29 Nisan 2014 Salı

1 Mayıs'ın Doğuşu, Bugünü ve Geleceği Üzerine Düşünceler

Modern toplum tarihindeki ulusla sınırlı ulusal bayramlar bir yana, bütün büyük bayramların kökeninde dinsel bayramlar ve onların kökeninde de insanlık tarihindeki, avcılık ve toplayıcılıktan göçebeliğe veya tarımcılığa geçiş gibi, büyük devrimler yer alır.
Gerek ulusal, gerek dinsel bütün bu bayramları kutlayanlar ya da kutlamaya çağrılı olanlar bir ulusun ya da dinin taraftarlarıyla sınırlıdır. 1 Mayıs, tarihte, tüm uluslardan, kavimlerden, dinlerden, "ırk"lardan, cinslerden, yaşlardan insanların kutladığı ilk ve tek "bayram" olma özelliğini koruyor.
 (Gerçi, insanlık tarihinin en eski ve köklü bölünmesinde kökleri olan bir baskı ve sömürüye karşı ama modern tarihte ortaya çıkmış 8 Mart Kadınlar Günü, uluslar, "ırk"lar ve dinler üstü olma özelliğine sahipse de ve 1 Mayısın aksine, son yıllarda kutlanışı nicel ve nitel olarak yükselme eğilimi gösteriyorsa da, onu kutlayan öznenin ezilen cinsle sınırlı olması onu 1 Mayısa göre daha sınırlı kılıyor. Ancak, 8 Martın 1 Mayıstan daha uzun ömürlü olacağı düşünülebilir. Kadının üzerindeki baskının kökleri çok daha derinlerdedir ve sınıfsız bir
toplumla ortadan kalkmayacaktır. Belki sınıfsız bir toplum, bu en eski ve köklü bölünme ve baskı biçimine karşı mücadelenin yükselişi için yepyeni olanaklar da sunup ona büyük bir atılım gücü de kazandırabilir.)
1 Mayıs'ın bütün dinler, uluslar, kavimler, "ırk"lardan insanlar tarafından kutlanması onun mesajının tüm insanlık için bir mesaj olmasıyla ilgilidir ve insanlığın ulusal, dinsel vs. bölünme ve düşmanlıklar olmadan da var olabileceğinin sadece bir umut değil, bir olanak olduğunun da en esaslı kanıtını oluşturur. O ulusal, dinsel, "ırk"sal vs. bölünmeler ve düşmanlıklar olmadan yaşamanın ancak bu bölünmelerle bölünerek; yani bütün dinlerden, dillerden, uluslardan, "ırk"lardan işçilerin "kendi" uluslarıyla, dinleriyle, "ırk"larıyla bölünmesiyle mümkün olabileceğini gösterir ve bütün diğer bölünmelere karşı bir meydan okuma; bir provakasyondur ve onların var oluşları için en büyük tehdittir.
Tarihte bir çok kereler, bütün insanların kardeşliğini öğütleyen öğretiler çıkmışsa da bunlar hep belli bir dinin içindeki bir sekt olma özelliğini aşamamışlardır. Tarihte ilk kez işçiler, bunu tüm insanlık için bilinçli bir program ve görev olarak ortaya koyabilmişlerdir.
İşçi sınıfının ancak dünya ölçeğinde ve dünya tarihsel ölçülerde var olabilmesi nedeniyledir ki, onun hedeflerinin evrenselliği ile bir işçi sınıfı bayramı olması arasında içsel bir bağ vardır. Ve yine bu nitelik, onun hiç bir zaman bayram olamayacak bir bayram olduğunu gösterir.
Aslında 1 Mayıs bir bayram da değildir, bir projedir, bir çağrıdır, bir çağrı için "işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü"dür. Dolayısıyla, öyle bir bayramdır ki, eğer yaşamaya devam etse ve tekrar bir canlanma sağlasa bile, gerçekten bir bayram olarak kutlanabileceği gün, onu kutlayacak özne olmayacak ve çağrısı ise artık gereksiz olacaktır.
1 Mayıs, "işçi bayramı"dır. Ama işçi sınıfı, kendini yok etmek üzere var olan bir sınıftır. O kendisini ver eden toplumsal koşulları, yani kapitalizmi ortadan kaldırdığı an kendisini de ortadan kaldırmaya başlar.
Proletarya, yani ücretliler ancak burjuvaziyle bir zıtlık içinde var olabilir; burjuvaziyi ortadan kaldırdığında kendisi de ortadan kalkmaya başlar. Dolayısıyla 1 Mayısta sembolleşen amaçlara ulaşılırsa, yani sınıfsız bir topluma ulaşılırsa; işçiler de ortadan kalkmış olacağından ve 1 Mayısın çağrısına artık gerek kalmayacağından; ne öznesi ne de vesilesi kalmamış böyle bir bayramı kutlamak anlamsız olacaktır.
Dolayısıyla 1 Mayıs, tıpkı Marks'ın temel eserinin, Das Kapital’in, alt başlığının, "Ekonomi Politiğin Eleştirisi" alt başlığını taşıması gibi; yani Marksist ekonomi politiğin hedefinin bizzat kendi konusunu, yani meta üretimini ortadan kaldırmayı hedeflemesi gibi; bizzat kendi konusunu ve öznesini yok etmeye yönelik; bayram olarak kutlanabileceği an artık bayram olarak kutlanmasına gerek olmayacak bir bayramdır.
Eğer 1 Mayıs kutlama geleneği yaşarsa ve gelecekteki mücadeleler için bir sembol görevini görmeye devam ederse; geçmiş mücadelelere bir şükran günü olarak bir bayram olabileceği düşünülebilir belki. Ama eğer bir gün gerçekleşirse, geleceğin sınıfsız toplumunun insanlarının bayramlara gerek duyacakları şüphelidir. Bayram kıtlık, baskı, yoksulluk, aşırı çalışma koşulları vs. altında anlamlıdır. Bunların aşıldığı bir dünyada insanların, en azından bu günkü anlamıyla bayramlar kutlamayacakları tahmin edilebilir.
O halde, 1 Mayıs'ın tarihsel kaderini belirleyen, her şeyden önce bir bayram değil, onun bir özneye bağlı bir proje olmasıdır. Öznenin ve projenin kaderidir 1 Mayıs'ın tarihsel kaderini belirleyen ve bu kaderin ne olacağı çok belirsizdir. Ama kökleri ve bu gününe bakarak, genel bazı eğilimler belirlenebilir belki.
*
1 Mayıs, modern kapitalist uygarlığın iki büyük merkezindeki, Amerika ve Avrupa'daki işçi hareketlerinin çocuğudur. 1 Mayısa vesile olan olaylar Amerika'da olmuş ama onun Amerika'nın sınırlarını aşıp bütün modern işçi hareketinin bulunduğu ülkelere yayılması, çekirdeğini Avrupa ülkelerindeki işçi hareketine dayanan partilerin oluşturduğu İkinci Enternasyonal'in kararları ve uygulamalarıyla gerçekleşmiştir.
Amerika modern toplumun, yani kapitalist toplumun “modeli ve idealidir” (Lenin). Amerikan kapitalizmi dünya burjuvazisine, gangsterleri; modern reklamcılığı; ilk zırhlı savaş gemilerini; Fordist üretimi vs. verdiyse; Amerikan işçileri de dünyaya, beyaz işçilerin, siyah köylülerin müziği Blues'undan kaynaklanan, hemen daima isyancı ve muhalif bir özellik taşıyan Rock müziğini veya siyah işçilerin Jazz'ını; Batı'nın uçsuz bucaksız otlaklarındaki büyük çiftliklerdeki tarım işçilerinin (kowboy) ya da demiryolları inşaatlarında çalışan proleterlerin, pratik, sağlam ve ucuz kıyafeti Blue Jean’ın (kot pantolon) yanı sıra, 1 Mayısı da verdi.
Amerikan western filmlerinin çekiciliğinin ardında, Amerikan işçi hareketini istikrarsız kılan nedenlerden biri vardır. Uzak ve Orta Batı'nın küçük özgür çiftçisinin atası, ne köle, ne serf, ne aşiret bağlarıyla bağlıdır. O tüm kapitalizm öncesi bağlardan, daha bir küçük üretici olmadan önce kurtulmuş modern özgür işçinin özgür bir köylüye dönüşmüş hali olarak eşi benzeri olamayan bir tarihsel tiptir.
Engels İbsen'in romanlarının çekiciliğinin ardında, Norveçli küçük üretmenin tarihinde hiç bir zaman serfliği yaşamamasının, onlu serflikten çıkmış bir Alman küçük burjuvası karşısında gerçek bir insan kılışının yattığını yazar. Benzer şekilde, Amerikalı küçük toprak sahibini böylesine çekici kılan, onun bir işçiden küçük özgür köylüye dönüşmüş olmasıdır.
Ama bizzat bu süreç, yani sanayileşmiş doğudaki işçiler için, daima Batının topraklarında özgür bir küçük köylüye dönüşme olanağı; Amerikan işçi hareketinin güçlü bir gelenek ve teorik temele sahip olmasını engellemiş ve Amerikan işçi hareketine daha ziyade, sanayi buhran ve canlanmalarına aşırı bağımlı ve gelenek biriktiremeyen bir nitelik vermiştir.
Ne var ki, Amerikan işçi hareketinin tek sorunu bu da olmamıştır. Siyah ve beyaz işçiler; beyaz işçilerin de göçmen ve Amerika doğumlu işçiler; ve yeni gelen göçmen işçilerin de dinlere ve dillere göre bölünmüşlüğü ve doğudaki boş toprakların yedek sanayi ordusunu emmesi ve yeni göçmen akınlarının bile sanayiin ihtiyacı olan ihtiyacı karşılamaması nedeniyle Amerika'da işçi ücretlerinin kıta Avrupa'sına göre yüksekliği de Amerikan işçi hareketinin güçlü bir politik işçi hareketi yaratamamasında etkili olan diğer nedenler arasında sayılabilir.
*
Bütün bu olumsuz etkilere rağmen, iç savaş sonrasındaki dönemde sanayiin hızla gelişmesine paralel olarak işçi hareketinin ve örgütlerinin de yükselişi görülür. Ve 1 Mayıs'a yol açan olaylar, bu yükselişin tepe noktasını temsil ederler.
Bu olaylar aynı zamanda, Amerikan İşçi Hareketinin tarihinde, daha ziyade zanaatkar işçiliğe denk düşen örgütlenme biçimlerinin zirvesi ve çöküşü olduğu kadar; yeni sanayi tipi işçi sendikalarının yükselişini de işaretlerler. İşçi sınıfının yeni bileşimi artık, Emek Şövalyeleri'nde sembolleşen örgütlenme biçimlerinin kabuğunu çatlatıyordu. 1 Mayıs'a yol açan olaylar, Emek Şovalyeleri'nin de sonunu getirmiştir.
Yeni olan önceleri daima eski biçimler altında ortaya çıkar. Nasıl, daha sonra Fransız Devriminde artık tümüyle din dışı bir biçimde ortaya çıkacak olan modern burjuvazinin ilk partileri dinsel tarikatlar biçiminde ortaya çıktılarsa; nasıl ilk otomobiller at arabalarına benzerse, ilk modern işçi örgütleri de ortaçağın esnaf loncalarının biçimleri ve ilişkileri altında ortaya çıktılar. Bugünkü modern sanayi sendikaları, sanayi devriminden sonra ortaya çıkmış ve modern işçi partilerinin ortaya çıkışına da denk düşen sonraki biçimdirler. Ama bundan önce, uzunca bir süre işçi hareketine meslek dalına göre, büyük ölçüde lonca karakteri de taşıyan işçi sendikaları ve birlikleri egemen olmuştur. Ve işçi hareketi içinde, bir biçimden diğer biçime geçiş daima çatışmalı bir yol da izlemiştir.
Amerikan işçi hareketi de başlangıçta bu kurala uyar. İlk büyük işçi örgütü, masonluktan ve mistik zanaatkar loncalarından esinlenmiş, 1869'da, New York ve Chicago'dan sonra Amerika'nın üçüncü büyük sanayi şehri olan Philedalphia'da dikimevi işçilerince gizli olarak kurulmuş "Soylu ve Kutsal Emek Şövalyeleri Tarikatı"dır.
İşçi hareketinin ve örgütlenmelerinin yükselişi en iyi Emek Şövalyeleri örgütünün üye sayılarında görülebilir. Örgütün üyesi 1878'de on bin dolayında iken, bu sayı 1885'de 110.000 ve 1 Mayıs'ın ortaya çıkmasına neden olan olayların geçtiği yıl olan 1886'da 700.000'e fırlamıştı. Örgütün gerçek etkisi ise, üye sayısını kat kat aşıyordu.
İşte 1 Mayıs'a yol açan olaylar ve gelişmeler, Amerikan İşçi hareketindeki bu yükselişin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Bu yükselişin sağladığı 8 Saatlik iş günü kazanımının ve buna karşı Amerikan burjuvazisinin karşı saldırısının sembolüdürler.
*
1 Mayıs 1 Mayıs olmadan önce, 5 Eylül’dü. 19 yüzyılda işçi hareketinin bütün kapitalist ülkelerdeki temel sloganlarından biri: “sekiz saat iş, sekiz saat dinlenme, sekiz saat da kültür” idi. (Ve bugün bile dünyadaki işçilerin büyük çoğunluğu için gerçekleşmiş değildir).
İlk işçi sendikaları, işçileri daha sonraki gibi sanayi kollarına göre değil, mesleklerine göre örgütlerlerdi. İşte işçi hareketinin bu yükselişi içinde, yine böyle sendikalardan biri olan Marangozlar Sendikası'nın önderlerinden biri olan Peter McGuire, New York'taki merkezi işçi sendikaları toplantısında, işçilerin kent sokaklarında yürüyüş yapabilecekleri özel bir güne sahip olmalarını ve Eylülün ilk Pazartesi gününün Emek Günü olarak ilan edilmesini önerdi. Öneri coşkuyla kabul edildi. Ve o yıl, 5 Eylül 1882'de otuz bin işçi çeşitli sloganlar atarak yürüdü. Aynı olay 1883'de de tekrarlandı. Daha sonra, Eylülün ilk Pazartesi gününün Emek Günü olarak kutlanması, ABD ve Kanada Örgütlü Meslek Kuruluşları ve İşçi sendikaları Federasyonu (FOTLU) 1884 Chicago toplantısında da kararlaştırıldı.
Daha sonra Amerikan İşçi Federasyonu'na (AFL) dönüşecek olan FOTLU, o zamanlar Emek Şövalyeleri'ne göre çok daha güçsüzdü. İki işçi örgütlenmesi biçimi arasındaki ayrılık, özellikle, Emek Şövalyeleri'nin, vasıflı işçilerin diğer işçilerden ayrı olarak meslek sendikalarında örgütlenmeleri noktasında yoğunlaşıyordu. Bu ayrılık, yarı zanaatkâr işçilikle, modern sanayi işçiliği arasındaki farkı ifade ediyordu. 1 Mayıs olaylarına yol açan bütün gelişmeler, o zaman daha güçsüz olan ama geleceğe yönelik eğilimi ifade eden FOTLU tarafından önerilmiş ve gerçekleştirilmiş bulunuyordu. Yine aynı yıl, 1886'da FOTLU da modern sanayi tipi örgütlenmenin ilk örneklerinden biri olan AFL'ye dönüşüyordu.
İşte bu, Emek Şövalyeleri'ne göre daha güçsüz ama geleceği temsil eden FOTLU daha sonra, 8 saatlik iş günü mücadelesini yükseltmek ve işçilerin kararlılıklarını göstermek için 1 Mayıs 1886'da 8 saatlik iş günü için bir günlük grev yapılması kararı aldı. O gün bütün ülkede 350.000 işçi greve gitti. Örneğin Chicago'da 1 Mayıs 1886'da 40 bin işçi greve çıktı. Böylece greve çıkmamış işçilerin bile dahil olduğu işçilerin büyük bölümü 8 saatlik iş günü hakkını kazanıyordu. Sermaye muazzam bir yenilgiye uğramıştı. Bu yenilginin rövanşını almalıydı.
3 Mayıs'ta Chicago'da bir grev sürerken, Polis grevci işçilere ateş açarak dört kişiyi öldürdü. Ertesi gün, 4 Mayısta işçiler bu cinayeti protesto etmek için Haymarket (Saman Pazarı) meydanında toplandılar. Konuşmalar yapıldı ve miting olaysız dağılırken, kalabalığın içinden biri polise bir bomba attı ve beş polis memuru öldü. Bunun üzerine de polis kalabalığa ateş açıp on kişiyi öldürdü.
(Bombayı atan bulunamamıştır ama daha sonra bütün kuşkular anarşist rolü yapan polis ajanı Rudolph Schnaubelt üzerinde toplanmıştır. Benzer senaryolar bütün ülkelerde görülür. Türkiye'deki 1 Mayıslar da tipik bir örnektir. 1976 1 Mayısının kitleselliğine ve Türkiye tarihindeki en büyük politikleşme ve radikalleşme dalgasına karşı 1977 1 Mayısında burjuvazinin yaptığı aynıdır.)
Burjuvazi böylece, İşçi hareketine gözdağı vermek ve ezmek için gerekli bahaneyi bulmuş ve daha doğrusu kendisi yaratmış olur. Tutuklananların hepsi herkesin gözü önünde daha önceden konuşmalarını yapıp gitmiş veya olayın olduğu sırada kürsüde konuşan genellikle Anarşist inançlı işçi önderleridir. Olayla hiç bir ilgileri bulunmamasına rağmen idama mahkûm edilirler. Bu hukukun ayaklar altına alındığı resmi cinayete karşı protestolar yükselir. Tutuklananlardan biri hapishanede intihar eder, sadece ikisi vali tarafından affedilir ve geri kalan dördü 1887 Kasım'ında idam edilirler.
Bu açık intikam eylemi, daha sonra bizzat yine burjuvazi tarafından itiraf edilmiştir. 1893'de İllinois eyaletinin yeni valisi, dosya üzerinde altı ay çalıştıktan sonra "sanıkların hiç bir suçunun sabit olmadığını" açıklar ve geri kalan hayattaki üç sanığı serbest bırakır. Böylece yaşamını yitirmiş beş işçi önderinin hukuk dışı yöntemlerle öldürülmüş olduğu da resmen saptanmış olur.
Bu olaylarla birlikte, Amerikan işçi hareketi tarihinde bir dönem (Emek Şövalyeleri dönemi) biter ve yeni bir dönem (AFL dönemi) başlar.
*
Ama bu aynı zamanda, Amerikan kapitalizminin emperyalizme dönüşmesinin, Amerikan işçisinin giderek Amerikan burjuvazisiyle iş birliğine yönelişinin başlamasının da tarihidir.
Bu dönüşümü en açık biçimde, Samuel Gompers sembolize eder. Samuel Gompers hem 1 Mayısın "işçilerin uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma günü" olmasına yol açan kişidir; hem de daha sonra sendikalarda işçilerle işverenlerin işbirliği siyasetinin dünya çapında teorisyen ve pratisyeni olmuştur.
Gompers başlangıçta Amerikan işçi hareketindeki Marksistlerin görüşlerine yakındır. Lassale'cıların daha etkin olduğu Emek Şövalyeleri karşısında FOTLU'nun kurulması ve AFL'ye dönüşmesine öncülük edenler arasında yer alır. AFL'nin kuruluşundan sonra, bu örgütün tek ücretli personeli olur. Daha sonra da, Sınıf işbirliği sendikacılığının dünya çapında teorisini ve pratiğini geliştirir.
Türkiye’de de örneğin Türk-İş, İsmet İnönü'nün adamı ve MİT ajanı Sabahattin Selek'in, 1946'daki işçi ve sosyalist yükselişe karşı kullandığı adamlarına, Amerika'da Gompersizm şırıngası yapılarak oluşturulmuştur.
İşte bu Gompers, daha henüz Marksistlerle ve sosyalistlerle flört ettiği; meslek sendikacılığı karşısında sanayi sendikacılığının geliştiği ve henüz Amerikan İşçi hareketin yükselişini yaşadığı bu dönemde, İkinci Enternasyonal'in Paris'te 1889'da toplanan kongresinde, AFL (Amerikan İşçi Federasyonu) temsilcisi olarak 1 Mayıs'ın "işçilerin uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma" günü olarak kabulünü önermiş ve öneri kabul edilmiştir.
Bu tipiktir. 1 Mayıs, Amerikan İşçi Hareketinin bir armağanı olmakla birlikte, Gompers'te sembolleştiği gibi, 1 Mayıs daha sonra Amerika'ya uğramaz olmuştur. Bu gün zengin ülkelerdeki işçiler, bütün güçlü geleneklerine rağmen aynı yola girmiş bulunuyorlar. 1 Mayıs zengin ülkelerde, sendika bürokratlarının çoğu kez adet yerini bulsun diye veya gelecek sözleşme dönemi için biraz diş göstermeyi denedikleri veya iş olarak (çünkü 1 Mayıs'a katıldıkları saatler mesaiden sayılır) katıldıkları ruhsuz bir gösteridir.
*
Yani tam 110 yıl olmuş, ilk 1 Mayıs gösterileri yapılalı. Bundan sonra, 1 Mayıs, yine birçok uzun mücadelelerle çeşitli ülkelerde yaygınlaştı. Çoğu kez 1 Mayısı kutlayabilmenin, o günü tatil olarak kabul ettirebilmenin, o gün miting yapabilmenin kendisi bile hemen her ülkede büyük işçi mücadeleleri gerektirdi ve hala da gerektiriyor. Böylece hemen her ülkede, 1 Mayıs uluslar arası olduğu kadar o ülkedeki işçilerin ve ezilenlerin yine çoğu 1 Mayısta yaşanmış katliamlarının ve baskıların anısını da taşır. Dolayısıyla bu nedenle artık sadece işçilerin bir bayramı da olmaktan çıkmış; sömürü ve baskıya karşı tepki ve hedeflerin dile geldiği daha genel ve yaygın bir nitelik kazanmıştır. Türkiye tipik örnektir. 1 Mayıs bir uluslar arası işçi günü olmaktan çok, en azından 1977'deki katliamdan beri Türkiye'nin kendi tarihinin ve sorunlarının damgasını taşıyan bir gündür.
*
Eğer yuvarlak hesap Duvar'ın yıkılışını veya Sovyetler'in çöküşünü sembol olarak alırsak ve ilk 1 Mayıs'ın uluslar arası kutlanışının da 1890 olduğu göz önüne getirilirse, 1 Mayıs, klasik anlam ve biçimiyle 100 yıl sürmüştür.
Klasik biçimiyle 1 Mayısın bittiği söylenebilir. Elbette birçok ülkede 1 Mayıs militan mücadelelere sahne oluyor ama bunlar artık işçi hareketinin uluslar arası program veya birliğini ifade etmekten ziyade, o ülkelerdeki özgül mücadelelerin, çoğu kez de demokratik ve ulusal karakterdeki mücadelelerinin bir aracı olarak bir işlev görmektedir.
Bu gün işçi sınıfının ne uluslar arası örgütleri kaldı, ne uluslar arası bütün işçileri birleştirebilecek programı var. Ne Enternasyonaller var 1 Mayısları uluslar arası parolalar altında kutlamayı önerecek; ne de ortada o örgütsel birleşmeyi sağlayacak program ve sloganlar.
Bugün her hangi bir Avrupa ülkesindeki bir 1 Mayıs gösterisi, 1 Mayıs’ın, dolayısıyla da dünya işçi hareketinin içinde bulunduğu hazin durumu çok açık olarak göz önüne serer.
Bir mayıs gösterilerinde artık işçiler yoktur. Sadece, zaten giderek nüfusun çok küçük bir bölümünü kaplayan ve giderek sayıları azalan sanayi işçileri değildir olmayanlar; genel anlamıyla ücretlilerden oluşan işçiler işçi kimlikleriyle yokturlar. Onların yerine, işçi örgütlerinin görevlileri, sendika bürokratları vardır.
Bir miktar, küçük militan ve sekter grupların militanları vardır. Bunların da sloganları toplumun önüne bir ufuk açmaktan ziyade protestoya yöneliktirler ve esas olarak "hayır"larla sınırlıdırlar en iyi halde.
Geri kalanlar da, çeşitli ulusal bayraklar altında yer alan göçmenlerdir. 1 Mayıslar tam bir diyaspora milliyetçiliği karnavalıdır. Aslında çoğu toplumsal konumlarıyla işçi olmalarına rağmen, oraya işçi olarak değil; uluslar arası bir gücün bir parçası olarak ve uluslar arası bir hedef için değil; ulusal kimlikle ve çoğu kez bulunulan ülkenin içindeki sorunlara bile yabancı, uzaktaki memleketin sloganlarıyla oradadır. İşçi sınıfının anarşizm ve sosyalizm gibi uluslar arası eğilimlerinin kırmızı ve siyah renkleri değil, ulusal bayrakların renkleri ve sembolleri doldurur manzarayı.
1 Mayısların ne işçi ne de enternasyonalist karakteri kalmamıştır gösteriler yapıldığı yerlerde. Bu anlamda, işçilerin uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak 1 Mayıs artık yaşamamaktadır. Ne işçi vardır ne de uluslar arası dayanışma.
*
Elbette, toplumun tarihinde geçmişteki geleneklerin yeni mayalanmalara vesile olduğu çok görülür; geleceğin eşitlikçi mücadeleleri de tekrar 1 Mayısa sahiplenip onu canlandırabilir ama eğer böyle bir evrim olursa, bu artık içeriğiyle başka bir anlam taşıyacaktır.
1 Mayıs elbette yeniden canlanmalıdır ama bambaşka bir içerikle, programla ve özneyle. Klasik bir Mayıs, geçen yüzyıldaki, işçi hareketinin ürünüydü. O zamanlar tek bir özne vardı toplumun karşısına bağımsız bir programla çıkabilen: işçiler.
Ne var ki, sermayenin gerçek tarihsel hareketi, yepyeni özneleri ortaya çıkarmış bulunuyor: ezilen uluslar, ırklar, cinsler; sırf insan olduğu için bir atom savaşına veya ekolojik felakete kurban gitmek istemeyen insanlar.
O halde ilk olarak, 1 Mayıs işçilerin birlik mücadele ve dayanışma günü olmaktan çıkıp, tüm ezilenlerin birlik mücadele ve dayanışma günü olmalıdır. Böylece bir baskı biçimine uğrayanların diğer baskı biçimlerine uğrayanlar karşısındaki körlüğüne karşı bir fonksiyon üstlenmelidir ve farklı öznelerin ortak bir program etrafında birleşmesini hedeflemelidir.
İkincisi, bir uluslararası gün olmaktan çıkıp, uluslara karşı bir gün olmalıdır. Yani ulusu kişinin bir inanç ve tercih sorunu yapma çağrısı; ulusal olanla politik olan arasındaki ulusçuluğun öngördüğü bağı parçalama çağrısı olmalıdır. Ancak böylece tekrar var olan sisteme karşı bir meydan okuma ve gelişme gücü kazanabilir. Ancak böyle evrensel bir parola, bütün ezilenleri tekrar ortak bir bayrak ardında toplayabilir.
Bu gün yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu işçi. Sermaye her zamankinden daha uluslar arası ve globalleşmiş. Buna karşı global bir program gerekir.
Savunmaya yönelik hiç bir somut alternatif önermeyen slogan ve programlarla veya gerçek somut politikalardan uzaklaşmanın aracı olan globalleşmeye karşı retoriklerle bu sağlanamaz.
 25 Nisan 2000 Salı

(Bu yazı 1 Mayıs 2000 tarihli Özgür Politika  gazetesinde yayınlandı)

Hiç yorum yok: