Erdoğan ve Ergenekon nesnel olarak bir kader ortaklığı
içindedir. Bu seçimler ve HDP’nin yüzde onu aşması onların geri dönüşsüz bir
biçimde düşüşlerinin başlangıcı olur.
Anayasayı değiştirecek ve başkan olacak gücü bulamayan bir Erdoğan
sembolik yetkilerle donanmış Cumhurbaşkanlığında bile kalamaz.
HDP’nin yüzde onu geçmesi “Barış Süreci”nin yeni bir güç
kazanması; giderek geri dönüşsüz bir noktaya doğru evrilmesi demektir ki, bu ulusalcısından
Ergenekoncusuna kadar 90’ların bütün pis kokulu güçlerinin mevzilerinde çok büyük
kayıplara uğramaları anlamına gelir.
Bu nedenle her ikisi de, HDP’nin yüzde on barajını aşmasını
engellemek ve eğer aşacağı kesinleşirse, seçimleri bile engellemek için, yolu denemek zorundadırlar.
Erdoğan’ın geri dönüşü yoktur, sonuna kadar gitmek
zorundadır. Artık şeytanla pakt imzalamıştır.
Bu durum, Ergenekon için müthiş bir fırsat yarattı, tekrar
özel savaş dönemine dönmek, değişen atmosferi tekrar doksanların başına
döndürmek için.
İnkâr ve imha siyasetini savunanlar, yani şu doksanların
egemenleri, yani kısa ve öz adıyla Ergenekon, şu son on yılda kaybettiği
mevzileri tekrar kazanabilir.
Özellikle liberal aydınlarda, garip bir rehavet görülüyor. “Evet,
bütün bunlar var, provokasyonlar var ama bu arada epey yol kat edildi, artık
geri dönemezler. Şu seçim dönemine keder dişimizi sıkalım, provokasyonlara
gelmeyelim yeter” gibi bir anlayış var.
Bu tehlikeyi hiç küçümsememek gerekir. Sadece doksanların
başına gelen süreçle bugünkü sürecin benzerlikleri bile, nasıl bir tehlikenin beklediğini
gösterebilir.
Doksanların başını hatırlayınız.
Paralellik 12 Eylül Rejimi’nin karanlığı ile doksanların
özel savaş rejiminin karanlığı ile başlatılabilir.
Seksenlerin ortalarına doğru yapılan seçimleri, Sunal’ın
hezimeti ve Özal’ı başa getirmesinin benzeriydi 2002 seçimlerinde AKP’nin
gelişi.
Özal rejimi 24 Ocak kararlarına dayanmış ve onları
uygulamaya devam etmişti; AKP rejimi Derviş’in düzenlemelerine.
Her iki dönem de başlangıçta yaptıkları kimi düzenlemelerle
toplumun ve ekonominin belli bir ölçüde nefes almasının yolunu açmışlardı. En azından
işlevsizleşmiş kimi yasakları (örneğin141-142 ile Avrupa Birliği entegrasyon
yasaları paralelliği kurulabilir) kaldırmışlardı. Ekonominin daha verimli
çalışması için birtakım idari ve bürokratik düzenlemeler yapmışlardı.
Her ikisinde de Türkiye’nin ekonomik, politik hatta kültürel
bir dışa açılış dönemi vardır başlarda.
Ancak her ikisinde de Kürt hareketinin yükselişi buna karşı
önce bir yandan uzlaşma çabalarını (Özal’ın girişimleri, Kürt Realitesini
tanıyoruz söylemleri hatırlansın, şimdiki “Barış Süreci” gibi) bir yandan da
silahlanma ve savaş aygıtlarını güçlendirip onlara geniş bir alan sunma vardı.
Bu ikisinin de başına topladığı cinleri dağıtamayan
büyücülere dönmesine yol açacaktır.
Paralellikler saymakla bitmez.
Ve birkaç hafta içinde koca ülke gerçek bir sıçramanın
eşiğinden (Özal’ın Kürt sorununu çözmek üzere harekete geçmesi ve PKK’nın
ateşkesi), Özal’ın, Eşref Bitlis’in öldürülmeleri vs. ile on yıllık bir
karanlığa gömüldü.
Şimdi yine benzeri bir noktada bulunuluyor.
HDP’nin seçim başarısı, daha barışçıl yöntemlerin egemen
olduğu bir mücadele ortamını yerleştirebilir. Yeni ufuklar açabilir.
Ama tam da bu durum, Erdoğan’ı ve Ergenekoncuları her yolu
denemeye, ellerini çabuk tutmaya zorluyor. Çünkü her şeyi kaybedebilirler. “Ya devlet
başa ya kuzgun leşe” durumundalar.
Yine liberal aydınlarda görülün bir yanlış değerlendirme
var. “Erdoğan Barış Süreci’nin mimarı. Riski o alarak başlattı. Kendi geleceğini
ipotek ettiği süreci havaya uçurmaz. Şimdiki söylemi seçim için. Ciddiye
almamak gerekir pek.”
Bu tamamen yanlış bir yaklaşımdır. Birincisi, sürecin Mimarı
Erdoğan değil, Öcalan’dır.
İkincisi, Erdoğan hiçbir zaman PKK ile barış yapmayı düşünmedi,
Barış sürecini Barzani’yi güçlendirip, PKK’yı tasfiye etmek için bir araç
olarak kullanabileceğini düşündü.
Üçüncüsü barışı ve çözümü hedeflediği için değil; bu süreci
kullanarak, başkanlık hedefine ulaşabileceği için bir taktik hamle olarak bu
süreci başlattı. Eğer seçimlerde HDP yüzde onu aşamazsa ki bu aynı zamanda
kendisinin başkanlık sistemine geçmesi demektir, Barış Süreci ve “Tahkim Edilmiş”
ateşkes bitecektir. Aslıda şimdiden bitirdi tahkim edilmiş ateşkesin bir tarafı
olarak anlaşılmış bütün maddelerini tanımamakla. PKK’nın seçimler nedeniyle
reaksiyon vermemesi ateşkesin sürüyor olmasının nedenidir.
*
Bütün o yukarıdaki paralelliklerde en kritik noktalardan
biri Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ve Sivas Katliamı’ydı.
Bu saldırılarla, şehir orta sınıflar ve Aleviler Genelkurmay’ın
yedeği haline getirildiler.
Dünkü AKP kartal ilçe binasını işgal edenlerin astığı
Zülfikarlı Türk Bayrağı, Ergenekon’un bayrağıdır.
Şimdi AKP kartal bürosundaki Zülfikarlı Türk bayrağı, 90’ları
başlatan oyunun bu sefer tersten oynanmaya başladığını göstermektedir.
O zaman Laik ve Alevilere ve sembollerine yönelik olarak yapılmıştı
provokasyon; şimdi Sünnilere ve Müslümanlara yöneliyor.
Savcının öldürülmesi, Aleviler ve Sol’la özdeşleşmiş THKP-C
ve Okmeydanı operasyonları; bir taşta iki kuştur.
Hem suçluları ciddiyetle kovuşturma olasılığı olan bir savcı
tasfiye edilmiş ve bundan sonra benzer davalara bakacaklara gereken mesaj verilmiştir;
hem de eski gerilimler tekrar kaşınmaya başlamıştır.
Hedef, özellikle Sünni Müslümanları AKP’nin yedeğinde
tutmak; cepheleşmeyi tekrar eski yerine geri çekmek; gerek Kürtler içinde;
gerek Alevi ve CHP’li laikler içinde HDP’ye duyulan ilgiyi tekrar eski
gettosuna sokmak ve HDP’nin ne yapıp edip yüzde on barajını aşmasını
engellemektir.
*
HDP’nin yüzde on barajını aşıp aşmaması giderek bir kader
sorununa dönüşmektedir.
Artık, seçimlerin özgürce ve barış içinde yapılması; HDP’nin
yüzde on barajını aşıp aşmaması bir HDP sorunu olmaktan çıkmış; tüm toplumu
özel savaş cehennemine ve Ergenekon Erdoğan ortaklığının kollarına atıp atmama
sorunu haline dönüşmüştür.
Bugünün temel sorunu artık yüzde on barajını aşıp aşmama
bile değildir. Normal bir seçim olduğunda aşacağı neredeyse kesindir. Bu günün
temel sorunu, artık provokasyonsuz, her partinin seçim çalışmalaını hukuki
güvenceler altında yapıp yapamayacağı bir seçim ortamı sorunudur.
Yani Demokrasi sorunu bile değildir. Var olan hukukun asgari
ölçüde uygulanması ve bu asgari düzeyde seçime gidilebilmesi sorunudur.
Seçime kadar olan dönemde, bunu sağlamak için, CHP, HDP ve
hatta eğer gelirse MHP (eğer katılmak isterlerse diğer küçük partiler) Erdoğan
Ergenekon ortaklığına karşı seçim dönemi özgürlüklerini savunmaya yönelik;
ortak bir cephe, bir ittifak kurmalı; ortak bir deklarasyon yayınlamalıdırlar.
Bu deklarasyon Erdoğan’ı hedef almalı, AKP’yi karşıya
itmemeli, tarafsızlaştırmaya çalışmalıdır. Çünkü AKP eğer yaşamak istiyorsa
kaderini Erdoğan’dan ayırmak; bunu yapacak cesareti göstermek zorundadır. Bu
yönde de cesaretlendirilmelidir; kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırması çağrısı
yapılmalıdır.
(Aynısı Birleşik haziren hareketi için de geçerlidir. Birleşik
Haziran Hareketi içinde olup da HDP’yle oy verecekler o hareketten
ayrılmalıdır. Birleşik Haziran da aslında Ergenekon ve Erdoğan ile kader
ortaklığı içindedir. HDP yüzde onu aştığı takdirde, bu kritik durumda sessiz
kalmış, HDP’ye oy verin diyememiş bir güç olarak varlığını ve etkisini eskisi
gibi sürdürmesi olanaksızdır; tıpkı Erdoğan ve Ergenekon gibi.)
Bugün bir kurum olarak AKP ile Erdoğan arasında bir çelişki
vardır ve AKP üzerindeki Erdoğan’ın kontrolünün kalkması, zayıflatılması, hatta
AKP’nin Erdoğan’a baş kaldırıp kaderini ondan ayırması için tüm olanaklar
zorlanmalıdır.
Bir yanda Erdoğan ve Ergenekon, diğer yanda tümüyle “Barış Süreci”
ve barışçıl bir seçim sürecinden yana tüm güçler bulunmaktadır.
Şu an Türkiye’deki esas ayrım çizgisi bu noktadan çekilmeli
ve Erdoğan-Ergenekon çizgisini tecrit etmek için en geniş cephe kurulmalı en
geniş esneklik gösterilmelidir.
Zülfikarlı Türk Bayrağı Ergenekon ve Erdoğan ortaklığını sembolize etmektedir. Bu ortaklık o “iyi saatte olsunlar”ın bu bayrağı göstermesini mümkün kılmıştır.
Zülfikarlı Türk Bayrağı Ergenekon ve Erdoğan ortaklığını sembolize etmektedir. Bu ortaklık o “iyi saatte olsunlar”ın bu bayrağı göstermesini mümkün kılmıştır.
Erdoğan ve Ergenekon’un bunu oturup planlamaları gerekmez.
Güçlerin dizilişi, çıkar ve konumları; kararlılıkları veya kararsızlıkları belirler
Erdoğan ve Ergenekon sonuna kadar gitmeye kararlılar ve
gitmek zorundalar.
Onların karşısında olanların da hem aynı kararlığı göstermeleri; hem de onları tecrit edecek genişliği ve esnekliği göstermeleri gerekir.
Onların karşısında olanların da hem aynı kararlığı göstermeleri; hem de onları tecrit edecek genişliği ve esnekliği göstermeleri gerekir.
Özellikle şimdi.
Sonra çok geç olabilir.
02 Nisan 2015 Perşembe
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder