapmamak gerektiğini söylüyorlar; esas olarak özel timin, polislerin saldırıları karşısında öz savunma ve misilleme ile yetinildiğini ifade ediyorlardı.
Haberler de incelendiğinde istisnai, kontrol dışı veya yanlışlıkla yapılanlar dışında (ki bunlar için özür de dilendi) esas olarak bu ifadelerin gerçeği yansıttığı görülüyordu.
Zaten Türk ordusunda bulunmuş, doktora yapmış uzmanlar da durumun böyle olduğunu teyit ediyor; HPG’nin esas güçlerini ve etkili silahlarını devreye sokmadığını; buna karşılık Türk Ordusu’nun da belli güçleri ve silahları devreye sokmadığını söylüyordu.

*
Ancak dün akşam Dağlıca’da bu sınırın aşıldığı görülüyor.
Birincisi eylemi HPG yapıyor. İkincisi, daha önce çatışmamaya özen gösterilen ordu birlikleri hedef alınıyor. Daha çatışmaların devam ettiği saatlerde ANF’de şu haber geçiliyor:
“HPG Basın İrtibat Merkezi, gerillaların bugün öğleden sonra Gever’e bağlı Geliyê Doskî alanında Türk askerlerine yönelik bir eylem gerçekleştirdiğini bildirdi. HPG, eylemde 15 askerin öldürüldüğünü, çok sayıda silaha da el konulduğunu açıkladı.
HPG açıklamasında, “Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine bağlı Geliyê Doskî alanında yaşanan çatışmaların devam ettiğini bu bölgede ilerleme sağlamak üzere TC ordusunun yoğun askeri sevkiyatlarla bölgeye güç aktardığını açıklamıştık.
6 Eylül günü(bugün) öğleden sonra saat 15.00'te T.C ordusu çok sayıda zırhlı araçtan oluşan büyük bir konvoy Gelîyê Doskî alanına güç aktarmak üzere hareket ederken Gerillalarımız tarafından gerçekleştiren sabotaj eylemi ile durdurulmuştur. Sabotaj eylemi ile ilerleyemeyen bu konvoya gerillalarımız birkaç koldan saldırı gerçekleştirmiştir. Sabotaj eylemi ve gerçekleşen saldırılar sonucunda net 15 asker ölmüştür. Birçok askeri malzemenin de kaldırıldığı eylemin detayları daha sonra açıklanacaktır. Bu alandaki çatışmalar halen devam etmektedir“ denildi.”
Belli ki HPG savaş gücünü gösterebilmek için “Çok sayıda Zırhlı Araçtan oluşan büyük bir konvoy”u pusuya düşürüp, çok ağır kayıplar verdirebilme yeteneğinde olduğunu göstermiştir. Ve daha çatışmaların devam ettiği saatlerde en az 15 kayıp verdirdiği bilgisini vermektedir. (Reuters şu saatlerde rakamı doğruluyor ve daha yüksek bir rakam veriyordu.)
Belli ki, bu eylemin kendisi sadece bir askeri darbe değil; aynı zamanda bir mesajdır.
Aslında PKK daha başından beri esas olarak, mesaj vermeye yönelik eylemler yapmaktadır. Verdiği mesajın şöyle olduğu söylenebilir. “Bakın biz belli bir sınırın ötesine geçmemeye çalışıyoruz; bu çatışmaların sürmesini, sertleşmesini ve derinleşmesini istemiyorsanız Öcalan’la görüşme olanağı sağlayın.”
Ayrıca misilleme eylemleri esas olarak faşistlerden oluşan özel timciler, polisler vs. ile sınırlı tutulup Türk ordu birliklerini savaşın dışında tutmaya ve tarafsızlaştırmaya özel bir dikkat sarf ediliyordu. Eylemler böyle bir mesajı taşıyordu.
Ancak bu mesajlar bir güçsüzlük ve zaaf olarak algılanıyordu veya anlamazdan geliniyordu ki, bu sefer bir nitelik değişimine gidildi. Dün akşam itibariyle, bu aşılmamaya dikkat edilen sınır aşılmış bulunuyor.
*
Ancak hala bu da aşama aşama yapılıyor gibi.
Çünkü yine aynı Türk ordusundan emekli akademisyenin belirttiği gibi, PKK’nın elinde son derece modern füzeler bulunmaktadır.
Bunlar henüz Türk uçak ve helikopterlerine karşı devreye sokulmuş değil. Bunlar devreye sokulduğu takdirde Türk birliklerinin hava desteği olmadan savaşma durumunda olacağı; bunun da hava desteği ve koruması olmadan lojistik ve ikmal kanalları kesilmiş olarak savaşma zorunda olacakları; bunun da ister istemez büyük birliklerin teslimi veya imhası gibi askeri sonuçları olabileceği öngörülebilir.
Dağlıca’da bu silahlar kullanılmamıştır ama, sis ve coğrafya’nın benzer bir işlev gördüğü görülmektedir.
Yine gazetelere yansıyan bölük pörçük haberlerden çıktığına göre, bu nedenle helikopterler çalışamamaktadır; uçaklar da arazi koşulları nedeniyle işlevsiz kalmaktadır. Bu nedenle, kayıp timi bulmak için giden tim de kaybolmakta; sadece kayıp sayısının çokluğundan değil; kesin bir bilgi yokluğundan da Türk Genelkurmayı bir sayı verememektedir. Türkiye kayıp sayısını Reuters’ten öğrenmekte, ama muhtemelen Reuters de fiilen yukarıda aktarılan HPG basın bültenine dayanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Hakkâri-Dağlıca'da PKK tarafından yola döşenen el yapımı patlayıcıların patlatılması sonucu şehit ve yaralı askerler olduğunu açıklamıştı. Bir güvenlik kaynağı Reuters’e yaptığı açıklamada, saldırıda 16 askerin şehit olduğunu belirterek " Hava şartlarının kötü olması nedeniyle taarruz helikopterleri bölgeye gidemiyor. Bölgeye hava kuvvetleri uçakları ulaşıyor" dedi.”

*
Yani Dağlıca’da Türk ordusu ağır bir darbe alınmıştır. Bu, ilerde çatışmaların izleyeceği çizginin bir taslağı olarak görülebilir.
PKK sis aracılığıyla değil de elindeki modern silahlarla, roketatarlarla Türk uçak ve Helikopterlerini düşürmeye başladığı takdirde,  kalekollar işlevsiz hale gelecek ve kuşatılacaktır. Bu durumda, oraya ancak hava desteğinden yoksun büyük konvoylarla lojistik destek yapılabilir. Ancak bu pusunun gösterdiği gibi, yollar da artık güvensizdir.
Bunun muhtemel sonuçları söyle olur. Bazı konvoyların veya kalekolların kuşatılması. Bu da onların teslim olma veya imha olma olasılıklarıyla karşı karşıya kalması demektir. Büyük olasılıkla Türk ordu birlikleri bu durumda demoralize olacağından, teslim olmalar ve miktarlarda esir almalar gündeme gelebilir.
Bu durumda PKK en azından Hakkâri civarında alan hâkimiyeti kurup, bir yandan şehirlerdeki isyancı gençler; diğer yandan HPG’nin kırdan kuşatmasıyla özel timcileri ve polisleri de etkisiz hale getirebilir.
Yani fiilen “kurtarılmış bölge” gibi durumlar oluşabilir.
Bu “kurtarılmış bölgeler”de de tıpkı Suriye’de yapıldığı gibi, biz Türkiye devlet bütünlüğü içinde kalmaya bir şey demiyoruz, ama kendi kendimizi yöneteceğiz, diyerek yavaş yavaş Türkiye torakları içinde de “kantonlar” kurulabilir.
Özyönetim ilanları, PKK’nın stratejisinin bu yönde olduğu veya en azından böyle bir yönelişe açık olduğunu sezdiriyor.
*
Türk ordusunun buna ne gibi bir stratejiyle cevap vereceğini bilemeyiz.
Ancak rollerin tersine döndüğü bir biçim olacağı tahmin edilebilir. Yani bu sefer PKK’nın alan hâkimiyetine karşı, elektronik olarak donatılmış ve çok iyi yetiştirilmiş özel ve profesyonel birliklerle nokta vuruşları yaparak, PKK’yı savunmaya zorlamak ve saldırı inisiyatifini ele almak.
Yeni Genelkurmay Başkanı’nın savaş konseptinin de böyle olduğu yazılmaktadır: Yani profesyonel; savaş gücü yüksek, kıvrak, elektronik olarak cihazlanmış; güçlü istihbarata dayanan birliklerle nokta vuruşları.
Ama noktaya da fiilen, Türk ordusunun karakolları ve kalekolları boşaltmasına giden bir sürecin sonunda varılır.
*
Bu ise ister istemez, PKK’nın alan hâkimiyeti anlamına da gelecektir. Türk birlikleri şimdiye kadar hava hâkimiyeti sayesinde o bölgelerde varlığını sürdürebiliyordu.
Öyle anlaşılıyor ki, PKK elindeki silahların kalitesi ve savaşçılarının bunları kullanabilme yeteneğine güvenmektedir.
PKK gerillaları, etkili füzelerle Türk ordusunun hava hâkimiyetini kırdığı takdirde, Türk ordu birliklerinin kuşatılmaları başlayacak ve bu da teslim olan veya imha olan birliklerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Yani küçük çaplı Dien Bien Phu’lar ortaya çıkabilir.
Büyük bir olasılıkla kuşatılma durumlarında toplu teslim oluşlar görülebilir.
Çünkü bu savaşın Erdoğan’ın başkanlığı yüzünden çıkarıldığı artık geniş toplum kesimlerinde kabul görmektedir. Bu subay ve erlerin savaş moralini büyük ölçüde etkileyecektir. Kimse Erdoğan’ın ihtirasları için pisipisine ölmek istemeyecektir.
*
Bu durumda yenilgiler de Erdoğan’a karşı direnişi attırır.
Çünkü 90’lardan farklı olarak bugün ciddi bir biçimde bu savaşta Erdoğan’ın yenilgisini isteyen ve her ölümden dolayı Erdoğan’ı suçlamaya hazır bir yüzde elli var.
Ve bu yüzde elli barış istemenin ve Erdoğan’ın kişi diktatörlüğüne direnmenin moral avantajına sahip.
Erdoğan tarafı ise moral bir üstünlüğe sahip değil, bir diktatörü; yiyicileri ve savaşı savunma durumunda.
Doksanlarda sol çevrelerde yaygınlaşmış ve onlar tarafından, özellikle de ÖDP tarafından yaygınlaştırmış bir anlayış vardır: “PKK savaşmasaydı, Türkiye’de ırkçılık böyle güçlenmezdi; şehit cenazeleri milliyetçiliği besliyor.”
Bu yanlıştır. Aksine, PKK büyük askeri başarılar elde edemediği için, şehit cenazeleri milliyetçi ve ırkçı gösterilere dönüşmüştür.
Eğer PKK’nın ardında büyük askeri başarılar olsaydı, birkaç Türk taburunu esir etmiş falan olsaydı; barış çok daha önce gelirdi ve gelen “şehit cenazeleri” faşist terörün aracı değil, savaş politikalarına karşı gösterilerin aracı olabilirdi. Vietnam’da ABD başarılar kazansaydı, ABD’de bir barış hareketi yükselemezdi. Ne zaman ABD’nin yenilgisi ortaya çıkmaya başlamış, o zaman barış hareketi yükselmiştir. Bütün dünya deneyleri bunu doğrulamaktadır.
Şimdi böyle bir olasılık var. Hem kitlelerde psikoloji değişmiş bulunuyor; hem söylemleri ve yaptıklarıyla birbiriyle bir araya gelemeyecek güçleri bile bir araya getirebilen bir Erdoğan var; hem PKK’nın savaş gücü doksanlardan oldukça farklı; hem de PKK uluslar arası alanda tecrit değil.
Bu nedenle PKK’nın ciddi askeri başarılar elde etme olasılığı epey yüksek.
PKK’nın verdirdiği her kaybın, Erdoğan’a karşı daha büyük bir direnişi tetikleme; Erdoğan’a karşı mitinglere dönüşme olasılığı bulunmaktadır.
Hemen her cenazede artık tepkiler görülmekte, bu tepki gösteren “şehit yakınları”na Erdoğan’ın saldırıları olmakta, bunlar da yeni tepkilerin tohumunu atmaktadır.
Anlaşılan PKK yöneticilerinin de böyle bir değerlendirme yaptıkları görülmektedir. Karayılan, durumun ve güç ilişkilerinin Erdoğan’ın aleyhine olduğunu yazıyordu o yazıda. Şöyle diyordu:
 “Korkmamalıyız. AKP devleti zayıftır. Katliam yapamazlar. Keskin nişancılar Cizre'de, Yüksekova'da, Silopi'de insanlarımızı şehit düşürdüler, ancak katliam yapamazlar.”
*
İkinci kırılmaya gelince.
Erdoğan ilk kez, Hitler gibi kendi adamlarını örgütleyip sokağa çıkardı.
Şimdiye kadar, bu işi “Seferberlik Tetkik Kurulu”, “Özel Savaş Dairesi”, “Kontrgerilla” veya “derin devlet” veya “Ergenekon” denen kanun dışı ve gizli oluşum, lümpenler, Alperen Ocakları, MHP gibi legal biçimler altında da örgütlediği ve kontrol altında tuttuğu güçleri sokağa çıkartır ve kontrollü olarak Türklük üzerinden, biraz da İslam sosu dökerek terör estirirdi. Ve bu esas olarak Kürt hareketine ve radikal Türk solcuların karşı kullanılıyordu. (Bunların devletin gayrı resmi organı olan Hürriyet gazetesine böyle bir saldırı yaptığı görülmemişti.)
Erdoğan Ergenekon’la girdiği ittifakın bir sonucu olarak zaten bunları kullanıyor hali hazırda.
Dağlıca pususunun hemen ardından olanlar, "iyi saatte olsunlar"ın bu çeteleri hemen sokağa döktüğünü gösteriyor.
 “TEKİRDAĞ'DA DAĞLICA SALDIRISI PROTESTO EDİLDİ
Tekirdağ’da vatandaşlar, Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi Dağlıca bölgesinde meydana gelen saldırıyı kınamak için yürüyüş düzenledi. Ellerinde Türk bayraklarıyla yürüyen gruba yaklaşık 150 araçta konvoy oluşturdu.
SİVAS’TA ALPEREN VE ÜLKÜ OCAKLARI TERÖRE TEPKİ GÖSTERDİ
Sivas’ta, Alperen Ocakları ve Ülkü Ocakları üyeleri Hakkâri’de PKK’lı teröristler tarafından askere yönelik gerçekleştirilen mayınlı saldırıyı protesto etti. Dev Türk Bayrakları açarak İnönü Bulvarı üzerinde yürüyüşe geçen grup sloganlar attı. 50’inci Yıl Kavşağı üzerinde İstiklal Marşı okuyan grup daha sonra sloganlar atarak kent meydanına kadar yürüdü. Gruba yoldan gelen araçlar ve bazı vatandaşlar da evlerinin balkonlarından destek verdi.
Daha sonra şehitler için dua eden grup dağıldı.
ZONGULDAK'TA MHP’DEN TERÖRE TEPKİ
Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) mensupları Hakkâri’nin Çukurca ilçesine Dağlıca bölgesinden gelen şehit haberleri üzerine toplanarak terörü protesto etti.
Sosyal paylaşım siteleri ve sms yolu ile haber verilmesi üzerine yaklaşık 500 kişi Hakkâri’nin Çukurca ilçesine bağlı Dağlıca Bölgesi’nde terör saldırısı sonucu çok sayıda askerin şehit ve yaralı olduğu haberleri üzerine toplandı. Alanda dev Türk Bayrağı açılırken, bazı vatandaşlarda üzerlerine Türk Bayrağı sardı.
Eylem olaysız bir şekilde sona erdi.
DAĞLICA'DAKİ SALDIRI MERSİNLİ VATANDAŞLARI SOKAĞA DÖKTÜ
Mersin’in Erdemli İlçesinde Hakkâri’nin Yüksekova ilçesi Dağlıca bölgesinde askeri araca yapılan saldırıyı kınayan vatandaşlar Mersin Antalya karayolunda bayrak yürüyüşü gerçekleştirdi.
Erdemli merkezinde gerçekleştirilen yürüyüş esnasında zafer işareti yapan bir otomobil ve otobüs şoförünün araçlarını grup üzerine sürmesiyle ilçede gerginlik yaşandı.
Olayı duyan vatandaşlar Mersin-Antalya D-400 Karayolu üzerinde toplanmaya başladı. Bir süre sonra yaklaşık 600 kişi yolu trafiğe kapadı. Ambulans ve güvenlik güçleri dışında araç trafiğine izin verilmedi. Gurup yol ortasında İstiklal Marşı okudu.
Konuşmanın ardından gurubun sakinleşmesiyle yol trafiğe kontrollü olarak açıldı.
GAZİANTEP'TE DAĞLICA SALDIRISI PROTESTOSUNDA GERGİN ANLAR YAŞANDI
Gaziantep’te Dağlıca’da yaşanan terör saldırısını protesto etmek için yürüyüş yapan grup ile polis arasında gerginlik yaşandı. Yürüyüş yapmakta ısrar eden 50 kişilik grup ile polis arasında yaşanan kısa süreli gerginlik, amirlerinin müdahalesiyle büyümeden önlendi.
Yeşilsu Parkı'nda toplandıktan sonra Ordu Caddesi boyunca sloganlar atarak yürüyüşe geçen grup, Orduevi önüne gidip saldırıyı lanetleyen sloganlar attı.
Saldırıyı protesto eden gruba çevrede bulunan vatandaşlar ve sürücüler de destek verdi.
Polis, Sigorta Kavşağı'na ilerlemek isteyen grubun yürüyüşünü engellemek istedi. Yürüyüş yapmakta ısrar eden grup ile polisler gerginlik yaşandı. Grup yürüyüşüne devam edince Çevik Kuvvet Ekipleri çağrıldı. Slogan atan grup ile polisler arasında kısa süreli arbede yaşandı. Arbedeyi araya giren polis amirleri engelledi. İnönü Caddesi girişinde durdurulan grup İstiklal Marşı okuduktan sonra olaysız bir şekilde dağıldı.”
*
Ancak dün akşam itibariyle burada da bir nitelik değişimi ve tırmanma var.
Dün akşam itibariyle, Erdoğan’ın ta Gezi günlerinden beri (evde zor tuttuğu yüzde elli sözleri hatırlansın) özlediği ve yaptırmaya çalıştığı yapıldı.
Erdoğan kendi çetelerini de oluşturup sokağa sürmeye başladı ve özellikle bunları basına karşı kullanarak bir yılgınlık rejimi yaratmaya çalıştığı anlaşılıyor. Zaten devlet gazetesi olan Hürriyet’e karşı Özel Savaş Dairesi’nin klasik güçleri sürülemezdi.
Erdoğan belli ki artık, elindeki büyük örtülü ödeneklerle, lümpenlerden bir ordu oluşturmaya başlayacaktır.
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ATV canlı yayında söylediği, "400 vekil alınsaydı bunlar olmazdı" sözlerini Twitter'dan paylaşan Hürriyet Gazetesi'ne baskın düzenlendi.
www.gercekgundemcom 'un edindiği bilgiye göre, saat 23:00 sularında Hürriyet'in Bağcılar'daki binasına gelen yaklaşık 100 kişi içeri girerek bazı bilgisayarları kırdı. Güvenlik engelin aşan 100 kişi yukarıdaki katlara doğru çıkmaya çalışırken, çalışanlar ise korkudan odalara saklandı.
AKP yandaşı 100 kişilik saldırgan grup, bir süre sonra özel güvenlik görevlileri aracılığıyla binadan çıkarıldı. 100 kişinin gazete binasına araç konvoyu düzenleyerek geldiği öğrenildi.
ÖNCE KÜFÜR, SONRA TEKBİR
AKP yandaşı saldırganlar, Hürriyet'in önünde gazetecilerin görüntü almasını engelleyerek önce Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan'a küfürler edip daha sonra ise 'Ya Allah, Bismillah, Allahü Ekber' diyerek tekbir getirdiler.”
AK Parti’nin ideolojik olarak eğitilmiş kadroları olmadığından, lümpenlerden toplayarak bu işi yapmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bu küfür ve tekbir sentezinde yansıyor. İdeolojik olarak eğitilmişler ise, küfretmez, ya da politik küfürler eder, örneğin Politik İslam ideolojisinden takılır, belki biraz da Türk ırkçılarının İslam sosu gibi, İslam’ına biraz Türk sosu katardı. Ama bu olan başka bir şeydir. Başlarındaki de AK Parti “Gençlik Kolları Başkanı”
*
Bunun anlamı şudur: Erdoğan tüm güçlerini cepheye sürüyor. Ve kararlı olarak her şeyi yapmaya hazır.
Bunu dünkü olaylarda bile görmek mümkün.
Dağlıca baskınını bile kendi başkanlığı için kullanmaya çalışıyor.
Nasıl mı?
Dağlıca baskınından sonraki saatlerde olanlara bakalım.
Dağlıca baskını 15.00 civarında oluyor. Yukarıda aktardığımız HPG’nin bildirisi bu saati veriyor.
Türk devletinin oturmuş bir iç haber alma mekanizması var. Bu baskın daha olurken, Genelkurmayın ve Erdoğan’ın, MİT’in, Başbakan’ın haberinin olmaması düşünülemez bile.
Erdoğan bu bilgilere sahip olarak 400’ü verseydiniz bu gelmezdi başınıza demeye getiren konuşmasını yapıyor.
Hemen sonra da Hürriyet’e yıldırım hızıyla baskın düzenletiyor.
*
Bir benzeri Davutoğlu’nda da var.
Başbakan bu bilgilere sahip olarak ama sanki sahip değilmiş gibi yaparak, bir “şehit yetimi”ni alarak maça gidiyor ve Türkiye’nin Hollanda’yı yenmesine tezahürat yapıyor Maçın sonuna kadar da orada. Ancak maç bittikten sonra, muhtemelen seremoni kısmında, neden gittiğini anons ettirerek, yani Ergenekonvari bir gösteriyi tahrik ederek, gidiyor ama haberlerde, maçı yarım bırakıp gittiğini yazdırtıyor.
Belli ki amacı maçın sonunda milleti sokağa dökmek. Ama aynı zamanda kendisinin protesto edilmesine karşı da Stadyum’dan kaçıyor.
Çavuşesku gibi, kendi tertipledikleri bir yığınsal gösterinin kurbanı olabilirler.
Bunu görüp sezdikleri, deliye taşı andırmaktan korktukları anlaşılıyor.
*
Bu iki nitelik değişikliğinden sonra bu iş nereye gider?
Eninde sonunda Erdoğan ve şürekâsı çok kötü bir şekilde düşecekler.
Sonları ne olur? Çavuşesku ya da Kaddafi gibi mi?
Yoksa dürüst bir seçim yapıp, yenilgiyi kabul edip son şanslarını kullanırlar mı?
Bu olasılığın şu an sıfır olduğu görülüyor.
Uzun vadede her şey Erdoğan’ın aleyhine.
Ama kısa ve orta vade söz konusu olduğunda Erdoğan’ın elinde hala çok büyük güçler var.
Bu nedenle bu tırmanmanın nereye gideceğine ilişkin şimdiden bir şey söylenemez.
Türk devletinin tüm refleksleri Erdoğan’ın yanında. PKK’nın başarıları bu refleksleri ve Türk Ordusunun Erdoğan’ın yanında konumlanmasını pekiştirecektir.
Seçimde her şeyi yapacaktır ve tek parti iktidarı sağlamaya çalışacaktır.
Muhtemelen seçim olmayacaktır; savaşı bahane ederek bu hükümetle götürmeye çalışacaktır. Seçim olursa, fiilen HDP’yi seçime sokmayacaktır.
Böyle giderse HDP’nin fiilen katılamadığı bir seçimle AK Parti iktidarını kurabilir de.
Bu çok uzun sürecek bir acılı dönem demektir.
Dolar yükselirken, Ekonomi yıllardır ertelediği sorunların altında bocalamanın arifesindeyken; Erdoğan uluslar arası alanda ciddi biçimde tecrit olmuşken bu gidişin çok uzun sürmeyeceği umulur.
*

Ama kanımızca PKK büyük bir hata yaptı.
Ama bu yenilgiye uğrayacağı anlamına gelmiyor.
Muhtemelen sonunda Erdoğan gidecek, Öcalan devreye girecek ve yeni bir ateşkes başlayacaktır.
Ama Aynı sonuca çok daha geniş güçlerle çok daha az kayıpla ve acıyla ulaşılabilirdi Suruç’tan sonra seçimlerden önce izlediği çizgiyi izleseydi; hükümetin saldırıları karşısında savunmada ortaya çıkacak “şehit cenazeleri” belki şu an Erdoğan’a karşı kitlesel gösterilere dönmüş olabilirdi.
Bu fırsat kaçırıldı.
Erdoğan gibi karşısındaki cepheyi genişleten ve kendini tecrit eden böylesine bir rakip az bulunur bir şanstır. Bu cepheye öncülük ederek, Erdoğan’a karşı zaferin prestijiyle çok ilerilere de gidilebilirdi. Bu fırsat kaçırıldı.
Neden?
Sorunun temeline inmek gerekir.
*
Karayılan’ın o konuşması bu hata yapıldığının satır aralarında itirafı gibidir de biraz.
Ama yanlış da olsa bir adım atılmıştır ve o yanlışı sonuna kadar götürmek gerekir. Bazen dönüş daha kötü sonuçlar verir.
Karayılan’ın da dediği gibi “isyanla oynanmaz” ve yanlış bir değerlendirme sonunda bir kere başladın mı ileri gitmek gerekir.
Şu satırların anlamı biraz böyledir:
Madem adım atılmıştır, bu adımın sonuca götürülmesi gerekiyor. Yarım kalırsa, felaket olur. Niye? Atılan adımdan geri dönüş tehlikelidir... Geri adım Şırnak '92 gibi olur
Başka bir yerde de şunu diyor:
Bu durumda tek taraflı ateşkes ilan edersek, sorumuzu getirmiş oluruz. Kimse bizden Harakiri bekleyemez.”
Karayılan’ın bizim yazılarımızı okuduğunu sanmıyoruz. Ama bu satırlar sanki “İsyanla Oynanmaz” ve “PKK’ya tek taraflı ateşkes çağrısı” yapan yazılarımıza cevap gibidirler adeta. Belli ki onlar da aynı sorunlar üzerine düşünüyorlar.
İşin kötüsü, artık dediği doğrudur da. Bundan sonra geri adım da atamazlar. İleri gitmek zorundadırlar.
Ama esas sorun, esas yanlış nerede?
Bir taktiği veya güçlerin yer alışını doğru değerlendirme sorunu değil. Bu yanlışı bu düzeyde tartışmak yanıltıcı olur. Sorun programatiktir, programatik sorunun strateji ve taktiğe yansımasıdır.
Nasıl?
*
PKK’nın bir başarısı olsa bile, bu başarı bile fiilen Öcalan’ın çizgisinden bir geri dönüş anlamına gelecektir.
PKK’nın bugün izlediği çizgiye Kürt ulusalcılarının, prensipte onay vermesi ayrıntıda veya taktikte eleştirmesi rastlantı değildir. Çünkü bu çizgi onların paradigmasına, sonunu koyuşlarına, gündemlerine bir geri dönüştür.

Kürtlerin üzerinde baskı iki türlü kalkar.
Biri Kürtler de ayrı bir devlet kurar.
İkincisi, devlet Türk (Arap, Fars vs.) devleti olmaktan çıkar, Kürtlük ve Türklük vs. eşit olur
Bunlar iki farklı programdır.
Öcalan bu ikinci yolu ve stratejiyi izliyordu.
Böyle bir program ister istemez Türklerin geniş bir çoğunluğunu da kazanmayı gerektirir. Böyle bir stratejide, Türkiye’de (ve Ortadoğu’da) tutarlı bir demokratik hareketin inşası ve ona dayanmak; onu mücadelenin özgücü yapmak hedef olur. Öcalan’ın stratejisi buydu. HDP’nin önünü açan stratejiydi.
Türkiye’deki demokratlara imkân ve moral vermişti. Kürt hareketinin kapatıldığı gettodan çıkmasını sağlamış; muazzam bir entelektüel birikimle yakınlaşma ortaya çıkmaya başlamıştı.
Bunun somut sonuçları 7 Haziran seçimlerindeki başarıda görülmüştü.
Ancak, PKK’nın bugün izlediği strateji bu değil ve böyle bir programa uygun değil.
Bugünkü strateji Kürt askeri güçlerine dayanarak, Türk hükümetini uluslararası olanaklardan da yaralanarak tecrit etmek ve ona geri adım attırmak; Kürtlerin ayrılmasını bir tehdit olarak kullanarak birtakım tavizler koparmak.
Dikkat edilsin, Öcalan, hiçbir zaman bize şu hakları vermiyorsanız biz ayrılırız demez. Doğru olduğunu düşündüğü için sorunun ayrılma düzeyinde tartışılmasını reddeder. Hâlbuki birçok milletvekili ayrılmayı bir takım haklar koparmak için bir tehdit unsuru olarak kullanır.
Bu çok temel bir farktır. Programatik ve stratejik farkın bir yansımasıdır.
Bu stratejide Türkiye’de (ve Orta Doğu’da) demokratik bir hareket oluşturma;  esas ve öz gücü böylece kurma hedefi yoktur.
Bu program Bir Kürt Devletini hedeflediği veya bunu hedeflemediğini söylediğinde bunu bir tehdit unsuru olarak kullandığı için, Bu programın öz gücü Kürtler olur. Türkiye’de veya başka yerdeki demokratik özlemler bu gücün dolaylı yedeği işlevine sahiptir. Tıpkı doksanlarda İnsan hakları Derneği ve mücadelesi gibi bir işlevi vardır.
*
PKK’nın şu anki çizgisinde HDP’nin işlevi bir demokratik hareketi örgütlemek ve PKK’nın bu demokratik harekete destek olması (Seçimlerden önce bunun nasıl olacağı görülmüştü. Askeri strateji ve taktikler, HDP’nin başarısına tabi kılınıyordu.) değildir. Şu anki çizgide, HDP, bir barış hareketi ile PKK’nın savaşına dolaylı bir yedek derekesine indirgenmiştir.
Bu nedenle Öcalan’ın çizgisinin inkârı, reddi; çok eski bir çizgiye dönüştür.
*
Evet, bu program farklılığı strateji farklılığını, bu da mücadele biçimleri ve taktiklerdeki farklılığı ortaya çıkarmaktadır.
Bu stratejinin ardındaki program Öcalan’ın programı değildir; bu strateji Öcalan’ın stratejisi değildir.
Bu çizgi Öcalan’ın çizgisine karşıdır.
Ama Öcalan’ın çizgisine karşı olan bu çizgi, Öcalan’a görüşme şartı getirerek, Öcalan’a karşı Öcalan’ı koymaktadır.
Tarihte bütün karşı devrimler böyle gelişir.
Muaviye askerlerinin mızraklarına Kuran taktırır.
Stalin Lenin’e karşı Leninizm bayrağıyla savaşır.
Napolyon, Fransa’yı değil, Eşitlik, Kardeşlik. Özgürlüğü temsil eden üç renkli bayrakla Fransa adına başka ülkeleri fetih eder.
Öcalan’a karşı da savunurmuş gibi yaparak da mücadele edilebilir.
*

Ulusal baskıya karşı bir ulusal direniş hareketi olarak Kürt hareketi hakkında başında beri onun, görünen sınırlarının ötesine, bir Kürt devleti programından, demokratik bir Orta Doğu hedefine gidebileceğini söyledik.
PKK’nın bir kadın hareketi olduğunu daha doksanlarda söyleyen bizdik.
Aynı zamanda işçilerin en alt tabakalarının bir hareketi olduğun da söylüyorduk.
Marksizm’den uzaklaşıyor diye Türk solcuları ve sözde Marksistleri onu suçlarken, aslında Marksizm’den uzaklaşma gibi görünen şey Aydınlanma’nın ideallerine yaklaşmadır; bu anlamda Marksizm’den uzaklaşarak Marksizm’e yaklaşıyor diyen bizdik.
Arada geçen yıllar bütün bu öngörülerimizi doğruladı.
O zamanlar bunları dediğimiz için bize en hafif deyimiyle “Kürt yağcısı” diyenler, şimdi o hareketin medyasında ekranları ve sayfaları dolduruyorlar.
*
Biz yine aynı yolda yürüyelim.
Bu son gelişme şunu göstermiştir. Artık Kürt hareketi sınırlarına dayanmış bulunuyor.
Şimdiye kadar Türk solcularının ve diğer hareketlerin önündeydi. Onlara cesaret veriyor yollarını açıyordu.
Ama artık sınırlarına dayandı.
Canlı bir hareket olduğu için, öğrenme yeteneği var; hala kendini geliştirebilir ve dönüşebilir.
Ama gerçekten teorice, programca, stratejice kendisinden daha radikal ve demokrat bir hareketin desteği ve öncülüğü olduğu sürece.
Aksi takdirde, bu son süreçte görüldüğü gibi, artık potansiyellerini tüketmiş bulunmaktadır.
Nicel gücü büyüyebilir. Etkisi artabilir. Başarılar kazanabilir.
Kastımız bunlar değildir.
Teoridir, programdır, stratejidir.
Artık, gerçekten demokratik bir hareket oluşmadıkça Kürt hareketi ileri gidemez.
Demir Küçükaydın

07 Eylül 2015 Pazartesi
Demir Küçükaydın


Hiç yorum yok: