Erdoğan ne yapacağını biliyor: hiçbir şekilde; ne olursa
olsun açıkça el koyduğunu söylediği fiili başkanlık mevkiini-mevziini terk
etmemek.
Çünkü bir tek geri adımı; en küçük bir zaaf belirtisi bile
hem uluslar arası mahkemelere hem de Türkiye’deki mahkemelere sanık olarak
çıkmakla sonuçlanacak bir düşüşün ve gerileyişin yolunu açacaktır.
Bu akıbeti engellemek için HER ŞEYİ yapmaya
hazırdır.
Bu tespiti yapmayan, bugün Türkiye’de politika yapamaz.
Bu tespiti yapan da Türkiye’deki en acil sorunun Erdoğan olduğunu;
Erdoğan’ın fiili darbesine son vermek olduğunu görür ve acil hedef ve
politikalarını buna göre belirler.
*
Ne CHP, ne de HDP ne bu temel tespiti ve acil görev
belirlemesini yapmış değil.
Hala eski alışkanlıklarıyla eski kavramlarla kendilerine yol
bulmaya çalışıyorlar.
Örneğin CHP hala “teamüllerden”
söz ederek, boş politik beklentiler ve hayaller peşinde koşuyor. Örneğin
kendine hala hükümet kurma görevi verilmesini bekliyor.
Ne teamülü? Adam kanunları bile hiçe sayıyor.
HDP ise, sanki hala ortada bir “barış süreci” kalmış veya hiç olmuş gibi iki taraflı barış
çağrıları “politikası” yapıyor.
HDP Türk devleti kadar olsun politika yapmayı bilmiyor.
Geçenlerde Ertuğrul Kürkçü’ye bir devlet görevlisinin dediği
gibi, devlet gerçek stratejisin çizerken gerçekçi değerlendirmelerden hareket
ediyor.
Ve tam da bu gerçekçi değerlendirmelerden hareket ettiği
için bütün söylemini yanlışlığını ve yalan olduğunu pek ala bildiği kavramlarla
konuşuyor halka karşı. Halka konuştuğu kavramlarla stratejisini, taktiklerini
ve mücadele biçimlerini belirlemiyor.
HDP’nin devlet gibi böyle iki yüzlü olması gerekmez. Ama
politikasını açıkça gerçekçi kavramlara ve gerçek durumun doğru bir
değerlendirmesine dayandırmalıdır.
Gerçekçi olalım. Ortadaki “barış” değildi; bir “ateşkes”
idi. “Tahkim edilmiş bir ateşkes”
bile değildi.
Erdoğan için, kendisine başkanlığı getireceğini düşündüğü
taktik bir hamleydi. Ateşkes’i kendi başkanlık planları için kullanmaya kalktı.
Tıpkı daha önce Suriye ve Türk devletlerinin yanıldığı gibi yanıldı.
Erdoğan, hor görüp Öcalan’ı kullanacağını düşündü. Öcalan
ise gerekli stratejik değişiklikleri yaparak, ateşkesi iyi biçimde kullanıp;
HDP’yi kurdurup, Kürt hareketini gettodan çıkardı. Tıpkı Suriye’nin elinde bir
yarı esir ve rehineyken Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini örgütledi.
Türk devletinin elinde esir iken Türkiye’de Ortadoğu’nun en büyük demokratik
hareketini örgütledi.
Bu durumda Erdoğan ve Türk devleti için “barış süreci” denilen Ateşkesi
sürdürmenin bir anlamı yoktu.
Çünkü ateşkes kendi amaçlarına hizmet eden bir araç olmaktan
çıkmıştı. Erdoğan ava gitmiş ve Öcalan tarafından avlanmıştı. Ateşkes, “kazan
kazan” (win win) durumunda sürebilirdi. Erdoğan’ın (ve Türk devletinin) kaybettiği
ve ona kaybettiren bir ateşkes süremezdi.
Bu durumda hala eski güçler, ilişkiler ve çıkarlar
geçerliliğini koruyormuş gibi iki tarafa barış çağrıları yapmak, hiçbir
karşılığı olmayan bir politika yapmaktan başka bir anlam taşımaz.
Barış propagandası yapmak; ölümlerin kötü olduğunu söylemek;
her ölüm için acı duymak; “analar ağlamasın” demek, politik mücadele vermek
değildir. Barış propagandasını politika sanmak, yani yanlış politikalar ve
politik mücadeleler daha çok ananın ağlamasına yol açar.
Politik mücadele demek, günün ana ve acil görevini doğru
tanımlamak ve onun için gerekli manevraları yapmak; bunun için gerekli
esneklikleri gösterebilmek örgüt ve mücadele biçimlerini uygulayabilmek
demektir.
Günün en acil sorunu Erdoğan’dır. Nokta.
*
Hem CHP, hem de HDP’nin yapması gereken öncelikle doğru bir
görev tanımıdır. Yakalanacak ana halkayı doğru tanımlamalıdırlar. Doğru
tanımlamak da yetmez, buna uygun politik sonuçları çıkarmak ve kararlıca
uygulamak gerekir.
Bu açıdan baktığımızda ne görüyoruz. Her iki parti de zaman
zaman Erdoğan’ı temel sorun gibi koyuyorlarmış gibi görünüyorlar ama sonra ya
bundan vaz geçmiş görünüyorlar ya da bunu mantık sonuçlarına götürmekten;
gereğini yapmaktan uzak görünüyorlar.
Her iki parti de seçimin hemen ardından, Erdoğan Kaç-Ak
Saray’da oturdukça ve Standart Cumhurbaşkanlığı yetkilerine geri dönmeyi açıkça
kabul edip uygulamadıkça onu tanımayacaklarını ilan etmeliydiler.
Böyle bir tavır Erdoğan’ı geri adım attırabilir, hatta şimdi
Ateşkes’in sürmesini bile sağlayabilirdi. Bunun siyasi tarihte örneği de vardı.
Bir zamanlar Demirel, Özal’a karşı benzer bir politika uygulamıştı. Şimdi her
şey bunun için yüz kat daha uygundu.
Ama her ikisi de perspektifsiz ve inisiyatifi Erdoğan’a
veren bir çizgi izlediler.
Erdoğan onların bu kararsızlığını gördükçe daha da cesaret
bulup, kedinin fare ile oynadığı gibi bu iki partiyle oynamaya başladı.
Bunu en son seçim hükümeti ve Hükümet görevlendirmesi gibi
konularda görüyoruz.
*
CHP ve HDP daha baştan, Erdoğan’ın Çankaya’ya çekilmediği,
Kaç-Ak Saray’ı terk etmediği sürece Erdoğan’ı tanımayacaklarını, onun yetki
gaspı yaptığını; yasalar dışına düştüğünü ilan etmeliydiler.
Peki, ne yaptılar?
Örneğin HDP, sanki üstüne vazifeymiş gibi, CHP-AKP
hükümetini destekleyeceği yönünde açıklamalar yaptı. “Bakın ben ne kadar
parlamenter sisteme uyumluyum, ne kadar uzlaşmacıyım” mesajı vermeye yönelik
bir çizgiyi benimsedi.
Sorunu ve acil görevleri, yakalanacak ana halkayı doğru
tespit etmekten çok uzak olduğunun örneklerini verdi.
Sorun hükümet kurulması değildi. Erdoğan kaç-Ak Saray’da
oturduğu sürece, yasa dışına düşmüşlüğünü meşrulaştırma anlamına gelirdi her
türlü davranış. Çünkü o Saray ya da “Külliye” yapısı gereği bir başkanın ve
başkanlık sisteminin ihtiyacı olan bir mimariye sahiptir. Yapı İşlevden kopuk
değildir. Yapı yoğunlaşmış işlevden başka bir şey değildir.
Bu nedenle, CHP ve HDP Erdoğan Çankaya’ya dönmedikçe,
kendisini muhatap almayacaklarını ve tanımayacaklarını; onu tanımanın suça
ortak olma ve fiili darbeyi meşrulaştırmak anlamına geleceğini ilan
etmeliydiler.
Bunu yaptıkları takdirde belki onu bugün yaptıklarını
yapmasını engelleyemezlerdi ama en azından böyle dağınık ve ne yapacağını
bilmez durumda olmazlar; yükselen bir direnişin ve muhalefetin billurlaşması
için bir mayayı, bir katalizatörü halkın arasına yaymış olurlardı.
Onlar bunu yapmayınca ne yapacağını bilen ve karalı Erdoğan
onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başladı.
*
Şimdi dünkü duruma bakalım.
Seçimden hemen sonra, seçim yenilgisinin ardından, Erdoğan,
Deniz Baykal’la ilk tuzağını hazırlar, CHP’yi tereddütte bırakacak ilk
hamlesini yaparken, Baykal ile Külliye dışında görüşmeyi kabul etmişti. O
zamanlar kendini zayıf hissediyor ve güç toplamaya çalışıyor; keşif devriyeleri
yapıyordu.
O zamanlar gazetelerde CHP’nin başkanlık Sarayına
çıkmayacağı gibi laflar dolaşıyordu. Bu koşullarda Baykal, Başkanlık sarayı
dışında görüşmeyi kabul etmişti. Erdoğan da bu kabul etmişti, bu tavizi vermek
zorunda kalmıştı.
Ama o CHP şimdi ne oldu.
Şimdi kararsızlıkları ile Erdoğan’dan kendisini Hükümet
Kurmakla Görevlendirmeyi; Kaç-Ak Saray’a çağırılmayı bekler hatta bunun için,
el altından rica minnet yalvarır duruma düştü.
CHP el altından haber uçuruyorlarmış, hükümet için
görevlendirilirse, Erdoğan’la görüşmek için Saray’a giderlermiş.
Dua edelim de Erdoğan, hiçbir angajmana girmeden, onlar gibi
el altından, sanki görevlendirme ihtimali varmış gibi haber salıp,
Kılıcdaroğlu’nu Kaç-Ak Saray’a davet edip, sonra da anlaşamadık, olmuyor deyip
iyice refüze etmez.
Nereden nereye!.
Sen bizi bir hükümet kurmakla görevlendir, biz gereğinde
senin sarayına geliriz noktasına düşmek.
Selvi’nin şu satırlarına bakalım:
“Bugünkü köşe yazısında Erdoğan’ın ülkeyi seçime götürürken
hangi yolu izleyeceğine dair ipuçları veren Selvi, CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu’na hükümeti kurma görevinin verilmesine dair bir sinyalin
olmadığını ifade etti.
CHP’nin hükümeti kurma görevini almak üzere ‘Ak Saray‘a
gitmek istediği yönünde iki üç ayrı kanaldan mesaj geldiğini belirten Selvi,
“Ama tüm koalisyon formülleri tüketildiği için Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na
hükümet kurma görevini vereceği yönünde bir sinyal alınmıyor” diye yazdı.”
(Diken)
İşin kötüsü CHP aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık
durumuna düşürmüştür kendini.
Erdoğan, davet etse, gitmese, hükümet kurmaktan kaçmış
olacaktır; gitse, darbeci dediğini meşrulaştırmış olacaktır.
Onların bu tutarsızlığını ve kararsızlığını gören Erdoğan,
seçenekler bitmiştir diyerek görev bile vermeyeceğini ilan ediyor.
Ama karşı tarafı tereddütte bırakmak, hem de havasını
önceden yoklamak için bunun haberini verdiği yemekteki konuşmaları üzerinden
uçuruyor. Eğer güç dengelerinde bir değişme olursa gereğinde manevra da
yapabilmek için.
Yani koca CHP, aslında Erdoğan’ın paspası olmuş durumda.
Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor Erdoğan CHP ile.
*
HDP farklı mı?
CHP gibi HDP de hemen seçim hükümeti formülüne atladı.
Tutarlı bir şekilde Erdoğan bir darbecidir, yasa dışı olarak iktidara el
koymuştur noktasından hareket edip kararlı bir muhalefet stratejisi izleyecek
yerde; Erdoğan’ın atayacağı Seçim Hükümeti formülüne, yine “biz oyun bozan
olmayız, uslu çocuğuz” üslubuyla hemen atladı.
“Bugün toplanan MYK
sonrası gündeme dair açıklamalarda bulunan HDP'li Bilgen, "Barışa dair bir
program, konsept önümüze geldiğinde kapımızın herkese açık olduğunu bir kez
daha ifade ediyoruz. seçim hükümetinden kaçınmayacağız. Seçmen iradesinin
sandığa özgürce yansıyabileceği bir atmosferde seçime gidilmesi konusunda
elbette sorumluluk üstleneceğiz. Farklı siyasi partilerin öncelikleri ve
Türkiye'de barışa dair yaklaşımındaki farkları çok net görüyoruz. Biz istemezük
tarzı bir siyasetten yana değiliz" diye konuştu.
Türkiye'nin fiilen
darbe süreci yaşadığını ileri süren Bilgen, "Somut bir sorun var önümüzde.
Türkiye fiilen darbe süreci yaşıyor. Şehirlerde olağanüstü hal ilan ediliyor.
Bu ortamdan çıkmak ve bir an önce herkesin can güvenliğini sağlanması için ne
gerekiyorsa onu yapmak gerektiğini düşünüyorum" dedi.” (Diken)
Yani aslında HDP, Erdoğan’ın sarayına çıkmayı, onun elini
sıkmayı kabul etmiş oldu.
Erdoğan, HDP zokayı yutunca, başladı oltayı çekmeye. “Hoop o
kadar kolay değil. Kimin bakan olacağına da ben karar veririm.”
Yine Selvi’nin yazısından:
“Selvi, Erdoğan’ın
kafasındaki seçim hükümetinin yol haritasını ise şöyle anlattı: “İki aylık bir
seçim hükümeti kurulacak. HDP de hükümette yer alacak. Ancak hükümeti kurma
görevini Erdoğan verecek ve kimin bakan olacağına da kendisi karar verecek.”
(Diken)
Bu durumda muhtemelen, HDP seçim hükümetine girmeyecek veya
girerse rezil duruma düşmemek için girmemek zorunda kalacak; CHP de HDP girmediği
için girmeyecek. Böylece Erdoğan tamamen kendi hükümetiyle devam edecek. Sonra
da seçimleri muhtemelen bir yıl veya Nisan’a kadar erteleyerek. Bu arada kan
gövdeyi götürecek. HDP muhtemelen soluk alamaz olacak, HDP’li seçmen oy veremez
duruma düşürülecek. Ve seçimleri Erdoğan alacak tek kişi yönetimini kuracaktır.
Kimileri hala son ankette AK Parti yüzde kaça düştü diye
oyalansın; kimileri halkın sağ duyusu seçimlerde Erdoğan’a ders verecektir
desin. Sahte hayaller devam etsinler. Yaşayan görecektir. Erdoğan’ın her şeyi
yapmaya hazır olduğunu; birbirinden cüretli, “bu kadar da olmaz” denilen
hamleler yapacağını görecektir.
Muhalefet, eğer böyle giderse dün kabul edilmez buldu
şeyleri kabul eder hatta savunur durumda bulacaktır kendini. Dün saraya
çıkmayız diyorlardı, bugün çıkmak için kuyruğa giriyorlar. Bugün çıkmak için
kuyruğa giriyorlar; yarın ayaklarına kapanacaklar.
*
Şimdi, öylesine köşeye sıkışmış bulunuyor ki bu partiler, ne
yaparlarsa yapsınlar Erdoğan’ın elini güçlendireceklerdir.
Eğer Erdoğan’ın bu koşulunu kabul etmeseler, Erdoğan, kendi
istedikleriyle hükümeti kuracaktır; hem de kendilerini oyunbozan durumunda
bulacaklardır.
Eğer kabul ederlerse hem Erdoğan’ı meşrulaştıracaklardır hem
de onun oyuncağı olacaklardır.
Üstüne üstlük, bu durumda Erdoğan böylece bakan olarak
atayacağı isimler aracılıyla, onların içine de kendi zehrini akıtma, bölme,
tereddütte bırakma imkanı bulacaktır.
*
CHP ve HDP’ye tekrar çağrı yapıyoruz. Erdoğan’ın bir darbe
yaptığını söylediniz.
Eğer bunu gerçekten inanarak, doğru olduğunu düşünerek
söylüyorsanız ve ciddi politikacılarsanız, bunun gereğine uygun davranınız.
Bu darbeciyi tanımadığınızı ilan ediniz.
Bu darbe yönetimini tanımadığınızı ilan ediniz.
Halkı da bu darbeciye karşı pasif direnmeye; yasal çerçevede
sokaklara çıkarak mitingler yaparak protesto etmeye çağırınız. Milyonlar
sokaklara çıktığında Erdoğan orada daha fazla duramaz.
Bugün temel sorun Erdoğan’dır.
Erdoğan orada durdukça ne barış, ne hukuk geçerli olabilir.
Tüm güçler Erdoğan’a karşı seferber edilmelidir.
Romalı Cato’nun her konuşmasının sonunda “Kartaca yıkılmalıdır!” dediği gibi.
“Erdoğan
gitmelidir!..”
Ya da Hasan Cemal gibi:
“Baş sorun
Erdoğan’dır. Nokta.”
Demir Küçükaydın
19 Ağustos 2015 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder