Bir hareket ritüellerle yaşamaya ve bunlara çok önem vermeye başlamışsa,
devrimciliğini ve yaratıcılığını yitirmiş demektir.
Bu aylar, Türkiye’deki devrimcilerin ve sosyalistlerin “üç aylar”ı. Ritüel
ayları. 8 Mart Kadınlar Günü, 16 Mart Katliamının Yıldönümü, 21 Mart Newroz, 24
Nisan Ermeni Katliamı, 1 Mayıs, 15-16 Haziran’ın Yıldönümü. “Kış uykusu”ndan
uyanma yaları. Bunalara artık Gezi’nin başlangıcı 31 Mayıs ve sonu 17 Haziran’da
eklenecek gibi görünüyor.
Bu ritüeller içinde politik anlamı olanlar, Türkiye’deki demokrasi
mücadelesi bakımından somut bir mücadelenin konusu olanlar sadece Newroz (ki o
da son yıllarda bir ritküele dönüşme özelliği gösteriyor) ve 24 Nisan’dır. En
önemli, aktüel ve acil olanı, henüz bir ritüele dönüşmemiş olanı 24 Nisan’dır
ama en cılız anılanı da odur. Demokratik hareketin durumunu en iyi 24 Nisan anmaları
gösterir. Onun dışındakiler, 1 Mayıs da dahil, kelimenin tam anlamıyla
ritüeldirler.
Ritüellerin çokluğu ve yoğunluğu Türkiye’de sosyalist hareketin ve devrimci
hareketin aslında tüm yaratıcılığını tüketmişliğinin ve bitmişliğinin de bir
göstergesidir. Gerçekten devrimci hareketlerin olduğu yerlerde ritüeller olmaz
ve bunlara fazla değer verilmez. Bunlar canlı bir hareketin basit araçları
olarak bazan değerlendirilebilirler.
Bütün büyük dinler gibi, İslam’ın ilk doğuşunda da ritüellerin hiçber önemi
yoktu. Bugün islam’la birlikte anılan Ezan, Namaz, Oruç, Haç, Kandiller, Mevlutlar ve “Kutlu Doğum
Haftası” gibi post modern hurafelerin neredeyse hepsi, İslam’da Emevilerin
yükselişi ve iktidarı ele alması, yani bir karşı devrimden sonra İslam’ın
özünün yerini almışlardır. Başlangıçta bunlardan namaz, haç gibi var olanları
bile, canlı bir nareketin kendini diğerlerinden ayırmasının; bir eşitlik gösterisinin,
bir birlik gösterisinin araçlarıykan bu anlamlarını da yitirmiş, biçimsel
bağlılık gösterilerine dönüşmüşlerdir.
Aynı durumu ve eğilimi sosyalist ve devrimci hareketlerde de görüyoruz.
Devrimci Hareketlerin yükseliş dönemlerinde ritüellerin neredeyse hiçbir değeri
ve önemi olmaz. 68’de ritüellerimiz yoktu.
Sanılır ki ritüeller devrimci hafızanın
taze tutulmasının, ateşin sürdürülmesinin, devrimci ve sosyalist
geleneğin aktarılmasının araçlarıdırlar.
Bu tam anlamıyla bir yanılsalmadır. Ritüeller aslında tam da devrimciliğin eleştirel, hiçbir tabu tanımayan, gerçeklik
somuttur diyen ve o somutluk içinde
dünya devrimine azami katkıyı bu koşullarda nasıl yaparım diye düşünüp ona göre
davranın gerçek devrimciliğin düşmanıdırlar.
Ritüeller eski toplamlarda; henüz okuma yazmanın kimse tarafından bilinmediği
veya küçük bir azınlık dışında bilinmediği zamanlarda belli bir işlev
görüyorlardı elbette.
Toplumsal varlıklar elle tutulup gözle görülmezler, ritüeller bu toplumsal
varlıkların (dinler, topluluklar, ortaklıklar vs.) kavranılmasının
araçlarıdıydılar. Bu nitelikleriyle, ritüeller herşeyden önce bir bilginin ve
geleneğin aktarılması işini üstleniyorlardı.
Ama bugünkü toplumda, okuma yazmanın genelleştiğ; olayların artan bir hızla
aktığı bir toplumda bu işlevlerini de yitirmiş, tam karşı bir işlev üstlenmiş bulunmaktadırlar.
Ritüeller artık insanların geri yanlarına hitap etmektedirler. Ritüelleri
ulusların ve ulusçuların en çok ve başarılı bir biçimde kullanması bir
rastlantı değildir. Onun gerici ve karşı devrimci özünün görünümlerinden
biridir.
Bu nedenle bizim devrimci ve sosyalist olanlara önerimiz, anmaları,
ritüelleri bırakmaları, minimuma indirgemeleri, bunları yaptıklarında da aktüel
bir mücadelenin veya yaratıcı ve eleştirel çalışmaların bir vesilesi olarak
kullanmakla sınırlı kalmalarıdır.
Aşağıdaki yazı 6 Mayıs vesilesiyle yazılmış bir 1 Mayıs yazısıdır.
Yazının kendisi bir ritüelmiş gibi görünmesine rağmen ritüelleri ele alan
ritüellere karşı bir yazıdır. Gelenek bu Sunuş’ta da sürdürülmektedir.
“Ritüelimiz” ritüllerde ritüellerle mücadeledir.
05 Mayıs 2014 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Yol Nasıl Açılmıştı? (6
Mayıs 2010)
Bu yıl, tam 41 yıl sonra ilk kez, Türkiye’de 1 Mayıs’a
katıldım.
10 yıl hapis, 25 yıl sürgün, bir de 12 Mart dönemi. İşte 41
yıl geçmiş.
Bu 1 Mayıs’tan izlenimlerimi yazmak isterdim zamanım
olsaydı. Belki birgün zamanım olunca yazarım. Ama şimdi en azından birini
yazmak istiyorum ve yazabilirim.
Bu 1 Mayıs’ta Devrimci
Öğrenci Birliği adıyla bir grup gördüm. Hangi politik eğilimdir bilmiyorum.
Belli ki Deniz’in lideri olduğu Devrimci
Öğrenci Birliği’nden ilham almışlar isimlerini alırken. Bu grubun
pankartında “Buzu Kırana Yolu Açana Selam
Olsun” diye yazıyordu Deniz Gezmiş’in resminin yanında.
Bununla, genel anlamda, Deniz’in buzu kırdığını, yolu
açtığını söylediklerini sanıyorum. Evet, gerçekten de öyledir. Deniz’in tam da
yapmak istediği ve yaptığı buydu.
Taşkışla’daki kafede son olduğunu bildiğimiz son
buluşmamızda “Bu memlekette isyan
geleneği yok, birilerinin bu geleneği başlatması gerekiyor. Ben bunu yapacağım”
demişti.
Ve dediğini yaptı. Genel anlamda doğru bu, Deniz’in “buzu kırıp yolu açan”lardan biri ve
belki de en önemlisi ve bunu bilerek yapanı olduğu.
Ama muhtemelen o pankartı taşıyan Devrimci Öğrenci Birliği’nin bilmediği, şu ana kadar bir yerde
rastlamadığıma göre, belki şimdi kimsenin de hatırlamadığı ve belki de
bilmediği daha somut bir anlamda o pankart 1 Mayıs’a ilişkin bir gerçeği dile
getiriyordu.
Bu 6 Mayıs vesilesiyle 1 Mayıs kutlamalarında Deniz Gezmiş
ve Devrimci Öğrenci Birliği
tarafından buzun nasıl kırılıp yolun nasıl açıldığını kısaca hatırlatalım.
Aradan uzun zaman geçti, insan ayrıntılarda ve isimlerde
yanılabilir. Bu anlatacağım ilk 1 Mayıs kutlamasını yaşayanlardan, yanlış
hatırladıklarımı düzeltmelerini dilerim.
*
Biz ilk 1 Mayıs’ı sanırım 1969 yılında kutladık. 1968
olamazdı. Çünkü o zaman Üniversite işgallerinin arifesiydi ve böyle bir gelenek
yoktu. O zamanlar birinci şube her 1 Mayıs’ta “Eski Tüfekler”i birkaç günlüğüne tutuklardı. 60 Sonrası kuşakların
çoğu bunu bile bilmezdi. 1970 1 Mayıs’ında cezaevindeydim. Sonrası 12 Mart
dönemi. Demek ki 1969 1 Mayıs’ı olmalı.
Deniz Gezmiş’in önderi olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nin karargâh olarak kullandığı iki mekân
vardı.
Biri Beyoğlu’nda Tünel’de 27 Mayıs’tan sonra CHP ve 27
Mayısçıların bir takım ilgisiz dernek ve sendikaları bir araya getirerek
kurduğu TMGT (Türkiye Milli Gençlik
Teşkilatı) binası.
Bir de Cağaloğlu’nda Türk
Solu dergisinin üstünde, aynı zamanda Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarının
deposu ve Halk Ozanları Derneği’nin
merkezi olarak da kullanılan ve Devrimci
Öğrenci Birliği’nin resmi adresi de olan, efsanevi işçi önderi İsmet
Demir’in Yapı İşçileri Sendikası
(YİS).
Öğrenci lideri Deniz Gezmiş de işçi lideri İsmet Demir de
Hikmet Kıvılcımlı’nın “Rahle-ie Tedris”inden geçmiş kişilerdi. Ve Deniz’in
önderi olduğu DÖB’e (Devrimci Öğrenci
Birliği) İsmet Demir’in önderi olduğu YİS’in (Yapı İşçileri Sendikası) yer vermesi hem bir rastlantı değildi,
hem de büyük sembolik bir önemi vardı.
Devrimci ve sosyalist genç aydınlar ve işçilerin buluşma ve
kontak noktasıydı bu bina bir bakıma. İkisi de Türkiye’nin en esaslı Marksisti
Kıvılcımlı’dan el almışlardı. İlk 1 Mayıs’ın burada başlaması da bu bakımdan
yine sembolik bir anlama sahiptir.
Bina tam Cağaloğlu yokuşu ile Nurosmaniye caddesinin
kesiştiği köşede bulunuyordu ve aslında son derece stratejik bir yeri vardı. Az
aşağısında sağcıların MTTB’si (Milli Türk
Talebe Birliği) ile az yukarısında yine sağcıların ve faşistlerin TMTF’si (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) vadı.
Yine yakın sayılabilecek Sultanahmet Cezaevi’ne yakın bir yerde de FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) İstanbul
sekreterliği bulunuyordu.
*
O 1 Mayıs günü, sanırım yine hafta sonu idi, her zaman
olduğu gibi, DÖB’ten bazı arkadaşlar buluşmuştuk. Oturuyor sohbet ediyorduk.
Deniz muhtemelen Kıvılcımlı’dan duyduğu eski tüfeklerin 1 Mayıs ve işkence
hikayelerini anlatıyordu. Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum ama konu “Yüksek
Öğretmenlilere” geldi.
Faşistler Yüksek Öğretmen okulunu işgal etmişlerdi ve
Devrimci Arkadaşlar okula giremiyorlardı. Faşistleri okuldan atmak için bir
teşebbüste bulunmuş ama yüksek ateş gücü karşısında başarısız kalmıştık. Bu
nedenle Yüksek Öğretmenli devrimci arkadaşlar okuldaki yurtlarda kalamıyorlar
ve Sultanahmet’teki FKF bürosunda yatıyorlardı.
Yüksek Öğretmen Okulu’nda okuyan sosyalist ve devrimci
arkadaşları -ki bunlar daha sonra başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere
TİKKO’nun çekirdeğini oluşturmuşlardır- kimin örgütleyeceği ya da kazanacağı o
zaman büyük önem taşıyordu.
Veysi Sarısözen’in başında bulunduğu FKF, TİP paralelindeydi
ve “Sosyalist Devrim” stratejisini savunuyordu.
Deniz’in başında bulunduğu Mihri Belli’nin çıkardığı Türk Solu paralelindeki Devrimci Öğrenci Birliği ise “Demokratik
Devrim” stratejisini savunuyordu.
Bizler, yani Demokratik Devrim stratejisini savunanlar, her
yerde yükseliş ve saldırı halindeydik. FKF hızla geriliyordu.
Yüksek Öğretmenliler her ne kadar bize yakınlık ve eğilim
gösteriyorlarsa da FKF’de yatıp kalkmaları, onların “Oportunistlerle” (o
zamanlar FKF’lilere kısaca böyle derdik.) yakın ve sıkı ilişki içinde olmaları,
dolayısıyla onların etkisine daha açık bulunmaları anlamına geliyordu. Yüksek
Öğretmenlilerin “Sosyalist Devrimci” olmaları bizim için ciddi bir kayıp
anlamına gelirdi.
Yüksek Öğretmenlileri nasıl kafaya alacağımızı, onları
“oportünistleşmekten” nasıl koruyacağımızı konuşurken, 1 Mayıs kutlaması
yaparak onlarla olan yakınlığı ve arkadaşlığı güçlendirebileceğimizi düşündük.
Sonunda yurtlara, tanıdık öğrenci evlerine falan haber
salıp, toplayabildiğimiz kadar arkadaşı toplayıp, Belgrad Ormanları’na gitmeye
karar verdik. Böylece Yüksek Öğretmenlileri dört bir yandan kuşatmış olacaktık.
Ama Belgrad Ormanları’nı seçmemize bakıp bunu Bahar bayramı
gibi anlamamalı. Biz 1 Mayıs kutlamak
istiyorduk. Ama esas amacımız 1 Mayıs da kutlamak değildi. Daha doğrusu 1 Mayıs
kutlaması bizim politik çalışmamızın basit bir aracı idi.
En başta Deniz olmak üzere bizler, hem gelenek henüz ortada
olmadığından, hem de ritüellere, seremonilere ve “Pazar vaazlarına” hiçbir
değer vermediğimizden, bir şeyi sırf kutlamış olmak için kutlamazdık.
Bunlar bizim politik faaliyetlerimiz birer aracı iseler
gerçek hayatın ve mücadelenin içinde bir işlevleri varsa bizler tarafından
değerlendirilirlerdi. Yaptığımız buydu.
*
Toplandık. Yanlış hatırlamıyorsam bir otobüse yakın
insandık. Celal Doğan, Metin Eşrefoğlu gibilerini hatırlıyorum. Belgrad
Ormanları’na gittik.
Şimdi birçok insanı hayal kırıklığına uğratabilir ama öyle
törensel ve “devrimci” bir 1 Mayıs değildi bu. Sevdiğimiz türküleri şarkıları
söyledik, ama bu zaten bir araya geldiğimizde hep yaptığımız bir şeydi. Topla
oynadık. İçimizde ayıcılık yapanlar, güreşenler oldu. Yüksek öğretmenlilerle
konuşmalar yapmaya, tartışmaya, yakınlıklar oluşturmaya çalıştık.
Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’nın kafasını koltuğunun
altına alıp sıkarak, “dur lan seni kafaya alayım, Demokratik devrim
stratejisini benimse” diyor ve Kaypakkaya da utangaçça ve sessizce gülüyordu.
Bu ilk kutlamadan bunlar kalmış.
Bu kutlamanın ilk kutlama olduğunu, bir gün bunun hakkında
yazı yazmak gerekeceğini hayal bile edemezdik.
Bu 1 Mayıs eylemimiz amaçlarına ulaşmış olmalı ki, daha
sonra Yüksek Öğretmeli arkadaşlar Demokratik Devrim stratejisini benimsediler
ve yine o zamanki bizlerin jargonuyla “Oportunist” olmayıp “Devrimci” oldular.
*
İşte 41 yıl önceki benim ilk 1 Mayıs’ım böyleydi. Deniz ve
DÖB kelimenin gerçek anlamında ilk kez “buzu kırıp yolu açmaya” böyle
başlamışlardı.
Hiç de kahramanca veya destansı değil.
Hayat öyledir zaten.
Her şey öylesine oluverir. Sonra gelenler onlara başka
anlamlar yükler kutsal bir haleyi başının üzerine konduruverirler.
Deniz’in en az bilinen özelliklerinden biri de, en kutsal
bilinen şeylerin üzerindeki kutsallık şalını kaldırmaktı. Bunu bilinçli olarak
yaptığını düşünüyorum.
Deniz yaşasaydı bu günkü göğe çıkmış Deniz ile en çok
kendisi alay ederdi.
Biz de bu kısa yazıyla, onun yaşasaydı yapacağını yapmış
olalım.
*
Yollar böyle açılır buzlar böyle kırılır.
Troçki, hem Marksist metodun harika bir uygulaması olan, hem
da bizzat devrime katılmış ve onun önderlerinden biri tarafından yazılmış,
benzeri olmayan, her sosyalist ve devrimcinin Tarihsel Maddeciliği
uygulamasından öğrenmek için okuması gereken Rus Devrim Tarihi adlı nefis kitabında, devrimin gelişimini
anlatırken metaforlardan yararlanır.
Tam hatırlamıyorum şimdi, kitap da elimin altında yok. Bir
atın terkisi ardına çekine çekine ortaya çıkan devrimin, bir zırhlı araç olup
tüm gücü ve haşmetiyle ortaya dolaşmasından söz eder devrimin kat ettiği
gelişmeyi anlatırken.
41 Yıl önce bir otobüsü anca dolduran devrimci ve sosyalist
öğrencinin Belgrad Ormanları’nda türkü ve devrimci şarkılar söyleyerek; top
oynayıp, güreşerek Yüksek Öğretmenlileri kafaya almak için başladıkları 1 Mayıs
kutlaması, şimdi yüz binler olmuş Taksim’i ve yolları doldurmuş.
Bu günkü muhteşem kutlamanın bütün politik görünüşüne rağmen
o günün apolitik görünüşlü, cılız 1 Mayıs kutlamasından daha politik olduğunu
söyleyemem.
05 Mayıs 2010 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder