Aşağıdaki yazıyı dün sabah yazmaya başlamıştık. Ancak
bitirememiş ve bugün bitirmeyi düşünüyorduk.
Ancak dün öğleden sonra çok önemli bir değişim oldu. Dün
itibariyle Türk devletinin askeri birliklerinin IŞİD mevzilerini bombalaması ve
bugün sabaha karşı savaş uçaklarının, hududu
geçmeden IŞİD mevzilerini bombalaması Ortadoğu’da güçlerin yer alışında
köklü bir değişim anlamına geliyor.
Elbet bu değişim ne Türk hükümetinin ve Erdoğan’ın ne de
Amerika’nın veya diğer aktörlerin hedeflerinin değiştiği anlamına gelmiyor; ama
o değişmeyen hedeflere yönelik konumlanışlarının değişmesi anlamına geliyor.
Bu değişimi şöyle bir analoji veya örnek daha iyi açıklayabilir.
Örneğin barış süreci ne Erdoğan’ın ne de Kürt Özgürlük hareketinin hedeflerinin
değiştiği anlamına gelmiyordu ama ister istemez, hangi kaygılarla yapılmış
olursa olsun, mücadele biçimleri ve konumlanışların değişmesi anlamına
geliyordu. Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşmaya başlamasının ortaya çıkardığı
değişiklik de aşağı yukarı böyledir.
Yani Türk devleti ve Erdoğan’ın Suriye’de PYD’ye karşı
mücadele etme ve onun etki alanının zayıflatma hevesi ve amacı değişmemiştir.
Örneğin belli ki Erdoğan’ın hedefi Afrin kantonu ile Cerablus/Kargamış arasını
işgal ederek veya başka bir biçimde kontrol altında tutarak Afrin ile diğer
kantonların birleşmesini, yani “Kürt Koridoru”nu engellemek ise de, bu amaca
ulaşmak için bile IŞİD karşısında PYD ile aynı safta olmak zorunda kalmıştır. Yani
olayların zorlaması Erdoğan’ı ya da Türk devletini bu hedefe ulaşmak için IŞİD’e
karşı daha kesin bir konuma itmiştir ve bu da ister istemez Türk devleti ile
Kürt Özgürlük Hareketi’nin IŞİD’e karşı nesnel müttefik duruma gelmeleri
anlamına gelmektedir.
Dünyayı doğru kavrama yeteneğinde değilseniz kısa vadede
böyle savrulmalar kaçınılmazdır. Artık IŞİD’in başına atılan her bomba, IŞİD
militanlarına çıkarılan her zorluk; IŞİD’e yönelik her tutuklama fiilen ve
nesnel olarak Kürt Özgürlük Hareketinin işine de yarayacaktır. Benzer şekilde
Kürt Özgürlük hareketinin IŞİD’e verdiği her zarar da Türk Devletinin, Amerika’nın,
hatta aynı zamanda Esad’ın ve İran’ın da çıkarınadır.
Olayların kendi mantığı vardır. Erdoğan ve kapı kullarının
ve de onun havuz medyasının yazdıkları ne olursa olsun, bu yeni konumlanış
ister istemez Türkiye’deki dengeleri de değiştirecektir. Erdoğan’ın gücü bugün
dünden daha zayıf olacaktır ve hareket alanı da daralacaktır. Dün
reddettiklerini bugün kabul etmiştir. Bu zor durum havuz medyasının bu dönüşe
uyum sağlamak için gerekli dönüşü yapabilmek için zorlanışında ve belini
kırmasında da görülebilir.
Hatta bu yeni durumun provokasyonlarla beslenmiş kanlı bir erken
seçim döneminden kaçma olasılığını bile tekrar ortaya çıkarmıştır denebilir. Yeter
ki Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP büyük yanlışlar yapmasın. Aşağıda bir aydan
fazla bir zaman önce yazılmış yazıdaki strateji ve taktiğe geçebilsinler. Çünkü
Türkiye’nin IŞİD’i bombalaması değişikliğinden bir iki gün önce çok ciddi
yanlışlıklar yapılmaya başlanmıştı. Yangına körükle gidiliyordu.
Yeni durum ve sonuçlarını nasıl bir yol izlemek gerektiğini
ilerde ele alabiliriz ama önce filmi geriye saralım.
Bu yazının sonuna koyduğumuz yazı 17 Haziran’da, yani seçimlerden
on gün kadar sonra yazılmıştı. Ama yazıyı bağlamadım, bitirmedim ve
yayınlamadım. Ve o günden beri de yeni bir yazı yazmadım. İki nedeni var. Birincisi,
fiziksel yorgunluk; ikincisi bir zaman tanıma, bir fırsat verme kaygısıydı.
Belki biz yanılıyorduk. Bunu biraz açıklayalım.
*
Seçimlerden sonraki günlerden birinde, yolda tesadüfen karşılaştığım
ve yeni seçilmiş HDP’li bir vekil arkadaşı tebrik ettikten sonra, “bu ülkede
insana bir gün olsun bile şöyle soluklanma fırsatı vermezler. Bu Erdoğan erken
seçim istiyor ve bunun için her türlü provokasyonu yapacaktır” dediğimde; yeni
vekil arkadaş, böyle şeyler duymak istemediğini; her şeyin daha iyi olacağını
söyledi.
Ben ise kötümserlik devrimci bir erdemdir, hele bu ülkede
anlamında bir şeyler söyledim. Yeni vekil ben hep iyimser oldum ve bu güne
kadar da gayet iyi geldim anlamında bir şeyler söyledi. Bu konuşma devam
edemedi, çünkü farklı yönlere gidiyorduk. Vedalaştık, başarılar diledik
Sonra düşündüm, uzun mücadele ve her yenilginin birbirini
izlediği yıllarda belki biz çok kötümser olmuştuk. İnsan yanılmış olabileceğine
dair daima bir pay bırakmalı. Kim bilir belki muhatabım haklıydı. İşte son iki
yılda Gezi, Kobani, 7 Haziran Seçimleri gibi üç tane büyük başarı ve zafer
görülmüştü. İyimserliğe bir şans vermek gerekmez miydi? İyimserliğin yeri
olmasa bile, insanların şu kısacık hayatlarında biraz olsun umutlu günler
geçirmelerinin; bir zaferin sarhoşluğunu yaşamalarının ne gibi bir zararı
olabilirdi ki? Zaten söylesen ne olacak? Kim dinler? Olumsuz öngörülere; kötü
haberlere insanların kulakları tıkalıdır. İnsan bu. Moral makinesidir. Mücadele
gücünü kötümserlikten almayı başkalarından da beklemek doğru olmaz. Sosyolojik
olarak en radikal ve devrimci değişiklikleri en kötümser ve kaderci öğretiler
ve inançlar yapar. Ama bu, insanların zamanın sonunda yaşadıkları; kıyameti
bekledikleri eski çağlarda böyleymiş. O zamanlar zaman ya da Feleğin çarkı dönüyordu. Şimdi ise zaman akıyor. Hem de giderek artan bir hızla. Gerçek iyimserliğe olanak tanımasa
bile beklentiler böyle. Modern çağın insanı, kötümserlikle yaşayamaz. O
iyimserlik bağımlısıdır. Onun uyuşturucusu iyimser beklentiler ve umutlardır.
Nasıl olsa insanlığın yaşama şansı neredeyse yok. Bari iyimser beklentiler
içinde yaşasın bu son kuşaklar. Nedir iyimserlik? Voltaire gibi cevap verelim: İnsanın
kötü bir durumda olduğu bir zamanda, her şeyin iyi olduğunu ileri sürmesi
çılgınlığı!
Bu iyimserlik bağımlılığı seçimlerde bile görülebilirdi.
Bizim kurduğumuz girişimin adı: “HDP’ye Oy
Ver, Barajı Yık, Diktatörü Durdur ve Barışı Sürdür” gibi çok somut ve mütevazı
hedefleri kapsıyordu. HDP’den 10’dan Sonra’ya kadar hepsi, “Bizler Meclise”
girince neredeyse yeni bir dünyaya geçeceğimiz algısı yaratıyorlardı. (Kanımca
HDP’nin seçim sloganları ve materyali baştan aşağı yanlıştı. Ama Netice’ye
bakan Hatice’ye bakmayan bir çağda yaşıyoruz. İnsanların Netice için değil,
Hatice için yaşadıkları zamanlar da dönen zamanlar gibi artık yok, kapitalizm
öncesinde kaldı. O nedenle bu yanlışlardan söz etmenin de bir anlamı yok.) Ama
insanlar da ona ilgi gösteriyorlardı. Biz ise kimseye sahta hayaller
yayamazdık. O mütevazı ve somut hedeflere ulaşmak bile çok önemliydi. (Ki seçimlerden
sonraki gelişmeler bizim bile iyimser olduğumuzu yeterince kötümser
olmadığımızı gösterdi. Evet, baraj yıkıldı ve belki diktatöre dur denildi ama
barış sürdürülemedi.) Peki, HDP böyle sahte hayaller yaymadan açık ve dürüst
bir seçim kampanyası yapsaydı insanlar bu kadar coşkuyla katılırlar mıydı? Sanmıyorum.
Daha doğrusu şöyle diyelim. HDP’yi destekleyen küçük burjuvalar katılmazdı ama
emekçi katmanlarda böyle bir kampanya çok derine işleyen etkiler yapardı. Her
yiğidin (sınıfın) bir yoğurt yiyişi vardır.
İşte bu gibi düşüncelerle, iyimser beklentilere bir şans
vermek için, yeni HDP’den vekil seçilmiş arkadaşla o konuşmanın yol açtığı
düşüncelerin etkisiyle yazıyı tamamlamadım ve yayınlamadım. Zaten çok yorgundum
fizik olarak, böylece biraz da dinlenmiş olurdum.
Ama Suruç katliamı ve özellikle de dünkü iki gelişme alarm
zilleri çalmanın kaçınılmaz bir görev olduğunu tekrar hatırlattı. Urfa’da
IŞİD’le ilgili olduğu söylenen iki polisin evde öldürülmesi ve İstanbul’da a
bir IŞİD’cinin öldürülmesi ve bunları dolaylı olarak PKK’nın üstlenmesi, çok vahimdir
ve baştan aşağı yanlıştır. Bütün kazanımların yitirilmesiyle ve doksanlara
dönülmesiyle sonuçlanabilir
Yeni kuşaklar bilmez. Onlar doksanlarda doğdular. Bilecek
kadar yaşlı olanlar da yeni ulusalcı veya liberal konumlarına göre geçmişlerini
yeniden yazdıklarından unutmuşlardır. Doksanların başında Kürt Siyasi Hareketi
hiç de küçümsenmeyecek bir açılım yapmış; Özgür
Gündem Türkiye’de solda ve demokrat entelijansiyanın önemli bir kesimini
sayfalarında toplamıştı. Gazeteciler Bekaa’ya gidiyor Öcalan’la söyleşiler
yapıyorlardı. Türkiye’deki insanların büyük bölümü Kürtlere haklarının
verilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu nedenle Özal’lar Federasyonu bile tartışmalıyız
diyor; Demirel Kürt gerçeğini tanımaktan söz ediyordu. Bu ortamda Ateşkes ilan
edilebilmişti.
Ama tam bu noktada Kürt milliyetçisi kesim ile Türk
devletinin karanlık güçleri zımni bir ittifaka girerek Kürt özgürlük hareketi
ile sol ve demokratik entelijansiyayı birbirinden ayırdı. Örneğin Selim Çürükkaya
“düşün yakamızdan” diye yazılar yazarak bu aydınları kovdu ve aşağıladı.
Gerisini 33 askerin öldürülerek ateşkes sürecinin
bitirilmesi tamamladı. Özal’ın, Kahveci’nin, Bitlis’in ve diğerlerinin öldürülmeleri
vs. on yıllık bir terör ve savaş döneminin; korkunç çürümenin yolunu açtı.
Öyle görülüyor ki, o zamanlar Öcalan’ın bu gelişmelere
direnebilecek kadar gücü yoktu. Öcalan da boşlukta hareket etmiyordu ve edemez
elbette. Kürt hareketi içindeki var olan güçlerin dengelerini gözetmek
zorundaydı ve zorundadır. Öcalan’ın bugünkü konumuna gelmesi örgüt ve hareket
içindeki uzun mücadelelerin sonunda olmuştur.
Bu yaralar şimdi yeni yeni kapanıyor. Bugünkü HDP o
zamanların Özgür Gündem’i gibidir. Seçimlerde kazanılan zafer kimseyi
yanıltmamalıdır. Bu zafer kesin bir zafer değildir. Sadece bir muharebe kazanılmıştır.
Atılacak yanlış adımlarla bütün kazanç bir anda olmamışa dönebilir.
Büyük stratejler en büyük zaferlerin savaşsız kazanılan
zaferler olduğunu tekrar tekrar belirtirler. Savaşsız zafer kazanmanın yolu ise
öncelikle dengelerdeki ve güçlerin konumlanışlarındaki değişmeleri iyi
kollamak, doğru tespit etmek ve onlara uygun gerekli değişiklikleri yapmak; bu
stratejiyi yaratıcı taktik ve örgüt ve mücadele biçimleriyle desteklemektir.
Bütün bunları yapmadan da bir zafere ulaşılabilir. Ama büyük acılar pahasına olur
bu.
Seçimlerde izlenen strateji ve taktiği değiştirmek için
hiçbir neden yoktur: yasallıktan azami yararlanma. Engels bir zamanlar Alman
Sosyal Demokrasisin Sosyalistlere Karşı Yasa
zamanında, en küçük legal olanakları bile geniş örgütlenme ve politik mücadele
için başarılı bir şekilde kullanmasını ele almış ve burjuvazinin “yasallık bizi öldürüyor” diyerek kendi
yasalarını çiğnemesini örnek vermişti. Aynı stratejiyi Hikmet Kıvılcımlı bütün
hayatı boyunca izlemeye çalışmıştı.
Ateşkes veya “barış süreci” de öyledir. Bunu Erdoğan PKK’yı
bitirmek, tecrit etmek için başlattı. Kürt Özgürlük Hareketi bunu en iyi
biçimde değerlendirdi. Böylece Kürt hareketi ilk kez gettosundan çıkma olanağı
buldu. Gezi gibi, 7 Haziran gibi başarılar bu ortamda gelişti. Erdoğan artık
bir zamanların Alman burjuvazisi ve yunkerleri gibi, “Ateşkes bizi öldürüyor” demektedir.
Savaşın birinci kuralı savaşı düşmanın istediği koşullarda
kabul etmemektir. Erdoğan savaşı savaşa taşımak istemektedir. Onun savaşı
çekmek istediği alana girmek ve orada savaşmak intihar olur
O halde seçimler boyunca izlenen taktiğe devam edilmelidir.
Gerillalar yine çatışmadan kaçmalıdırlar. En küçük legal olanak bile azami ölçüde
kullanılmalıdır. Ateşkesi savunmak çizgisinde sağlam durulmalıdır. Artık barış
süreci geliştirmek değildir; ateşkesi savunmaktır çizgi. Ancak bu çizgiye geri
çekildikten sonra tahkim edilmiş bir ateşkes çizgisine ilerlenebilir. İlerlemek için gerilemek gerekiyor.
Seçimlerdeki başarıya rağmen gerilemek gerekiyor. KCK yöneticilerinin bunu
anlamadığı, seçim başarısının ardından, barış sürecini ilerletmek ve tahkim
edilmiş bir barış sürecine geçmek için bir baskı oluşturma çizgisini
izledikleri görülmektedir. Bu, bugünkü durumu doğru okuyamamaktır.
Bunu aşağıdaki yazıda da öneriyorduk.
Toparlarsak. Seçimler önümüzde. Eğer ateşkesin bittiği bir
ortamda seçimlere girilirse, bu Erdoğan’ın hedeflerine ulaşmasıyla
sonuçlanabilir ve çok uzun yıllar sürecek kötü bir gelişmenin yolu açılabilir.
Bu nedenle, PKK derhal bir özeleştiri vermeli ve ateşkesi savunma çizgisinde en
geniş cepheyi kurmalıdır.
Bu yazıda acilen söylemek istediğimiz budur.
Karayılan’ın, Bese Hosat’ın ve diğerlerinin sert
beyanatları, bir uyarı olarak, birer diplomatik mesaj olarak anlamlıydı belki ama
uygulanacak bir strateji olarak baştan aşağı yanlıştır.
Yılların tecrübesi şunu göstermiştir. Kandil ya da KCK
verili bir strateji ve taktiği başarıyla uygulayabilirler ama değişen koşullara
uygun yeni stratejik ve taktik yönelişler yapmakta aynı başarıyı
gösterememektedirler. Bu yetenekte olan sadece Abdullah Öcalan’dır. Kürt hareketi
içinde “Önderlik” diye bir kavram ve kurumun olması, sadece Öcalan’ın örgütsel
gücünden değil; aynı zamanda ve esas olarak onun bu özelliğinden dolayı vardır
ve tam da bu edenle Hükümet Öcalan ile bir görüşmeyi engellemektedir. Böylece Kürt
hareketini kendi istediği koşullarda savaşa çekebilecektir.
Elbet Kürt hareketi içinde çok sert ve keskin bir sınıf
mücadelesi de vardır. Kral olsa soğanın cücüğünü yemekten başkasını hayal
edemeyen çoban gibi, bir Kürt devletinden başka bir hayali olmayanlar, her
düzeyde hareketin içinde çok güçlüdür.
Özgürlük hareketi batıda bir desteği olmadığından uzun
yıllar tecrit olmamak için bunlara mahkûmdu. Ama şimdi daha geniş bir hareket
alanı vardır ve daha açık tavırlar alabilir ve bu sefer doksanların başından
farklı olarak bu milliyetçilerin ufkunun dışına çıkabilir.
Toparlarsak, Kürt Özgürlük Hareketi acil olarak şunları
yapmalıdır.
a)
Derhal Ateşkesi Savunma çizgisine çekilmelidir. Eğer
kontrol dışı davranış değilse son cezalandırma eylemlerinin özeleştirisini
vermelidir.
b)
Erdoğan’ı Tecrit, Bahçeli’yi Teşhir ana vuruş yönü
olmalıdır. AKP’den bile değil, Erdoğan’dan söz edilmelidir. Hatta aynı kafada
olmasına rağmen, Davudoğlu’nun bulunduğu, Erdoğan’ın başkanlığı ile kendisinin
başbakanlığı arasındaki çelişki bile işlenmelidir. Örneğin bir CHP AKP hükümeti
bile Davudoğlu’nun bir tercihi olabilir. Ve onu Erdoğan’la karşı karşıya
getirebilir. Ve bu bile Erdoğan’ın başkanlığı ve kontrolünde gidilecek kanlı ve
provokasyon dolu bir erken seçimden daha iyidir.
c)
HDP derhal tüm sorunlarını ortaya koyacağı programatik,
stratejik ve örgütsel durum üzerine açık ve hiçbir tabu tanımayan bir tartışma
başlatmalı ve bir reorganizasyon kongresi toplamalıdır. Bugünkü yapısıyla Türkiye
politikasındaki konumunu sürdüremez ve görevlerin altıdan kalkamaz. Allah’ın
eşit kulları gibi bireysel üyeliğe geçilmeli; Hindistan’daki kast sistemi
benzeri, bileşenlik derhal kaldırılmalıdır. Aşiretlerin birliğinin yerini Allah’ın
eşit kullarının birliği almalıdır.
d)
KCK Suriye’de artık Kürtlük üzerinden değil, Demokratlık
üzerinden Suriye’deki güçlerini yeniden tanımlamalıdır. Arapları kazanma
mücadelesine girmelidir. Suriye’de demokratik bir devrim için koşullar olağanüstü
uygundur. Hükümet Kürt kuşağından korkuyormuş, Demokratik bir Suriye ortaya
çıksın da aklı başına gelsin. Bunun için hiç bir dile, dine, etniye göndermesi
olmayan isimler ve semboller ve bir yönetim yapısı oluşturulmalıdır. Yani Kürtler
Kürt olmaktan çıkıp demokrat olmalıdır ki Arapların, Süryanilerin, Ezidilerin, Nusayrilerin
vs. demokratlığının yolunu açsın.
Aşağıda o 17 Haziren tarihli yayınlanmamış yazı. Aynen geçerlidir.
24 Temmuz 2015
HDP’nin Yapması Gerekenler
Araçların, organların yapıları (anatomileri) ve işlevleri
(görevleri, fonksiyonları) arasında zorunlu bir ilişki vardır. Bu toplumsal
araçlarda, örgütlerde ve organlarda da böyledir.
Bu nedenle de Marks, binlerce yıldır ezen küçük bir
azınlığın iktidarını korumak üzere geliştirilmiş devlet cihazını ezilenlerin
kullanamayacağını, onu parçalaması gerektiğini yazmıştı.
Bugün var olun devlet cihazı ezilenler için kullanılamaz.
Kullanmaya kalkanı o kullanır. Bırakalım devlet cihazını bir yana, HDP’nin ele
geçirdiği belediyelerde bile, ömrünü dağlarda veya hapishanelerde geçirmiş nice
savaşçının kısa zamanda belediyeler tarafından ele geçirildiklerini; birer bürokrata
dönüştüklerini görüyoruz.
Bu nedenle, Duran Kalkan’ın HDP’nin hükümete katılmasının
yanlış olacağı şeklindeki uyarısı yerindedir.
Ancak HDP aynı zamanda seçim başarısıyla önemli bir güç ve
mevzi elde etmiştir ve bunu da akıllıca kullanarak; mücadelenin yeni zaferler
elde etmesine veya daha elverişli koşullarda; daha barışçıl biçimler içinde
yürümesine daha büyük katkılar yapabilir.
Hükümet kurulması konusunda ağırlığını ve gücünü şu veya bu
yana koyarak politik gelişmeleri etkileme olanağı vardır. Bu olanağı kullanmak,
bu devlet cihazının ezilenler için kullanılamayacağı gerçeğiyle çelişmez.
Bunu şöyle örneklemek mümkündür. Örneğin bir devrimci parti,
seçimlerde kendisine verilecek oyların karşı tarafın işine yarayacağı
durumlarda pek ala, daha az kötüye, örneğin bir sosyal demokrat partiye vs. oy
verilmesini isteyebilir. Oy verilmesini isterken de onun karakteri konusunda
susması veya oy verilmesini istediğini olduğundan başka göstermesi gerekmez.
Benzer şekilde şu veya bu hükümete dışarıdan koşullu destekler
vererek veya vermeyerek; hem kendisi için daha geniş bir hareket alanı
sağlayabilir; hem de daha gerici ve anti demokratik olanın zayıflamasına
katkıda bulunabilir.
HDP seçimlerden beri, hükümet arayışları konusunda sadece
genel sözler etmiş ve her türlü teklife açığız gibi, inisiyatifi karşı tarafa
bırakan bir çizgiyi benimsemiş bulunuyor.
Kanımızca bu yanlıştır. HDP inisiyatif göstermelidir. Ancak
elbet inisiyatif göstermek için önce acil görevlerin; yakalanacak an halkanın
doğru tanımlanması gerekir.
Bugünün en acil görevi, Erdoğan - Ergenekon ittifakını
tecrit ederek etkisizleştirmektir. İkisi kader ortaklığı içindedirler.
Yenilgilerinin yok oluşları anlamına geleceğini bilmektedirler. İkisi de
boğazına kadar suça batmıştır. Bu durumda her şeyi yapabilirler ve yapabilecek
operasyonel güçleri bulunmaktadır.
Bu şer ittifakına kısaca Erdoğan dersek, Erdoğan’ın elindeki para ve devlet gücünü kaybetmemesinin tek yolu vardır: hükümet kurulmasını engellemek ve bir erken seçime gitmek. Erken seçime gidişle birlikte de HDP üzerinde provokasyonları arttırmak; ateşkese son verip, savaşı başlatmaktır. Hatta Suriye’ye girmektir. Sonu gelenler sonlarını hızlandıracak bu tür çılgınlıkları her zaman yaparlar.
Bu şer ittifakına kısaca Erdoğan dersek, Erdoğan’ın elindeki para ve devlet gücünü kaybetmemesinin tek yolu vardır: hükümet kurulmasını engellemek ve bir erken seçime gitmek. Erken seçime gidişle birlikte de HDP üzerinde provokasyonları arttırmak; ateşkese son verip, savaşı başlatmaktır. Hatta Suriye’ye girmektir. Sonu gelenler sonlarını hızlandıracak bu tür çılgınlıkları her zaman yaparlar.
O halde Erdoğan’ın etkisizleştirilmesine yönelik bir
hükümet kurulması ve Meclis’te Erdoğan’ın elini kolunu bağlayacak yasaların
acilen çıkarılması en acil görevdir.
Bunu yapabilecek tek kombinasyon da, şimdilik HDP’nin dışarıdan
desteklediği bir CHP-MHP koalisyonudur.
MHP ise HDP’nin içinden veya dışarıdan desteklediği koalisyonu
reddederek aslında AKP ile bir koalisyonu arzuladığını dile getirmiş
bulunmaktadır. AK Partiye koşul olarak sunduğu ise, Erdoğan’ın
etkisizleştirilmesidir.
MHP bu tavrıyla aslında hükümet kurulmasını engelleyerek
Erdoğan’ın Erken seçim kararı alması için yolları döşemektedir.
MHP’nin bu tavrının aslında Erdoğan’a hizmet ettiğini
göstermek, MHP’yi teşhir etmek için bu noktada HDP bir aktif hamle yapabilir.
Bunun için geri atım atması gerekmektedir. HDP ancak geri adım attığı takdirde
ileriye gidebilir.
MHP bilindiği gibi “barış
sürecine” son verilmesini istemektedir. Ama barış sürecine son vermek ateşkese son vermek anlamına gelmemektedir.
Örneğin şimdi “barış süreci” fiilen bitmiş; “tahkim edilmiş bir ateşkese”
geçilmemiş olmakla birlikte, fiilen
ateşkes devam etmekte; yeni cenazeler gelmemektedir.
Bu durumda HDP “Ateşkes”
ve “Barış Süreci” farkı üzerinden MHP’yi teşhir edecek ve köşeye
sıkıştıracak bir hamle yapabilir. HDP, Kürt sorununun çözümünde varoluşuna
ilişkin bir tehlike gören MHP’nin barış sürecini sürdürmemesini
anlayabildiğini; “Barış Süreci”nin
dondurulması; ama ateşkesi bozmama;
yeni cenazeler gelmemesi karşılığında MHP ve CHP hükümetini Erdoğan’ın etkisizleştirilmesi
ve yasa dışı işlerin kovuşturulması; saraydan uzaklaştırılması; örtülü ödenek üzerindeki
kontrolüne son verilmesi; emeklilere ikramiye gibi CHP’nin acil programında da
bulunan hedeflere yönelik olarak destekleyeceğini açıkça belirtmelidir.
Yani şu ana kadar dillendirdiği, “Barış Süreci”nin
sürdürülmesi; “tahkim edilmiş ateşkes”e geçilmesi koşulundan, sadece ateşkesin
korunması ama bunun karşılığında Erdoğan’ın iktidardan uzaklaştırılması;
gücünün elinden alınması noktasına geri çekilmeli. Bu geri çekilişini tüm
topluma aktarmalı ve anlatmalıdır.
Böyle bir hamle MHP’yi zor durumda bırakır. MHP, “şehit
cenazeleri”nin gelmesini açıkça ister duruma düşmek istemeyecektir.
Öte yandan böyle bir hamle AK Parti içinde başını kaldırmak
için Erdoğan’ın mevzi kaybetmesini bekleyenlerin desteğini alır.
HDP, böyle bir inisiyatif gösterdiği takdirde, Erdoğan’ın
önünü kesebilir.
AK Parti’nin olmadığı bir hükümet Erdoğan’ın elini kolunu
büyük ölçüde bağlar ve hızla etki ve güç kaybına yol açarak bir süre sonra Erdoğan’a
karşı AK Parti içinde de yeni bir cephe oluşmasını sağlar.
Öte yandan, MHP’lilerin HDP’nin etkisine CHP’lilerden daha
fazla açık olduğu da bir gerçektir. MHP yönetiminin HDP’ye karşı, tüm kapıları
kapayan bir çizgi izlemesinin bir nedeni de MHP’nin tabanının eskisi gibi özel
savaş döneminin yalanlarına fazla kanmayacağı olasılığının ortaya çıkmış
olmasıdır.
Özetle, Barış Sürecini ilerletmekten Ateşkesi olsun sürdürme
hedefine geri çekiliş ve buna bağlı olarak Erdoğan’ı Tecrit; MHP’yi Teşhir
yakalanacak ana halka olmalıdır. Erdoğan demek Erdoğan ve Ergenekon demektir.
Buna IŞİD de eklenebilir. Erdoğan bu Ulusalcı ve İslamcı ittifakının
sembolüdür.
*
Böyle bir “geçiş dönemi”ne ihtiyaç bulunmaktadır. Önemli
olan erken seçimin engellenmesi ve Erdoğan’ın gücünün elinden alınmasıdır.
Bu durumda AK Parti içinde değişim başlayacak veya AK Parti
bölünebilecektir. Böyle bir olasılık durumunda ise, birçok başka hükümet
olasılıkları ortaya çıkar. Bu durumda elbet HDP ateşkesin tahkimi ve barış sürecinin
sürdürülmesi gibi talepleri daha rahat öne sürebilir hale gelir.
Ateşkesin sürdürülmesi şu açıdan da çok önemlidir. HDP her
ne kadar bir “Türkiye Partisi” olma iddiasında ise ve böyle olmaya çalışıyorsa
da politikaya Ortadoğu çapında bakmalı; stratejisini öyle belirlemelidir.
Burada ateşkes sürdükçe, Suriye ve Irak’ta özgürlük
hareketinin yeni mevziler kazanması devam eder. Bu da doğrudan doğruya Türkiye
politikasındaki güç dengelerini etkiler.
Oralarda hiçbir halkı ve dini baskı altına almayan laik ve
demokratik bir düzen kurulması bir süre sonra Suriye’deki Arapların da bu
demokratik yönetimi desteklemelerine ve devrimin tekrar demokratik devrimci bir
yörüngeye girmesine yol açar. Bunun için koşullar olağanüstü uygundur.
Suriye’de devrimci ve demokratik güçlerin güçlenmesi ise
Türkiye’deki politikayı da özellikle HDP’nin gücünü ve konumunu da olumlu
etkiler.
Böylece Erdoğan’ın etkisini yitireceği koşullarda bir erken
seçim bile, HDP’nin çok daha güçlü bir parti olarak ortaya çıkışının zeminini
oluşturur.
(Yazı burada yarım kalmış ve bağlanmamış.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder