11 Mart 2015 Çarşamba

Birleşik Haziran Hareketi ve Erdoğan’ın Ortak Kaderi: Baraj

Eski Yunan trajedileri, tanrıların çizdiği kadere trajedi kahramanın isyanı ve direnişini; ama bu direniş ve isyanın bizzat o kaderin gerçekleşmesinin aracı olduğunu anlatır.
Tanrıların çizdiği kader, son duruşmada tarihin ve toplumun gidiş yasalarıdır. O gidişe karşı durmak için yapılanlar bile onun kendini gerçekleştirmesinin bir aracı olur.
Türkiye politikasındaki seçim barajı, bir bakıma, Türk devleti ve egemen sınıflarının tarih ve toplum yasalarının çizdiği kadere bir direnişi ve karşı duruşunun bir aracıdır. Ama bu araç, buizzat o yasaların hükmünü icra etmesinin bir aracına dönüşmektedir.
2002 Seçimlerini hatırlayalım. Özel savaş döneminin bütün parti ve politikacıları, kaldırmadıkları barajın kurbanı olarak “tarihin çöp tenekesini” boyladılar. Seçim Barajı, kendisinin aracılığıyla engellenmek istenen gidişin, kendini gerçekleştirmesinin bir aracı oldu.

Bu seçimlerde de benzer bir durum var.
Erdoğan da Birleşik Haziran Hareketi de kaderlerini HDP’nin seçim barajının altında kalmasına bağlamış bulunuyorlar. Bu anlamda zımni bir kader ve çıkar ortaklığı içindeler.
Erdoğan başkanlık sistemini ve bunu sağlayacak çoğunluğu ancak HDP’nin barajın altında kalmasıyla gerçekleştirebilir. Bunu gerçekleştiremediği an ise, eski gücünü ve aurasını kaybeder, olduğundan bile daha güçsüz bir duruma düşer, güçsüzlüğü güçsüzlüğünü besler ve kaygan bir zemin üzerinde hızlı bir düşüş yaşaması kaçınılmaz olur. Erdoğan herşeyini bu seçimlerde herşeyini ortaya koymuş bir kumarbaz durumundadır. (Dolayısıyla kazanmak için herşeyi yapacak; her yolu deneyecektir. Bu nedenle provakasyonlara hazır olmalı.)
AKP kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırabildiği ölçüde varlığını sürdürebilir. Ama Erdoğan’ın karşısında teslim olduğu takdirde, benzeri bir akibeti paylaşması kaçınılmaz olacaktır. Fidan’ın geri dönmesi, AKP’nin Erdoğan’ın ihtiraslarına direnecek bir irade gösteremeyeceğinin bir belirtisi olabilir.
Bireşik Haziran Hareketi de varlığını ve meşrutiyetiri ancak HDP’nin baraj altında kalmasına bağlamış bulunuyor.
BHH resmi diplomatik söylemlerin dışında, başından beri HDP’nin bir parti olarak girmesine karşı durmuştur. Bu duruşunu da HDP’nin yüzde onu aşamayacağı; böylece Erdoğan’ın başkanlık rejimini oturtmasına yol açacağı (hatta bunun için gizlice Erdoğa ile anlaştığı gibi komplo teorileriyle) söylemleriyle konumunu meşrulaştırmayı denemiştir. HDP’nin tam sınırda olduğunu görünce de ağırlıklarını HDP’nin barajı aşmasından yana koymayarak, fiilen HDP’nin barajın altında kalması beklentilerini südürmüşlerdir.
HDP barajı aştığı takdirde tüm bu politika ve çizginin iflası belgelenmiş olacaktır. Dolayısıyla HDP yüzde onu aştığı takdirde Birleşik Haziran Hareketi ve bileşenleri de Erdoğan benzeri bir düşüş yaşayacaklardır.
Nasıl AKP kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırmadığı takdirde Erdoğan’la birlikte düşüşü yaşayacaksa; benzer şekilde Birleşik Haziren Hareketi içinde olup da, HDP’ye oy verilmesini isteyenler, kaderlerini Birleşik Haziren Hareketi’nden ayırıp onun çizgisiyle aralarına mesafe karymadıkları taktirde, birleşik Haziren Hareketi’nin Kürt düşmanı veya Kürt allerjili kanatlarıyla aynı kaderi paylaşacaklardır.
TKP ve ÖDP tarihsel işlevlerini çoktan doldurmuş örgütlerdi. Seçim Barajı ve buna bağlı olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’a hapsolmuşluğu sayesinde varlıklarını ve etkilerini sürdürebiliyorlardı. Şimdi kaderlerini engellemelerinin bir aracı olan ve rantını yedikleri Baraj, onların, kaçınılmaz kaderlerinin gerçekleşmesinin aracı olacaktır.
Öyle görülüyor ki, bu seçimlerde de baraj,  tıpkı 2002 seçimlerinda seçim barajının, özel savaş döneminin partilerini, bir vuruşta sahnenin dışına itmesi gibi, Erdoğan ve Birleşik Haziran Hareketi’nin hayal ve beklentilerinin iflas belgesi olacaktır.
Tarih seçim barajı kılıcını kullanarak toplumsal tarihin gidişi barajına takılanları eliyor.
Ama HDP barajın altında kalırsa da sonuç değişmeyecektir. Nüfusun yüzde onunun her türlü temsil olanağının yok edilmesi, oyların iç edilmesi, sadece AKP ve BHH’nın değil, muhtemelen tüm sistemin çok daha acılı, sert ama kesin bir çöküşünü getirecektir.
11 Mart 2015 Çarşamba
Not: “Güneşin altında yeni bir şey yok” diyesi geliyor insanın. Bu yazıyı yazdıktan sonra önceki seçimlerde yazdığım yazıların derlemesini bu seçimlere ilişkin yazılarla aktüalize edip bir kitap olarak yayınlayayım diye düşündüm. Böylece hem Marksistlerin ve Sosyalistlerin seçimlere ilişkin tavırlarının neler olması gerektiği; hem de yıllardır aynı hataların aynı aktörler tarafından nasıl sürdürüldüğü görülsün diye. Sonra derlemenin başlarında yer alan 2002 seçimlerinde yazılmış aşağıdaki yazıya rastladım. Yukarıdaki yazıyı yazmadan önce, aşağıdaki yazıyı hatırlasaydım; yukarıdaki yazıyı yazma gereği görmez, aşağıdakini tekrar yayınlardım.
Demir Küçükaydın

HADEP, Seçimler ve Baraj

Tarih kulağını ters eliyle ve kafasının üstünden dolandırarak gösterir. Ya da şöyle diyelim, Ekim Devrimi, “İhtilali Kebir” gibi yıldızın parladığı anlar dışında, iyileri öne çıkararak değil, daha kötüleri, dayanıksızları eleyerek işini görür.
Şimdi de olan bu. Kürt ulusal hareketi Türkiye’yi değiştiriyor. Ama bu, bu ulusal hareketin göz alıcı bir zaferi biçiminde gerçekleşmiyor. Onun varlığını, anlamını kabul etmeyenlerin onu yok etmek isteyenlerin, elenmesi biçiminde gerçekleşiyor.
İşte baraj sistemi. Bütün partiler Genel kurmayın karşısında yerle yeksan olarak, sırf HADEP, yani Kürt ulusal hareketi, Kürt uyanışı mecliste yansımasını bulmasın diye, barajı düşürmeye; bu anti demokratik seçim ve partiler yasasında zerrece düzeltmeye yanaşmıyor. Ve yanaşmadıkları için de belki hepsi barajın altında kalacaklar ve silinip gidecekler.
Silinmemeleri için bir tek yol var: HADEP ile seçim ittifakı. HADEP ittifaklara en açık, bunun için en sorunsuz parti. Ama seçim barajını kaldırmaya yanaşmadıkları gibi HADEP ile ittifaka da yanaşmıyorlar.
Böylece Kürt sorununu inkar ve bastırma anlayışı barajın korunmasına ve Kürtlerle ittifakın reddedilmesine, bu da inkarcıların barajın altında kalarak elenmelerine; Kürt hareketine karşı geliştirdikleri silahların kendilerini vurmasına yol açıyor. HADEP ile bir araya gelme cesareti olmayanların yaşama ve bir alternatif olma şansı yok.
Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor, Kürt hayaleti. Ve bu hayalet, kendisini görmek istemeyenleri çarpıyor. Şu çok konuşulan Derviş’in geleceğini de Kürt hayaleti belirleyecek.
Derviş, sadece uluslararası finans kapitalin ve  Türk burjuvazisinin uzun vadeli ve genel çıkarlarını savunan bir politikacı değil; kökeniyle Türkiye’deki Devlet sınıfları geleneğinin bir uzantısı. Bu iki egemen gücün kesişme ve uzlaşma noktası. Bu anlamda, sistemin kendini yenilemesi için Özal’dan beri ortaya çıkabilmiş en yetenekli ve ideal tip.
Ancak bu yetenekler gerçekten var mı yok mu, yine Kürt sorununda görülecek. Derviş’in birleştirmeye çalıştığı “sol liberal” güçler aynı zamanda HADEP’in de ittifaka hazır olduğu güçler. Ve HADEP sosyalist Enternasyonal tarafından  sosyal demokrat olarak kabul edilen bir parti. Derviş’in hem solu birleştirmekten, hem istikrarlı bir çoğunluktan söz etmesi ve hem de HADEP ile en küçük bir ittifaka yanaşmaması, kendi projesini baştan başarısızlığa mahkum etmesi, intihar etmesi demektir. Derviş’in ya da burjuvazinin projesini gerçekleştirmesinin, tek yolu var: HADEP ile, yani Kürt Ulusal hareketiyle ittifak. Derviş, eğer Kürtlerle ittifakı göze alabilirse, YTP gibi “sol” ve liberalleri (kısmen ANAP ve M. Ali Bayar) hatta AKP’den korkan Kemalistleri arkasına alıp burjuvazinin gönlündeki çoğunluğu sağlayabilir ve Özal’ın yeni bir versiyonu olabilir. Bu da uzun vadede Türkiye’deki egemen sınıfların konumunu güçlendirir. Ama bütün bunların gerçekleşmesi için Derviş’in bunu yapabilecek politik öngörü ve cesareti olması gerekir. Şu ana kadar Kürtler’e karşı bir söz etmedi ve kapıları kapamadı; örneğin Cem gibi bir davranış içine girmedi. Bu onun sorunun önemini gördüğüne gösterir ama bu, öneme uygun cesur bir davranış içine girebileceği anlamına gelmez henüz. Hasılı, burjuvazinin gönlündeki önderin, yani Derviş’in de geleceği Kürt sorunundaki tavrına, dolayısıyla HADEP ile bir ittifaka girme cesareti gösterip gösterememesine bağlı.
Yazının başında, tarihin, işini iyileri öne çıkararak değil, daha kötüleri eleyerek gördüğünden söz etmiştik. Kürt hareketi ve HADEP’in böylesine kritik bir işlev üstlenmesi, onun yetenekleri sayesinde değil, yeteneksizliklerine rağmen gerçekleşiyor.
HADEP elbette bu gün Türkiye’de her türlü demokratik talep ve özlemin destekleyicisi bir partidir ve bu nedenle Sosyalistlerin ve demokratların bütün diğer partiler karşısında desteklemeleri gereken bir partidir. O bu niteliklerini Kürt hareketinin, ezilen ulus hareketinin demokratik karakterinden alır. Bu işin alfabesi.
Ancak politika, sadece sosyolojik eğilimlerin ifade bulmasından ibaret değildir, politika aynı zamanda bir sanattır. Yani yaratıcılığın ve estetiğin olması gereken bir alandır. Bu anlamda HADEP çok kötü politika yapmaktadır. Bunun nedeni de, HADEP’in Kürt hareketinin demokratik özellikleri kadar, Kürt burjuvazisinin dar görüşlülüğünü ve kişiliksizliğini de yansıtmasıdır.
Sanılanın aksine, Kürt ulusal hareketinde, ister HADEP ister PKK ister KADEK içinde olsun, stiller, kültürel farklılıklar, vurgu farklılıkları; ayak sürümeleri, bilinçli ya da bilinçsiz fiili sabotajlar, rekabetler biçiminde görülen çok sert bir sınıf mücadelesi sürer. Bu zıtlık en açık bu ulusal hareketin iki farklı ifadesinin üstlerine doğru çıktıkça daha açık olarak ortaya çıkar. PKK ya da KADEK’de üstlere doğru çıktıkça, burjuvazinin ve ulusal motiflerin ağırlığı azalır plebiyen bir karakter öne çıkar. HADEP’te ise, üstlere doğru çıktıkça burjuvazinin ağırlığı artar. KADEK’in üstündekiler, yıllardır dağlarda proleterleşmiş kaybedecek şeyleri olmayan gerillalardır. HADEP’te ise üsttekiler avukatlar, doktorlar, aydınlar iş adamlarıdır.
Bu zıtlık en açık, Öcalan ve HADEP’in politikaları arasında görülebilir. Öcalan, politik bakımdan son derece esnek, gerektiğinde çok cesur adımlar atabilen, ve bütün bunlara rağmen ve bunlar sayesinde programatik hedeflerini koruyan, güçlendiren bir politikacıdır. Buna karşılık, HADEP’te her şey zıddına döner. Politik ve taktik esneklik politik programsızlığa ya da kişiliksizliğe; programatik sağlamlık adına yapılanlar da bir dar görüşlü milliyetçiliğe dönüşür.
Örneğin, HADEP hala şu Türkiye partisi olma meselesini anlayamaz ve çözemez. Biz Türkiye partisiyiz diyor. Halbuki bu denilmez, yapılır. Tıpkı iyi bir sanat eserinde gerçek fikrin doğrudan ifade edilmemesi gibi. HADEP bir Kürt partisi olarak Türkiye politikası yapmayı beceremiyor. Biraz da bu nedenle barajı aşamıyor ve diğer partiler onu son anda baş vurulabilecek cepte keklik görmelerine çanak tutuyor ve bu da onun tıkıldığı gettonun duvarları dışına çıkmasını engelliyor. Ama bütün bunların nedeni, Kürt burjuvazisinin sınıfsal eğilimlerinin, dar görüşlülüklerinin, korkularının HADEP’e çok yoğunlaşmış olarak yansımasıdır. KADEK ve HADEP arasında şöyle bir zıtlık var. PKK’da üstte yaratıcılık, alta indikçe kabızlık artar. HADEP’te ise, altta yaratıcılık, üstlere çıktıkça kabızlık artar.
Bunun aşılmasının bir tek yolu var. Kürt hareketini sırtlayan kadınların, HADEP’in yönetimine gelmesi.
Lenin, ölümüne yakın, bürokratlaşmayı görünce, en azından bir tutamak noktası sağlamak, bir soluklanma ve zaman kazanma sağlar düşüncesiyle, merkez komitesine yüz kadar hiç politikaya bulaşmamış işçi almaktan söz ediyordu. İşte HADEP’in ihtiyacı olan da böyle bir şey, zılgıt çeken, hareketin yükünü taşıyan kadınları öyle göstermelik oranlarla, sembolik organlara değil, bütün yönetim organlarına getirmeli. Bu hem burjuvazinin yol açtığı kabızlığa son verir, hem de barajın aşılmasının yolunu açar. O zaman Türkiye kadınlarına da mesaj veren bir Kürt partisi olur. Kolombun yumurtası gibi, bu kadar basit.

13 Ağustos 2002 Salı

Hiç yorum yok: