Modern toplum tarihindeki ulusla sınırlı ulusal bayramlar
bir yana, bütün büyük bayramların kökeninde dinsel bayramlar ve onların
kökeninde de insanlık tarihindeki, avcılık ve toplayıcılıktan göçebeliğe veya
tarımcılığa geçiş gibi, büyük devrimler yer alır.
Gerek ulusal, gerek dinsel bütün bu bayramları kutlayanlar
ya da kutlamaya çağrılı olanlar bir ulusun ya da dinin taraftarlarıyla
sınırlıdır. 1 Mayıs, tarihte, tüm uluslardan, kavimlerden, dinlerden, "ırk"lardan,
cinslerden, yaşlardan insanların kutladığı ilk ve tek "bayram" olma
özelliğini koruyor.
(Gerçi, insanlık
tarihinin en eski ve köklü bölünmesinde kökleri olan bir baskı ve sömürüye
karşı ama modern tarihte ortaya çıkmış 8 Mart Kadınlar Günü, uluslar,
"ırk"lar ve dinler üstü olma özelliğine sahipse de ve 1 Mayısın
aksine, son yıllarda kutlanışı nicel ve nitel olarak yükselme eğilimi
gösteriyorsa da, onu kutlayan öznenin ezilen cinsle sınırlı olması onu 1 Mayısa
göre daha sınırlı kılıyor. Ancak, 8 Martın 1 Mayıstan daha uzun ömürlü olacağı
düşünülebilir. Kadının üzerindeki baskının kökleri çok daha derinlerdedir ve
sınıfsız bir
toplumla ortadan kalkmayacaktır. Belki sınıfsız bir toplum, bu en
eski ve köklü bölünme ve baskı biçimine karşı mücadelenin yükselişi için
yepyeni olanaklar da sunup ona büyük bir atılım gücü de kazandırabilir.)
1 Mayıs'ın bütün dinler, uluslar, kavimler,
"ırk"lardan insanlar tarafından kutlanması onun mesajının tüm
insanlık için bir mesaj olmasıyla ilgilidir ve insanlığın ulusal, dinsel vs.
bölünme ve düşmanlıklar olmadan da var olabileceğinin sadece bir umut değil,
bir olanak olduğunun da en esaslı kanıtını oluşturur. O ulusal, dinsel,
"ırk"sal vs. bölünmeler ve düşmanlıklar olmadan yaşamanın ancak bu bölünmelerle bölünerek; yani bütün
dinlerden, dillerden, uluslardan, "ırk"lardan işçilerin
"kendi" uluslarıyla, dinleriyle, "ırk"larıyla bölünmesiyle
mümkün olabileceğini gösterir ve bütün diğer bölünmelere karşı bir meydan
okuma; bir provakasyondur ve onların var oluşları için en büyük tehdittir.
Tarihte bir çok kereler, bütün insanların kardeşliğini
öğütleyen öğretiler çıkmışsa da bunlar hep belli bir dinin içindeki bir sekt
olma özelliğini aşamamışlardır. Tarihte ilk kez işçiler, bunu tüm insanlık için
bilinçli bir program ve görev olarak ortaya koyabilmişlerdir.
İşçi sınıfının ancak dünya ölçeğinde ve dünya tarihsel
ölçülerde var olabilmesi nedeniyledir ki, onun hedeflerinin evrenselliği ile
bir işçi sınıfı bayramı olması arasında içsel bir bağ vardır. Ve yine bu
nitelik, onun hiç bir zaman bayram
olamayacak bir bayram olduğunu gösterir.
Aslında 1 Mayıs bir bayram da değildir, bir projedir, bir çağrıdır, bir çağrı için "işçi
sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü"dür. Dolayısıyla, öyle
bir bayramdır ki, eğer yaşamaya devam etse ve tekrar bir canlanma sağlasa bile,
gerçekten bir bayram olarak kutlanabileceği gün, onu kutlayacak özne olmayacak ve çağrısı ise artık gereksiz
olacaktır.
1 Mayıs, "işçi
bayramı"dır. Ama işçi sınıfı,
kendini yok etmek üzere var olan bir sınıftır. O kendisini ver eden
toplumsal koşulları, yani kapitalizmi ortadan kaldırdığı an kendisini de
ortadan kaldırmaya başlar.
Proletarya, yani ücretliler ancak burjuvaziyle bir zıtlık
içinde var olabilir; burjuvaziyi ortadan kaldırdığında kendisi de ortadan kalkmaya
başlar. Dolayısıyla 1 Mayısta sembolleşen amaçlara ulaşılırsa, yani sınıfsız
bir topluma ulaşılırsa; işçiler de ortadan kalkmış olacağından ve 1 Mayısın
çağrısına artık gerek kalmayacağından; ne öznesi ne de vesilesi kalmamış böyle
bir bayramı kutlamak anlamsız olacaktır.
Dolayısıyla 1 Mayıs, tıpkı Marks'ın temel eserinin, Das Kapital’in, alt başlığının, "Ekonomi Politiğin Eleştirisi" alt
başlığını taşıması gibi; yani Marksist ekonomi politiğin hedefinin bizzat kendi
konusunu, yani meta üretimini ortadan kaldırmayı hedeflemesi gibi; bizzat kendi
konusunu ve öznesini yok etmeye yönelik; bayram
olarak kutlanabileceği an artık bayram olarak kutlanmasına gerek olmayacak bir
bayramdır.
Eğer 1 Mayıs kutlama geleneği yaşarsa ve gelecekteki mücadeleler
için bir sembol görevini görmeye devam ederse; geçmiş mücadelelere bir şükran
günü olarak bir bayram olabileceği düşünülebilir belki. Ama eğer bir gün
gerçekleşirse, geleceğin sınıfsız toplumunun insanlarının bayramlara gerek
duyacakları şüphelidir. Bayram kıtlık, baskı, yoksulluk, aşırı çalışma
koşulları vs. altında anlamlıdır. Bunların aşıldığı bir dünyada insanların, en
azından bu günkü anlamıyla bayramlar kutlamayacakları tahmin edilebilir.
O halde, 1 Mayıs'ın tarihsel kaderini belirleyen, her şeyden
önce bir bayram değil, onun bir özneye bağlı bir proje olmasıdır. Öznenin ve
projenin kaderidir 1 Mayıs'ın tarihsel kaderini belirleyen ve bu kaderin ne
olacağı çok belirsizdir. Ama kökleri ve bu gününe bakarak, genel bazı eğilimler
belirlenebilir belki.
*
1 Mayıs, modern kapitalist uygarlığın iki büyük
merkezindeki, Amerika ve Avrupa'daki işçi hareketlerinin çocuğudur. 1 Mayısa
vesile olan olaylar Amerika'da olmuş ama onun Amerika'nın sınırlarını aşıp
bütün modern işçi hareketinin bulunduğu ülkelere yayılması, çekirdeğini Avrupa
ülkelerindeki işçi hareketine dayanan partilerin oluşturduğu İkinci
Enternasyonal'in kararları ve uygulamalarıyla gerçekleşmiştir.
Amerika modern toplumun, yani kapitalist toplumun “modeli ve idealidir” (Lenin). Amerikan
kapitalizmi dünya burjuvazisine, gangsterleri; modern reklamcılığı; ilk zırhlı
savaş gemilerini; Fordist üretimi vs. verdiyse; Amerikan işçileri de dünyaya,
beyaz işçilerin, siyah köylülerin müziği Blues'undan
kaynaklanan, hemen daima isyancı ve muhalif bir özellik taşıyan Rock müziğini
veya siyah işçilerin Jazz'ını;
Batı'nın uçsuz bucaksız otlaklarındaki büyük çiftliklerdeki tarım işçilerinin (kowboy) ya da
demiryolları inşaatlarında çalışan proleterlerin, pratik, sağlam ve ucuz
kıyafeti Blue Jean’ın (kot pantolon)
yanı sıra, 1 Mayısı da verdi.
Amerikan western filmlerinin çekiciliğinin ardında, Amerikan
işçi hareketini istikrarsız kılan nedenlerden biri vardır. Uzak ve Orta
Batı'nın küçük özgür çiftçisinin atası, ne köle, ne serf, ne aşiret bağlarıyla
bağlıdır. O tüm kapitalizm öncesi bağlardan, daha bir küçük üretici olmadan
önce kurtulmuş modern özgür işçinin
özgür bir köylüye dönüşmüş hali olarak eşi benzeri olamayan bir tarihsel
tiptir.
Engels İbsen'in romanlarının çekiciliğinin ardında, Norveçli
küçük üretmenin tarihinde hiç bir zaman serfliği yaşamamasının, onlu serflikten
çıkmış bir Alman küçük burjuvası karşısında gerçek bir insan kılışının
yattığını yazar. Benzer şekilde, Amerikalı küçük toprak sahibini böylesine
çekici kılan, onun bir işçiden küçük özgür köylüye dönüşmüş olmasıdır.
Ama bizzat bu süreç, yani sanayileşmiş doğudaki işçiler
için, daima Batının topraklarında özgür bir küçük köylüye dönüşme olanağı;
Amerikan işçi hareketinin güçlü bir gelenek ve teorik temele sahip olmasını
engellemiş ve Amerikan işçi hareketine daha ziyade, sanayi buhran ve
canlanmalarına aşırı bağımlı ve gelenek biriktiremeyen bir nitelik vermiştir.
Ne var ki, Amerikan işçi hareketinin tek sorunu bu da
olmamıştır. Siyah ve beyaz işçiler; beyaz işçilerin de göçmen ve Amerika doğumlu
işçiler; ve yeni gelen göçmen işçilerin de dinlere ve dillere göre bölünmüşlüğü
ve doğudaki boş toprakların yedek sanayi ordusunu emmesi ve yeni göçmen
akınlarının bile sanayiin ihtiyacı olan ihtiyacı karşılamaması nedeniyle
Amerika'da işçi ücretlerinin kıta Avrupa'sına göre yüksekliği de Amerikan işçi
hareketinin güçlü bir politik işçi hareketi yaratamamasında etkili olan diğer
nedenler arasında sayılabilir.
*
Bütün bu olumsuz etkilere rağmen, iç savaş sonrasındaki
dönemde sanayiin hızla gelişmesine paralel olarak işçi hareketinin ve
örgütlerinin de yükselişi görülür. Ve 1 Mayıs'a yol açan olaylar, bu yükselişin
tepe noktasını temsil ederler.
Bu olaylar aynı zamanda, Amerikan İşçi Hareketinin
tarihinde, daha ziyade zanaatkar işçiliğe denk düşen örgütlenme biçimlerinin
zirvesi ve çöküşü olduğu kadar; yeni sanayi tipi işçi sendikalarının
yükselişini de işaretlerler. İşçi sınıfının yeni bileşimi artık, Emek Şövalyeleri'nde sembolleşen
örgütlenme biçimlerinin kabuğunu çatlatıyordu. 1 Mayıs'a yol açan olaylar, Emek Şovalyeleri'nin de sonunu
getirmiştir.
Yeni olan önceleri daima eski biçimler altında ortaya çıkar.
Nasıl, daha sonra Fransız Devriminde artık tümüyle din dışı bir biçimde ortaya
çıkacak olan modern burjuvazinin ilk partileri dinsel tarikatlar biçiminde
ortaya çıktılarsa; nasıl ilk otomobiller at arabalarına benzerse, ilk modern
işçi örgütleri de ortaçağın esnaf loncalarının biçimleri ve ilişkileri altında
ortaya çıktılar. Bugünkü modern sanayi sendikaları, sanayi devriminden sonra
ortaya çıkmış ve modern işçi partilerinin ortaya çıkışına da denk düşen sonraki
biçimdirler. Ama bundan önce, uzunca bir süre işçi hareketine meslek dalına
göre, büyük ölçüde lonca karakteri de taşıyan işçi sendikaları ve birlikleri
egemen olmuştur. Ve işçi hareketi içinde, bir biçimden diğer biçime geçiş daima
çatışmalı bir yol da izlemiştir.
Amerikan işçi hareketi de başlangıçta bu kurala uyar. İlk
büyük işçi örgütü, masonluktan ve mistik zanaatkar loncalarından esinlenmiş,
1869'da, New York ve Chicago'dan sonra Amerika'nın üçüncü büyük sanayi şehri
olan Philedalphia'da dikimevi işçilerince gizli olarak kurulmuş "Soylu ve Kutsal Emek Şövalyeleri Tarikatı"dır.
İşçi hareketinin ve örgütlenmelerinin yükselişi en iyi Emek Şövalyeleri örgütünün üye
sayılarında görülebilir. Örgütün üyesi 1878'de on bin dolayında iken, bu sayı
1885'de 110.000 ve 1 Mayıs'ın ortaya çıkmasına neden olan olayların geçtiği yıl
olan 1886'da 700.000'e fırlamıştı. Örgütün gerçek etkisi ise, üye sayısını kat
kat aşıyordu.
İşte 1 Mayıs'a yol açan olaylar ve gelişmeler, Amerikan İşçi
hareketindeki bu yükselişin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Bu yükselişin
sağladığı 8 Saatlik iş günü kazanımının ve buna karşı Amerikan burjuvazisinin
karşı saldırısının sembolüdürler.
*
1 Mayıs 1 Mayıs olmadan önce, 5 Eylül’dü. 19 yüzyılda işçi
hareketinin bütün kapitalist ülkelerdeki temel sloganlarından biri: “sekiz saat iş, sekiz saat dinlenme, sekiz
saat da kültür” idi. (Ve bugün bile dünyadaki işçilerin büyük çoğunluğu
için gerçekleşmiş değildir).
İlk işçi sendikaları, işçileri daha sonraki gibi sanayi
kollarına göre değil, mesleklerine göre örgütlerlerdi. İşte işçi hareketinin bu
yükselişi içinde, yine böyle sendikalardan biri olan Marangozlar Sendikası'nın
önderlerinden biri olan Peter McGuire, New York'taki merkezi işçi sendikaları
toplantısında, işçilerin kent sokaklarında yürüyüş yapabilecekleri özel bir
güne sahip olmalarını ve Eylülün ilk Pazartesi gününün Emek Günü olarak ilan
edilmesini önerdi. Öneri coşkuyla kabul edildi. Ve o yıl, 5 Eylül 1882'de otuz
bin işçi çeşitli sloganlar atarak yürüdü. Aynı olay 1883'de de tekrarlandı.
Daha sonra, Eylülün ilk Pazartesi gününün Emek Günü olarak kutlanması, ABD ve Kanada Örgütlü Meslek Kuruluşları ve
İşçi sendikaları Federasyonu (FOTLU) 1884 Chicago toplantısında da
kararlaştırıldı.
Daha sonra Amerikan
İşçi Federasyonu'na (AFL) dönüşecek olan FOTLU, o zamanlar Emek Şövalyeleri'ne göre çok daha
güçsüzdü. İki işçi örgütlenmesi biçimi arasındaki ayrılık, özellikle, Emek Şövalyeleri'nin, vasıflı işçilerin
diğer işçilerden ayrı olarak meslek sendikalarında örgütlenmeleri noktasında
yoğunlaşıyordu. Bu ayrılık, yarı zanaatkâr işçilikle, modern sanayi işçiliği
arasındaki farkı ifade ediyordu. 1 Mayıs olaylarına yol açan bütün gelişmeler,
o zaman daha güçsüz olan ama geleceğe yönelik eğilimi ifade eden FOTLU
tarafından önerilmiş ve gerçekleştirilmiş bulunuyordu. Yine aynı yıl, 1886'da
FOTLU da modern sanayi tipi örgütlenmenin ilk örneklerinden biri olan AFL'ye
dönüşüyordu.
İşte bu, Emek Şövalyeleri'ne göre daha güçsüz ama geleceği
temsil eden FOTLU daha sonra, 8 saatlik iş günü mücadelesini yükseltmek ve
işçilerin kararlılıklarını göstermek için 1 Mayıs 1886'da 8 saatlik iş günü
için bir günlük grev yapılması kararı aldı. O gün bütün ülkede 350.000 işçi
greve gitti. Örneğin Chicago'da 1 Mayıs 1886'da 40 bin işçi greve çıktı.
Böylece greve çıkmamış işçilerin bile dahil olduğu işçilerin büyük bölümü 8
saatlik iş günü hakkını kazanıyordu. Sermaye muazzam bir yenilgiye uğramıştı.
Bu yenilginin rövanşını almalıydı.
3 Mayıs'ta Chicago'da bir grev sürerken, Polis grevci
işçilere ateş açarak dört kişiyi öldürdü. Ertesi gün, 4 Mayısta işçiler bu
cinayeti protesto etmek için Haymarket (Saman
Pazarı) meydanında toplandılar. Konuşmalar yapıldı ve miting olaysız
dağılırken, kalabalığın içinden biri polise bir bomba attı ve beş polis memuru
öldü. Bunun üzerine de polis kalabalığa ateş açıp on kişiyi öldürdü.
(Bombayı atan bulunamamıştır ama daha sonra bütün kuşkular
anarşist rolü yapan polis ajanı Rudolph Schnaubelt üzerinde toplanmıştır. Benzer
senaryolar bütün ülkelerde görülür. Türkiye'deki 1 Mayıslar da tipik bir
örnektir. 1976 1 Mayısının kitleselliğine ve Türkiye tarihindeki en büyük
politikleşme ve radikalleşme dalgasına karşı 1977 1 Mayısında burjuvazinin
yaptığı aynıdır.)
Burjuvazi böylece, İşçi hareketine gözdağı vermek ve ezmek
için gerekli bahaneyi bulmuş ve daha doğrusu kendisi yaratmış olur.
Tutuklananların hepsi herkesin gözü önünde daha önceden konuşmalarını yapıp
gitmiş veya olayın olduğu sırada kürsüde konuşan genellikle Anarşist inançlı
işçi önderleridir. Olayla hiç bir ilgileri bulunmamasına rağmen idama mahkûm
edilirler. Bu hukukun ayaklar altına alındığı resmi cinayete karşı protestolar
yükselir. Tutuklananlardan biri hapishanede intihar eder, sadece ikisi vali
tarafından affedilir ve geri kalan dördü 1887 Kasım'ında idam edilirler.
Bu açık intikam eylemi, daha sonra bizzat yine burjuvazi
tarafından itiraf edilmiştir. 1893'de İllinois
eyaletinin yeni valisi, dosya üzerinde altı ay çalıştıktan sonra "sanıkların hiç bir suçunun sabit olmadığını"
açıklar ve geri kalan hayattaki üç sanığı serbest bırakır. Böylece yaşamını
yitirmiş beş işçi önderinin hukuk dışı yöntemlerle öldürülmüş olduğu da resmen
saptanmış olur.
Bu olaylarla birlikte, Amerikan işçi hareketi tarihinde bir
dönem (Emek Şövalyeleri dönemi) biter ve yeni bir dönem (AFL dönemi) başlar.
*
Ama bu aynı zamanda, Amerikan kapitalizminin emperyalizme
dönüşmesinin, Amerikan işçisinin giderek Amerikan burjuvazisiyle iş birliğine
yönelişinin başlamasının da tarihidir.
Bu dönüşümü en açık biçimde, Samuel Gompers sembolize eder.
Samuel Gompers hem 1 Mayısın "işçilerin
uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma günü" olmasına yol açan
kişidir; hem de daha sonra sendikalarda işçilerle işverenlerin işbirliği
siyasetinin dünya çapında teorisyen ve pratisyeni olmuştur.
Gompers başlangıçta Amerikan işçi hareketindeki
Marksistlerin görüşlerine yakındır. Lassale'cıların daha etkin olduğu Emek Şövalyeleri karşısında FOTLU'nun
kurulması ve AFL'ye dönüşmesine öncülük edenler arasında yer alır. AFL'nin
kuruluşundan sonra, bu örgütün tek ücretli personeli olur. Daha sonra da, Sınıf
işbirliği sendikacılığının dünya çapında teorisini ve pratiğini geliştirir.
Türkiye’de de örneğin Türk-İş, İsmet İnönü'nün adamı ve MİT
ajanı Sabahattin Selek'in, 1946'daki işçi ve sosyalist yükselişe karşı
kullandığı adamlarına, Amerika'da Gompersizm şırıngası yapılarak
oluşturulmuştur.
İşte bu Gompers, daha henüz Marksistlerle ve sosyalistlerle
flört ettiği; meslek sendikacılığı karşısında sanayi sendikacılığının geliştiği
ve henüz Amerikan İşçi hareketin yükselişini yaşadığı bu dönemde, İkinci
Enternasyonal'in Paris'te 1889'da toplanan kongresinde, AFL (Amerikan İşçi
Federasyonu) temsilcisi olarak 1 Mayıs'ın "işçilerin uluslar arası birlik,
mücadele ve dayanışma" günü olarak kabulünü önermiş ve öneri kabul
edilmiştir.
Bu tipiktir. 1 Mayıs, Amerikan İşçi Hareketinin bir armağanı
olmakla birlikte, Gompers'te sembolleştiği gibi, 1 Mayıs daha sonra Amerika'ya
uğramaz olmuştur. Bu gün zengin ülkelerdeki işçiler, bütün güçlü geleneklerine
rağmen aynı yola girmiş bulunuyorlar. 1 Mayıs zengin ülkelerde, sendika
bürokratlarının çoğu kez adet yerini bulsun diye veya gelecek sözleşme dönemi
için biraz diş göstermeyi denedikleri veya iş olarak (çünkü 1 Mayıs'a
katıldıkları saatler mesaiden sayılır) katıldıkları ruhsuz bir gösteridir.
Yani tam 110 yıl olmuş, ilk 1 Mayıs gösterileri yapılalı.
Bundan sonra, 1 Mayıs, yine birçok uzun mücadelelerle çeşitli ülkelerde
yaygınlaştı. Çoğu kez 1 Mayısı kutlayabilmenin, o günü tatil olarak kabul
ettirebilmenin, o gün miting yapabilmenin kendisi bile hemen her ülkede büyük
işçi mücadeleleri gerektirdi ve hala da gerektiriyor. Böylece hemen her ülkede,
1 Mayıs uluslar arası olduğu kadar o ülkedeki işçilerin ve ezilenlerin yine
çoğu 1 Mayısta yaşanmış katliamlarının ve baskıların anısını da taşır.
Dolayısıyla bu nedenle artık sadece işçilerin bir bayramı da olmaktan çıkmış;
sömürü ve baskıya karşı tepki ve hedeflerin dile geldiği daha genel ve yaygın
bir nitelik kazanmıştır. Türkiye tipik örnektir. 1 Mayıs bir uluslar arası işçi
günü olmaktan çok, en azından 1977'deki katliamdan beri Türkiye'nin kendi
tarihinin ve sorunlarının damgasını taşıyan bir gündür.
*
Eğer yuvarlak hesap Duvar'ın yıkılışını veya Sovyetler'in çöküşünü
sembol olarak alırsak ve ilk 1 Mayıs'ın uluslar arası kutlanışının da 1890
olduğu göz önüne getirilirse, 1 Mayıs, klasik anlam ve biçimiyle 100 yıl
sürmüştür.
Klasik biçimiyle 1 Mayısın bittiği söylenebilir. Elbette
birçok ülkede 1 Mayıs militan mücadelelere sahne oluyor ama bunlar artık işçi
hareketinin uluslar arası program veya birliğini ifade etmekten ziyade, o
ülkelerdeki özgül mücadelelerin, çoğu kez de demokratik ve ulusal karakterdeki
mücadelelerinin bir aracı olarak bir işlev görmektedir.
Bu gün işçi sınıfının ne uluslar arası örgütleri kaldı, ne
uluslar arası bütün işçileri birleştirebilecek programı var. Ne
Enternasyonaller var 1 Mayısları uluslar arası parolalar altında kutlamayı
önerecek; ne de ortada o örgütsel birleşmeyi sağlayacak program ve sloganlar.
Bugün her hangi bir Avrupa ülkesindeki bir 1 Mayıs
gösterisi, 1 Mayıs’ın, dolayısıyla da dünya işçi hareketinin içinde bulunduğu
hazin durumu çok açık olarak göz önüne serer.
Bir mayıs gösterilerinde artık işçiler yoktur. Sadece, zaten
giderek nüfusun çok küçük bir bölümünü kaplayan ve giderek sayıları azalan
sanayi işçileri değildir olmayanlar; genel anlamıyla ücretlilerden oluşan
işçiler işçi kimlikleriyle yokturlar. Onların yerine, işçi örgütlerinin
görevlileri, sendika bürokratları vardır.
Bir miktar, küçük militan ve sekter grupların militanları
vardır. Bunların da sloganları toplumun önüne bir ufuk açmaktan ziyade
protestoya yöneliktirler ve esas olarak "hayır"larla sınırlıdırlar en
iyi halde.
Geri kalanlar da, çeşitli ulusal bayraklar altında yer alan
göçmenlerdir. 1 Mayıslar tam bir diyaspora
milliyetçiliği karnavalıdır. Aslında çoğu toplumsal konumlarıyla işçi
olmalarına rağmen, oraya işçi olarak değil; uluslar arası bir gücün bir parçası
olarak ve uluslar arası bir hedef için değil; ulusal kimlikle ve çoğu kez
bulunulan ülkenin içindeki sorunlara bile yabancı, uzaktaki memleketin
sloganlarıyla oradadır. İşçi sınıfının anarşizm ve sosyalizm gibi uluslar arası
eğilimlerinin kırmızı ve siyah renkleri değil, ulusal bayrakların renkleri ve
sembolleri doldurur manzarayı.
1 Mayısların ne işçi ne de enternasyonalist karakteri
kalmamıştır gösteriler yapıldığı yerlerde. Bu anlamda, işçilerin uluslar arası
birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak 1 Mayıs artık yaşamamaktadır. Ne işçi
vardır ne de uluslar arası dayanışma.
*
Elbette, toplumun tarihinde geçmişteki geleneklerin yeni
mayalanmalara vesile olduğu çok görülür; geleceğin eşitlikçi mücadeleleri de
tekrar 1 Mayısa sahiplenip onu canlandırabilir ama eğer böyle bir evrim olursa,
bu artık içeriğiyle başka bir anlam taşıyacaktır.
1 Mayıs elbette yeniden canlanmalıdır ama bambaşka bir içerikle, programla ve özneyle.
Klasik bir Mayıs, geçen yüzyıldaki, işçi hareketinin ürünüydü. O zamanlar tek
bir özne vardı toplumun karşısına bağımsız bir programla çıkabilen: işçiler.
Ne var ki, sermayenin
gerçek tarihsel hareketi, yepyeni özneleri ortaya çıkarmış bulunuyor:
ezilen uluslar, ırklar, cinsler; sırf insan olduğu için bir atom savaşına veya
ekolojik felakete kurban gitmek istemeyen insanlar.
O halde ilk olarak, 1 Mayıs işçilerin birlik mücadele ve
dayanışma günü olmaktan çıkıp, tüm ezilenlerin birlik mücadele ve dayanışma
günü olmalıdır. Böylece bir baskı biçimine uğrayanların diğer baskı biçimlerine
uğrayanlar karşısındaki körlüğüne karşı bir fonksiyon üstlenmelidir ve farklı öznelerin ortak bir program
etrafında birleşmesini hedeflemelidir.
İkincisi, bir
uluslararası gün olmaktan çıkıp, uluslara karşı bir gün olmalıdır. Yani
ulusu kişinin bir inanç ve tercih sorunu yapma çağrısı; ulusal olanla politik
olan arasındaki ulusçuluğun öngördüğü bağı parçalama çağrısı olmalıdır. Ancak
böylece tekrar var olan sisteme karşı bir meydan okuma ve gelişme gücü
kazanabilir. Ancak böyle evrensel bir parola, bütün ezilenleri tekrar ortak bir
bayrak ardında toplayabilir.
Bu gün yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu işçi. Sermaye
her zamankinden daha uluslar arası ve globalleşmiş. Buna karşı global bir
program gerekir.
Savunmaya yönelik hiç bir somut alternatif önermeyen slogan
ve programlarla veya gerçek somut politikalardan uzaklaşmanın aracı olan
globalleşmeye karşı retoriklerle bu sağlanamaz.
25 Nisan 2000 Salı
(Bu yazı 1 Mayıs 2000 tarihli Özgür Politika gazetesinde
yayınlandı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder