Dün gece itibariyle, Suruç Katliamı
sonrasında başlayan çatışmalı süreçte bir nitelik değişimi ortaya çıkmış
bulunuyor. Bu bir kırılma noktasıdır.
Çok önemli iki değişim şu:
1) HPG
de savaşa girdi
2) Erdoğan
kendisi çeteler oluşturmaya başladı
*
Şimdi
bunları biraz inceleyelim.
PKK
yöneticileri ve özellikle de Karayılan, konuşmalarında HPG’nin henüz
savaşmadığını; savaşa girdiği takdirde çok ciddi zararlar verebilecek savaş
tecrübesi ve araçlarına sahip olduğunu söylüyordu.
Gerçekten
de, Irak ve Suriye’de, ama özellikle de Kobani’de muazzam bir savaş tecrübesi
ve başarısı elde etmişlerdi. Savaşanların ve Kobani zaferini kazananların, YPG
üniformalı HPG olduğu ise herkesin bildiği bir sırdı.
Ayrıca
Irak’taki Kürtlere ve YPG’ye verilen modern silahların bir kısmının PKK’nın
dolayısıyla HPG’nin eline geçmediği düşünülemezdi.
*
Yine
bununla bağlantılı olarak, henüz savaşı sınırlı tutmalarının bir ifadesi
olarak, PKK ve KCK yöneticileri, misillemeleri karakolunda ya da kışlasında
duran askerlere yapmamak gerektiğini söylüyorlar; esas olarak özel timin,
polislerin saldırıları karşısında öz savunma ve misilleme ile yetinildiğini
ifade ediyorlardı.
Haberler
de incelendiğinde istisnai, kontrol dışı veya yanlışlıkla yapılanlar dışında (ki
bunlar için özür de dilendi) esas olarak bu ifadelerin gerçeği yansıttığı
görülüyordu.
Zaten
Türk ordusunda bulunmuş, doktora yapmış uzmanlar da durumun böyle olduğunu teyit
ediyor; HPG’nin esas güçlerini ve etkili silahlarını devreye sokmadığını; buna
karşılık Türk Ordusu’nun da belli güçleri ve silahları devreye sokmadığını
söylüyordu.
*
Ancak
dün akşam Dağlıca’da bu sınırın aşıldığı görülüyor.
Birincisi
eylemi HPG yapıyor. İkincisi, daha önce çatışmamaya özen gösterilen ordu
birlikleri hedef alınıyor. Daha çatışmaların devam ettiği saatlerde ANF’de şu
haber geçiliyor:
“HPG Basın İrtibat Merkezi, gerillaların bugün öğleden sonra Gever’e
bağlı Geliyê Doskî alanında Türk askerlerine yönelik
bir eylem gerçekleştirdiğini bildirdi. HPG, eylemde 15 askerin öldürüldüğünü,
çok sayıda silaha da el konulduğunu açıkladı.
HPG açıklamasında, “Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine bağlı Geliyê Doskî
alanında yaşanan çatışmaların devam ettiğini bu bölgede ilerleme sağlamak üzere
TC ordusunun yoğun askeri sevkiyatlarla bölgeye güç aktardığını açıklamıştık.
6 Eylül günü(bugün) öğleden sonra saat 15.00'te
T.C ordusu çok sayıda zırhlı araçtan oluşan büyük bir
konvoy Gelîyê Doskî alanına güç aktarmak üzere hareket ederken
Gerillalarımız tarafından gerçekleştiren sabotaj eylemi ile durdurulmuştur.
Sabotaj eylemi ile ilerleyemeyen bu konvoya gerillalarımız birkaç koldan
saldırı gerçekleştirmiştir. Sabotaj eylemi ve gerçekleşen saldırılar sonucunda
net 15 asker ölmüştür. Birçok askeri malzemenin de kaldırıldığı eylemin
detayları daha sonra açıklanacaktır. Bu alandaki çatışmalar halen devam
etmektedir“ denildi.”
Belli
ki HPG savaş gücünü gösterebilmek için “Çok sayıda Zırhlı Araçtan
oluşan büyük bir konvoy”u pusuya düşürüp, çok ağır kayıplar
verdirebilme yeteneğinde olduğunu göstermiştir. Ve daha çatışmaların devam
ettiği saatlerde en az 15 kayıp verdirdiği bilgisini vermektedir. (Reuters şu
saatlerde rakamı doğruluyor ve daha yüksek bir rakam veriyordu.)
Belli
ki, bu eylemin kendisi sadece bir askeri darbe değil; aynı zamanda bir
mesajdır.
Aslında
PKK daha başından beri esas olarak, mesaj vermeye yönelik eylemler yapmaktadır.
Verdiği mesajın şöyle olduğu söylenebilir. “Bakın biz belli bir sınırın ötesine
geçmemeye çalışıyoruz; bu çatışmaların sürmesini, sertleşmesini ve
derinleşmesini istemiyorsanız Öcalan’la görüşme olanağı sağlayın.”
Ayrıca
misilleme eylemleri esas olarak faşistlerden oluşan özel timciler, polisler vs.
ile sınırlı tutulup Türk ordu birliklerini savaşın dışında tutmaya ve
tarafsızlaştırmaya özel bir dikkat sarf ediliyordu. Eylemler böyle bir mesajı
taşıyordu.
Ancak
bu mesajlar bir güçsüzlük ve zaaf olarak algılanıyordu veya anlamazdan
geliniyordu ki, bu sefer bir nitelik değişimine gidildi. Dün akşam itibariyle,
bu aşılmamaya dikkat edilen sınır aşılmış bulunuyor.
*
Ancak
hala bu da aşama aşama yapılıyor gibi.
Çünkü
yine aynı Türk ordusundan emekli akademisyenin belirttiği gibi, PKK’nın elinde
son derece modern füzeler bulunmaktadır.
Bunlar
henüz Türk uçak ve helikopterlerine karşı devreye sokulmuş değil. Bunlar
devreye sokulduğu takdirde Türk birliklerinin hava desteği olmadan savaşma
durumunda olacağı; bunun da hava desteği ve koruması olmadan lojistik ve ikmal
kanalları kesilmiş olarak savaşma zorunda olacakları; bunun da ister istemez
büyük birliklerin teslimi veya imhası gibi askeri sonuçları olabileceği
öngörülebilir.
Dağlıca’da
bu silahlar kullanılmamıştır ama, sis ve coğrafya’nın benzer bir işlev gördüğü
görülmektedir.
Yine
gazetelere yansıyan bölük pörçük haberlerden çıktığına göre, bu nedenle helikopterler
çalışamamaktadır; uçaklar da arazi koşulları nedeniyle işlevsiz kalmaktadır. Bu
nedenle, kayıp timi bulmak için giden tim de kaybolmakta; sadece kayıp
sayısının çokluğundan değil; kesin bir bilgi yokluğundan da Türk Genelkurmayı
bir sayı verememektedir. Türkiye kayıp sayısını Reuters’ten öğrenmekte, ama muhtemelen
Reuters de fiilen yukarıda aktarılan HPG basın bültenine dayanmaktadır.
“Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK), Hakkâri-Dağlıca'da PKK tarafından yola döşenen el yapımı patlayıcıların
patlatılması sonucu şehit ve yaralı askerler olduğunu açıklamıştı. Bir güvenlik
kaynağı Reuters’e yaptığı açıklamada, saldırıda 16 askerin şehit olduğunu
belirterek " Hava şartlarının kötü olması nedeniyle taarruz helikopterleri
bölgeye gidemiyor. Bölgeye hava kuvvetleri uçakları ulaşıyor" dedi.”
*
Yani
Dağlıca’da Türk ordusu ağır bir darbe alınmıştır. Bu, ilerde çatışmaların
izleyeceği çizginin bir taslağı olarak görülebilir.
PKK
sis aracılığıyla değil de elindeki modern silahlarla, roketatarlarla Türk uçak
ve Helikopterlerini düşürmeye başladığı takdirde, kalekollar işlevsiz hale gelecek ve
kuşatılacaktır. Bu durumda, oraya ancak hava desteğinden yoksun büyük konvoylarla
lojistik destek yapılabilir. Ancak bu pusunun gösterdiği gibi, yollar da artık
güvensizdir.
Bunun
muhtemel sonuçları söyle olur. Bazı konvoyların veya kalekolların kuşatılması. Bu
da onların teslim olma veya imha olma olasılıklarıyla karşı karşıya kalması demektir.
Büyük olasılıkla Türk ordu birlikleri bu durumda demoralize olacağından, teslim
olmalar ve miktarlarda esir almalar gündeme gelebilir.
Bu
durumda PKK en azından Hakkâri civarında alan hâkimiyeti kurup, bir yandan
şehirlerdeki isyancı gençler; diğer yandan HPG’nin kırdan kuşatmasıyla özel
timcileri ve polisleri de etkisiz hale getirebilir.
Yani
fiilen “kurtarılmış bölge” gibi durumlar oluşabilir.
Bu
“kurtarılmış bölgeler”de de tıpkı Suriye’de yapıldığı gibi, biz Türkiye devlet
bütünlüğü içinde kalmaya bir şey demiyoruz, ama kendi kendimizi yöneteceğiz,
diyerek yavaş yavaş Türkiye torakları içinde de “kantonlar” kurulabilir.
Özyönetim
ilanları, PKK’nın stratejisinin bu yönde olduğu veya en azından böyle bir
yönelişe açık olduğunu sezdiriyor.
*
Türk
ordusunun buna ne gibi bir stratejiyle cevap vereceğini bilemeyiz.
Ancak
rollerin tersine döndüğü bir biçim olacağı tahmin edilebilir. Yani bu sefer
PKK’nın alan hâkimiyetine karşı, elektronik olarak donatılmış ve çok iyi
yetiştirilmiş özel ve profesyonel birliklerle nokta vuruşları yaparak, PKK’yı
savunmaya zorlamak ve saldırı inisiyatifini ele almak.
Yeni
Genelkurmay Başkanı’nın savaş konseptinin de böyle olduğu yazılmaktadır: Yani
profesyonel; savaş gücü yüksek, kıvrak, elektronik olarak cihazlanmış; güçlü
istihbarata dayanan birliklerle nokta vuruşları.
Ama
noktaya da fiilen, Türk ordusunun karakolları ve kalekolları boşaltmasına giden
bir sürecin sonunda varılır.
*
Bu
ise ister istemez, PKK’nın alan hâkimiyeti anlamına da gelecektir. Türk birlikleri
şimdiye kadar hava hâkimiyeti sayesinde o bölgelerde varlığını
sürdürebiliyordu.
Öyle
anlaşılıyor ki, PKK elindeki silahların kalitesi ve savaşçılarının bunları
kullanabilme yeteneğine güvenmektedir.
PKK
gerillaları, etkili füzelerle Türk ordusunun hava hâkimiyetini kırdığı takdirde,
Türk ordu birliklerinin kuşatılmaları başlayacak ve bu da teslim olan veya imha
olan birliklerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Yani
küçük çaplı Dien Bien Phu’lar ortaya çıkabilir.
Büyük
bir olasılıkla kuşatılma durumlarında toplu teslim oluşlar görülebilir.
Çünkü
bu savaşın Erdoğan’ın başkanlığı yüzünden çıkarıldığı artık geniş toplum
kesimlerinde kabul görmektedir. Bu subay ve erlerin savaş moralini büyük ölçüde
etkileyecektir. Kimse Erdoğan’ın ihtirasları için pisipisine ölmek istemeyecektir.
*
Bu
durumda yenilgiler de Erdoğan’a karşı direnişi attırır.
Çünkü
90’lardan farklı olarak bugün ciddi bir biçimde bu savaşta Erdoğan’ın
yenilgisini isteyen ve her ölümden dolayı Erdoğan’ı suçlamaya hazır bir yüzde
elli var.
Ve
bu yüzde elli barış istemenin ve Erdoğan’ın kişi diktatörlüğüne direnmenin
moral avantajına sahip.
Erdoğan
tarafı ise moral bir üstünlüğe sahip değil, bir diktatörü; yiyicileri ve savaşı
savunma durumunda.
Doksanlarda sol çevrelerde
yaygınlaşmış ve onlar tarafından, özellikle de ÖDP tarafından yaygınlaştırmış
bir anlayış vardır: “PKK savaşmasaydı, Türkiye’de ırkçılık böyle güçlenmezdi; şehit
cenazeleri milliyetçiliği besliyor.”
Bu yanlıştır. Aksine, PKK büyük
askeri başarılar elde edemediği için, şehit cenazeleri milliyetçi ve ırkçı
gösterilere dönüşmüştür.
Eğer PKK’nın ardında büyük askeri
başarılar olsaydı, birkaç Türk taburunu esir etmiş falan olsaydı; barış çok
daha önce gelirdi ve gelen “şehit cenazeleri” faşist terörün aracı değil, savaş
politikalarına karşı gösterilerin aracı olabilirdi. Vietnam’da ABD başarılar
kazansaydı, ABD’de bir barış hareketi yükselemezdi. Ne zaman ABD’nin yenilgisi
ortaya çıkmaya başlamış, o zaman barış hareketi yükselmiştir. Bütün dünya
deneyleri bunu doğrulamaktadır.
Şimdi böyle bir olasılık var. Hem
kitlelerde psikoloji değişmiş bulunuyor; hem söylemleri ve yaptıklarıyla
birbiriyle bir araya gelemeyecek güçleri bile bir araya getirebilen bir Erdoğan
var; hem PKK’nın savaş gücü doksanlardan oldukça farklı; hem de PKK uluslar
arası alanda tecrit değil.
Bu nedenle PKK’nın ciddi askeri
başarılar elde etme olasılığı epey yüksek.
PKK’nın verdirdiği her kaybın,
Erdoğan’a karşı daha büyük bir direnişi tetikleme; Erdoğan’a karşı mitinglere
dönüşme olasılığı bulunmaktadır.
Hemen her cenazede artık tepkiler
görülmekte, bu tepki gösteren “şehit yakınları”na Erdoğan’ın saldırıları
olmakta, bunlar da yeni tepkilerin tohumunu atmaktadır.
Anlaşılan PKK yöneticilerinin de
böyle bir değerlendirme yaptıkları görülmektedir. Karayılan, durumun ve güç
ilişkilerinin Erdoğan’ın aleyhine olduğunu yazıyordu o yazıda. Şöyle diyordu:
“Korkmamalıyız. AKP devleti zayıftır. Katliam
yapamazlar. Keskin nişancılar Cizre'de, Yüksekova'da, Silopi'de insanlarımızı
şehit düşürdüler, ancak katliam yapamazlar.”
*
İkinci kırılmaya gelince.
Erdoğan ilk kez, Hitler gibi kendi
adamlarını örgütleyip sokağa çıkardı.
Şimdiye kadar, bu işi “Seferberlik Tetkik
Kurulu”, “Özel Savaş Dairesi”, “Kontrgerilla” veya “derin devlet” veya “Ergenekon”
denen kanun dışı ve gizli oluşum, lümpenler, Alperen Ocakları, MHP gibi legal biçimler
altında da örgütlediği ve kontrol altında tuttuğu güçleri sokağa çıkartır ve
kontrollü olarak Türklük üzerinden, biraz da İslam sosu dökerek terör estirirdi.
Ve bu esas olarak Kürt hareketine ve radikal Türk solcuların karşı
kullanılıyordu. (Bunların devletin gayrı resmi organı olan Hürriyet gazetesine
böyle bir saldırı yaptığı görülmemişti.)
Erdoğan Ergenekon’la girdiği
ittifakın bir sonucu olarak zaten bunları kullanıyor hali hazırda.
Dağlıca pususunun hemen ardından
olanlar, "iyi saatte olsunlar"ın bu çeteleri hemen sokağa döktüğünü
gösteriyor.
“TEKİRDAĞ'DA DAĞLICA SALDIRISI PROTESTO EDİLDİ
Tekirdağ’da vatandaşlar, Hakkâri’nin
Yüksekova İlçesi Dağlıca bölgesinde meydana gelen saldırıyı kınamak için
yürüyüş düzenledi. Ellerinde Türk bayraklarıyla yürüyen gruba yaklaşık 150 araçta
konvoy oluşturdu.
SİVAS’TA ALPEREN VE ÜLKÜ OCAKLARI
TERÖRE TEPKİ GÖSTERDİ
Sivas’ta, Alperen Ocakları ve
Ülkü Ocakları üyeleri Hakkâri’de PKK’lı teröristler tarafından askere yönelik
gerçekleştirilen mayınlı saldırıyı protesto etti. Dev Türk Bayrakları açarak İnönü
Bulvarı üzerinde yürüyüşe geçen grup sloganlar attı. 50’inci Yıl Kavşağı
üzerinde İstiklal Marşı okuyan grup daha sonra sloganlar atarak kent meydanına
kadar yürüdü. Gruba yoldan gelen araçlar ve bazı vatandaşlar da evlerinin
balkonlarından destek verdi.
Daha sonra şehitler için dua eden
grup dağıldı.
ZONGULDAK'TA MHP’DEN TERÖRE TEPKİ
Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) mensupları Hakkâri’nin Çukurca ilçesine
Dağlıca bölgesinden gelen şehit haberleri üzerine toplanarak terörü protesto
etti.
Sosyal paylaşım siteleri ve sms
yolu ile haber verilmesi üzerine yaklaşık 500 kişi Hakkâri’nin Çukurca ilçesine
bağlı Dağlıca Bölgesi’nde terör saldırısı sonucu çok sayıda askerin şehit ve
yaralı olduğu haberleri üzerine toplandı. Alanda dev Türk Bayrağı açılırken,
bazı vatandaşlarda üzerlerine Türk Bayrağı sardı.
Eylem olaysız bir şekilde sona
erdi.
DAĞLICA'DAKİ SALDIRI MERSİNLİ
VATANDAŞLARI SOKAĞA DÖKTÜ
Mersin’in Erdemli İlçesinde Hakkâri’nin
Yüksekova ilçesi Dağlıca bölgesinde askeri araca yapılan saldırıyı kınayan
vatandaşlar Mersin Antalya karayolunda bayrak yürüyüşü gerçekleştirdi.
Erdemli merkezinde
gerçekleştirilen yürüyüş esnasında zafer işareti yapan bir otomobil ve otobüs
şoförünün araçlarını grup üzerine sürmesiyle ilçede gerginlik yaşandı.
Olayı duyan vatandaşlar
Mersin-Antalya D-400 Karayolu üzerinde toplanmaya başladı. Bir süre sonra
yaklaşık 600 kişi yolu trafiğe kapadı. Ambulans ve güvenlik güçleri dışında
araç trafiğine izin verilmedi. Gurup yol ortasında İstiklal Marşı okudu.
Konuşmanın ardından gurubun
sakinleşmesiyle yol trafiğe kontrollü olarak açıldı.
GAZİANTEP'TE DAĞLICA SALDIRISI
PROTESTOSUNDA GERGİN ANLAR YAŞANDI
Gaziantep’te Dağlıca’da yaşanan
terör saldırısını protesto etmek için yürüyüş yapan grup ile polis arasında
gerginlik yaşandı. Yürüyüş yapmakta ısrar eden 50 kişilik grup ile polis
arasında yaşanan kısa süreli gerginlik, amirlerinin müdahalesiyle büyümeden
önlendi.
Yeşilsu Parkı'nda toplandıktan
sonra Ordu Caddesi boyunca sloganlar atarak yürüyüşe geçen grup, Orduevi önüne
gidip saldırıyı lanetleyen sloganlar attı.
Saldırıyı protesto eden gruba
çevrede bulunan vatandaşlar ve sürücüler de destek verdi.
Polis, Sigorta Kavşağı'na
ilerlemek isteyen grubun yürüyüşünü engellemek istedi. Yürüyüş yapmakta ısrar
eden grup ile polisler gerginlik yaşandı. Grup yürüyüşüne devam edince Çevik
Kuvvet Ekipleri çağrıldı. Slogan atan grup ile polisler arasında kısa süreli
arbede yaşandı. Arbedeyi araya giren polis amirleri engelledi. İnönü Caddesi
girişinde durdurulan grup İstiklal Marşı okuduktan sonra olaysız bir şekilde
dağıldı.”
*
Ancak dün akşam itibariyle burada da
bir nitelik değişimi ve tırmanma var.
Dün akşam itibariyle, Erdoğan’ın ta
Gezi günlerinden beri (evde zor tuttuğu yüzde elli sözleri hatırlansın) özlediği
ve yaptırmaya çalıştığı yapıldı.
Erdoğan kendi çetelerini de oluşturup
sokağa sürmeye başladı ve özellikle bunları basına karşı kullanarak bir
yılgınlık rejimi yaratmaya çalıştığı anlaşılıyor. Zaten devlet gazetesi olan
Hürriyet’e karşı Özel Savaş Dairesi’nin klasik güçleri sürülemezdi.
Erdoğan belli ki artık, elindeki büyük
örtülü ödeneklerle, lümpenlerden bir ordu oluşturmaya başlayacaktır.
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın ATV canlı yayında söylediği, "400 vekil alınsaydı bunlar
olmazdı" sözlerini Twitter'dan paylaşan Hürriyet Gazetesi'ne baskın
düzenlendi.
www.gercekgundemcom 'un edindiği
bilgiye göre, saat 23:00 sularında Hürriyet'in Bağcılar'daki binasına gelen
yaklaşık 100 kişi içeri girerek bazı bilgisayarları kırdı. Güvenlik engelin
aşan 100 kişi yukarıdaki katlara doğru çıkmaya çalışırken, çalışanlar ise
korkudan odalara saklandı.
AKP yandaşı 100 kişilik saldırgan
grup, bir süre sonra özel güvenlik görevlileri aracılığıyla binadan çıkarıldı.
100 kişinin gazete binasına araç konvoyu düzenleyerek geldiği öğrenildi.
ÖNCE KÜFÜR, SONRA TEKBİR
AKP yandaşı saldırganlar,
Hürriyet'in önünde gazetecilerin görüntü almasını engelleyerek önce Doğan
Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan'a küfürler edip daha sonra ise 'Ya Allah,
Bismillah, Allahü Ekber' diyerek tekbir getirdiler.”
AK Parti’nin ideolojik olarak
eğitilmiş kadroları olmadığından, lümpenlerden toplayarak bu işi yapmaya
çalıştığı anlaşılıyor. Bu küfür ve tekbir sentezinde yansıyor. İdeolojik olarak
eğitilmişler ise, küfretmez, ya da politik küfürler eder, örneğin Politik İslam
ideolojisinden takılır, belki biraz da Türk ırkçılarının İslam sosu gibi, İslam’ına
biraz Türk sosu katardı. Ama bu olan başka bir şeydir. Başlarındaki de AK Parti
“Gençlik Kolları Başkanı”
*
Bunun anlamı şudur: Erdoğan tüm
güçlerini cepheye sürüyor. Ve kararlı olarak her şeyi yapmaya hazır.
Bunu dünkü olaylarda bile görmek
mümkün.
Dağlıca baskınını bile kendi
başkanlığı için kullanmaya çalışıyor.
Nasıl mı?
Dağlıca baskınından sonraki saatlerde
olanlara bakalım.
Dağlıca baskını 15.00 civarında
oluyor. Yukarıda aktardığımız HPG’nin bildirisi bu saati veriyor.
Türk devletinin oturmuş bir iç haber
alma mekanizması var. Bu baskın daha olurken, Genelkurmayın ve Erdoğan’ın,
MİT’in, Başbakan’ın haberinin olmaması düşünülemez bile.
Erdoğan bu bilgilere sahip olarak
400’ü verseydiniz bu gelmezdi başınıza demeye getiren konuşmasını yapıyor.
Hemen sonra da Hürriyet’e yıldırım
hızıyla baskın düzenletiyor.
*
Bir benzeri Davutoğlu’nda da var.
Başbakan bu bilgilere sahip olarak ama
sanki sahip değilmiş gibi yaparak, bir “şehit yetimi”ni alarak maça gidiyor ve
Türkiye’nin Hollanda’yı yenmesine tezahürat yapıyor Maçın sonuna kadar da
orada. Ancak maç bittikten sonra, muhtemelen seremoni kısmında, neden gittiğini
anons ettirerek, yani Ergenekonvari bir gösteriyi tahrik ederek, gidiyor ama
haberlerde, maçı yarım bırakıp gittiğini yazdırtıyor.
Belli ki amacı maçın sonunda milleti
sokağa dökmek. Ama aynı zamanda kendisinin protesto edilmesine karşı da
Stadyum’dan kaçıyor.
Çavuşesku gibi, kendi tertipledikleri
bir yığınsal gösterinin kurbanı olabilirler.
Bunu görüp sezdikleri, deliye taşı
andırmaktan korktukları anlaşılıyor.
*
Bu iki nitelik değişikliğinden sonra
bu iş nereye gider?
Eninde sonunda Erdoğan ve şürekâsı
çok kötü bir şekilde düşecekler.
Sonları ne olur? Çavuşesku ya da
Kaddafi gibi mi?
Yoksa dürüst bir seçim yapıp,
yenilgiyi kabul edip son şanslarını kullanırlar mı?
Bu olasılığın şu an sıfır olduğu
görülüyor.
Uzun vadede her şey Erdoğan’ın
aleyhine.
Ama kısa ve orta vade söz konusu
olduğunda Erdoğan’ın elinde hala çok büyük güçler var.
Bu nedenle bu tırmanmanın nereye
gideceğine ilişkin şimdiden bir şey söylenemez.
Türk devletinin tüm refleksleri
Erdoğan’ın yanında. PKK’nın başarıları bu refleksleri ve Türk Ordusunun
Erdoğan’ın yanında konumlanmasını pekiştirecektir.
Seçimde her şeyi yapacaktır ve tek
parti iktidarı sağlamaya çalışacaktır.
Muhtemelen seçim olmayacaktır; savaşı
bahane ederek bu hükümetle götürmeye çalışacaktır. Seçim olursa, fiilen HDP’yi
seçime sokmayacaktır.
Böyle giderse HDP’nin fiilen
katılamadığı bir seçimle AK Parti iktidarını kurabilir de.
Bu çok uzun sürecek bir acılı dönem
demektir.
Dolar yükselirken, Ekonomi yıllardır
ertelediği sorunların altında bocalamanın arifesindeyken; Erdoğan uluslar arası
alanda ciddi biçimde tecrit olmuşken bu gidişin çok uzun sürmeyeceği umulur.
*
Ama kanımızca PKK büyük bir hata
yaptı.
Ama bu yenilgiye uğrayacağı anlamına
gelmiyor.
Muhtemelen sonunda Erdoğan gidecek,
Öcalan devreye girecek ve yeni bir ateşkes başlayacaktır.
Ama Aynı sonuca çok daha geniş
güçlerle çok daha az kayıpla ve acıyla ulaşılabilirdi Suruç’tan sonra
seçimlerden önce izlediği çizgiyi izleseydi; hükümetin saldırıları karşısında
savunmada ortaya çıkacak “şehit cenazeleri” belki şu an Erdoğan’a karşı
kitlesel gösterilere dönmüş olabilirdi.
Bu fırsat kaçırıldı.
Erdoğan gibi karşısındaki cepheyi
genişleten ve kendini tecrit eden böylesine bir rakip az bulunur bir şanstır. Bu
cepheye öncülük ederek, Erdoğan’a karşı zaferin prestijiyle çok ilerilere de
gidilebilirdi. Bu fırsat kaçırıldı.
Neden?
Sorunun temeline inmek gerekir.
Sorunun temeline inmek gerekir.
*
Karayılan’ın o konuşması bu hata
yapıldığının satır aralarında itirafı gibidir de biraz.
Ama yanlış da olsa bir adım
atılmıştır ve o yanlışı sonuna kadar götürmek gerekir. Bazen dönüş daha kötü
sonuçlar verir.
Karayılan’ın da dediği gibi “isyanla
oynanmaz” ve yanlış bir değerlendirme sonunda bir kere başladın mı ileri gitmek
gerekir.
Şu satırların anlamı biraz böyledir:
“Madem adım atılmıştır, bu
adımın sonuca götürülmesi gerekiyor. Yarım kalırsa, felaket olur. Niye? Atılan
adımdan geri dönüş tehlikelidir... Geri adım Şırnak '92 gibi olur”
Başka bir yerde de şunu diyor:
“Bu durumda tek taraflı
ateşkes ilan edersek, sorumuzu getirmiş oluruz. Kimse bizden Harakiri bekleyemez.”
Karayılan’ın bizim yazılarımızı
okuduğunu sanmıyoruz. Ama bu satırlar sanki “İsyanla
Oynanmaz” ve “PKK’ya
tek taraflı ateşkes çağrısı” yapan yazılarımıza cevap
gibidirler adeta. Belli ki onlar da aynı sorunlar üzerine düşünüyorlar.
İşin kötüsü, artık dediği doğrudur
da. Bundan sonra geri adım da atamazlar. İleri gitmek zorundadırlar.
Ama esas sorun, esas yanlış nerede?
Bir taktiği veya güçlerin yer alışını
doğru değerlendirme sorunu değil. Bu yanlışı bu düzeyde tartışmak yanıltıcı
olur. Sorun programatiktir, programatik sorunun strateji ve taktiğe
yansımasıdır.
Nasıl?
*
PKK’nın
bir başarısı olsa bile, bu başarı bile fiilen Öcalan’ın çizgisinden bir geri
dönüş anlamına gelecektir.
PKK’nın
bugün izlediği çizgiye Kürt ulusalcılarının, prensipte onay vermesi ayrıntıda
veya taktikte eleştirmesi rastlantı değildir. Çünkü bu çizgi onların
paradigmasına, sonunu koyuşlarına, gündemlerine bir geri dönüştür.
Kürtlerin
üzerinde baskı iki türlü kalkar.
Biri
Kürtler de ayrı bir devlet kurar.
İkincisi,
devlet Türk (Arap, Fars vs.) devleti olmaktan çıkar, Kürtlük ve Türklük vs. eşit
olur
Bunlar
iki farklı programdır.
Öcalan
bu ikinci yolu ve stratejiyi izliyordu.
Böyle
bir program ister istemez Türklerin geniş bir çoğunluğunu da kazanmayı
gerektirir. Böyle bir stratejide, Türkiye’de (ve Ortadoğu’da) tutarlı bir
demokratik hareketin inşası ve ona dayanmak; onu mücadelenin özgücü yapmak
hedef olur. Öcalan’ın stratejisi buydu. HDP’nin önünü açan stratejiydi.
Türkiye’deki
demokratlara imkân ve moral vermişti. Kürt hareketinin kapatıldığı gettodan
çıkmasını sağlamış; muazzam bir entelektüel birikimle yakınlaşma ortaya çıkmaya
başlamıştı.
Bunun
somut sonuçları 7 Haziran seçimlerindeki başarıda görülmüştü.
Ancak,
PKK’nın bugün izlediği strateji bu değil ve böyle bir programa uygun değil.
Bugünkü
strateji Kürt askeri güçlerine dayanarak, Türk hükümetini uluslararası
olanaklardan da yaralanarak tecrit etmek ve ona geri adım attırmak; Kürtlerin ayrılmasını
bir tehdit olarak kullanarak birtakım tavizler koparmak.
Dikkat
edilsin, Öcalan, hiçbir zaman bize şu hakları vermiyorsanız biz ayrılırız
demez. Doğru olduğunu düşündüğü için sorunun ayrılma düzeyinde tartışılmasını
reddeder. Hâlbuki birçok milletvekili ayrılmayı bir takım haklar koparmak için
bir tehdit unsuru olarak kullanır.
Bu
çok temel bir farktır. Programatik ve stratejik farkın bir yansımasıdır.
Bu
stratejide Türkiye’de (ve Orta Doğu’da) demokratik bir hareket oluşturma; esas ve öz gücü böylece kurma hedefi yoktur.
Bu
program Bir Kürt Devletini hedeflediği veya bunu hedeflemediğini söylediğinde
bunu bir tehdit unsuru olarak kullandığı için, Bu programın öz gücü Kürtler
olur. Türkiye’de veya başka yerdeki demokratik özlemler bu gücün dolaylı yedeği
işlevine sahiptir. Tıpkı doksanlarda İnsan hakları Derneği ve mücadelesi gibi
bir işlevi vardır.
*
PKK’nın
şu anki çizgisinde HDP’nin işlevi bir demokratik hareketi örgütlemek ve PKK’nın
bu demokratik harekete destek olması (Seçimlerden önce bunun nasıl olacağı
görülmüştü. Askeri strateji ve taktikler, HDP’nin başarısına tabi kılınıyordu.)
değildir. Şu anki çizgide, HDP, bir barış hareketi ile PKK’nın savaşına dolaylı
bir yedek derekesine indirgenmiştir.
Bu
nedenle Öcalan’ın çizgisinin inkârı, reddi; çok eski bir çizgiye dönüştür.
*
Evet,
bu program farklılığı strateji farklılığını, bu da mücadele biçimleri ve taktiklerdeki
farklılığı ortaya çıkarmaktadır.
Bu
stratejinin ardındaki program Öcalan’ın programı değildir; bu strateji Öcalan’ın
stratejisi değildir.
Bu
çizgi Öcalan’ın çizgisine karşıdır.
Ama Öcalan’ın çizgisine karşı olan bu çizgi, Öcalan’a görüşme şartı getirerek, Öcalan’a karşı Öcalan’ı koymaktadır.
Ama Öcalan’ın çizgisine karşı olan bu çizgi, Öcalan’a görüşme şartı getirerek, Öcalan’a karşı Öcalan’ı koymaktadır.
Tarihte
bütün karşı devrimler böyle gelişir.
Muaviye
askerlerinin mızraklarına Kuran taktırır.
Stalin
Lenin’e karşı Leninizm bayrağıyla savaşır.
Napolyon,
Fransa’yı değil, Eşitlik, Kardeşlik. Özgürlüğü temsil eden üç renkli bayrakla
Fransa adına başka ülkeleri fetih eder.
Öcalan’a
karşı da savunurmuş gibi yaparak da mücadele edilebilir.
*
Ulusal
baskıya karşı bir ulusal direniş hareketi olarak Kürt hareketi hakkında başında
beri onun, görünen sınırlarının ötesine, bir Kürt devleti programından,
demokratik bir Orta Doğu hedefine gidebileceğini söyledik.
PKK’nın
bir kadın hareketi olduğunu daha doksanlarda söyleyen bizdik.
Aynı
zamanda işçilerin en alt tabakalarının bir hareketi olduğun da söylüyorduk.
Marksizm’den
uzaklaşıyor diye Türk solcuları ve sözde Marksistleri onu suçlarken, aslında Marksizm’den
uzaklaşma gibi görünen şey Aydınlanma’nın ideallerine yaklaşmadır; bu anlamda Marksizm’den
uzaklaşarak Marksizm’e yaklaşıyor diyen bizdik.
Arada
geçen yıllar bütün bu öngörülerimizi doğruladı.
O
zamanlar bunları dediğimiz için bize en hafif deyimiyle “Kürt yağcısı”
diyenler, şimdi o hareketin medyasında ekranları ve sayfaları dolduruyorlar.
*
Biz
yine aynı yolda yürüyelim.
Bu
son gelişme şunu göstermiştir. Artık Kürt hareketi sınırlarına dayanmış
bulunuyor.
Şimdiye
kadar Türk solcularının ve diğer hareketlerin önündeydi. Onlara cesaret veriyor
yollarını açıyordu.
Ama
artık sınırlarına dayandı.
Canlı bir hareket olduğu için, öğrenme yeteneği var; hala kendini geliştirebilir ve dönüşebilir.
Ama gerçekten teorice, programca, stratejice kendisinden daha radikal ve demokrat bir hareketin desteği ve öncülüğü olduğu sürece.
Canlı bir hareket olduğu için, öğrenme yeteneği var; hala kendini geliştirebilir ve dönüşebilir.
Ama gerçekten teorice, programca, stratejice kendisinden daha radikal ve demokrat bir hareketin desteği ve öncülüğü olduğu sürece.
Aksi
takdirde, bu son süreçte görüldüğü gibi, artık potansiyellerini tüketmiş bulunmaktadır.
Nicel gücü büyüyebilir. Etkisi artabilir. Başarılar kazanabilir.
Kastımız bunlar değildir.
Nicel gücü büyüyebilir. Etkisi artabilir. Başarılar kazanabilir.
Kastımız bunlar değildir.
Teoridir,
programdır, stratejidir.
Artık,
gerçekten demokratik bir hareket oluşmadıkça Kürt hareketi ileri gidemez.
Demir
Küçükaydın
07 Eylül 2015 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder