Aşağıda tam 15 yıl önce Türk Sosyalistlerine ve
özellikle ÖDP’ye ilişkin yazılmış birkaç yazı yer alıyor. O yazılarda 15 yıl önceki
Newroz ve 1 Mayıs vesileleriyle, Türk sosyalistleri ama özellikle de bugün
BHH’nın esas gövdesini oluşturanlardan ÖDP ve çizgisi Newroz ve 1 Mayıs
bağlamlarında eleştiriliyor.
Birleşik Haziran Hareketi’nin iki ana damarından biri olan
ÖDP’nin, bunca yılda en küçük bir ilerleme bile kat etmediği; Kürt özgürlük
hareketine karşı en ince yöntemlerle mücadeleye devam ettiği yazılar okununca apaçık
görülüyor.
BHH ve Bileşenlerinin
bugün ne yaptığı ve nasıl bir politika izlediğini görmek ve bunu eleştirmek için
ayrı bir yazı yazmaya bile gerek yok.
Bu yazıları okuyarak biraz hafıza tazelemekte yarar var.
Bu vesileyle hala BHH saflarında yer alan; diğer yandan da
kişi olarak HDP’ye oy vereceğini söyleyenlere bir çift söz.
Bu çizginizi Birleşik Haziran Hareketininin açık ve net bir
çağrısına dönüştürmek için bastırınız. O açık bir tavır almadığı takdirde
protesto ediniz ve ondan ayrılınız. Aksi takdirde o politikanın gerçek
niteliğinin görünmesini engelleyen basit araçlar olmaktan öteye gidemezsiniz.
HDP’ye oy vermeniz kişi olarak sizlerin vicdanınızı belki
rahatlatabilir ama bu politik olarak yanlış bir çizginin destekçisi olduğunuz
ve onun gerçek yüzünün görülmesini engellemeye hizmet eddiğiniz gerçeğini
gizlemez.
Bugün HDK-HDP’nin bileşeni olanlar bu yazılar yazıldığında
ÖDP’nin bugünkünden garksız plitikalarıyla kopuşmaya cesaret edemedikleri için o politikaların gerçek
anlamını gizleyen birer araç olmaktan başka bir işlev görmüyorlardı; sonra Kürt
Özgünlük hareketinin güçlenmesi ile, adım adım ondan kopuk, bugün HDP içinde
veya çevresinde yer almaya başladlar. Ama bunu güç veolayların zorlamasıyla
değil; pekala bilimsel ve doğru bir politikayla da yapabilirler ve olayların
gelişimi üzerinde çok daha olumlu bir etkide bulunabilirlerdi. Marksizm bunun
için vardır, olayların arkasına takılmak ve onlmarın baskısıyla hareket etmek
için değil; olayların akışına ezilenden yana bir itki verebilmek için.
Unutmayalım aşağıdaki yazılar bndan 15 yıl önce yazılmıştı.
Bugün HDP’ye oy verenler, destekçisi olanlar, 15 yıl önce bugünkü
pozizyonlarında olsalar, herşey çok daha başka olabilir; bugün bulunulan yerde
yıllar önce olunabilirdi. Aynı durum bugün Haziran Hareketi içinde yer alıp da
HDP’ye oy verecekler için de geçerlidir.
Bu yazı BHH içinde yer alıp da HDP’ye oy vereceklere son
uyarılardan biridir.
Tekrar hatırlayalım. Aşağıdaki yazılar yazıldığında, yıl
2000’di, Öcalan yakalanmış, mahkemeye çıkmıştı ve herkes Öcalan’ın ve PKK’nın
bittiğini böylüyor, bugün HDP’nin yanında ve içinde yer alanlar Kürt Hareketi’nin
yanında durmaktansa ÖDP içinde ve yanında yer alıyorlardı tıpkı bugünkü BHH’içinde
ve yanında olanlar gibi.
21 Mart 2015 Cumartesi
Newroz
Depremi ve Türk Sosyalistleri
Türkiye'nin batısı jeolojik bir
depremle sarsılmıştı bir süre önce. Newroz'da Türkiye'nin doğusunda,
Kürdistan'da, toplumsal bir deprem yaşandı.
Newroz'da yaşananların bir deprem
olduğunun anlaşılmasını engelleme; bu depremi gözlerden, gönüllerden ve
bilinçlerden uzak tutma, bizzat mücadele konusu oluşturuyor; onu önemsiz gösterme,
hatta mümkünse hiç söz etmeme: toplumsal depremi lokalize edip şok dalgalarının
yayılmasını engellemenin tek yolu olarak görülüyor.
Bu deprem sadece Türk devletini
ve onun borazanı basını değil, yeni stratejinin muhaliflerini de derinden
rahatsız etti. Hepsi olanın anlam ve önemini çok iyi kavramış bulunuyorlar ve
tam da öyle olduğu için, Newroz depremi karşısında, sanki hiç bir şey olmamış
gibi, "deliye taşı andırmamak" veya "eşeğin aklına karpuz kabuğu
düşürmemek" için, görmem, duymam, konuşmamı oynuyorlar.
Bizzat bu sessizlik, bu
geçiştirme çabası ortada ne kadar önemli bir gelişme olduğunun en önemli
delili. Önce İmralı'da ortaya atılan, HADEP ve PKK tarafından benimsenen yeni
strateji, program ve mücadele biçimlerine, Kürt yığınları ayaklarıyla oy
vermekle kalmadı bizzat uygulamaya geçti.
Devletin de, basının da, yeni
stratejinin muhaliflerinin de böyle davranmasının anlaşılmayacak bir yanı yok.
En önemliyi en önemsiz, en önemsizi en önemli gösterme; yani şu Türkiye'de çok
kullanılan deyimle "gündemi belirleme", bizzat bir siyasal mücadele konusu
ve aracıdır.
Ama, aslında Türkiye'nin belki de
demokratik hedeflerin tek tutarlı savunucusu olan sosyalistlerin de özünde aynı
şekilde davrandıkları ve bir intihar politikası güttükleri görülüyor. Elbette, sosyalistler, programatik
olarak, en azından prensip düzeyinde, Kürt ulusunun haklarını kazanmasından;
Türkiye'deki baskıcı, militer, bürokratik ve keyfi sistemin kökten
değişmesinden yanadırlar. Onların bu inançlarından hiç kimse kuşku duymaz. Ama
tam da bu nedenle izledikleri politikaya intihar politikası demek gerekiyor;
çünkü izledikleri politika, bu istemlerin karşısındaki güçlerin ekmeğine yağ
sürüyor ve onların pozisyonlarını güçlendiriyor.
Onların hepsinin temel yanlışı, "Kürt Sorunu"nu, sorunlardan bir
sorun olarak görmelerinde; Kürt
Ulusal Hareketi'ni dinamik bir mücadele öznesi olarak görmek istememelerinde;
onun varlığından rahatsız olmalarında; onun
varlığında kendilerine bir rakip görmelerindedir.
Bu durum onları, Kürt Ulusal
Hareketi'nin başarıları karşısında; ya da oradaki önemli dönüşümler karşısında,
susmaya, olanları önemsiz göstermeye itmektedir ve bu politikalarıyla, nesnel
olarak Genelkurmay ve onun basit bir psikolojik savaş aracı olmuş Türk
basınının soldan iş birlikçisi haline gelip intihar etmektedirler. Bu devekuşu
politikasının adı da, "sınıfa
dayanan"; "sınıf
dinamiklerinden hareket eden politikalar" olmaktadır sözüm ona.
*
Türk sosyalistlerinin genellikle
pek işçi sınıfıyla başı hoş olmamıştı geçmişinde. Reformistlerinde işçiler
demek, aslında sendikacılar ve sendikal hareket demekti; radikallerinde ise
işçi sınıfı sadece bir retorik olarak yer alırdı.
Ama son yıllarda, hemen hemen
bütün Türk sosyalistlerinin, "işçi sınıfı"cı, "sınıfa dayanan
politikalar"cı olduğu görülüyor. Ne oldu da hidayete erdiler? Bu
söylem, gerçek sorunu, yani "Kürt Sorunu"nu gözden kaçırmanın,
gizlemenin aracıdır.
Bu günün gerçek sosyalist politikası ancak "Kürtçü" olmakla
yapılabilir. Bu gün, her kim sınıftan söz etmektedir; her kim "Kürt
Sorunu"nun önemini gözden kaçırmaya, onu sorunlardan bir sorun gibi
göstermeye çalışmaktadır, onun sosyalizmle ilgisi yoktur.
Bulundukları ülkenin doğusunda,
insanlar son derece açık politik bir programla, kendi ulusal sorunlarını da
aşmış olarak neredeyse bir serihildan gerçekleştiriyor. Ve bu Türk sosyalistlerinde ne bir heyecan, ne bir silkinmeye yol açıyor.
İnsan bekliyor ki, Newroz'da
gerek mesajları gerek katılımıyla bir serihildan olan gösteriler karşısında,
sosyalist partiler, örneğin bir Özgürlük ve Dayanışma Partisi, aceleyle en
yetkili organlarını toplayıp, bu yeni durum karşısında neler yapılacağını
görüşsün; Newroz'un önemi ve mesajlarına Türklerin dikkatini çekmek, onun
karşısındaki susuş duvarını yıkmak için somut girişimlerin neler olacağına kafa
patlatsın.
İnsan bekliyor ki, sosyalist partiler
bir araya gelip, Kürt Ulusunun yaptığı teklife, yani Newroz'un Türklerin ve
Kürtlerin ortak bayramı olması teklifine, Türk Tarafından olumlu cevap verip,
gelecek sene, Türk tarafında da, Newroz'u vesile ederek, anayasal vatandaşlık
temelinde, bütün dil ve kültürlerin eşit olduğu bir cumhuriyet ve demokratik
dönüşümler için; devletin resmi Newrozuna karşı, Kürtlerin Newrozuna el veren
ve böylece fiilen halkların kardeşliğini gerçekleştiren kutlama biçimli
gösteriler kararı alsın ve şimdiden bu mesajı versin.
İnsan bekliyor ki, Newroz'un
"W" harfine karşı yürütülen yasak ve koğuşturmaları gülünç duruma
düşürmek; onlara karşı mücadele etmek için, örneğin klasik parti ve mücadele
biçimlerine itibar etmediği vurgusu yapan ÖDP,
örneğin adındaki "ve" bağlacını bundan sonra "we"
olarak değiştirme kararı alıyor.
İnsan bekliyor ki, bütün sol basın bir araya gelip, bundan sonra
bütün "ve" bağlaçları yerine "we"; weya bütün "v" harfleri yerine
"w" kullanma kararı alıyorlar.
Böyle hassasiyetlerin hiç
birinden iz yok. Nedir bu körlük ve Kürt Ulusal Hareketi karşısındaki
kompleksler?
İçine girilen yeni dönem, bu tür
mevzii savaşlarını, siper savaşlarını, bu tür yeni mücadele biçimlerini
gerektiriyor. Bunun nasıl uygulanacağını, Kürtler bizzat Newroz gösterileriyle
örnekliyorlar. Böyle bir "w" için yapılacak mevzii savaş az mı
önemlidir?
Hani genel olarak belirsiz bir
tarihte devrim için uğraş değil de, şimdiden küçük de olsa değişiklikler
önemliydi?
Hani, artık eski yaratıcılıktan
yoksun örgüt ve mücadele biçimleri sürdürülmeyecek, yaratıcı olunacaktı?
Genç kuşaklar, bu beyni
kireçleşmiş, Osmanlı yadigarı bürokratik kastın artık komik olmaktan bile
çıkmış bunaklığına karşı böyle yaratıcı biçimlerle bir politik mücadeleye
çekilemez mi?
Hayır. Baylarımız ciddi politikacılardır.
Dünyanın birçok sorunu vardır ve Kürt sorunu da bunlardan sadece biridir.
Herkes haddini, hududunu ve yerini bilmelidir.
*
Örneğin ÖDP MYK'sı 25 Mart 2000
tarihinde toplanıyor. Peki Newroz, nasıl bir yer alıyor bu toplantıda?
"Bilgilendirme bölümünde; Genel Başkan’ın faaliyetleri yazılı
olarak heyete sunuldu. Yıldırım Kaya’nın Diyarbakır’da katıldığı Newroz
kutlamaları bilgisi yazılı sunuldu. Masis Kürkçügil’in Portekiz’de
gerçekleştirilen uluslararası toplantı konusunda sözlü bilgi aktarımı gerçekleştirildi."
İşte sloganlarında ifade ettiği
programı ve katılımıyla bir tür serihildan olan Newroz'a, Türkiye'nin en büyük
ve en popüler sosyalist partisinin verdiği değer bu kadar. O, diplomatik
ilişkiler bağlamında, Portekiz'deki uluslar arası toplantıdan daha fazla bir
anlama sahip değil. Hatta metinde Newroz'dan da değil, Newroz hakkındaki
Yıldırım Kaya'nın raporundan söz ediliyor.
Raporun başka bölümlerine
bakıyoruz, acaba başka yerde bir şey var mı diye. Kürt sorununun geçtiği bir
yer daha görüyoruz. Aktaralım:
"Son dönemin tartışma konularından Cumhurbaşkanlığı seçimi, 312.
Madde etrafında devam eden siyasi yasaklar konusu, silahlanmaya yönelik
adımlara karşı tutum, kıyak emeklilik, sendikasızlaştırma ve sigortasız işçi
çalıştırma, militarizm, AB ve esnekleşme, tarım alanına ilişkin politikalar,
nükleer santraller ve enerji, Kürt sorunu, özelleştirme saldırıları...vb.
konulara ilişkin eldeki verilerle parti tutumunun bir kez daha basın
açıklaması, basın toplantısı vb. araçlarla kamuoyuna duyurmak üzere,
Propagandadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Saruhan Oluç’un
görevlendirilmesine,(...)"
İşte, yine aynı sorun. Kürt
sorunu sorunlardan bir sorun.
Raporun daha aşağılarına
bakıyoruz. 1 Mayıs ile ilgili bir bölüm var. Aktaralım:
"1 Mayıs çalışmaları hakkında yapılan görüşme sonucunda;
1 Mayıs’ın, konfederasyonların ortak katılımı doğrultusundaki
çalışmalarının desteklenerek, onların belirleyeceği alanlara örgütlerimizin
yönlendirilmesine,
Dışımızdaki “emekten, barıştan, demokrasiden ve özgürlükten” yana olan
güçleri de katarak bir çalışmanın yürütülmesine,
Çalışmaların yaygın ve düzenli olması için merkezi komisyon kurulması
ve bu komisyona bağlı olarak il ve ilçelerde hemen çalışmaların başlatılmasına,
1 Mayıs’ın ana teması olarak sendikaların benimsediği “Küresel
Saldırıya Karşı Küresel Direniş” şiarının desteklenmesi ve alt başlıkların afiş
tasarımı ve diğer dokümanlarda zenginleştirilmesine, yazılı çalışmaların MYK’na
sunulduktan sonra basılı hale getirmek ve tüm çalışmaları 1 Mayıs kutlamalarına
kadar yürütmek üzere MYK’dan (...)’nın görevlendirilmesine"
Yaşanmış ve Kürt Ulusu tarafından
toplumsal bir program sunan Newroz'a bir satırı çok gören ÖDP MYK'sı, 1 Mayıs'a
beş paragraf ayırıyor! Sosyalistliğe bu yakışır!
Ya içerikçe? Kürt ulusunun
Newroz'da yaptığı kitlesel teklife ve şiarlara bir cevap var mı? Bunun öne
çıkarılması ve tanıtılması var mı? Yok. Soyut ve canlı politikayla ilgisi
olmayan, aslında ilgisi ve gerçek fonksiyonu Kürt sorununu gözden gizlemek
olan, "küresel saldırıya karşı
küresel direniş" gibi sloganlar önde.
Kürtlerin Newroz'una, onun
sloganlarına sahip çıkarak; yapılacak 1
Mayıs'la karşılık vermek gerekirken, tam da bu gözlerden ve gönüllerden
uzaklaştırılıyor.
Bu günün Türkiye'sinde tek doğru
1 Mayıs, Kürtlerin Newroz vesilesiyle yaptığı gösteri ve davete, Türkler
açısından 1 Mayıs vesilesiyle benzer gösteriler yaparak icabet etmek olabilir.
Yani, Dillerin ve kültürlerin eşitliği özgürlüğü temelinde, hukuki olarak
tanımlanmış bir vatandaşlığa dayanan demokratik dönüşümler yapmış bir
cumhuriyet. Bunun için de, ilk elde, Genel Af, İdamın kaldırılması ve
Kürtçe'nin serbest bırakılması aktüel talepleri.
Türk Sosyalist partilerinin
yaptığı ise, bunları arka plana itmek, can alıcı olanı, sorunlardan bir sorun
gibi göstermek.
Bu gün kutlanması gereken Bir
Mayıs, "işçici" ya da "enternasyonalist" veya "anti
globalist" Bir Mayıs değil, "Kürtçü", Kürt ulusunun milli
bayramı Newroz'un çağrısını izleyen "Milliyetçi" bir Bir Mayıs olmalıdır.
Böyle bir Bir Mayıs, Türkiye'nin egemenlerini rahatsız eder ve gerçek
Enternasyonalist görevini yerine getirebilir. Globalizmi veya işçileri veya
enternasyonalizmi slogan olarak öne çıkarmak fiiliyatta, Enternasyonlist
görevlerden kaçmanın örtüsüdür.
Bu Newroz'un ilk dersi şudur:
genel olarak demokrasi mücadelesinin bir gücü olan Türk Solu, fiili
politikalarıyla bu mücadeleye ve bu mücadelenin en dinamik gücü Kürt ulusal
hareketine karşı çalışmaktadır. Ondan bir şey beklememek gerekiyor. Türkler
arasında, Kürt Ulusal hareketinin çağrısına cevap verecek güçler, ancak
bunların dışından çıkabilir.
31 Mart 2000 Cuma
Newroz'da
ve 1 Mayıs'ta Politika
Savaşı ve Politikayı büyük
düşünürler, bir bilimden öte bir sanat olarak tanımlamışlardır. Böyle
tanımlayarak onun sezgiye dayanan, yaratıcı bir yanı olduğuna vurgu yapmış
olurlar.
Politika ise her şeyden önce, can
alıcı görevi doğru kavramak; bütün güçleri oraya yığmak ve o görev için kendi
cephesinde en geniş güçleri oluştururken, karşı tarafı tecrit etmektir.
Savaş sanatında bu verili fizik güçlerle yapılır. Elinizin
altında ve karşı tarafta ne kadar silah ve insan olduğu hakkında bir bilginiz
vardır.
Politika'da ise potansiyel güçler vardır, sorun bunları
öncelikle gerçek bir güç haline dönüştürmektir. Bu nedenledir ki politika
sanatı, savaş sanatından kat be kat zordur ve politika savaş sanatının
ustalarına bile bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.
Politika sanatının ne olduğunu ve
nasıl yapılacağını Kürt Ulusal hareketi gösteriyor. Politikanın nasıl
yapılmayacağını da Türk sosyalistleri.
Politikanın nasıl yapılması ve
yapılmaması gerektiği konusunda yaşanmış Newroz ve biz bu satırları yazarken
planlanmış 1 Mayıs, bu zıtlığı sergileyen ilginç birer örnek oluşturuyor.
Newroz Kürt Ulusal Hareketinin
bayramıydı. Ulusal Hareket bu bayramı, Türk toplumuna yönelik bir mesaja
çevirdi. Türkiye'nin demokratikleşmesine ilişkin projesini koymakla kalmadı, bu
konudaki kararlılığını ve gücünü de gösterdi. Bu gün cumhurbaşkanlığına
demokratik özgürlükler konusunda Türkiye'de pek rastlanmayan türden görüşleri
açıkça savunan Anayasa Mahkemesi başkanı aday olarak gösterilebiliyorsa, Kürt
ulusunun mesajı ve kararlılığının etkisi bunda belirleyicidir.
Kürt Ulusal Hareketinin bu yeni
stratejisinin etkileri, özellikle bizzat yeni stratejinin de genişleteceği
çatlaklar büyüdükçe ve başta Türk ezilenleri olmak üzere Türklerin büyük
bölümü, Kürt Ulusal Hareketinin programından başka çıkış yolu olmadığını
gördükçe, ilerde çok daha açık olarak ortaya çıkacaktır. Aslında Kürt Ulusal
Hareketi, Türk demokrat ve sosyalistlerinin önüne, tarihleri boyunca
karşılaşamayacakları bir fırsatı, altın bir tepsi içinde sunmuş bulunuyor.
Yapmaları gereken sadece, bu programa Türk tarafından sahip çıkmak ve Kürtlerin
uzattığı ele Türk tarafından el uzatmaktır.
Bu gün Türklerin hala ezici
çoğunluğunu etkisi altında tutan inkarcı ve baskıcı politikaya karşı, sabırla
ve bıkmadan karşı çıkarak, Türkiye'de Kürt sorunu çözülmeden hiç bir sorunun
çözülemeyeceğini, yakalanması gereken ana halkanın bu olduğunu bıkmadan
tekrarlamak ve Kürt ulusal hareketinin sunduğu çözüme, yani demokratik
dönüşümler, dillerin ve kültürlerin eşitliği temelinde anayasal vatandaşlık
olarak özetlenecek programa, sahip çıkmak olabilir.
Ancak böyle bir tavır, Kürt
Hareketinin sunduğu olanakları değerlendirip, oluşabilecek bir demokratik muhalefete
maya rolü görebilir.
İşte 1 Mayıs bu anlamda,
Newroz'da Kürt Ulusal Hareketi'nin verdiği mesaja, programa ezen ulustan bir
sahiplenme ve cevap olabilirdi ve olmalıdır.
Peki, ne yapıyor Türk
sosyalistleri? Bakalım.
*
Duyduğumuza göre, 1 Mayıs için
belirlenen tema "küresel saldırıya
karşı küresel direniş" imiş. DİSK ve KESK bunu kararlaştırmış. ÖDP de
bu karar uyacağını belirlemiş.
Şöyle düşünülebilir. Bu bir işçi
bayramıdır, ÖDP de işçi sendikalarının kararına uymaktadır ve bu seçilen tema
nedeniyle ÖDP eleştirilemez. Ne var ki, kazın ayağı öyle değil. Bu kararı alan
konfederasyonlarda kararı alanlar arasında ÖDP'lilerin etkisi oldukça çok. Yani
aslında, bu karar ÖDP'nin politikasını dile getiriyor. Ama ÖDP bunu, sanki
kitle örgütlerinin politikasıymış da ona uyuyormuş gibi yapıyor. Bir zamanlar
TİP DİSK'i kurmadan önce DİSK TİP' kurmuştu. Şimdi de ÖDP kitle örgütlerinin
eğilimlerine uymadan önce, kitle örgütleri ÖDP'nin eğilimlerine uyuyor.
Neyse. Her ne olursa olsun burada
önemli olan "küresel saldırıya karşı
küresel direniş" temasına ÖDP'den bir itiraz gelmemesi ve bunun
memnuniyetle karşılanması. Dolayısıyla eleştiri ÖDP'ye yapılabilir. (Ve diğer
sosyalist partilere de. Onların da bu bakımdan ÖDP'den farkı yok. ÖDP'nin
politikasına eleştiri yöneltmemizin nedeni, onun Türk sosyalist hareketinin
oldukça büyük bir birikimini toplamış olmasıdır.)
İlk bakışta çok sosyalist ve
devrimci bir tema, enternasyonalizme uygun, kapitalizme karşı, işçilerden yana.
Tam işçi bayramına yakışır bir tema. Ne var ki, gerçek somut ilişkiler
açısından baktığımızda, bırakalım enternasyonalizmi bir yana tam anlamıyla
enternasyonalist görevden kaçmanın politikasıdır bu. Ezen ulus sosyalistlerinin
ezilen ulusun mücadelesine karşı körlüklerinin politikasıdır. Niye böyledir?
Öncelikle, "Küresel
saldırıya karşı küresel direniş" hiç bir somut örgütsel ve programatik bir
içeriğe sahip değildir. Kupkuru, anlamsız, belki güzel bir söz olma ötesinde
değeri olmayan bir paroladır bu.
Türkiye'de Kürtlerin yaşadığı
bölgede, daha bir ay önce, yüz binlerce insan bütün zorluklara rağmen mobilize
olmuş, Türk ulusuna hitap eden somut bir program sunmuş, Kürdistan adeta bir
devrimci ruh hali yaşıyor; Diyarbakır sanki bir devrim dinamosu gibi bir
atmosfer içinde; Bir romancının kitap okumasına binlerce insan geliyor. Bu gün
Türkiye'nin veya dünyanın hangi ülkesinde bir yazarın roman okumasına binlerce,
hem de entellektüeller değil, sıradan insanlar gider?
Diyarbakır'a giden herkes,
insanların siyasi olgunlaşmışlığından, insanların her fikri tartıştığından,
yüzlerce kişinin kültür evlerinde kitap okumalarından söz ediyor. Bunlar
sembolik ama çok derin anlamlı olaylardır. Böylesine müthiş olaylar oluyor bu
ülkenin bir tarafında. Kitlesel bir politik aktivite yaşanıyor. Dünyanın en
büyük ve etkili gerilla örgütlerinden biri, barış stratejisine geçiyor. Bu Kürt
yığınlarından destek bulup onların önünü açıyor. Ve Türkiye'nin batısındaki
sosyalistler, bütün bunlara gözlerini kapayıp, Kürdistan'ın Newroz'unun
çağrısına Batı'nın 1 Mayısıyla cevap verecek yerde, sanki bütün bu gelişmeler,
Merih'te ya da dünyanın öbür ucunda oluyormuş gibi, küresel saldırı ve savunma
gibi temalarla küresel önemde bir körlük ve kaçış sergiliyor.
Ama bu sadece körlük ve kaçış
değil, fiili sonuçlarıyla, Kürt Ulusal hareketine karşı bir konumdur ve karşı
güçleri güçlendirmektedir. Nasıl mı? Genelkurmayın, yaptığını, Medya'nın
yaptığını soldan yaparak. Kürt Ulusal hareketini ve onun projesini gözlerden ve
gündemden uzak tutmaktadırlar küresellik diye bir sorunu öne çıkararak. Bu en
can alıcı, en önemli sorunu, sosyalistlerin ve işçilerin en önemli gününün
konusu yapmadığı için en büyük yanlışı yapmaktadırlar. Ama bunu, soldan, keskin
görünerek, enternasyonalist görünerek yapmaktadırlar. Savaş özünde bir gündem
savaşıdır ve Türk sosyalistleri en önemli sorunu gündemden uzaklaştırarak karşı
tarafa hizmet etmektedirler.
Bir ülkede ezilen bir ulus
ayaklanmış ise, ezen ulus sosyalistinin görevi her şeyden önce ezilen ulusun
mücadelesine destek vermektir. Enternasyonalizm böyle olur yoksa bu görevden
kaçmayı sağlayan küreselleşmeye karşı sakızlarını çiğnemekle değil.
Bugün Türkiye, tarihinin hiç bir
döneminde olmadığı türden bir demokratikleşme olanağı yakalamış bulunuyor.
Türkiye'de uzun yıllar en gerici partilerin oy deposu olmuş bölgeler bir
politik uyanış ve devrimci kabarış içinde bulunuyor. Bu hareket, kendi
sorunlarına kapanmayı da aşarak tüm Türklerin önüne de bir demokratikleşme
projesi koyuyor. Batının şehirlerinin emekçileri ile birleştiği an bu güç ve
proje, Türkiye'nin bütün keyfilik ve Asyalılıktan kurtuluşunun yolu
açılabilecekken. Bunu yapmakla görevli olması gereken sosyalistler, somut
politikaya gözlerini kapayıp, küreselleşme gevişi getiriyorlar. Bu bir intihar
politikasıdır.
Bu "küresel saldırıya karşı
küresel direniş" teması, sadece gerçek canlı harekete gözlerini kapadığı
için değil; sadece Türkiye'nin en önemli sorununu gündemden ve gözlerden uzak
tuttuğu için değil; sadece Newroz'un çağrısına cevap vermediği için değil;
sadece, ezen ulusun sosyalistlerinin ezilen ulusun çağrısı ve feryatları
karşısındaki kahredici sağırlığının ifadesi olduğu için değil, bizzat
sosyalizmin kendi mantığı içinde de yanlıştır.
Her şeyden önce, işçiler
işçilerin sorunlarına yönelirlerse bunun kendisi ve varacağı yer reformizm ve
sendikalizmden başka bir şey olmayacağı
için yanlıştır.
Bu tema, esas olarak işçilere
yönelik düşünülmüş bulunuyor. Sosyalistlerin görevi, işçilerin dikkatini diğer
toplumsal güçlere ve tüm toplumu değiştirecek hedeflere çekmek olmalıdır. Bu
ise, bu günün Türkiye'sinde Kürt sorununu gündemin başı yapmakla olur.
Sosyalist partilerin hep “işçilerin sorunları”nı ortaya sunduklarını görüyoruz.
Bu sosyalizmin kendi açısından, sosyalist
değil, sendikalist bir politikadır. Türk sosyalistlerinin son yıllarda çok
sosyalist ve işçici kesilmesi, gerçek sorundan kaçışın örtüsü, egemen ulus
körlüğü olduğu kadar eski radikal pozisyonlardan sendikalist bir pozisyona
doğru bir kayışın da ifadesidir.
"Küresel saldırıya karşı
küresel direniş" somut bir hedeften ziyade bir temadır (konudur). Toplantıların, festivallerin bir teması olabilir. Bu anlaşılabilir. Ama
1 Mayıs, gerçekte bir bayram değil, Newroz gibi temel siyasi slogan ve
hedeflerin duyurulması gereken politik bir eylemdir ve öyle olmalıdır. Ama öyle
bir gösterinin de teması değil, somut hedefi olması gerekir. Küreselleşme
sorunu çerçevesinde kalsak ne olabilir böyle bir somut hedef?
Bu hedef, küreselleşme karşısında
ancak, ulusun kişinin bir inanç ve vicdan sorunu olması olabilir. Yani ulusal
sınır ve devletlerin ilgası. Eğer dünya çapındaki sorunlar için politika
yapılacaksa, böyle somut bir program olmalıdır. Böyle bir program,
küreselleşmeye karşı en doğru küresel cevap olur. İnsanlığın önüne yepyeni bir
ufuk açar. Bu günkü apartheit sisteminin temellerini sorgular.
Ama sadece bununla da kalmaz,
Türkiye'nin somut politikası açısından, Kürt Ulusal Hareketine, hem destek
vermiş hem de bağımsızlığın korumuş olur. Destek verir, çünkü, Kürt ulusal
hareketi, ulusal devletin verili biçimine karşı, Türklerin ve bölgedeki diğer
ulusların hepsini kapsayacak yeni bir ulus tanımı ve biçim öneriyor; yani
kültürü ve dili, ulusun tanımında politik alanın dışına atalım diyor. Buna
karşılık sosyalistler, gelin nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusun kendisini
politik olanın dışına atalım diyebilirler. Bu hem en önemli sorunu, ulusal sorunu
gündemin başına aldığı için; hem de daha kökten ve kapsamlı bir çözüm önerdiği
için hem Kürtlerin mücadelesini destekler hem de kendi programını ve
bağımsızlığını korumayı da sağlar. Tıpkı, reformların devrimci mücadelenin yan
ürünü olması gibi. Böyle bir koyuş, Kürt sorununu ve programını gündemden
uzaklaştırmaz, aksine gündeme de koymuş olur ve onun projesinin gerçekleşme
olasılığını da yükseltir.
Türk sosyalistleri, ulusal sorun
konusunda ne ezilen ulusun projesini ve mücadelesini destekliyorlar, ne de
kendilerinin ayrı bir sosyalist projeleri var. Bir tek projeleri var: Kürt
sorununu, ulusal sorunu gündemin baş sorunu olmaktan çıkarmak. Böylece Tarihin
kendilerine sunduğu fırsatları ellerinin tersiyle itiyor ve intihar ediyorlar.
Sadece kendilerini yok etseler mesele değil, ama başta Kürtler ve emekçiler
olmak üzere, ezilen insanlara kötülük ediyorlar.
Türk egemenleri, ezilenlerden
gelen her girişimi ezme refleksiyle hareket ettiklerinden, bu 1 Mayısa da bir çok
yerde saldırılar düzenleyebilirler. Bu saldırılar karşısındaki haklılık,
sosyalistlerin Kürt hareketi karşısındaki haksızlığı gerçeğini örtmemelidir. 1
Mayıs Newroz'un çağrısına kulaklarını tıkıyor.
27 Nisan 2000 Perşembe
(Aşağıdaki yazı da 2006’dan, aynı
körlük bugün Haziran Hareketi’nde devam eden körlük o zaman BİANET’in
politikalarında da yansıyordu. Somut bir örnek olarak hatırlanması yararlıdır.)
Newroz
- Nevruz ve BİANET
Newroz ve Nevruz’un kutlandığından
söz ediyordu BİANET’in yazarı. Aklınca tarafsız görünmeye çalışarak.
Newroz bir bayram değil, ezilen
bir halkın demokratik özlemlerini haykırdığı politik bir gösteridir, bir tür
silahsız isyandır yıllardır.
Nevruz ise, en iyi niyetli
biçimiyle bile şeker bayramı gibi folklorik bir gelenek olarak görülebilir.
Kaldı ki bu folklorik gelenek bile, Kürtleri inkar ve baskı politikasının bir
aracı olarak kullanılmaktadır yıllardır.
Yani biri demokratik ve devrimci,
diğeri, ırkçı ve gerici bir politikanın ve taleplerin ifadesinin aracıdır bu
iki “bayram”.
Bu iki birbirine zıt Newroz’u
sanki aynı bayram ve geleneğin iki farklı kutlanması gibi sunmak, en azından
utanmazlıktır.
Ama bu bizi şaşırtmaz.
PKK ile Genel Kurmayı aynı kaba
koyup onlar karşısında tarafsız demokrat pozlarına bayılan Türk şehirli küçük
burjuvalarının ÖDP ve Dev-Yol geleneğinin daha incelmiş, şimdi de Newroz-Nevruz
tahterevallilerinde demokratlık oynayan bir devamıdır BİANET..
O BİANET değil midir, Kürt
özgürlük hareketinin ve onun önderi Öcalan’ın bir numaralı düşmanı “ilkel
milliyetçi” Ümit Fırat’ı Kürt aydını ve Kürt sorunu uzmanı olarak durmaksızın
piyasaya süren.
*
Türkiye’de Genelkurmay ve Avrupa
Birliği’nin çıkarları ortaktır. Aralarındaki Çelişki, birbirinin varlığını
meşrulaştırmaya yönelik bir kayıkçı dövüşüdür.
Genel Kurmay da Avrupa Birliği de
(ABD de) Türkiye’de bir demokratik devrimden çıkarlı değildirler. Türkiye’de
bir rdemokratik devrim demek her şeyden önce ulusun Türklük veya Başka bir
etni, dil, din, soy, tarih ile tanımlanmasını reddetmek buna dayanan bu devleti
parçalamak demektir. Bu aynı zamanda bu günkü bu baskıcı, bürokratik, militer
cihazın parçalanmasından ayrı düşünülemez.
Avrupa da ABD de Türkiye’ye
egemen bürokratik Oligarşi de bu olasılıktan korkmakta ve bunu engellemek için
her türlü çareye baş vurmaktadırlar. Ve bunlar ihtiyaçları olan güçleri bizzat
solcuların içinden bulmaktadırlar.
Avrupa Birliği bu kayıkçı
dövüşünde demokratı oynadığından, Ezilen ulusu nesne olarak gören Dev Yol
geleneğinde ve liberal aydınlarda istediği işbirlikçisini rahatlıkla ve kolayca
bulabilmektedir.
Genelkurmayın payına ise,
milliciler düşmektedir.
En büyük demokrasi gücü olan Kürt
Özgürlük hareketine düşman olan sözde demokrat Türk solcuları AB’nin
politikalarıyla uyum içindedir. Buna karşılık, Anti emperyalizm,
Anti-Kapitalizm diyen Türk Solcuları da Genel Kurmay politikalarıyla. Bu ikisi
tencere ve kapağı gibi birbirini tamamlamaktadır.
*
Şu sözde demokrat ve liberaller,
hep bir ağızdan ala ile, vala ile “Türkiye’nin Kürt Sorunu” diye toplantılar
yapmakta ve gerici milliyetçi kimi Kürt aydınlarını demokrasi adına, devrimci
ve demokratik Kürt özgürlük hareketine karşı piyasaya sürmeye güçlendirmeye
çalışmaktadırlar.
“Türkiye’nin Kürt Sorunu” daha
başından ırkçı, Kürtleri nesne olarak ele alan bir başlıktır. O piyasaya
sürülen “Kürt aydınları” bu ırkçılığı bile sorgulama gereğini duymamaktadırlar,
nesne olmaya bir itirazları yoktur.
Böyle bir başlık, Kürtleri bir
nesne, bir “Sorun” olarak görür. Bir parça kişiliği olan, bir qarça bilinci
olan buna itiraz ederdi.
Türkiye’nin “Kürt Sorunu” yoktur.
Türkiye’nin bir Ordu, bürokrasi
sorunu vardır. Türkiye’nin bir Türk sorunu vardır.
Türkiye Türklükten kurtulmak
zorundadır.
Sorun Türk sorunun halletmektir.
Türkiye’yi Türklükten kurtarmak için ne yapmak gerektiğidir.
Kürt özgürlük hareketi, yıllardır
bu Türk sorununu çözmek, Türkiye’yi Türk Sorunundan kurtarmak için tüm orta
doğuyu da kapsayan programını zaten sunmuş bulunuyor.
Ama Türkiye’nin sözde
demokratları, Kürt özgürlük hareketiyle birlikte, güçleri birleştirmenin, ortak
bir strateji oluşturmanın sorunlarını tartışacak yerde, Kürt özgürlük
hareketini, Kürtlere ayrı devlet hedefinden vaz geçip Türk Sorununu çözmeye
kalktığı için eleştiren ve karşı çıkan gerici Kürt milliyetçisi aydınlarla
toplantı tertipliyorlar.
Türkiye’nin Liberal ve sözde
demokrat burjuva ve küçük burjuvalarının Kürtleri sorun ve nesne olarak gören
politikası ile, Devrimci demokratik bir programı bulunmayan, ulusu dille, dine
tanımlama konusunda gerici Türk devletiyle aynı anlayışı savunan Ümit Fırat
gibi gerici Kürt milliyetçilerinin anlayışı birbirini tamamlıyor.
Elbette, Türkiye’de demokratik
devrim diye bir sorunu olmayanların, Kürtlerin bir nesne olarak görülmesine bir
itirazları olmayacaktır. Böylece en ince ırkçılığın iş birlikçisi olarak ortaya
çıkarlar.
O toplantıda Beşikçi’nin
alkışlanmasını hiç yanlış yorumlamak gerekir, alkışlar onun mücadelesine değil,
bu gün bulunduğu yeredir ve bu yer hiç de hayırlı bir yer değildir. Eğer
Beşikçi Kürt özgürlük hareketinin taleplerini destekliyor olsaydı, uğrayacağı
muamele, Demokratik Toplum Partisi’nin uğradığından farklı olmazdı. Oraya davet
edilmez ve alkışlanmazdı.
Beşikçi, Türk devletinin
dayandığı milliyetçiliğe dayandığı için, ve bu milliyetçilik onu Türkiye’nin ve
Orta Doğu’nun demokrasi sorununu gündemine koyan özgürlük hareketine karşı bir
pozisyona getirdiği için, artık alkışlarla onurlandırılmaktadır.
*
Sorun “Türkiye’nin Kürt Sorunu”
değil, Demokratikleşme, yani Türklükten ve bu baskıcı bürokratik cihazdan nasıl
kurtulacağı sorunudur.
Sorunu böyle koyan, Kürt özgürlük
hareketinin en büyük güç olduğunu görür bu güçle birlikte mücadelenin
sorunlarını tartışır. Karşı güçlerin nasıl ekarte edileceği gündeme gelir.
Ve bu sorunun çözümünde, PKK veya
Kürt Özgürlük hareketini engel ve sorun olarak görenler, yani “Türkiye’nin Türk
Sorunu” toplantılarını tertipleyenler, on katılanlar ve onu alkışlayanların en
büyük sorun olduğu ortaya çıkar.
22 Mart 2006 Çarşamba
*
(Aşağıdaki yazı ise, 2000’deki Newroz’dan hemen sonra yazılmıştı. Burada
sonda yayınlıyoruz, ama başta yazılmıştı. Kürt haretetinin çağrısı da bu yazıda
yer alıyordu. Ama yazı daha genel olarak Newroz ve Bayramları ele aldığından,
başa değil, sona aldık.)
Newroz'un
Dönüşümü
İnsanlık, tarihindeki
büyük devrimleri bayramlaştırmıştır.
İnsan, yuvarlak hesap iki
milyon yıllık insanlaşma sürecinde ve 200.000 yıllık Homo Sapiens (Akıl İnsanı) tarihinin hemen tamamında, doğanın bir
uzantısı olarak, tıpkı diğer canlılar gibi bir kıtlık ekonomisi içinde ve açlık
tehdidi altında yaşamıştır.
Ancak son on bin yılda,
önce “Verimli Hilal”de hayvan ve
bitkilerin ehlileştirilmesi ve köylerin ortaya çıkmasıyla, yani “neolitik devrim” ile açlık tehdidinden
kurtulabilmiş; sonra da beş bin yıl önce subtropikal ırmak boylarında düzenli
ekinciliğin keşfiyle (Dicle, Fırat, Nil, İndus, Sarı Nehir boylarında sırasıyla
Mezopotamya, Mısır, Hint ve Çin Uygarlıkları) düzenli bir artı ürün elde edebilmiş ve kentler ortaya çıkmış;
uygarlığa geçilmiştir..
Düzenli bir artı ürünün
olmadığı bir toplumda, örneğin avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan bir toplumda,
düzenli olarak tekrarlanan bir bayram olanaksızdır. Orada, rastlantısal olarak
elde edilen bol ürünün tüketilmesi söz konusu olabilir ki, bu bayramdan ziyade
şölendir. Muhtemelen şölenin kökleri insanlığın bu kıtlık ekonomisindedir.
Bayram, her şeyden
önce, yaşamın çalışmadan sürdürülebileceği hatta biraz bol keseden tüketim
yapılabileceği bir gün ya da günler dizisidir. Ekincilik ve hayvancılığın keşfi
düzenli tekrarlanan bir kutlamayı mümkün kılmakla kalmamış, insanlar bizzat bu
bayramları mümkün kılan keşifleri, yani insanlık tarihinin bu en büyük
devrimlerini bayramlaştırmıştır. Yani bayramı mümkün kılan gelişmelerin kendisi
bizzat bayram olmuştur.
Kurban Bayramı,
insanlığın avcılığın ve toplayıcılığın kıtlık ekonomisinden, hayvancılığın
bolluk ekonomisine geçişin bayramıdır örneğin. Hatta bayramın ardındaki efsane,
bu devrimi, insanlığın tarihsel çocukluğunun bakış açısından, son derece dürüst
ve gerçekçi olarak anlatır. Kıtlık içinde yaşayan toplumlarda, yaşlıların ve
çocukların kurban edilmesi vardır. Kurban bayramı efsanesinde de, İbrahim'in
çocuğunu kurban etmesi, kıtlık ekonomisini; meleğin getirdiği koyun ise
göçebeliğin bolluk ekonomisini sembolize eder.
(Zaten, efsaneler,
mitler ve efsanelere dayanan din kitapları sanıldığından çok daha dürüst ve
gerçekçidirler. Onlar insanlığın henüz sınıfsız yaşadığı, yalan dolanı pek
bilmediği bir dönemin kalıntısıdırlar. Onlardaki, ideoloji ve yalandan ziyade, doğanın
ve toplumun çocuksu bir kavranışıdır. Bu dilin kotları anlaşıldığı an onların
son derece dürüst ve açık oldukları görülür. Bu günün en önemliyi en önemsiz,
en önemsizi en önemli gösteren medya çağına veya dünün tarihi ve takvimi
kendiyle başlatan klasik uygarlıklarına göre karşılaşıtırılamaz ölçüde
doğrucudurlar.)
Aynı şekilde, en
azından ılıman iklim kuşağında, tarım ekonomisine geçmiş bütün toplumlarda,
bahar aylarında doğanın canlanmasından kaynaklanan bayramlar vardır. Tiyatronun
doğuşuna kaynaklık eden eski Yunanlılardaki eylenceler; Avrupa'da kökleri
Hıristiyanlık öncesine dayanan Paskalya Yortuları ve İrani kavimlerde yaygın
olan Newroz da tarıma dayalı ekonominin ortaya çıkardığı bayramlar olarak
görülebilir.
Bütün büyük dinlerin
kökeni tarım ve ticarete dayanan toplumlarda olduğu için, dinsel bayramların
kökeninde genellikle tek tanrılı dinler öncesinin bayramları ve onların anlam
değiştirmeleri vardır.
İslamlık, nasıl
İslamlık öncesi Sami kavimlerin geleneği Kurban bayramını kendisine mal ettiyse;
İran gibi güçlü bir uygarlık beşiği, Müslümanlaşırken Newroz gibi İslamiyet
öncesi bayramlarına dinsel bir anlam da vermiş ve onları sürdürmüştür.
Böylece, dinlerin
yayılması aracılığıyla, bu bayramlar ilk doğuşundan çok başka koşullarda ve
başka anlamlar içinde yaşamaya devam etmişlerdir. İnsanların hafızasından
silinmiş de olsa, bu bayramlar büyük devrimlerin izi olarak, bambaşka
koşullarda, yepyeni fonksiyonlar kazanarak devam etmişlerdir.
Müslümanlık
göçebelikten uygarlığa kentten geçişin dini idiyse, Hıristiyanlık kölelerin
dinidir ve Hıristiyanlık: "Allah altı günde tüm alemi yarattı yedinci gün
dinlendi" diyerekten, kölelere haftada bir gün dinlenme sağladı. Bu tatil
de bir bayram gibi görülebilir. Bu öyle büyük bir kazanımdır ki, modern işçi hareketinin
mücadeleleri ile kazanılmış sekiz saatlik iş günü, yıllık ve hastalık izni gibi
gelişmeler bile, yılda elli iki günlük bir tatil kazanımının yanında küçük
kalır. Bu bakımdan Pazar günleri de, çalışanlar açısından büyük bir devrimin
sonucudur ve bizzat kendisi bunun bir kutsanmasıdır da bir bakıma.
Ulusal bayramların
temelinde ise, burjuva devrimleri veya bunları sembolize eden olaylar
bulunmaktadır, bağımsız bir devletin kurulması gibi. Amerikanın bağımsızlık günü
ulusal bayramıdır. Fransız Devrimi Fransız Ulusal bayramıdır.
Türklere gelince, her
halde dünyada en çok ulusal bayramı olan uluslardan biridirler. Çoğu ulusta
topu topu, en büyük olaylara denk gelen bir veya iki önemli ulusal bayram
vardır. Ama Türk devletinde, 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve bir çok
şehirlerin de "düşman işgalinden kurtuluşunun" bayramları sayılırsa beş
kadar ulusal bayram vardır.
Ortada refah getiren
bir devrim olmayınca, Türkiye'nin egemenleri, refah yerine, bayramlarla tatil
günü rüşvetleri vererek iktidarlarını korumayı denemektedirler. Ulusal
bayramlar burjuva devrimlerinin bayramları olduğuna göre, bu beş bayram,
Türkiye'de doğru dürüst burjuva devrimi yapılmadığının itirafından başka bir
şey değildir. Bütün dünyada, adam gibi devrim yapmış burjuvazi, bağımsızlık ya
da devrim günün bayramlaştırarak bir günle yetinmiştir.
Çalışılmayan bir gün,
burjuvazi açısından artı değer üretilememiş dolayısıyla kayıp bir gün demektir.
Bu nedenle, normal olarak burjuvazinin öyle bayramlarla arası hoş değildir,
eski egemen sınıflardan farklı olarak. Türkiye'de de son yıllarda burjuvazi
palazlandıkça, bunca bayrama ne gerek var diyerekten çok bayram ve kaybedilen
iş günleri için memnuniyetsizliğini dile getirmektedir ama, bir refah
sağlamaktan öyle uzaktır ki, ancak 27 Mayıs'ı bir tatil günü olmaktan
çıkarabilmiştir.
Türk devletinin
kuruluşu, Burjuvaziye karşı yani Anadoludaki Rum ve Ermeni burjuvazisine karşı
ve onların fiziki tasfiyesine dayandığından, bir bakıma burjvaziye karşı, ama
burjuvazisiz, Osmanlı "devlet sınıfları"nın eseridir.
Bunlar için ise, bir
kapitalistin artı değer hesabından ziyade, egemenliği sürdürmenin aracı rüşvet
ve tehdit önem taşır. Bunun için Türkiye'deki ulusal bayramların hepsi, bir
tatil günü olarak çalışanlara rüşvet olduğu kadar; polislerin, askerlerin
gösterileriyle bir tehdit anlamını da taşırlar.
Bütün dünyada burjuva
bayramlarını, diğer kökleri insanlığın büyük devrimlerine dayanan dinsel
bayramlardan ayıran, bir temel fark, bunların politik olmaları, ulusal devlet
tarafından kutlanmalarıdır. Ama belli bir refah düzeyi olan ülkelerde ki bu
çoğu kez iyi bir burjuva devrimi demektir, devlet ve militarizm pek önde
değildir. Ama Türkiye gibi ülkelerde, bayramlar ordunun ve devletin bir
kutsanma ayinine dönüştürülür.
Bütün bayramlar
gerçekleşmiş olaylara, dönüşümlere dayanırlar. Bir Mayıs ise, henüz
gerçekleşmemiş ve belki hiç gerçekleşmeyecek bir dönüşümün bayramıdır. O sanki
gelecekten alınmış bir avanstır. Bu nedenle bir bayram bile değil, bir birlik
ve mücadele günüdür. Bir projenin, bir idealin, bir çağrının bayramıdır.
Tarihte, henüz gerçekleşmemiş bir projeye dayanan ve bizzat o projeyi
gerçekleştirmenin de aracı olan ilk bayramdır. Politik bir mücadele aracıdır.
Ama dünya tarihindeki değişimler onu,
bir zamanların işçi hareketinin folklorik bir kalıntısına dönüştürmüş gibidir.
Bütün bayramlar,
kutlayıcılarını ulus ya da dinlerle sınırlarlar. Bir Mayıs insanlık tarihinde,
bütün dinlerden ya da uluslardan insanların ortaklaşa kutladığı ilk ve tek
bayramdır. Bu özelliği de onun projesinin özünü yansıtır.
Ama uzun yıllardır bir
Mayıslar, geçen yüzyıldaki ideallerine uygun bir biçimde kutlanmaktan
uzakdırlar. Uzun yıllar, bürokratik diktatörlüklerde, ulusal bayramların yerine
geçirilmiş resmi ve militarizm gösterisine dönüşmüşlerdir. Kimi Türkiye gibi
ülkelerde, kendi gerçek projesinden çok farklı, özünde demokratik karakterdeki
hareketlerin sembolü olarak bir anlam kazanmıştır. Zengin ülkelerde ise,
görevli sendika bürokratlarının, küçük aşırı sol grupların ve diaspora
milliyetçiliğinin bir gösterisi olarak kutlanır. Bu anlamda, 1 Mayıs, kendi
özgün anlamıyla artık dünyanın hiç bir yerinde kutlanılmamaktadır. Somut,
mümkün ve gerekli bir proje olarak eşitlikçi bir toplum ideali tekrar ortaya
çıkmadıkça da, 1 mayış, başka politik program ve güçlerin bir aracı olarak
kalmaya devam edecektir.
*
Dinsel ve geleneksel
bayramlar, politik bir anlama sahip olmadıkları sürece burjuva devletleri için
bir problem oluşturmazlar. Ancak, bunlar, örneğin Kürt Ulusal hareketinde
olduğu gibi, politik bir anlam kazandığı durumlarda şiddetin hedefi haline
gelirler. Newroz, politika dışı klasik anlamı ve biçimiyle kutlandığı sürece
hiç bir sorun olmamış bir folklorik adet olarak muamele görmüştür. Ama ne zaman
ki, ulusal baskıya karşı Kürt direnişinin sembolü olmuş, bütün şiddeti üzerine
çekmiştir.
Gelenek, sanılanın
aksine, geleneksel değildir, modern toplumda gelenekler inşa edilir. Kürt
modernleşmesi de, uluslaşma ve modernleşmeyle birlikte bir Newroz geleneği inşa
etmektedir, binlerce yıl gerilere giden.
Nasıl büyük dinler
önceki bayramların anlam ve fonksiyonlarını değiştirerek onları kendilerine mal
ettilerse, Kürt Ulusal hareketi de, Newroz'u bir ulusal bayram olarak kendine
mal ediyor. Böylece Newroz, muhtemelen doğuşundan sonra birincisi Zerdüştlük,
ikincisi İslam olan üçüncü önemli dönüşümünü yaşıyor. Bir büyük devrimin, tarım
ekonomisinin ve doğanın canlanışının bayramı bir ulusun canlanışının bayramına
dönüşüyor. Ve henüz bir bayram bile değil, bir mücadele günü. Bu gün Kürtler
ilerde ulusal baskıdan kurtulmuşluklarının sembolü olarak Newroz'u
kutlayabilmek için, şimdi onu kutlarmış gibi yapıyorlar. Bu günkü Newrozlar,
Newrozları kutlayabilme Newrozlarıdır, birer politik mesaj, birer politik
manevra, birer kararlılık ve güç gösterisidirler. Doğrusu da böyledir.
Newroz'un, bu yanıyla
bir Mayıs'a benzeyen, henüz bir bayram
bile olmayan, bir proje ve politik program olan niteliği de, Kürt Ulusal
Hareketinin geçirdiği muazzam değişimle birlikte değişme işaretleri veriyor.
Newroz, Kürtlerin ulusal baskıdan kurtuluş özlemlerinin ifadesiyken, şimdi
giderek, kültür, etni ve dilin politik anlamını yitirdiği; hukuki bir tanıma
dayanan yeni bir anlayış temelinde uluslaşmanın; bu temeldeki bir demokratik
cumhuriyet projesinin sembolü olma ve yeni bir dönüşüm geçirme potansiyeli
taşıyor.
22 Mart 2000 tarihli
Özgür Politika'daki şu haber böyle bir gelişimin müjdecisi olabilir:
"Kürdistan İşçi Kadınlar Partisi (PJKK), Newroz'un Kürt ve
Türk halklarının ortak bayramı olmasını diledi. PJKK, Newroz'un 21. yüzyılda
barış ve demokrasi temelinde halkların kardeşlik ve birlikteliği hedefi ile
yaşamsallaştığını hatırlattı."
Bir ulusal hareketten
sosyal harekete, ulusun dile ve etniye ve kültüre dayanan tanımından, hukuki
tanımına geçiş, ifadesini bu "ortak bayram" ve "kardeşlik"
projesinde buluyor.
Türklerin içinden de bu
ulusun yeni tanımı projesine sahip çıkanlar, seneye bu Kürt Tarafının yaptığını
Türk tarafından yaparak, Newroz'a PJKK'nın yüklediği anlamı vererek Newroz
kutlamaya kalkarsa; yani kültür ve dili politik anlamından boşlayan bir yeni
ulus ve Demokratik Cumhuriyet projesine sahip çıkarsa, Newroz Orta Doğudaki
halkların birliğinin bayramı olabilir.
22 Mart 2000 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder