Eski Yunan trajedileri, tanrıların çizdiği kadere trajedi kahramanın
isyanı ve direnişini; ama bu direniş ve isyanın bizzat o kaderin gerçekleşmesinin
aracı olduğunu anlatır.
Tanrıların çizdiği kader, son duruşmada tarihin ve toplumun
gidiş yasalarıdır. O gidişe karşı durmak için yapılanlar bile onun kendini
gerçekleştirmesinin bir aracı olur.
Türkiye politikasındaki seçim barajı, bir bakıma, Türk
devleti ve egemen sınıflarının tarih ve toplum yasalarının çizdiği kadere bir
direnişi ve karşı duruşunun bir aracıdır. Ama bu araç, buizzat o yasaların
hükmünü icra etmesinin bir aracına dönüşmektedir.
2002 Seçimlerini hatırlayalım. Özel savaş döneminin bütün
parti ve politikacıları, kaldırmadıkları barajın kurbanı olarak “tarihin çöp
tenekesini” boyladılar. Seçim Barajı, kendisinin aracılığıyla engellenmek istenen
gidişin, kendini gerçekleştirmesinin bir aracı oldu.
Bu seçimlerde de benzer bir durum var.
Erdoğan da Birleşik Haziran Hareketi de kaderlerini HDP’nin
seçim barajının altında kalmasına bağlamış bulunuyorlar. Bu anlamda zımni bir
kader ve çıkar ortaklığı içindeler.
Erdoğan başkanlık sistemini ve bunu sağlayacak çoğunluğu
ancak HDP’nin barajın altında kalmasıyla gerçekleştirebilir. Bunu
gerçekleştiremediği an ise, eski gücünü ve aurasını kaybeder, olduğundan bile daha
güçsüz bir duruma düşer, güçsüzlüğü güçsüzlüğünü besler ve kaygan bir zemin
üzerinde hızlı bir düşüş yaşaması kaçınılmaz olur. Erdoğan herşeyini bu
seçimlerde herşeyini ortaya koymuş bir kumarbaz durumundadır. (Dolayısıyla
kazanmak için herşeyi yapacak; her yolu deneyecektir. Bu nedenle
provakasyonlara hazır olmalı.)
AKP kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırabildiği ölçüde
varlığını sürdürebilir. Ama Erdoğan’ın karşısında teslim olduğu takdirde,
benzeri bir akibeti paylaşması kaçınılmaz olacaktır. Fidan’ın geri dönmesi, AKP’nin
Erdoğan’ın ihtiraslarına direnecek bir irade gösteremeyeceğinin bir belirtisi
olabilir.
Bireşik Haziran Hareketi de varlığını ve meşrutiyetiri ancak
HDP’nin baraj altında kalmasına bağlamış bulunuyor.
BHH resmi diplomatik söylemlerin dışında, başından beri HDP’nin
bir parti olarak girmesine karşı durmuştur. Bu duruşunu da HDP’nin yüzde onu
aşamayacağı; böylece Erdoğan’ın başkanlık rejimini oturtmasına yol açacağı (hatta
bunun için gizlice Erdoğa ile anlaştığı gibi komplo teorileriyle) söylemleriyle
konumunu meşrulaştırmayı denemiştir. HDP’nin tam sınırda olduğunu görünce de
ağırlıklarını HDP’nin barajı aşmasından yana koymayarak, fiilen HDP’nin barajın
altında kalması beklentilerini südürmüşlerdir.
HDP barajı aştığı takdirde tüm bu politika ve çizginin iflası
belgelenmiş olacaktır. Dolayısıyla HDP yüzde onu aştığı takdirde Birleşik
Haziran Hareketi ve bileşenleri de Erdoğan benzeri bir düşüş yaşayacaklardır.
Nasıl AKP kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırmadığı takdirde
Erdoğan’la birlikte düşüşü yaşayacaksa; benzer şekilde Birleşik Haziren Hareketi
içinde olup da, HDP’ye oy verilmesini isteyenler, kaderlerini Birleşik Haziren
Hareketi’nden ayırıp onun çizgisiyle aralarına mesafe karymadıkları taktirde, birleşik
Haziren Hareketi’nin Kürt düşmanı veya Kürt allerjili kanatlarıyla aynı kaderi
paylaşacaklardır.
TKP ve ÖDP tarihsel işlevlerini çoktan doldurmuş örgütlerdi.
Seçim Barajı ve buna bağlı olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’a
hapsolmuşluğu sayesinde varlıklarını ve etkilerini sürdürebiliyorlardı. Şimdi
kaderlerini engellemelerinin bir aracı olan ve rantını yedikleri Baraj,
onların, kaçınılmaz kaderlerinin gerçekleşmesinin aracı olacaktır.
Öyle görülüyor ki, bu seçimlerde de baraj, tıpkı 2002 seçimlerinda seçim barajının, özel
savaş döneminin partilerini, bir vuruşta sahnenin dışına itmesi gibi, Erdoğan
ve Birleşik Haziran Hareketi’nin hayal ve beklentilerinin iflas belgesi
olacaktır.
Tarih seçim barajı kılıcını kullanarak toplumsal tarihin gidişi barajına takılanları eliyor.
Tarih seçim barajı kılıcını kullanarak toplumsal tarihin gidişi barajına takılanları eliyor.
Ama HDP barajın altında kalırsa da sonuç değişmeyecektir.
Nüfusun yüzde onunun her türlü temsil olanağının yok edilmesi, oyların iç
edilmesi, sadece AKP ve BHH’nın değil, muhtemelen tüm sistemin çok daha acılı,
sert ama kesin bir çöküşünü getirecektir.
11 Mart 2015 Çarşamba
Not: “Güneşin altında yeni bir şey yok” diyesi geliyor
insanın. Bu yazıyı yazdıktan sonra önceki seçimlerde yazdığım yazıların
derlemesini bu seçimlere ilişkin yazılarla aktüalize edip bir kitap olarak
yayınlayayım diye düşündüm. Böylece hem Marksistlerin ve Sosyalistlerin
seçimlere ilişkin tavırlarının neler olması gerektiği; hem de yıllardır aynı
hataların aynı aktörler tarafından nasıl sürdürüldüğü görülsün diye. Sonra derlemenin
başlarında yer alan 2002 seçimlerinde yazılmış aşağıdaki yazıya rastladım. Yukarıdaki
yazıyı yazmadan önce, aşağıdaki yazıyı hatırlasaydım; yukarıdaki yazıyı yazma
gereği görmez, aşağıdakini tekrar yayınlardım.
Demir Küçükaydın
HADEP, Seçimler ve Baraj
Tarih kulağını ters eliyle ve kafasının üstünden
dolandırarak gösterir. Ya da şöyle diyelim, Ekim Devrimi, “İhtilali Kebir” gibi
yıldızın parladığı anlar dışında, iyileri öne çıkararak değil, daha kötüleri,
dayanıksızları eleyerek işini görür.
Şimdi de olan bu. Kürt ulusal hareketi Türkiye’yi
değiştiriyor. Ama bu, bu ulusal hareketin göz alıcı bir zaferi biçiminde
gerçekleşmiyor. Onun varlığını, anlamını kabul etmeyenlerin onu yok etmek
isteyenlerin, elenmesi biçiminde gerçekleşiyor.
İşte baraj sistemi. Bütün partiler Genel kurmayın
karşısında yerle yeksan olarak, sırf HADEP, yani Kürt ulusal hareketi, Kürt
uyanışı mecliste yansımasını bulmasın diye, barajı düşürmeye; bu anti
demokratik seçim ve partiler yasasında zerrece düzeltmeye yanaşmıyor. Ve
yanaşmadıkları için de belki hepsi barajın altında kalacaklar ve silinip
gidecekler.
Silinmemeleri için bir tek yol var: HADEP ile seçim
ittifakı. HADEP ittifaklara en açık, bunun için en sorunsuz parti. Ama seçim
barajını kaldırmaya yanaşmadıkları gibi HADEP ile ittifaka da yanaşmıyorlar.
Böylece Kürt sorununu inkar ve bastırma anlayışı barajın
korunmasına ve Kürtlerle ittifakın reddedilmesine, bu da inkarcıların barajın
altında kalarak elenmelerine; Kürt hareketine karşı geliştirdikleri silahların
kendilerini vurmasına yol açıyor. HADEP ile bir araya gelme cesareti
olmayanların yaşama ve bir alternatif olma şansı yok.
Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor, Kürt hayaleti. Ve bu
hayalet, kendisini görmek istemeyenleri çarpıyor. Şu çok konuşulan Derviş’in
geleceğini de Kürt hayaleti belirleyecek.
Derviş, sadece uluslararası finans kapitalin ve Türk burjuvazisinin uzun vadeli ve genel
çıkarlarını savunan bir politikacı değil; kökeniyle Türkiye’deki Devlet
sınıfları geleneğinin bir uzantısı. Bu iki egemen gücün kesişme ve uzlaşma
noktası. Bu anlamda, sistemin kendini yenilemesi için Özal’dan beri ortaya çıkabilmiş
en yetenekli ve ideal tip.
Ancak bu yetenekler gerçekten var mı yok mu, yine Kürt
sorununda görülecek. Derviş’in birleştirmeye çalıştığı “sol liberal” güçler
aynı zamanda HADEP’in de ittifaka hazır olduğu güçler. Ve HADEP sosyalist
Enternasyonal tarafından sosyal demokrat
olarak kabul edilen bir parti. Derviş’in hem solu birleştirmekten, hem
istikrarlı bir çoğunluktan söz etmesi ve hem de HADEP ile en küçük bir ittifaka
yanaşmaması, kendi projesini baştan başarısızlığa mahkum etmesi, intihar etmesi
demektir. Derviş’in ya da burjuvazinin projesini gerçekleştirmesinin, tek yolu
var: HADEP ile, yani Kürt Ulusal hareketiyle ittifak. Derviş, eğer Kürtlerle
ittifakı göze alabilirse, YTP gibi “sol” ve liberalleri (kısmen ANAP ve M. Ali
Bayar) hatta AKP’den korkan Kemalistleri arkasına alıp burjuvazinin gönlündeki
çoğunluğu sağlayabilir ve Özal’ın yeni bir versiyonu olabilir. Bu da uzun
vadede Türkiye’deki egemen sınıfların konumunu güçlendirir. Ama bütün bunların
gerçekleşmesi için Derviş’in bunu yapabilecek politik öngörü ve cesareti olması
gerekir. Şu ana kadar Kürtler’e karşı bir söz etmedi ve kapıları kapamadı;
örneğin Cem gibi bir davranış içine girmedi. Bu onun sorunun önemini gördüğüne
gösterir ama bu, öneme uygun cesur bir davranış içine girebileceği anlamına
gelmez henüz. Hasılı, burjuvazinin gönlündeki önderin, yani Derviş’in de
geleceği Kürt sorunundaki tavrına, dolayısıyla HADEP ile bir ittifaka girme
cesareti gösterip gösterememesine bağlı.
Yazının başında, tarihin, işini iyileri öne çıkararak değil,
daha kötüleri eleyerek gördüğünden söz etmiştik. Kürt hareketi ve HADEP’in
böylesine kritik bir işlev üstlenmesi, onun yetenekleri sayesinde değil,
yeteneksizliklerine rağmen gerçekleşiyor.
HADEP elbette bu gün Türkiye’de her türlü demokratik talep
ve özlemin destekleyicisi bir partidir ve bu nedenle Sosyalistlerin ve
demokratların bütün diğer partiler karşısında desteklemeleri gereken bir
partidir. O bu niteliklerini Kürt hareketinin, ezilen ulus hareketinin
demokratik karakterinden alır. Bu işin alfabesi.
Ancak politika, sadece sosyolojik eğilimlerin ifade
bulmasından ibaret değildir, politika aynı zamanda bir sanattır. Yani
yaratıcılığın ve estetiğin olması gereken bir alandır. Bu anlamda HADEP çok
kötü politika yapmaktadır. Bunun nedeni de, HADEP’in Kürt hareketinin
demokratik özellikleri kadar, Kürt burjuvazisinin dar görüşlülüğünü ve
kişiliksizliğini de yansıtmasıdır.
Sanılanın aksine, Kürt ulusal hareketinde, ister HADEP
ister PKK ister KADEK içinde olsun, stiller, kültürel farklılıklar, vurgu farklılıkları;
ayak sürümeleri, bilinçli ya da bilinçsiz fiili sabotajlar, rekabetler
biçiminde görülen çok sert bir sınıf mücadelesi sürer. Bu zıtlık en açık bu
ulusal hareketin iki farklı ifadesinin üstlerine doğru çıktıkça daha açık
olarak ortaya çıkar. PKK ya da KADEK’de üstlere doğru çıktıkça, burjuvazinin ve
ulusal motiflerin ağırlığı azalır plebiyen bir karakter öne çıkar. HADEP’te
ise, üstlere doğru çıktıkça burjuvazinin ağırlığı artar. KADEK’in üstündekiler,
yıllardır dağlarda proleterleşmiş kaybedecek şeyleri olmayan gerillalardır.
HADEP’te ise üsttekiler avukatlar, doktorlar, aydınlar iş adamlarıdır.
Bu zıtlık en açık, Öcalan ve HADEP’in politikaları
arasında görülebilir. Öcalan, politik bakımdan son derece esnek, gerektiğinde
çok cesur adımlar atabilen, ve bütün bunlara rağmen ve bunlar sayesinde
programatik hedeflerini koruyan, güçlendiren bir politikacıdır. Buna karşılık,
HADEP’te her şey zıddına döner. Politik ve taktik esneklik politik
programsızlığa ya da kişiliksizliğe; programatik sağlamlık adına yapılanlar da
bir dar görüşlü milliyetçiliğe dönüşür.
Örneğin, HADEP hala şu Türkiye partisi olma meselesini
anlayamaz ve çözemez. Biz Türkiye partisiyiz diyor. Halbuki bu denilmez,
yapılır. Tıpkı iyi bir sanat eserinde gerçek fikrin doğrudan ifade edilmemesi
gibi. HADEP bir Kürt partisi olarak Türkiye politikası yapmayı beceremiyor.
Biraz da bu nedenle barajı aşamıyor ve diğer partiler onu son anda baş
vurulabilecek cepte keklik görmelerine çanak tutuyor ve bu da onun tıkıldığı
gettonun duvarları dışına çıkmasını engelliyor. Ama bütün bunların nedeni, Kürt
burjuvazisinin sınıfsal eğilimlerinin, dar görüşlülüklerinin, korkularının
HADEP’e çok yoğunlaşmış olarak yansımasıdır. KADEK ve HADEP arasında şöyle bir
zıtlık var. PKK’da üstte yaratıcılık, alta indikçe kabızlık artar. HADEP’te
ise, altta yaratıcılık, üstlere çıktıkça kabızlık artar.
Bunun aşılmasının bir tek yolu var. Kürt hareketini
sırtlayan kadınların, HADEP’in yönetimine gelmesi.
Lenin, ölümüne yakın, bürokratlaşmayı görünce, en azından
bir tutamak noktası sağlamak, bir soluklanma ve zaman kazanma sağlar
düşüncesiyle, merkez komitesine yüz kadar hiç politikaya bulaşmamış işçi
almaktan söz ediyordu. İşte HADEP’in ihtiyacı olan da böyle bir şey, zılgıt
çeken, hareketin yükünü taşıyan kadınları öyle göstermelik oranlarla, sembolik
organlara değil, bütün yönetim organlarına getirmeli. Bu hem burjuvazinin yol
açtığı kabızlığa son verir, hem de barajın aşılmasının yolunu açar. O zaman
Türkiye kadınlarına da mesaj veren bir Kürt partisi olur. Kolombun yumurtası
gibi, bu kadar basit.
13 Ağustos 2002 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder