Her yıl Newroz’a gidip Kürt Özgürlük Hareketi’nin son durumu
hakkında nicel ve nitel birtakım doğrudan izlenimler edinmeye çalışırım.
Bunlar elbet tamamen öznel gözlem ve değerlendirmelerdir. Bu
niteliğini unutmamak gerekir.
Ama yorum ve tepkileri almak ve başkalarının gözlemleriyle
karşılaştırmak için bir kapı açmak, bir olanak yaratmak ve daha genel ve daha
doğru bir fikir sahibi olmak için yine de izlenimleri yazmak ve paylaşmak
gerekiyor kanımca.
*
Newrozlara son yıllarda hep İstanbul’da Kazlıçeşme’de katılıp
izleme olanağım oldu.
Kazlıçeşme alanı 170.000 metrekare imiş. Bu alan tamamen
dolduğunda, metrekareye bir kişi üzerinden hesaplansa gelen gideni eklenip;
tuvalet, satıcı, sahne gibi alanlar düşülse vs. azami 200.000 kişilik bin
Newroz olacağı düşünülebilir. Geçen yıl, bu hesapla 200.000 kişilik bir Newroz
olduğunu tahmin etmiştik.
(Geçen yıl belediye seçimleri öncesinde Newroz kutlanmıştı
ve AKP’nin de aynı gün Yenikapı’da bir mitingi vardı. İkisi hakkındaki
izlenimlerimiz ve doğru çıkmış seçim öngörülerimiz “Kısa
Kısa” başlıklı şu yazımızdan okunabilir.)
Katılım:
Geçen yıl, Newroz alanının kenarlarında boşluklar vardı ve
Newroz alanına beraber gittiğimiz arkadaşımla o boşluklarda uzanmıştık. Bu sene
o boşluklar olmadığı gibi, geliş gidişler daha yoğundu ve daha uzun sürdü.
Dolayısıyla geçen yıldan daha büyük katılımlı bir Newroz olduğu çıkarsamasını
yapmak yanlış olmayacaktır. Bu seneki Newroz’a geçen senekine göre kanımca
beşte bir ila üçte bir oranında daha fazla bir katılım olduğu varsayılabilir.
Çeşitli kişilerle yaptığımız tahmin değiş tokuşlarında fazla katılım olduğunda
herkes mutabıktı ve bu fazlanın yarısı kadar olduğun söyleyenler bile vardı.
Katılımcı Profili
Newrozlara katılanların genel profiline damga vuran özellik,
Kürt olmaları; genellikle İstanbul’un en yoksul kesimlerinden gelmeleri; kadın
ve gençlerin yoğunluğudur. Yani Kürtler İstanbul işçilerinin en alt
kesimleridir ve bunların da gençleri ve kadınlar çok aktif bir katılım
gösterirler. Bu yıl da aynı manzara vardı.
Tam doğru bir gözlem olmayabilir ama genç ve kadın katılımı
diğer yıllardan biraz daha fazla gibi de geldi.
İkinci bir izlenimim de gelenlerin yoksulluk ortalamasının
biraz azaldığı gibiydi.
Geçen sene, daha uzun süre alanda kalmama rağmen, pek az
Türk’e rastlamıştım, Türk Sosyalist örgütlerinin de çok cılız ve sembolik bir
katılımı vardı.
Bu sene daha çok rastladım, örgütlerin temsili katılımları
nispeten daha kalabalık gruplar halindeydi.
Bu arada, bir arkadaşın yanımızdan yöremizden geçerek
yerlerini almaya giden Türk sosyalist örgütleriyle ilgili bir gözlemini ve
dikkati çektiği ilginç bir bağıntıyı da aktarmadan geçmek doğru olmayacak. Pankart
ne kadar büyük ve heybetli oluyorsa, arkasındaki grup o kadar küçük oluyor.
Ruh durumu
Ancak bu sene esas ilginç izlenim Newroz’a geliş
gidişlerdeydi. İki yıldır Newroz’a Marmaray’la gidiyorum. İlk durağından son
durağına. Geçen yıl, Marmaray’a binenler Newroz’a gittiklerini pek belli
etmemeye çalışır; Ancak Yenikapı’dan sonra en yoksul kesimlerden gelen en yoksul
ve en militan Kürt gençleri binince, “Biji Serok Apo” gibi sloganlar duyulur ve
sloganları atanlar gençlerle sınırlı kalırdı.
Bu yıl daha Ayrılık çeşme’de Marmaray’ı peronda
bekleyenlerin tavırlarında, hallerinde bile Newroz’a gittiklerini artık
gizleyen değil de açıkça ilan eden bir duruş, bir rahatlık, bir kendine güven
görülüyordu. Ayrıca, eşarp, pankart, flama gibi daha belirgin işaretleri
taşıyanlar da daha çoktu ve daha görünür olmuşlardı.
Üsküdar’da binenlerden sonra, Trende alkışlar ve bir genç
gruptan da “Biji Serok Apo” sözleri duyulmaya başlandı. Trenin yarısından çok
daha fazlasının Newroz’a gittiği seziliyordu. Geçen sene Üsküdar’da binişlere
rağmen Newroz’a gidenler trenin çoğunluğunu oluşturmuyordu henüz.
Yenikapı’da İstanbul’un daha yoksul kesimlerinden gelen
gençler de gelince zaten bir sonraki istasyon Kazlıçeşme olduğundan, treni
dolduranlar fiilen sadece Newroz’a gidenler oluyor.
Bu sefer başkalarını rahatsız etme çekinmesi de olmadan,
Kazlıçeşme’ye kadar “Biji Serok Apo” sloganları ve Alkışlar birbirini izledi.
Tabii bu senenin bir yeniliği de “Jin Jiyan Azadi” sloganıydı. Bu yıl
sloganları atanlar, sadece her hallerinden çok yoksul oldukları hissedilen Kürt
gençleri değil; aynı zamanda bütün gençler hatta orta yaşlılardı.
Kanımca bu senenin diğer senelerden en büyük farkı katılımın
daha da büyümesinden de önce bu kendine
güven ve görünür olma durumudur.
(Kanımca eğer seçimlerde yüzde on aşılırsa ve olağanüstü büyük
değişiklikler olmazsa, birkaç yıla kalmaz Newroz için Kazlıçeşme yerine
Yenikapı’daki alana geçmek gerekecektir. Ve Dünyanın en büyük Kürt nüfusunu
barındıran İstanbul, Diyarbakır’ın yerini alacaktır.)
*
Benzeri durumun başka yerlerde de çeşitli biçimler altında
gerçekleştiği anlaşılıyor. Örneğin İzmir’de ilk kez Alsancak’ta Newroz
yapılıyor. Oldukça iyi bir katılım görülüyor ve en ilginci “Gündoğdu’da
İlk Nevruz” başlığıyla izlenimlerini yazan Cumhuriyet muhabiri:
“Yoğun güvenlik
önlemleri, miting alanına girişlerdeki polis aramalarına rağmen, geçmiş dönemde
sık sık karşıya gelen emniyet güçleriyle Nevruz katılımcıları arasında kayda
değer bir olay yaşanmadı.
1 Mayıs, ana muhalefet
partisi mitingi gibi etkinliklerin olduğu günlerde dolup taşan Kordon’daki
işletmeler ise bu kez “çay içecek müşteri” bile bulmakta zorlandı. Çoğunlukla
kentin periferiğinde yaşayanların, kentin merkezindeki gövde gösterisi, aynı
zamanda İzmir’e ilişkin 7 Haziran hedefleri konusunda bol keseden atıp tutan
kimi partilere de gözdağı niteliğindeydi.”
Bu görünülürlük ve kendine güven şehirlerin Kürt
seçmenlerinde şöyle iki etki yaratır:
Kürtlerin seçimlere bile ilgi duymayan, en ezilmiş, en
çekingen, en alt kesimleri ilk kez bir insan, bir yurttaş olarak korkmadan
ortalığa çıkmanın tadıyla HDP’ye ve politik aktiviteye yönelirler.
Bir de Kürtlerin nispeten daha hali vakti yerinde; AKP’ye o
vererek İslam’ın “kavmiyetçiliği” reddi, yani Türklerin üstünlüğünü ve
egemenliğini reddetmesi üzerinden, dolaylı yoldan, küçük demokratik kazanımlar aracılığıyla
demokratik ve eşitlikçi özlemlerini dile getiren ve bu nedenle de İslam’a çok
sarılan kesimlerinin HDP’ye yönelmesi olacaktır.
Aslında bu Türkiye Partisi olma konusunun, sadece Türklere
ulaşmak olarak anlaşılması da son derece yanlıştır. Çünkü Kürtlerin çok büyük
bir bölümü, Kürdistan’ın dışında yaşamaktadır ve bu kesimler bir Kürt Türk
bölünmesi olması halinde en büyük kaybı yaşayacak olanlardır. AKP bunlara
şimdiye kadar bir alternatif sunar görünümdeydi. Ancak şimdi, HDP Türkiye partisi
olmak için hareket ettikçe, daha fazla Kürt Partisi olacaktır. Çünkü
Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtler için, demokratik ve eşitlikçi özlemlerine
cevap veren daha tutarlı bir alternatif sunmuş olacaktır. Gerek son
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerek son anketlerde, HDP’nin AKP’den oy almaya
devam etmesinin nedeni Türkiye Partisi olma hedefi ve söylemidir. HDP Türkiye
Partisi oldukça muhtemelen daha çok “Kürt Partisi” olmaya ve Batının şehirlerindeki
Kürtleri kapsamaya ve onların eğilimlerini yansıtmaya başlayacaktır.
*
Bu vesileyle bir tahminde bulunabiliriz.
Bu seçimlerde, birbirini izleyen Demirtaş’ın
Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısı; Kobane zaferi; Erdoğan’ın Kürtleri
iten ve sorunu tanımlamayı bile reddeden tavırları; Dolmabahçe’de Devletin ve
Hükümetin resmen Öcalan’ı muhatap aldığını fiilen ilan etmiş olması; artan işsizlik,
duran sanayi üretimi büyümesi; yolsuzluklar; doların yükselmesi ve Erdoğan’ın müdahalelerinin
işi iyice çığırından çıkarması; AKP’deki bölünmeler; AKP’ye oy veren Kürt
seçmende hiç küçümsenmeyecek kayışlar yaratmaktadır.
Bu kayışın bir kısmı, hiç sandığa gitmemek biçiminde
yansıyabilir.
Bu da HDP’nin yüzde onu aşması için gerekli mutlak oy
sayısını düşmesine yol açar.
Ayrıca bir kısım ve özellikle Kürt AKP seçmeninin HDP’ye oy
vererek onun oy oranını yükseltmesine yol acar.
Ayrıca bugün bir AKP’liyi motive edecek çok az şey vardır
maddi çıkarlardan başka, ama HDP’liyi motive edecek çok şey vardır. Bunların küçük
etkileri kümülâtif olarak büyük sonuçlar yaratır.
Bütün bu gözlem ve çıkarsamalar sonucunda kanım odur ki, HDP
şu an itibariyle bile yüzde on barajını aşmış bulunmaktadır.
Bu aşma Kürtler arasında hem Doğu’da hem de Batı’da yaşanan
kaymayla gerçekleşmiştir. Türkiye Partisi olma söylemi, sanılanın aksine HDP’ye
Batı’da yaşayan Kürtler arasında ve Kürtlerin nispeten daha iyi yaşam
seviyesindekileri arasında yeni alanlar açmaktadır.
Türkiye’nin batısında ve Laik Türkler, Aleviler vs. arasında
küçük köprübaşları olmakla birlikte büyük bir kayma henüz yoktur. Ama bu küçük
köprübaşlarının toplu etkisi de sanılandan çok daha büyük sonuçlar yaratabilir.
Fakat kaymanın olası olduğu ve durdurulamayacak bir noktaya
geldiğinde altında kalmamak için en Türk şehir küçük burjuvazisinin yavaş yavaş
pozisyon alındığı da görülüyor.
Nasıl mı?
Nasıl mı?
Bunu bizzat Birleşik Haziran Hareketi’nin ruhu Oğuzhan Müftüoğlu
gösteriyor.
*
Bir Marksist için, bir devrimci için, toplumsal güçlerin
(Sınıflar, devletler, politik partiler, akımlar vs.) sadece genel sosyolojik
tanımlamasını doğru yapmak ve bunların genel çıkar ve eğilimlerini hatta
karakterlerini doğru tanımlamak yetmez; verili durumdaki, o konjonktürdeki konumlanış
ve çıkarlarına ilişkin doğru bir fikir veya izlenim edinmek de çok önemlidir.
Ama bunu ölçecek nicel ve nitel göstergeler yoktur. Ama
başka araçlar vardır. Bu eğilimleri dile getiren, yayınlar, yazarlar,
politikacılar vs.. Bunlar doğru tanımlanıp izlenirse hangi güçlerin verili
konjonktürde ne gibi eğilim ve çıkarları izlediği daha doğru tespit edilebilir.
Bütün ciddi devlet adamları ve politikacılar da böyle
yaparlar zaten. Örneğin İsmet Paşa’nın her gün sabahleyin, İngiltere, ABD,
Fransa, Almanya, Rusya’nın eğilimlerini yansıtan yayın organlarının başyazı
veya değir önemli yazarlarını izlediği kendisini bilgilendirdiği söylenir.
Hatta Ecevit’in İsmet Paşa’ya bu işi yaptığı ve politik kariyerine öyle
başladığı bile söylenir.
Öcalan’ın da benzeri şekilde davrandığını biliyoruz. Ona
dünyadaki en önemli verileri toplayan bir karargâh personeli vardı.
Zaten Marksizm, sınıf bilincinin tek taraflı, sınıf içine kapanılarak
edinilemeyeceğini; bütün sınıfların ilişkileri ve çelişkileri alanından edinilip
geliştirilebileceğini başından beri söyler. Lenin’in örgütlenme üzerine olduğu
sanılan meşhur Ne Yapmalı adlı eserinin esas konusu tam da budur. Marksizm,
işçilerin dikkatini işçilere yöneltenlerin aslında sendikacılar zümresi olduğunu
söyler.
*
Hem genel olarak politikanın hem de Marksizm'in bu ilkeleri
gereği, ben de bu bağlamda elimden geldiğince, İngilizce bilmesem de dolayı
olarak veya tercümeler aracılığıyla Washington Post, Guardian, Economist, le
Monde, Frankfurter Allgemeine Zeitung, eskiden Pravda gibi gazete ve yayınları
iyi kötü izlemeye çalışırım.
Benzerini Türkiye ölçüsünde de yapmaya çalışırım.
Türkiye’de en önemli izlenecek gazetelerden biri Hürriyet
olmaya devam etmektedir. O devletin “kitle yayın organı” sayılabilir.
Cumhuriyet, de esas olarak Devlet sınıflarının eğilimlerini yansıtan bir
organdır. AKP, Cemaat, Ulusalcılar, PKK vs. gibi güçlerin de kendi yayın
organları vardır ve bunları veya bunlardaki belli yazarları izlemek, politik
mücadele içindeki her insan için günlük görevdir.
İşte ben bu bağlamda, Türkiye’de şehir küçük burjuvazisi
içinde, en geri, en milliyetçi ve gerici kesimlerin eğilimlerini, izlemek için Oğuzhan
Müftüoğlu’nun ne dediğine, yazılarına vs. bakmaya çalışırım. Onun sol kimliği
kimseyi yanıltmasın, kimi solcular toplumun en geri ve gerici kesimlerine göre
rotasını belirler. Oğuzhan Müftüoğlu’nun böyle bir özelliği var. Bunu yıllar
önce tespit ettiğimden beri, Oğuzhan Müftüoğlu’nu izleyerek, sol görünen bir
terminoloji içinde şehir küçük burjuvazisinin en geri ve en milliyetçi (Kürt
Düşmanı) kesimlerinin verili konjonktürdeki eğilimlerini sol bir terminoloji
içinde izleyebiliyorum.
O olmazsa., ÖDP’nin ne dediğine bakarım. Elbet bir sosyalist
olarak ÖDP’yi sosyalist olduğunu iddia ettiği sürece en sert biçimde eleştiririm.
Ama ÖDP’nin ne dediğini izleyerek çok sağlam bilgiler de edinirim. ÖDP veya
Oğuzhan Müftüoğlu, toplumdaki bir kesimin çıkar ve eğilimlerini anlamak için
çok isabetli bilgiler veren bir sensor, bir duyarga işlevini de görür.
Eski çağlarda, köyü bilgisi denen, şu tarihte hava güneşli
olursa yaz şöyle geçer; ağaçların yaprağı şu zamanda düşerse böyle olur gibi
deneye dayanan bilgileri vardır. Bu türden bir bilgidir bu.
Bunun somut bir örneğini de yeri gelmişken aktarayım.
Örneğin yıllar önce 2000’de, “ÖDP’de yeni Dönem: Katharsis’e dönüş” başlıklı yazıda şöyle
yazıyorduk:
"Öyle görülüyor
ki, ÖDP’de yeni bir dönem başlıyor; çeşitliliğe, renkliliğe vurgunun yerini,
“gruplar koalisyonu olarak yürümenin mümkün olmadığı”; uzlaşmadan doğan ve tam
inanılmayan görüşler için insanların fedakârlık yapmayacağı vurguları alıyor.
Artık eski rüzgârlar yelken doldurmuyor.
Eski Dev-Yol’cuların
ÖDP’de çoğunluk eğilimini oluşturduğu biliniyor. Bu eğilimin çıkardığı Bir Adım
dergisinin beşinci sayısında hemen hemen bütün yazılarda, ama özellikle Saruhan
Oluç’un “ÖDP Kabuk Değiştiriyor, Eski Olan Direniyor” ve Oğuzhan Müftüoğlu’nun
yazdığı “Devrimci Parti, Devrimci Siyaset” başlıklı yazılarda, parti içindeki
muhalif eğilimlerle bir arada bulunulamayacağı hiç bir yanlış anlamaya yer
vermeyecek şekilde, açıkça belirtiliyor.
Örneğin S. Oluç: “Ama
artık ÖDP’nin bir gruplar koalisyonu olarak yürümesi mümkün değildir. Köklü bir
zihniyet değişikliğine hızla ihtiyaç vardır.” (s.16) diye yazıyor. Aynı şekilde
O. Müftüoğlu, parti içinde uzlaşmalarla belirlenmiş karar ve politikaları
kastederek: “İnsanlar itiraz etmedikleri, razı oldukları düşünceler için değil,
gerçekten, yürekten inandıkları düşünceler için gerçek bir devrimci kararlılık
ve iradeyle mücadele edebilirler” (s.18) diyerek bir dönemin bittiğini haber
veriyor. Gerçi, kimileri, ÖDP’yi bağlamayan bir dergide çıkmış bir kaç yazı
dolayısıyla ÖDP politikalarının değerlendirilemeyeceğini söyleyebilir, ama
Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım, bir zamanlar bir İngiliz sömürge
valisinin “Bengal bu gün neyi konuşursa, Hindistan yarın onu konuşur” dediği
gibi, Oğuzhan Müftüoğlu bu gün neyi konuşursa yarın Dev-Yol gelenekli çoğunluk
ve öbür gün de ÖDP organları onu konuşur. Bundan sonrası bir zaman sorunudur.
ÖDP’de bir değişim operasyonu başlamış bulunmaktadır. Bu operasyonun sonunda,
eski Dev-Yol’cu çoğunluğa dayanan, farklı olanların, sadece onun dikte ettiği
koşullarda yer bulabildiği bir ÖDP ortaya çıkacak demektir. Artık çok seslilik rüzgârları
yelken doldurmuyor, yükselmek için safraları atmak gerek." (24. Ekim.
2000, Demir Küçükaydın, ÖDP
Üzerine Yazılar, s.53, Bu kitabı pdf olarak indirmek için Link
yazısını tıklayınız.)
Görüldüğü gibi bugün orada öngörülen her şeyin gerçekleştiği
görülüyor. Yani Müftüoğlu’nu izlemek, doğru bilgiler veriyor; eğilimleri doğru
gösteriyor. Ve örneğin bütün bu yıllar boşunca, ÖDP’nin gözü ve gönlü hep
CHP’de ve CHP’nin de en gerici kesimlerinde oldu. CHP ise o zamanlarki
çizgisiyle, esas olarak, devlete egemen olan Ergenekon’un siyasi partisi
durumundaydı.
Ancak Devlet içinde de bir strateji tartışması vardı ve
bunların politikalarının başarırsızlığının görülmesiyle birlikte diğer tarafın
gücü ve ağırlığı arttı. Buna paralel olarak hem devlet içinde hem de CHP içinde
değişiklikler yaşanmaya başladı. Baykallar gitti Kılıçdaroğulları geldi. Bütün
bunlar devlet sınıflarının eski inkâr politikalarını terk etmeleri ve yeni bir
stratejiye geçmeleri anlamına geliyordu. Bu eğilim en son olarak Cumhuriyet
gazetesindeki kadro ve eğilim değişimlerinde de görülüyor. Devlet sınıfları,
Kürt hareketi ile bir ittifakın yollarını hazırlamak için değişiklikler
yapıyorlar.
Bu bağlamda, CHP ve Devlet içinde ağırlığı artan kesimler,
önümüzdeki seçimlerde, HDP’nin yüzde on oranını aşmasını en az HDP’liler kadar,
ama HDP’yi çok sevdiklerinden değil, kendi toplumsal eğilim ve çıkarlarını
korumak için, istiyorlar. Bu nedenle örneğin Cüneyt Arcayürek neredeyse her
gün, HDP’nin yüzde onu aşmasının önemine vurgu yapıyor. Bunu devletin ve milletin
iyiliği için yapmak gerekir diyor. Gürsel Tekin, "HDP'nin güçlenmesi, özgürlükten ve eşitlikten yana olan örgütlerin
temsilcilerini meclise taşıması bizleri ancak mutlu eder" diyor.
Dikkat edin bunlar devletin uzun vadeli ve genel çıkarını
savunan akıllı politikacı ve gazeteciler.
Oğuzhan Müftüoğlu bu kesimlerin eğilmelerini yansıtmıyor.
Oğuzhan CHP ve şehir küçük burjuvaları içinde bunların mücadele ettiği
kesimlerin eğilimlerini yansıtıyor.
Bu yıllardır böyle Müftüoğlu eğer bu kesimlerin eğilimlerini
yansıtsaydı, örneğin bugün HDP’de veya çevresinde yer alan, bir zamanların Ufuk
Uras, Saruhan Oluç gibilerinin bugünkü çizgisini izlemesi gerekirdi. Onlardaki
kayış ile özel savaş dönemini sürdürmek ve böyle sürmeyeceğini söyleyip
değiştirmek isteyen güçlerin yükselişi arasında bir paralellik olduğun
görürsünüz. Bu nedenle diyoruz Müftüoğlu en milliyetçi ve gerici kesimlerin
eğilimlerini tespit edebilmek için iyi bir sensor, duyarga veya ölçer işlevi
görür diye.
*
Somut olarak görelim durum nedir. En son duruma göz atalım.
Oğuzhan Müftüoğlu ile bir söyleşi birkaç gün önce, çok
şişirilmiş başlıklarla, birçok yayın organında yayınlandı. Bunlardan biri olan Turnusol o söyleşinin başlığını şöyle
koymuş: “Eski
Devrimci Yol lideri Oğuzhan Müftüoğlu seçimlerde CHP umut vaat etmiyor dedi,
HDP'yi işaret etti!”
Haberi dikkatlice okuyunca Müftüoğlu’nun böyle bir şey
söylemediği, bunun haberi aktaranın yorumu olduğu anlaşılıyor. Ancak Müftüoğlu’nun
söylemi öyledir ki böyle bir yoruma da kapıyı açık bırakmaktadır. Önce
kaynağından okuyalım, Müftüoğlu’nun aktarılan sözleri:
"Olabilecek en
iyi ihtimal AKP’nin gücünü arttırıp, tüm yetkilerini tek kişi üzerinde toplanmasının
önüne geçilmesidir. AKP hükümet kuramasa bile mevcut durumdan kurtuluş
olacağını düşünmek zor. CHP, MHP, cemaat koalisyonu bile olsa umut vaadetmiyor.
Önce ezilen kadınlar, Kürtler, Aleviler beraber etkili bir güç olarak ortaya
çıkmalı. CHP bana göre merkez sağı kendinde toplayarak krize çözüm sağlamaya çalışıyor.
Bu bir çözüm değil. Değişimci, ilerici politikalar yürütmesi lazım”
Şimdi bu ibretlik satırların kısa bir analizini yapalım.
Teşhis doğru: En acil sorun: “AKP’nin gücünü arttırıp, tüm yetkilerini tek kişi üzerinde
toplanmasının önüne geçilmesidir”
Peki, böyle bir durum değerlendirmesi yapan birinin bundan
ne gibi bir çıkarsama yapması gerekir seçimlere ilişkin olarak?
Çok basittir. HDP’nin yüzde on sınırında bir yeri var.
CHP’ye verilecek oylar en fazla bir kaç milletvekili getirebilir ama HDP’ye
verilecek yüzde bir veya iki oy, HDP’nin barajı aşmasını sağlar ve Erdoğan’ın
tem kişi diktatörlüğü kurmasını engeller.
Bu kadar basit.
Bu basit akıl yürümeyi Devletin en genel ve temel çıkarını
savunanlar, Arcayürekler bile yapıyor.
Ama Müftüoğlu bu çıkarsamayı yapmıyor. HDP’nin ve bu kritik
durumun adını bile anmadan, CHP ve MHP koalisyonundan söz edip, umut vaat
etmiyor diyor.
Yani cümleler mantıki bir tutarlılık bile içermiyor. “Dam
üstünde saksağan vur beline kazmayı”. “Bahçelerde maydanoz, gel bize bazı bazı”.
Neden böyle ilk cümle seçimlerin yapacağı en iyi şey ile
ilgiliyken ikinci cümle MHP ve CHP ve bunların umut olmadığı? Başkanlığı engelleyebilme
idi hani konu.
Futbolda top çevirmenin siyasetteki karşılığı böyle olur.
Yani Müftüoğlu’nun eğilimlerini dile getirdiği kesimlerin aklı
MHP ve CHP’ oylarının AKP’yi geçeceğinde, bu olasılığı istiyor bu yolla AKP’nin
engellenebileceğin ima ediyor. Ama bunun da bunu başarsa bile Türkiye’nin sorunlarına
çare olamayacaklarını söylüyor.
Ama konu o değildi. HDP’den söz etmemek için konu atlaması
ve mantık hatası yapmayı göze alıyor.
Öte yandan HDP’nin ve bu kritik durumdaki işlevinden bir tek
sözcükle bile söz etmiyor ama bu sefer CHP’ye nasıl başarılı olacağına dair
akıl veriyor.
Ne anlama gelir bu cümleler?
Şimdi çok açık ki, burada bir yandan CHP’ye oy vermiş Alevi
ve laik kesimlere hiçbir şekilde HDP’den söz etmeyerek “deliye taşı andırmama”;
HDP’ye yönelmeyi engelleme işlevine devam ediyor. Biz Birleşik haziren Hareketi’nin
kuruluşunun esas amacının bu olduğunu yazdığımızda buna tepki gösterenler oldu.
Burada açık, bize tepki gösterenlerin, Müftüoğlu’nun bu sözlerine hiç tepki
bile göstermemesi çok anlamlıdır. Demek ki bize tepki gösterenler aynı
eğilimleri paylaşıyorlar ve tam da doğruyu söylediğimiz için böylesine tepki
gösteriyorlar.
Burası bir yanı ama o sözlerin bir de konjonktürel yanı var.
Bunu haberin başlığını yazan yakalamış zaten.
Bu sözler bir dönüşün kapısını da açık bırakıyor. HDP’den
bir kelimeyle söz etmeyi çok görenler, yarın öbür gün isteyen HDP’ye oy versin,
ben veriyorum diyebileceklerdir. İfadeler buna da açıktır.
Yarın öbür gün bütün engelleme çabalarına rağmen, HDP’ye doğru
bir kayış görülür veya HDP’nin yüzde onu geçeceği anlaşılırsa, son anda bu heyelanın
altında kalmamak, rüzgâra uygun yelken açmak için kapı açık bırakılıyor.
Bu çizgi tam da en geri ulusalcıların çizgisidir.
Benzerini paralel olarak başka bir düzeyde, önceden CHP’li
olup, ayrılan, ırkçı ve ulusalcı Anadolu partisi genel başkanı Emine Ülker Tarhan’ın
CHP ile ittifak yapabiliriz demesinde görülüyor. Tarhan için CHP he ise,
Müftüoğlu için HDP odur.
Emine Ülker, ulusalcı çizgi için, dün ayrıldığı ve
yıldırımladığı CHP ittifak yapılabilir hale geliyorsa; Öğuzhan Müftüoğlu için
de yarın öbür gün, HDP’ye oy verilebilir damaya uygun hale gelecektir. Ama hala
esas vurgu CHP MHP koalisyonlarından umutta. CHP’ye akıl vermekte. Yani HDP’nin
yüzde on barajını aşmasını engellemekte ve bunu ummakta. Bunun yapılamayacağı
görüldüğü an güçlerin yeni dizilişine bağlı olarak, HDP’ye oy verilmesini
isteyecektir. Kırılmak istemiyorsan, eğil; bükemediğin bileği öp.
Müftüoğlu’nun tavrında anlaşılmayacak bir şey yok. O yerini
ve konumunu kaybetmek istemeyen şehirli küçük burjuvazinin eğilimlerini dile
getiriyor.
Ama bu sözlerde, mavi boncuk ve keramet bulup da Haziran
Hareketi’nde yer alarak, hala Müftüoğlu’nun diye getirdiği çizgi ile uzlaşma
içinde olup onun gerçek niteliğinin görülmesi için maske işlevi görenler
gerçekten ne yaptıklarını biliyorlar mı düşünmeliler.
23 Mart 2015 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder