(Son yazıyı 10 Ocak’ta
yazmışız. Bugün 13 Şubat. Bir ayı aşkın bir süre geçmiş. Aslında artık günlük
politik gelişmeler üzerine yorumlardan ziyade uzun vadeli, kalıcı bazı kitap
çalışmalarına girmeyi planlıyordum. Ama öyle görülüyor ki en azından
Haziran’daki seçimlere kadar bu mümkün olmayacak. En çok tartışılan ve
konuşulan konudan başlayalım.)
Yüzde 9,8 aldıktan sonra HDP’nin parti olarak girmemesi, kendini
inkâr olurdu.
Ayrıca Özgürlük Hareketi hedeflerini Tüm Ortadoğu’daki gelişmelere
göre belirleme durumundadır. Türkiye’deki gelişmeleri de Ortadoğu bağlamında
almak durumundadır. Bu hareket stratejisini ufku AKP’yi engellemekten öte bir
şey görmeyenlerin perspektifiyle strateji ve taktiklerini belirleyemez ve
belirlememelidir.
Parti olarak katılma Kürt Özgürlük Hareketine öncelikle, kendi
rezervlerini harekete geçirme olanağını sunar ve bunun gerekliliğini dayatır.
Bu rezervler nelerdir?
1)
Sadece Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’de oy istenecek.
Bağımsız adaylarla girildiğinde bu mümkün olmuyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde
alınan yüzde 9,8’de Türkiye çapında oylamaya katılıyor olmanın payı büyüktür.
2)
Milletvekili sayısı kadar aday gösterilecek. Bağımsız adaylarla
girildiğinde çok az sayıda aday gösterilebiliyordu. Unutmamalı ki, en
seçilemeyecek yerdeki aday bile, adıyla, ilişkileriyle yepyeni bir çevre, yeni çabalar,
yeni bir olanaklar demektir.
3)
Seçim esnasında
verilen ama kaybolan, iptal edilen oylar, hem daha sıkı ve tüm ülke çapında
sandık müşahitleriyle engellenebilir; hem de bu seçimde CHP’li sandık
müşahitleri bile, AKP’nin Anayasayı değiştirecek bir çoğunluk kazanamamasını
engellemek için, HDP’nin oylarının kaybolmaması için daha dikkatli ve itiraza
yatkın olacaklardır.
4)
Mevsimlik işçiler, Parti olarak girilmediği için, şimdiye
kadar yeterince değerlendirilememiş bir güçtü. Örgütlenir, mobilize
edilebilirse esas olarak Kürdistan’dan çıkan mevsimlik işçilerin yüz binlerce
oyu gelebilecektir.
5)
Bağımsız adaylarda Avrupa’daki oylar mobilize edilemiyordu.
Özgürlük hareketi Avrupa’da çok örgütlü ve etkiliydi ve bu güç etkisiz kalıyordu.
Parti olarak seçimlere katılmak, bu muazzam gücü kullanma olanağı vermekte;
gereğini dayatmaktadır.
Özetle, HDP çok büyük hatalar yapmaz, akıllıca aday
seçimleri yaparsa (ki şimdiye kadar böyle davrandı, bu sefer de öyle davranmaması
için görünür bir neden yok) sadece şimdiye kadar kullanamadığı kendi
rezervlerini kullanarak bile yüzde on barajını aşacak kadar oy alabilir.
Kaldı ki, AKP’nin yolsuzlukları; Erdoğan’ın tek adam olarak
iktidar hırsı; özgürlüklerin sürekli daraltılması; iktidarın yarattığı çürüme; yönetimde
idealistlerin yerini kariyeristlerin alması; Cemaatle girilen çatışma; ekonominin
eski durumunda olmaması; dış politikanın, özellikle Suriye politikasının iflası
ve her an sokaklarda yatan ve dilenen Suriyeli mültecilerde bunun görülmesi
gibi, her biri henüz küçük ama bir araya geldiklerinde kümülâtif etkisi AKP’ye
oy vermiş seçmende büyük olan bir demobilizasyon yaratabilir. En azından AKP’ye
oy vermiş seçmenler, AKP’nin iktidarda kalacak oyu zaten alacağı verisinden
hareketle, en azından biraz da uyarılması, Tayyip’in dizginlenmesi anlamına
gelecek şekilde, oy vermeyerek oy verebilirler.
Bu seçimde sandığa gitmek için eskisinden daha az bir motivasyon
bulacaktır normal namuslu emekçi ve AKP’ye oy veren insanlar. Bu da yüzde on
için gereken oy miktarında belli bir düşüş anlamına gelir.
Bütün bunlar hesaplandığında AKP’ye oy veren Kürtlerden hiçbir
kayma olmasa; CHP’ye oy veren “laikler” ve Aleviler beton gibi dursa bile, sadece Parti olarak seçimlere katılmanın
sağlayacağı bu olanaklarla ve zorunluluklarla HDP yüzde on barajını aşabilir.
Kaldı ki, konjonktür hiç olmadığı kadar HDP’nin ve Kürt
hareketinin lehinedir. Seçimlerden sonra bir de Kobani zaferi kazanıldı.
Kürtlerin Özgürlük Hareketine en uzak kesimleri bile belli bir yaklaşma içindeler.
Erdoğan’ın politikaları AKP’ye oy veren Kürtlerde ciddi kırılmalara yol açtı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de sanılanın aksine CHP’ye oy veren kesimlerden
değil, esas olarak önceden AKP’ye oy vermiş Kürtlerden oy artışı sağlanmıştı.
(Bu noktaya Gürsel Tekin bile bir TV programında dikkati çekmişti.)
Tarih böyle fırsatları her zaman vermez. Kürt hareketi altın
çağını yaşadığı şimdi girmeyecek de ne zaman girecek?
Yani CHP’ye oy veren Batı’daki “laik” kesimlerden oy
gelmese, Aleviler Kobani’deki zaferin kendileri için anlamını görmek
istemeseler bile sadece var olan rezervler ve Kürtler içindeki hareketlenmeler
bile yüzde on barajını aşmayı sağlayabilir.
Kaldı ki, Çerkezlerden Lazlara; Ermenilerden Süryanilere
kadar birçok farklı din ve dillerden “azınlık”lar da HDP’yi dikkatle
izliyorlar.
Ayrıca şu faktörler de eklenebilir:
Şu ana kadar HDP nasıl olursa olsun gündemdeki parti, tartışılan
parti oldu. “Reklamın kötüsü yoktur” derler.
Bu seçimde HDP’ye oy verirsem oyum boşa gider korkusu
yoktur. Hatta HDP’ye oy vermezsem oyum boşa gider korkusu olacaktır. Yani
sadece HDP’nin meclis dışında kalmasını engellemek için bile oy verenler
olabilir.
Her şey bir yana bunlar bile yukarıdakilerle birlikte HDP’nin
barajı aşabileceğini gösterir.
Ayrıca, “Devlet Aklı” da uzun vadeli hesapları bakımından
HDP’nin yüzde on barajını aşmasından çıkarlıdır.
Çünkü o “Devlet Aklı”, yani askeri ve bürokratik oligarşi
dediğimiz, ta Sümerlerden beri gelen devlet ve devletçilik, Ergenekon tevkifatlarıyla
epeyce bir bağırsak temizliği yapmış ve “Kürtlerle çatışarak bölünmek ve küçülmek
değil; Kürtlerle birleşerek büyümek” stratejisine geçmiş bulunuyor. Bu stratejik
değişikliğe bağlı olarak, Öcalan ile Devlet görüşüyor. Bu stratejinin
geçerlilik kazanabilmesi için, devlet bir yandan Kürtlerin varlığını tanımaya
yönelik adımlar atarken; Kürtlerin de sisteme entegre edilmesi ve
ehlileştirilmesi gerekir.
HDP’nin seçimlere girip yüzde onu aşması ve Türkiye
politikasının bir aktörü haline gelmesi, bu entegrasyonun gerçekleşebilmesi
için olmazsa olmaz koşuldur.
Devlet denen şey aslında bir zamanların saray
teşrifatçıları, harem ağaları; günümüzün protokol memurlarıdır. Devlet denen
şey, kendini feth edenleri, küçük ayrıntılarıyla, biçimsel gibi görünen, “ne
olacak canım buncacık şeyden bir şey olmaz” türden değişiklikleriyle feth eder.
Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı iken arkasında duran genç
subay yaveri göstererek, “işte devlet budur” demesi boşuna değildir. Bu nedenle
demokrasi demek bu mekanizmanın parçalanması demektir. Bu mekanizma kendini ele
geçirenleri ele geçirir.
Belediyeleri ele geçiren Kürt hareketi, o kıçı kırık belediyeler
tarafından bile ele geçirilmesine karşı ne yapacağını bilmiyor. Şimdilik çürümeye
karşı taze kan sağlayan dağlar var. Ama yarın öbür gün, şehir hayatının
konformizmi içinde bu kanallar kuruduğunda ne olacaktır? Besili ve göbekli şık peşmerge
resimlerini aklımızdan çıkarmayalım.
Her neyse, bütün bunlar bir yana, hem büyük devletler, hem
de Türk Devleti bile şu an HDP’nin yüzde on barajını aşmasından çıkarlıdır. Böylesine
muazzam güçlerin böylesine uygun bir korelâsyonu her zaman ortaya çıkmaz.
Bu seçimde hedef barajı aşmaktan öte, çok daha büyük bir oy
oranına ulaşmak olmalıdır. Çünkü aslında bu olanak vardır. Akıllıca taktikler
uygulanır, demokrasi mücadelesinin bayrağı ele geçirilebilirse, özellikle
Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne gidişine karşı mücadelenin bayrağı ele
geçirilebilirse, CHP’ye oy veren seçmende büyük bir kayma yaratılabilir. HDP
sadece nitel değil, nicel olarak da ana muhalefet partisi olabilir.
Böyle bir çizgi, “Barış Süreci” denen, “kazan kazan” ateşkes
sürecini olumsuz etkilemez; aksine Özgürlük Hareketine daha geniş bir alan
sağlar.
Peki, HDP, bütün bunlara rağmen barajı aşamazsa ne olur?
Seçimler ve seçilen meclis kadük olur.
PKK ve Kürt hareketi kendi yolundan gider, sokaklarda
özerkliğini ilan eder. O zaman vursun bakalım Türk devletinin uçakları, Diyarbakır’ı,
Dersim’i, Hakkâri’yi. İşlerin buraya varmaması için de yüzde onu aşması
herkesin çıkarınadır.
*
Evet, seçime Parti olarak girme kararı doğrudur. Bu kararı
vermemesi hareketin kendini inkârı, kendi ayağına kurşun sıkması olurdu.
Barajı aşması bütün ilişkilerde ve güç dengelerinde bir
nitelik değişikliği anlamına gelecektir.
Ancak bu doğru taktiği bir stratejik hedef olarak ele
aldığımızda, HDP’nin bu doğru stratejiye uygun taktikler uygulamadığı
görülmektedir. Yanlış gördüğümüz birkaçını burada ele alalım.
*
Parti olarak seçimlere girme kararıyla birlikte CHP’ye şöyle
bir öneri yapılabilirdi: “Gelin bu freni patlamış araba gibi bu gidişi
durdurabilmek için, Erdoğan’ın en azından anayasayı değiştirecek çoğunluğu
almasını engellemek için, birlikte aynı listeden girelim. Biz milletvekili
sayısı bakımından alabileceğimizden daha azına da razı olabiliriz. Evet,
görüşlerimiz ayrıdır. Ama bu noktada taktik bir seçim ittifakı yapabiliriz.
Buna gelmezseniz bir kendimiz bağımsız parti olarak katılacağız.”
Politikada, en karşı olunan ve kendisiyle mücadele edilen
güçlerin içinde bile farklı stratejilerin, farklı güçlerin bir mücadelesi
vardır. Akıllı politikacı, karıncanın bile gücünü ciddiye alan politikacıdır.
Bu nedenle, karşı güçler içinde bile, sizin stratejinize yakın olanların
güçlenmesine hizmet edecek taktikler uygulamak, onların etkisini arttırmaya
yardımcı olmak gerekir.
(Örneğin Abdullah Öcalan, hep böyle davranmıştır. Ateşkeslerle,
Atatürk’ten alıntılarla, Yavuz veya Alpaslan’dan örneklerle, aynı zamanda, inkârcı
güçlere karşı devletin içindeki “bu iş bölme gitmez Kürtlerle anlaşmamız lazım”
diyenlerin elini güçlendirmeye çalışmıştır. Tabii karşılık olarak bu devlet de
bir “devlet aklı”na sahip olduğu için, gereğinde Öcalan’ın yaşamını korumuştur.)
Böyle bir öneri CHP içindeki ulusalcıların etkisini kırmak
hatta onlardan kurtulmak isteyenlerin konumunu güçlendireceği, ulusalcı ve inkârcıların
etkisini kıracağı gibi, CHP’lilerdeki ön yargıların ve özellikle ulusalcıların
yaydığı “HDP Erdoğan’la anlaştı” propagandasının önünü keserdi.
Böyle bir öneri aynı zamanda CHP’yi köşeye sıkıştırırdı. Öneriyi
kabul ederse, Türkiye’nin batı kesimlerinde laikler ve Aleviler arasında HDP’ye
duyulan güvensizlik ve kuşku büyük ölçüde kırılır ve yepyeni olanaklar
açılırdı. Bu olmasa bile bugün HDP aleyhinde yapılan propaganda etkisini
yitirirdi. Kabul etmezse, kendisi kaybeder, Erdoğan’ı durdurmak için yapılmış
en akılcı teklifi geri çevirmiş olurdu. Böylece HDP, CHP’den uzun vadede büyük
bir kayış sağlamak için bir temel oluşturulmuş olurdu.
Bütün bunlar yapılmadı, peki ne yapılıyor?
Özgürlük hareketi bunun yerine, Alevilerin ve laiklerin
HDP’ye duymaya başladığı ilginin önünü kesmek üzer kurulmuş bulunan Haziran Hareketi’ne
yönelerek, yanlış bir taktik uyguladı. Aslında kanımca onlara hiç hak
etmedikleri bir yer ve değer verdi. Haziran hareketi de şimdi Kürt hareketinden
el alarak, Haziren Hareketi, CHP, HDP birleşsin diye kampanyalar açıyor. Aslında
bu kampanyaların bir tek amacı Haziran hareketi bileşenlerinin eninde sonunda
oylarını CHP’ye vermesi ve HDP’nin önünü kesmektir. Kendine Haziran Hareketi
adanı veren bu sözde “Komünist”ler, CHP’li ailelerin ergen çocuklarının “komünist” sivilceler çıkardıkları dönemin
birliğidir. Kadıköy, Türkiye’nin en laik ve CHP’li yeridir ve de aynı zamanda
en “komünist” bölgesidir. Geçerken insan kendini “Kurtarılmış Bölge”de
sanabilir.
Haziran Hareketi’nin veya sözcüsü pozisyonundaki Alper Taş’ın,
bir parça “Komünistlik” ile ilgisi olsa, böyle sözüm ona birlik çağrıları ile
aslında bölücülük yapmaz, açıktan HDP’ye oy verilmesini savunurdu. HDP’nin
etnik politika yaptığı gibi bir şey söylemez; Türk devletinin etnik bir devlet
olduğu; Türk devletinin Türklüğüne karşı savaşamamanın kendisinin etnik
politika yapmak olduğunu; CHP’nin Türk devletinin Türklüğünü tartışma konusu
yapmayarak etnik politika yaptığını söylerdi.
İşin kötüsü bugün Eşber Yağmurdereli gibi arkadaşları da bu
çağrıcılar arasında görünce, insan şaşırıyor.
ÖDP, TKP vs. gibilerinin gözü her zaman CHP’dedir ve Kürt
hareketine karşı her zaman soğuk ve düşmanca davranmışlardır. Sekter ve ergen
çocuklarla enerji harcamaktansa yukarıda önerildiği gibi bir politikayla CHP’ye
yönelmek, “Haziran Hareketi” gibi, Gezi Hareketinin
bugün sönmesinin baş sorumlusu olan hareketleri de deklase ederdi.
Ne yazık ki bu fırsat kaçırılmıştır. Hatta Kürt hareketi
kendi başına bir çorap örmüştür. Eşber Yağmurdereli gibi arkadaşları da Haziran
Hareketi ile birlik çağrıcıları arasında görmek bu çorabın epey baş ağrısına
yol açacağını gösteriyor.
Ne yazık ki, Ertuğrul Kürkçü bile, CHP ile köprüleri atan
bir konuşmasında, “İlkelerde birlik olur” gibi saçmalıkları tekrarlayıp
durmuştur. İlkelerde birlik olmayacağını herkesten iyi bilmesi gerekir Kürkçü’nün.
İlkelerde birlikle ancak tarikatlar ve sektler kurular. Somut işlerde, somut
hedeflerdi, programlarda birlik olur. Mecliste AKP’nin anayasayı değiştirecek
bir çoğunluk elde etmesini engellemek pek ala somut bir taktik hedef olabilirdi
ve bu hedef için ittifak yapılabilirdi.
Ayrıca böyle bir öneri, AKP karşısında HDP ve Kürt
hareketini daha güçlü kılar ve hareket alanını daha genişletirdi.
Peki, Kürt hareketi bu hatayı yaptı da, Bileşenler olan “Türk
Sosyalistleri”nden ses çıktı mı? Ne gezer, hepsi hınk deyicilik yaptılar.
*
Barış Süreci’nde esas olarak şöyle bir strateji
izlenmeliydi. Demokratikleşme ölçüsünde adım. Anayasal garantilerde de silahlı
mücadeleye son.
Yeni güvenlik yasası ile müzakereler kesinlikle birbirine
bağlanmalı ve eğer bu güvenlik yasası geçerse biz bu müzakerelerden çekiliriz,
çünkü fikir özgürlüğü ve diğer özgürlükler olmayan bir yerde hakların yasal
yollarla savunulması olanaksız olur denmeli; bu açıkça tüm Türkiye halkına
duyurulmalı ve anlatılmalıydı.
Gerçekte de silahlı mücadele fikir ve örgütlenme özgürlüğü olmadığı
için başlamıştı.
İktidarın ve devletin bütün stratejisi bunları birbirinden
ayırmaya dayanıyor. Böylece ateşkes ve barış ile demokratik ve köklü değişimler
birbirine kopmazca bağlanırdı. Devlet şu ana kadar demokratikleşme yönünde en
küçük bir adım bile atmış değildir, aksine Amerikan kelepçesi gibi en küçük
olanağı bile tıkamaktadır.
“Türkiye Partisi” olmanın olmazsa olmazı budur. HDP veya
Özgürlük Hareketi, “Demokrasi Partisi” olduğunda “Türkiye Partisi” olur.
Demokrasi ise bu merkezi bürokratik mekanizmanın
parçalanmasını gerektirir. Ancak böyle yapıldığı takdirde bir süre sonra,
Kobane’de tohum halinde ortaya çıkan ve görülen, gerillanın, sadece Kürtlerin
değil; demokrasinin ve özgürlüklerin gerillası olarak algılanması; demokratik
bir düzenin savunucusu olarak görülmesi ve demokratların ona akışı başlardı.
Hâlbuki şöyle bir durum var. Bir yandan Güvenlik Paketi’ne
karşı çıkılıyor ama hükümetten bu paketin geri çekileceğine dair en küçük bir
adım bile gelmez en küçük bir ima bile yapılmazken, diğer yandan yakında müzakerelere
geçeceğiz deniyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.
Bu güvenlik yasasının geri çekildiği ve çekileceğine dair en
küçük bir ima bile iktidardan gelmez iken böyle.
Öte yandan şöyle şeyler duyuyoruz. Bir yandan hükümet Avrupa
Birliği Yerel Yönetim Şartını imzalayacakmış ama bu verilen tavize karşılık
Valiler için binlerce (30.000 rakamı var) eleman alınacak ve Valilere (Veya
bölge valilerine) her türlü yetki verilecek. Yani bu merkezi devlet, kaşıkla
verip kepçeyle alacak.
Bütün bunlar batıda ve demokratik kesimlerde güveni
sarsmaktadır. Bereket Öcalan’ın (ve Genel Kurmay’ın başka nedenlerle) güvenlik
yasasına karşı çıktıkları ve bu nedenle geri çekildiği gibi bir yorumu satır
aralarında görüyoruz.
“Polise olağanüstü yetkiler veren iç güvenlik
paketinin TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşülmesi beklenirken, görüşmelerin tekrar
ertelenerek gelecek haftaya bırakılmasında çözüm süreci kapsamında yapılan
görüşmelerin etkili olduğu dile getiriliyor. Geçen hafta İç güvenlik paketinin
genel kurulda görüşmesine başlanacağı 4 Şubat 2015’te, Ceylan Bağrıyanık’ın da
katılımıyla 5 kişiye çıkan HDP heyeti İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile
kritik bir görüşme yaparken aynı gün iç güvenlik paketinin görüşmeleri de bu haftaya
ertelenmişti. Kulislere yansıyan bilgiye göre, çözüm sürecinde pek çok konuda
uzlaşma zemini sağlanırken, hükümetin TBMM’ye getirdiği iç güvenlik paketinin
çatlağa neden olduğu belirtiliyor.”(Cumhuriyet, “Asker de Öcalan da Kaşı”, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/211179/Asker_de_Ocalan_da_karsi.html)
Öcalan’ın yaptığını neden yeri görü inleterek HDP yapmıyor
anlaşılır gibi değil.
Güvenlik paketinin hiçbir şekilde süreç ile bir arada
düşünülemeyeceği açık olarak ifade edilmeli, Bu açık olarak her yerde dile getirilmeliydi.
Güvenlik yasasına karşı sokağa çıkmak için CHP’ye ve tüm diğer güçlere, hatta
AKP’nin tabanına sürekli çağrı yapılmalıydı.
*
Başkanlık konusu da yine devletin yapısının parçalanması üzerine
çekilebilirdi. Valilikler kaldırılsın, onların yerine seçilmiş yöneticiler
getirilsin. Emniyet kuvvetleri seçilmiş bu yöneticilerin emrine verilsin. Yargı
tamamen yargıçlarca ve kararlarının doğruluğu ölçüsüyle seçilmeli ve terfi
etmeli. Memurların tayin ve terfisinde bağımsız memur sendikalarının tutacağı
siciller esas alınmalı. Polis ve Nezarethanelerin denetimi devletten bağımsız
insan hakları kuruluşlarına verilmeli. Bu ve benzeri bir devlet yapısının
açıklaması yapılır, böyle olduktan sonra bakanlar kurulu veya başkan yürütmeyi
yapıyormuş önemli değildir şeklinde bir kampanya yürütülebilirdi. Bu yapılmadı.
*
Müzakereler açık olacak dendi. Öcalan’ın taslağından söz
edildi. Hiçbir ses ve niye ses olmadığına dair en küçük bir açıklama yok. Ciddi
politikacı ciddi gazeteci gibi sözünü takip eder. Her durumda açıklama yapar.
Unutturmaya ve suskunlukla geçiştirmeye çalışmaz.
Bu listeyi uzatmak mümkün.
Ama bütün bunlara rağmen yine de yüzde on barajını aşabilir
HDP. Çünkü Özgürlük hareketinin stratejisi ve hedefleri onu güçlü ve haklı
kılıyor.
Yanlış bir stratejinin handikapları doğru taktiklerle
ortadan kaldırılamaz diye bir söz vardır.
Doğru bir stratejiyi de yanlış taktikler olmamışa çeviremez.
Hatta yanlışlarınız bile döner dolaşır size hizmet edebilir.
Demir Küçükaydın
13 Şubat 2015 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder