Defalardır yazdık, egemen sınıflar, güçler, hatta kişiler,
kendi egemenliklerin sonunu dünyanın sonu olarak görürler ve onu savunmak için
dişleriyle, tırnaklarıyla savaşırlar; her şeyi göze alırlar. Bütün tarih bunun
kanıtlarıyla doludur. (Devrimler aslında dünyanın en kansız olaylarıdır. Eski
düzen dalında olmuş bir elma gibidir, küçük bir esinti onun düşmesine yeter.
Ama sonra, sonu gelenlerin bu sonu geciktirmek için korkunç direnişi başlar. Bu
direnişi kırmak için devrimlerin kendini savunması, devrimin kendisiyle
karıştırılır genellikle tarihçilerce ve genel imgelemde.)
Erdoğan’ın da durumu budur. O artık geri gidemez. En küçük
bir geri adım; en küçük bir zayıflık belirtisinin sonu olacağını bilmektedir. Bu
nedenle daha ileri gidecek, her adımda daha tehlikeli sonuçlar doğuracak
adımlar atacaktır.
Diyadin Provokasyonu bunun ilk örneğidir. Erdoğan’ın
sözcüsünün ve Vali’nin dediği gibi yenileri gelecektir. Ve Ordu’nun bu operasyonun
Vali’nin isteğiyle yapıldığını açıklaması, Türk Devlet sisteminde Valiler, emri
devletin başından aldıklarından, bu provokasyonu planlayanın bizzat Erdoğan
olduğunun en temel kanıtıdır.
Aslında birisi oturup, sadece Hükümetin, Valinin, Genelkurmayın
vs. söylediklerinin ayrıntılı bir analizini yapsa bile, bunu kolayca açığa
çıkarabilir.
Bunu parça parça, kısım kısım bir sürü gazeteci yazılarında
yaptı ve yapıyor.
Ama burada tartışmak istediğimiz sorun başka.
*
Hiçbir ordu veya savaşan güç için karşı taraf bilinmez
değildir. Karşı tarafın güçleri, nerede oldukları, hareket ve ateş kabiliyetleri
vs. genel olarak her zaman bilinir. Savaşla biraz haşır neşir olup, özel savaş
dairesinin psikolojik savaş dairesinde görevli, insanlardan gerçeği gizlemekle
görevli olmayan herkes, bunu bilir. Özellikle de en iyi askerler bilir.
Normal zamanlarda, yani savaşın olmadığı zamanlarda bu
bilgiler, karşı tarafı avlamak için değil; karşı taraf tarafından sürpriz bir
baskına uğramamak için kullanılır.
Türk ordusu ile PKK arasındaki savaşta da böyledir.
İkisi de birbirlerinin ne yaptığını, nerede olduğunu
bilirler.
Eğer çatışma isterlerse, her an bunu başlatacak
durumdadırlar.
*
Şimdi konuyla ilgisiz gibi görünen İstanbul Festivali’nde
yasaklanan Bakur (Kuzey) isimli filme gelelim. (Filmin yasaklanması da doğrudan
Diyadin Provokasyonu ile ilgilidir.)
Bu filmde anlatılan gerillanın dağdaki hayatının nasıl
geçtiğidir. Filmin yapımcısı Ertuğrul Mavioğlu ile yapılan söyleşiden filmin
konusunu biliyoruz. Gerilla’nın Türkiye hudutları içindeki hayatı. Bu bölgeye, Kürtçede
de Bakur (Kuzey) dendiği için filmin adı Bakur.
Özetle de şöyle. Gerillalar dağlarda, kamp yerlerinde, mağaralarda
yaşıyorlar. Kışın yüksek dozlu eğitim, yazın da genellikle, futbol, şiir, voleybol,
okuma, vs. ile vakit geçiriyorlar.
Sanılıyor mu ki, Türk ordusu o gerillanın aşağı yukarı
nerelerde olduğun bilmiyor. Sanılıyor mu ki gerilla kendisine bir çatışmada
taraf olacak birliklerin aşağı yukarı nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyor.
Hayır, her ikisi de birbirini bilirler.
Politik durum bir “tahkim edilmiş ateşkes” olduğu için,
yolda karşılaşsalar bile birbirlerini görmezden gelirler, kafalarını çevirir
veya yollarını değiştirirler.
Olan şu son iki yılda da buydu.
*
Bu durumu hükümetin bir provokasyon olanağı için kullanacağı
apaçıktı.
Çünkü siz bir birliğe, git orayı koru, dediğiniz anda,
makine harekete geçer, gerisi kendiliğinden olur. Düşünün saldırmaya alışmış
bir köpeğiniz var ve tasmasını çıkarıp salıyorsunuz. Gerisinin ne olacağı
bellidir.
Türk devleti merkezi bir devlettir. Yani oraya birlik gönderilmesini
isteyen vali, emri devlet başkanından alır. Bu bile provokasyonu başlatanın kim
olduğunu gösterir.
Bu merkezi yapıyı kullanarak bölgedeki askerlerle PKK
gerillalarının karşı karşıya ve birbirilerini görmezden gelemeyecekleri bir
şekilde gelmesi amaçlanmıştır.
Bu çok açık.
Türk devleti böyle davranır ve davranacaktır.
*
Ama gerilla demek, aynı zamanda inisiyatif göstermek, global
düşünüp yerel davranmak; yani devrimci politik uyanıklık içinde olmak demektir.
Bu olayda yeterince devrimci politik uyanıklık gösteremeyen
bölgedeki gerilla birliğidir.
Neden ve nasıl?
*
Referandum dönemi başladığından beri, Provokasyon yapılacağı
apaçık. Gerek KCK yöneticileri, gerek HDP yöneticileri, özellikle de Öcalan,
ayrıca kendisine bile saldırı düzenlenebileceğini söyleyen Demirtaş ve normal
insanlar, sağduyulu herkes bunu tekrarlamaktadır.
Kaldı ki bütün bunlar olmasa bile, gazete haberleriyle
yapılacak bir durum yargılamasında bile Erdoğan’ın nasıl her şeyi göze aldığı
görülebilir.
O halde, böylesine kritik bir durumda, kritik karşılaşmalardan kaçmak, gerillanın göreviydi.
Her gerilla birliği, bu politik durum yargılamasını yapıp,
şu iki yıl boyunca, ateşkes dönemindeki alışkanlıklarını ve yaşam tarzının
derhal değiştirilmesi gerektiğini görüp, her hangi bir şekilde bir karşılaşma
veya çatışmaya yol vermemek için savaş düzenine geçmeliydi. Çünkü “barış süreci”
denen ateşkes düzeninde, karşı tarafın sizi görmezden geleceğine göre hareket
ediyordunuz.
Ama “seçim” denen referandum “Sathı Maili”ne girişle ve HDP’nin
yüzde on barajını aşması neredeyse kesinleşir gibi olunca, bunun Erdoğan’ın
tiranlık emelleri için bir son olduğu ortaya çıkınca, Erdoğan’ın “Barış Süreci”ni
kirli bir mendil gibi fırlatıp atacağı ve başında bulunduğu cihazı bunun için
kullanacağı; ayrıca o cihazın içindeki en inkârcı ve faşist güçlerle ittifaka
yöneldiği bilinmeyen bir şey değildi.
Bu durumda, her gerilla birliği, her birlik komutanı bu
değerlendirmeyi yapıp, yaşamı, ritmini, davranışları buna göre planlamalıydı.
Yani hiçbir şekilde Türk devleti ve onun birlikleriyle temasa geçmeme üzerine
kurmalıydı. Taktikler buna göre belirlenmeliydi. Karşı tarafla sürpriz
karşılaşmalardan kaçınmak için onun nerede olduğunu, ne yaptığını bilmeniz
gerekir. Öte yandan onun sizin nerede olduğunuzu bilmemesi gerekir. Yani ateşkesi
korumak için savaş düzenine geçilmeliydi. Şu iki yılda edinilmiş alışkanlıklar
derhal terk edilmeliydi.
Ve Ağrı civarında her yıl eğlencelere giden o birlik, davet
edildiği eğlenceye gitmeyeceğini söylemeliydi.
Bu anlamda bölgedeki gerilla birliği yeterince devrimci uyanıklık göstermemiştir.
Bu anlamda bölgedeki gerilla birliği yeterince devrimci uyanıklık göstermemiştir.
*
Gerilla birliğinin gösteremediği devrimci uyanıklığı ise, Diyadinli
köylüler göstermiştir.
Hayatlarını ortaya koyarak, canlar ve yaralılar vererek,
Erdoğan’ın provakasyonunu en kör göze bile batarca görülmesini sağlamışlardır.
Onların devrimci uyanıklıkla birleşmiş kendini adanmışlıkları olmasaydı, bugün askerler ve belki gereken uyanıklığı gösteremeyen gerillalar da yaşamıyor olacaklardı.
Onların devrimci uyanıklıkla birleşmiş kendini adanmışlıkları olmasaydı, bugün askerler ve belki gereken uyanıklığı gösteremeyen gerillalar da yaşamıyor olacaklardı.
Türkiye’nin dört bir yanındaki “Şehit Cenazeleri”nde
Ergenekon’un kışkırtmak için alesta beklettiği yedek güçler sokaklara sürülmüş
olacaktı.
Ve bu ortamda en büyük parsayı Erdoğan toplayacaktı.
*
Kürt halkının son yirmi yıldaki muazzam siyasi gelişimi
olmasaydı, o köylüler böylesine devrimci uyanıklık ve fedakârlıklar
gösteremezlerdi.
Türkiye’de Kürtler siyasi bakımdan hızla ilerlerken, Türkiye’nin
gerisinde Türkler korkunç bir gerileme içinde bulunuyor.
Herkes provokasyondan söz ederken, hep Kürtlerin ve Kürt
hareketinin provokasyona gelmesinden korkuyor.
Korkmayın, Kürt hareketi bu siyasi tecrübeye sahiptir.
Yeterli uyanıklığı gösteremeyen Gerilla’nın bile içine işlemiş bir uyanıklık
vardır ve ateşi altındaki Türk askerlerini sadece kımıldamadan durmaya zorlamış,
öldürücü yerlerinden vurmamaya ve öldürmemeye dikkat etmiştir. Köylülerin gelip
onları alması ve kurtarması için davranış göstermiştir.
Ama Batı’dan korkalım.
Batı’daki Türkler siyasi bakımdan geri ve gericidirler. Her
türlü pisliğin oradan çıkması olasılığı daha büyüktür.
*
Tabii bu arada Gerillanın en azından 7 Haziran’a kadar dağlarda
bir ruh gibi yaşaması; görünmez olması gerekiyor.
Eğer HDP %10’u
aşarsa, bu oylarla kazanılmış; umutsuz bir durumdan zafer yaratılmış ikinci bir
Kobane olacaktır.
Bu sözler kimilerine çok devrimci gelmeyebilir.
Elbette bir düzen değişikliği olmayacak.
Elbette bir düzen değişikliği olmayacak.
Ama bölgedeki güç dengeleri kökten değişecek, Yirmi yıldır egemen
şu kokuşmuş hava yavaş yavaş dağılmaya başlayacak.
Bu az şey midir?
Demir Küçükaydın
14 Nisan 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder