Bundan bir ay kadar önce (9 Nisan 2014) “Radikal Demokratik Bir Hareketin Oluşabilmesinin
Sorunları ve Bir Öneri” başlıklı bir yazı yazmış ve yazının sonunda “bugün Radikal Demokratik bir hareket veya
partinin oluşumu için ne yapmak gerekir, hangi ana halkayı yakalamak gerekir,
nasıl bir strateji izlemek gerekir?” konusunu
en azından tartışmaya hazır olanların parmak kaldırması gerekiyor.” diye yazarak
bir çağrı yapmıştık.
Çok değil ama küçük de olsa bir başlangıç yapabilecek kadar
parmak kalktı. Bir ay da sanırız yeterli bir süredir.
Çarşamba günü ilk toplantıyı yaparak bir ilk adımı atmayı
deneyeceğiz.
Ortadoğu ve Türkiye’de Radikal Demokratik hedefleri
savunacak bir parti veya bir hareket olmadan; geniş ezilen kitleler bu hedefler
için birleşmeden hiçbir şey olmaz diye düşünüyorsanız aşağıda tekrar ifade
edilecek Radikal Demokrat hedeflerle anlaşıyorsanız bu çağrıya ilgisiz
kalmayınız.
Bu yazıda hem bu çağrıyı tekrarlamış olalım hem de bir
yanlış anlamaya meydan vermemek için şimdiye kadar çeşitli yazılarımızda
defalarca işleyip açıklamaya çalıştığımız Radikal Demokrasi’nin ne olduğu veya
bundan ne anladığımızı tekrar ifade edelim.
Radikal Demokrasi tabirini son yıllarda, kısa bir süre önce
ölen Ernesto Laclau (ve Chantal Mouffe) 1985 tarihli “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” adlı kitaplarında kullanmışlardı.
O zamanlar Dünya’da Muhafazakârlar toplumu alt üst ediyorlar,
solcular ise olanı korumaya çalışıyorlardı. Roller değişmiş gibiydi, önceden muhafazakârlar
olanı korumaya, solcular değiştirmeye çalışırdı.
Radikal Demokrasi, bu muhafazakâr saldırıya karşı solun bir
strateji geliştirme arayışının ifadesi olarak ortaya atılmıştı. Ama aynı
zamanda “dil ağrıyan dişi kurcalar” sözündeki gibi, Sosyalist hareketteki bir
sorunun tam bilince çıkmamış bir ifadesiydi.
Bizim kullandığımız Radikal Demokrasi kavramının bununla ne
köken olarak ne de içerik olarak bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Habermas’ın kullandığı Türkçeye “Müzakereci Demokrasi” olarak çevrilen program da bir radikal
demokrasi ihtiyacından kaynaklanır ve bambaşka bir paradigma çerçevesinde ifade
edilmiş olmasına rağmen somut içeriği itibariyle pek farklı değildir ama bizim
kullandığımız kavramın Habermas’la da bir ilişkisi yoktur.
Son yıllarda Abdullah Öcalan’ın, Kürt Özgürlük Hareketinin
ve örneğin HDP’nin de Radikal Demokrasi kavramını kullandıkları görülmektedir.
Onların kullanımı da köken itibariyle büyük olasılıkla Laclau’lardan
kaynaklanmakta ve içerikçe de ona benzemektedir. Zaten birçok yazarın da öyle
anlayıp savunduğu görülmektedir.
Bizim kullandığımız Radikal Demokrasi’nin bununla da ne
köken ne de içerik olarak bir ilişkisi yoktur.
Artık kullanılmayan ama bir zamanlar (1960’lar ve 70’ler) çok
kullanılan “Tam Demokrasi” “Gerçek Demokrasi”, “Demokratik Halk İktidarı” gibi kavramlar özünde ve kökeninde Demokratik
Cumhuriyet programından kaynaklansa da, fiiliyatta ve pratikte, içerikçe bu
kullanımlar her türlü demokratik unsurdan boşaltılmış olarak; Stalinci ve
bürokratik diktatörlüklerin ona yükledikleri anti demokratik anlamla dolmuşlardır.
Bizim kullandığımız Radikal Demokrasi kavramının kökeninde
de Demokratik Cumhuriyet bulunmakla birlikte, onun bu bürokratik ve devletçi
çarpılmaya uğramış biçimiyle de ilgisi yoktur.
Peki, bütün bu diğer demokrasi program veya taleplerinden
temel farklarımız nerdedir?
1)
Bütün bunların hepsi, uluslar hakkında bilimsel (Marksist)
bir teoriye dayanmadan formüle edildiklerinden, dile, tarihe, dine vs. göre
tanımlanmış ulusları veri kabul ederek, böyle uluslar demokrat olabilirlermiş
gibi varsayarak, onları “demokratikleştirme”, esnetme çabasından başka bir şeyi
ifade etmezler. Son duruşmada hepsi bir kimlik siyasetiyle, kimliklerin
tanınmasıyla, kimlikleri problematize etmekle sonuçlanırlar. Biz ise, ulusun ya da devletin ya da politik olanın
(hepsi son duruşmada aynı şeydir) herhangi bir dil, tarih, etni, soy, sop,
kültür, din vs. ile tanımlamaya karşı tanımlanmasını hedeflediğimizden;
devletin farklı dilleri, dinleri, kültürleri, tanıması; onlara tolerans veya
destek göstermesi gibi bir sorunumuz yoktur. Yani devletin dili, dini, tarihi, kültürü olmaz.
Bunların hepsi kişilerin özel sorunu, fikir ve inanç özgürlüğü sorunu olur.
Varılan yer “kimlik siyaseti” değil, kimliklerin siyasal alanın dışına atılması
yani demokrasidir. Onlar farkına varmadan bir sorunu diye getirmiş olurlar ama
önerdikleri sorunu yok etmez, aksine büyütür. Birinci temel fark budur.
2)
Bütün bunların hepsi, devleti temelden parçalayıp, bir
tek köyün bile isterse ayrılabileceği; Mahalli idarelerin özerklik sınırlarını
merkezi idarenin değil; merkezi idareye hangi yetkileri vereceklerini komünlerin
belirlediği ve verdiği; isterse geri alabildiği; tüm organların merkezden
atanan değil her düzeyde seçilmişlerden oluştuğu bir mekanizmayı açıkça
hedeflemezler. Onlar var olan merkezi devleti mahalli idarelere kimi yetkileri
vererek reforme etmeye, bir bakıma onu zamana uydurmaya, yaşatmaya çalışırlar.
İkinci temel fark budur.
3)
Bizim anlayışımıza ve Radikal Demokrasi kavramımızın
içeriğine göre, ulus bir dille, dinle, kültürle, tarihle veya toprak parçasıyla
tanımlanmamış ve böyle bir tanımlanmaya karşı tanımlanmışsa, bu aynı zamanda o “ulus”un
bir “dünya ulusu”nun tohumu olduğu anlamına da gelir. Yani diğer bütün uluslar ve
devletler bu ulus ve devlet karşısında birer “dar ül harp” alanıdır. Dünyanın herhangi bir yerindeki insanlar bu radikal
demokratik ulusun ve devletin dayandığı ilke ve sistemi kabul edip onunla
birleşebilirler. Böyle bir ulus veya devletin varlığı bugün var olan bütün
diğer ulus ve devletler için bir varoluşsal tehlike oluşturur. Bu ulus diğer
uluslarla bir arada barış içinde yaşamayı değil; onları yok etmeyi hedefliyor
demektir bu. Elbette bu bir askeri savaşı istemek veya kışkırtmak anlamına
gelmez. Bu diğer ulusları oluşturanlara bir isyan çağrısı; kendini ve ulusu
dönüştürme çağrısıdır. Diğerleri diğer uluslarla barışçıl ilişkileri
savunurlar; onları dönüştürmeyi ve yok etmeyi değil; onların haklarını ve eşit
ilişkilerini savunurlar. Biz ise, ulusu veya devleti bir dile, dine, etniye,
soya, kültüre, tarihe göre tanımlayan ulusların ve devletlerin yok edilmesini;
ulusların değil, tüm insanların haklarını ve eşit ilişkileri savunuruz. Üçüncü
temel fark budur.
4)
Biz, diğerlerinden ve klasik demokratik cumhuriyetten,
özellikle haberleşme ve medyayı kamulaştırmasıyla da ayrılırız. Klasik
Demokratik Cumhuriyet medya sorununu poblematize etmemiştir. Diğerleri ise
medyada özel mülkiyete dokunmamakta, sadece onu sınırlamaktadırlar. Bizim
konumumuz klasik Demokratik Cumhuriyet’in toprak mülkiyeti konusundaki tutumuna
benzer. Klasik Demokratik Cumhuriyet’te topraklar kamunun malı olur. Bu
sosyalist değil, demokratik bir taleptir. Çünkü toprak bir üretim aracı değil, hava gibi, su gibi bir üretim koşuludur.
Medyanın ve haberleşmenin de kamulaştırılması
bir demokrasi koşuludur. Haberleşme
ve medya araçları sermaye ve devletin elinden alınıp kamulaştırılmadıkça ve bu
kamulaştırılan araçlar tüm örgütler ve nüfusun çeşitli bölümleri arasında
üyeleri veya nüfus içindeki oranlarına göre dağıtılmadıkça ve böylece örgütlü
geniş kitlelere verilmedikçe, demokrasinin hem gerçekleşmesi hem de demokratik
olarak doğru kararlar alma şansı bulunmaz. Bu nedenle, bizim Radikal Demokrasi
kavramımız, tüm haberleşme ve medyayı kamulaştırmayı kullanım hakkının da
tamamen örgütlü halka verilmesini öngörür. Dördüncü temel fark budur.
Aslında Radikal Demokrasi’nin temel özlemlerinin ve programcın
hepsi, Engels’in Erfurt Programı’nın
Eleştirisi, Marks’ın Fransa’da İç
Savaş, Lenin’in Devlet ve Devrim gibi
yazılarında ifade edilmiştir.
Ancak onlar bu programla aynı zamanda; “Başka ulusları ezen
bir ulus özgür olamaz” (Marks) gibi veya “Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkı” (Lenin) gibi, tamamen gerici ulusçuluğun,
ulusların dile, tarihe vs. dayanan şeyler olduğu tarzındaki gerici ulusçuluğun
ulus anlayışını ve programını da savunmuşlardır bir ulus ve ulusçuluk teorisi
olmadığı için.
Demokratik Cumhuriyet bir ulusun bir dille, tarihle, kültürle vs. tanımlanmasını reddederken,
diğeri ulusu tamamen buna dayalı olarak tanımlar. Bu ikisi birbiriyle
çelişmektedir.
19. Yüzyıl boyunca sosyalist hareket ağırlıklı olarak Demokratik
Cumhuriyeti, yani Aydınlanma’nın programını savunduğu için toplumdaki tüm gayrı
memnunları toplayıp birleştirebiliyordu. Örneğin ortaçağın gettoya tıktığı
Yahudiler özgür ve eşit yurttaşlar olabiliyordu ve bunu savunan sosyalist
hareketin saflarını doldurabiliyordu.
Ancak 20. Yüzyıl’da özellikle de Stalin’in önderi olduğu
bürokrasinin “Tek Ülkede Sosyalizm” bayrağıyla yaptığı karşı devriminden sonra
Demokratik Cumhuriyet programı, “burjuva demokrasisi” denerek terk edildi ve fiilen
gerici bir ulusçuluk savunulmaya başlandı.
Bu karşı devrimle birlikte dünyada Aydınlama’nın
ideallerini, demokrasiyi savunacak kimse kalmadı; tüm gayrı memnunları
birleştirme olanağı ortadan kalktı. Demokrasi idealinin yerini bir dile, dine
göre tanımlanmış; bürokratik ve merkezi bir devlet tarafından yönetilen uluslar
ideali ve programı aldı. Ondokuzuncu
yüzyılın veya Ekim Devrimi öncesinin Aydınlanma ideallerinin yayıcısı ve savunucusu
sosyalist hareket; merkezi bürokratik aygıtlara dayanan gerici ulusçuluğun savunucu
ve yayıcılarına dönüştü.
Yukarda sıralanan ve bizim savunduğumuz Radikal Demokrasi
ile ilgisi olmadığını söylediğimiz bütün diğer Radikal Demokrasi kavramları ve
programları, sosyalist hareketin vardığı bu noktada, onu yeniden reforme etme;
dolayısıyla bu gerici ulusçuluğu ve devletçiliği reforme etme çabalarından
başka bir şey değildirler nesnel olarak.
Biz ise kaynağa dönerek, Marksizm'in içindeki aydınlanma ve
ulusçuluk kalıntılarını eleştirerek ve tasfiye ederek onların çözemedikleri
sorunu kökten çözüyoruz. Bizim Radikal Demokrasi kavramımız gerçekten radikaldir
ve gerçekten demokrattır.
Farkı şöyle birkaç zıt formülasyonla şöyle ifade edebiliriz.
Onlar diğer ulusları ezen uluslar özgür olamaz diyorlar, biz
ancak dile, dine, etniye, tarihe, kültüre vs. dayanan ulusları ezen bir ulus
özgür olabilir diyoruz
Onlar örneğin “çok kültürlülüğü” savunuyorlar; biz ise bir
tek kültürü, herhangi bir kültürün hiçbir politik anlamının bulunmadığı bir
kültürü savunuyoruz.
Onları Kürtlüğün de tanınmasını savunuyorlar örneğin, bizler
ise Türklüğün de tanınmamasını.
Onlar cem evlerinin tanınmasını, biz camilerin de
tanınmamasını; onlar diyanette temsili; biz diyanetin kaldırılmasını.
Onlar okulların ayrılmasını; Kürtlerin Kürt tarihi; Türklerin
Türk tarihi okumasını.
Biz ise, okulların birliğini, herkesin ana dilinde ama aynı
tarihi, Kürtlerin ve Türklerin tarihi olmadığına dair bir tarihi okumasını.
Bu birkaç formülasyon sanırız bizim Radikal Demokrasi
anlayışımız ile bugün piyasayı doldurmuş ve yukarıda sıralanan sözde Radikal
Demokrasi anlayışı arasındaki farkları açıkça gösterir.
*
Klasik Marksizm’in de
belirttiği gibi, bizim savunduğumuz en radikal demokrasi bile kapitalizmin
varlığı ile çelişmez. Hatta kapitalizm için en ideal koşulları sağlar.
Ancak bu programı burjuva sınıfı hiçbir zaman istemez ve
savunamaz.
Çünkü kapitalist üretim için en ideal politik koşulları
sağlayan radikal demokrasi aynı zamanda ezilenler ve işçiler için de en ideal
birleşme ve örgütlenme koşullarını sağlar.
Tarih de bunu göstermiştir. En radikal demokrasi Birinci ve
İkinci Paris Komünlerinde Paris’in en yoksullarınca burjuvaziye karşı kurulmuştur.
Ekim devriminin ilk dönemlerinde de en radikal demokrasiyi işçiler
ve köylüler burjuvaziye karşı onun direncini kırarak kurmuşlardır.
Tarihin de gösterdiği gibi, Radikal Demokratik bir dönüşümü
de ancak işçiler, köylüler, ezilen insanlar savunabilir ve kurabilirler.
Radikal Demokrasi işçilere, köylülere, ezilenlere eğer
isterlerse kapitalizmi tasfiye edip planlı bir üretime dayanan ekonomiye
geçmelerini engelleyebilecek bütün mekanizmaları tasfiye eder.
Sanılanın aksine, kapitalizm için en ideal koşulları sağlayanlar
burjuvalar değil, her zaman ezilenler ve işçiler olmuştur. Örneğin çok
imrenilen İskandinav ülkelerindeki nispeten daha demokratik sistemler ve gelenekler
her şeyden önce işçi partilerinin eseridir.
Bizler radikal demokrasiyle bir cebirsel formül sunuyoruz ezilenlere.
Bu formüldeki harflerin yerine hangi rakamları koyacaklarına
kendileri özgürce karar verebilsinler.
Formülün içini isterlerse kar yerine ihtiyaçları temel alan
ve bunun için de piyasanın rekabeti yerine planlı bir ekonomiyle de
doldurabilirler; kapitalist ilişkilerin anarşik yapısıyla da. İlk görev buna
onların özgürce karar verebilecekleri koşulları sağlamaktır.
Eğer bu amaçlarda anlaşıyorsanız. Aynı amaçları benimseyen
insanlarla iş ve güç birliği yapmak istiyorsanız ve bunun için neler yapmak
gerektiği üzerine konuşmak, tartışmak istiyorsanız; Çarşamba akşamı 18.00 veya
19.00 sularında Kadıköy’de veya Taksim civarında bir yerde yapacağımız toplantıya
katılmak isterseniz ya şu adrese bir mail atın ya da aşağıdaki numaraya telefon
edin. Kesin yer ve saat size bildirilir.
e-mail: demiraltona@gmail.com
Telefon: 0536-9268251
06 Mayıs 2014 Salı
Önceki (9 Nisan tarihli) çağrının metnini de hatırlamak için
tekrar alta koyuyorum:
Radikal Demokratik Bir Hareketin Oluşabilmesinin Sorunları ve Bir öneri
Doğa milyonlarca yıllık deneme yanılmalarla aynı sonuca
ulaşan birçok farklı yollar, stratejiler olduğunu defalarca göstermiş
bulunuyor. Örneğin karşı tarafın ilgisini çekecek göz alıcı renklere,
hücrelerdeki pigmentler aracılığıyla da ulaşılabilir; farklı dalga boylarındaki
ışığı kırıp yansıtma aracılığıyla da. Bunların her birinin kendine göre avantaj
ve dezavantajları vardır. Yumurtayla üremek de bir stratejidir; memeli veya
keseli üremek de. Milyonlarca yumurta bırakarak da soyun devamı sağlanabilir;
birkaç yumurtaya yoğun bir bakımla da.
Toplumda da belli bir amaca yönelik olarak birçok farklı
yollar ve stratejiler bulunabilir. Matematikçilerin diliyle, “bir doğruya
dışındaki bir noktadan sonsuzca paraleller çizilebilir”. Ama verili koşullar
göz önüne alındığında, belli bir anda, sonsuz sayıdaki olanaklar arasında
sadece bir tanesi gerçekten “paralel”dir.
Radikal Demokratik bir parti ve hareket yok. Bunun nasıl oluşturulabilineceği;
hangi ana halkayı yakalamak gerektiği sorusunu tartışıyoruz.
Buna giden birçok farklı yollar ve stratejiler olabilir.
Bunlardan hangisini izlemek gerekir?
Ama önce şu farklı strateji ve yollar hakkında bir fikir
oluşturmaya çalışalım.
Örneğin şöyle düşünülebilir.
“Gezi Hareketi,
Türkiye’de Demokratik özlemlere dayanan genç ve modern güçlü bir temel olduğunu
göstermiştir. O halde Gezi’de ilk kez kendini gösteren bu insanlara yönelik
olarak bir şeyler yapmak; buradan hareket etmek; bu halkayı yakalamak gerekir”
denilebilir.
Böyle bir akıl yürütmeye göre de neler yapılabileceği
konusunda kendi içinde çok farklı strateji ve yollar vardır. Gezi’den geriye
kalmış küçük ve güçsüz “forumlar” ve
“dayanışmalar”da çalışarak iğneyle
kuyu kazmayı denemekten; Gezi kitlesine ulaşmak için HDK’yı reforme edip onun
gücü ve olanaklarını bu kitleye yöneltmeye ve o kitle için cazip hale getirmeye
kadar çok farklı stratejiler vardır. Şurada veya burada bu stratejileri veya böyle
farklı stratejilerin çeşitli kombinasyonlarını izleyen (hem forumlarda, hem
HDK’da çalışmak gibi örneğin) insanlara rastlanıyor.
Ya da şöyle düşünülebilir.
“Her şeye rağmen
Türkiye’de en demokratik eğilimli güçler Kürt hareketi ve onun çeperindeki
HDP-HDK çevrelerinde bulunmaktadır. Buradan hareketle küçük de olsa bir tutamak
noktası oluşturulabilir. Bir radikal demokratik hareketin çekirdeği buralarda
oluşabilir. Kürt hareketinin Türkiye Partisi olma amacı da bunun için iyi bir
olanak sunmaktadır. O halde yapılacak iş buralarda çalışmak; sabırlı ve örnek
davranışlarla insanların güvenini kazanmak ve orayı gerçekten demokratik bir
yapıya ve programa kavuşturmaktır.”
Tabii böyle bir strateji içinde de farklı yollar vardır. Örneğin
Gezi’nin varlığını ve kalıntılarını bu amaca ulaşmak için güçlü bir basamak
olarak görebilirsiniz ve bu nedenle oralarda da çalışırsınız.
Ama örneğin böyle bir strateji de aslında yukarıdaki örnekle
çakışır. Yani sadece sonsuz sayıda farklı stratejiler yoktur; bunların çoğu da
birbiriyle farklı kısa vadeli amaçları olmasına rağmen diğerleriyle çakışırlar
ve farklı yolların sayısını epeyce azaltırlar.
Bu çakışmalar, vitesli bisikletlerdeki ön ve arka
dişlilerdeki farklı vites kombinasyonlarının bir kısmının aslında aynı güç ve
kat edilen yol ilişkilerine denk gelmeleri gibidir. (Burada farklı gibi görünen
yolların aynı yolar olduğu vs. konumuz olmadığından bu bahsi geçiyoruz.)
Ya da yukarıda örnek olarak verilen iki stratejiyi bir arada
sürdürmek; aralarında optimum bir denge gözetmek de bir üçüncü strateji
olabilir.
Ama soruna çok daha farklı, kısa değil, uzun vadeli bir
perspektifi ve hazırlığı öne çıkarak da yaklaşılabilir.
Örneğin şöyle de düşünülebilir
“Türkiye ve Dünya’da
radikal demokrasiyi savunacak bir hareket ve parti yok. Bu yokluğun ardında
İşçi Hareketinin büyük yenilgileri ve karşı devrimler de var; Marksizm'in Aydınlanma’nın
Din ve Ulus kavramlarından kopamamışlığı da. Bu çok derinden ve uzun vadeli
işleyen bir süreçtir. Bu radikal demokratik hareket yokluğunun hem bir
yansıması; hem de bu yokluğun yarattığı sorunlara bir çare denemesi olan post-modernizm,
yani “izafilik” ve “çok renklilik” vs. gibi özellikler, aslında radikal bir
demokrasi için bir temel oluşturamayacağı gibi, var olan gerici biçimleri
reforme etme çabasından başka bir şey olmadığından, radikal demokrasinin
oluşmasının önünde de bir engeldirler. Bu nedenle, bu ideolojik hegemonyaya son
vermek için, bugün çok daha uzun vadeli ve derinden bir hazırlık gerekmektedir.
Bir zamanların Aydınlanma
devriminin, uluslara karşı yapılması gereken; ikinci bir baskısı gerekiyor.
Tıpkı Muhammet’in İbrahim’in dinini, kaynağa (İbrahim’e) dönerek yeniden
tanımlaması gibi. Tıpkı Fransız Devrimi’ni Aydınlanma yazarlarının hazırlaması
gibi, radikal bir demokrasiyi hazırlayacak “Aydınlanmacı Düşünürlere”, “Ansiklopedist”lere
ihtiyacımız var. Bu “Aydınlanma Düşünürleri” ya da İslam’ın diliyle söylersek
“hanifler” (Devrim ve peygamber habercileri ve ideolojik hazırlayıcıları) ancak
Marksizm’e dayanabilir. Bunlar, Aydınlanma’nın o zamanki dinlere karşı yaptığı
muazzam teorik ve entelektüel hazırlığı, uluslara ve ulusçuluğa karşı
yapmalıdır.
Böyle uzun ve teorik
bir birikim olmadan, bir “stratejik derinlik” sağlanmadan ileriye doğru
yapılacak her hamle, ilk atılımda benzini bitmiş bir araba gibi yolda takılıp
kalmak zorundadır. Yapılacak iş bu teorik temelleri hazırlamaktır. Yıllar sürecek
böyle teorik ve entelektüel bir hazırlık olmadan; İnsanların kafalarında
uluslara ve ulusçuluğa karşı ikinci bir aydınlanma başarılmadan, bir gerçek
ilerleme sağlamak olanaksızdır. İnsanların önce Türk veya başka şeyler olmaktan
çıkıp demokratlara dönüşmesi gerekmektedir. Bu olmadan bir şey başarılamaz.
Diğerleri boşuna güç ve zaman kaybıdır.”
Ya da bütün bu uzun ve kısa vadeli stratejilerin optimum
dengesini gözeten bir strateji de izleyebilirsiniz.
Bunların her birinin kendine göre avantaj ve dezavantajları
vardır.
Fakat aynı amaca giden çok farklı yollar olmasına rağmen ve
tam da bu nedenle, enerji ve imkanlar her zaman sınırlı olduğu için, birinden
almadan diğerine veremezsiniz.
Bu nedenle en optimum denge arayışlarında bile, verili
koşullarda yakalanacak ana halka, o anda nereye yüklenmek gerektiği çok
önemlidir.
Öte yandan ek bir sorun da şudur.
Eldeki güç olağanüstü küçükse bu durumda asgari ölçüde olsun
bir güç sağlamak bütün stratejik sorunların önüne geçer. Sorun bir bakıma “ilk
birikimi” sağlamaktır. Yoksul olduğunuz için yoksul kalmaya mahkum olmak gibi
bir durumdur çoğu kez ortadaki açmaz. Size kredi verecek kimse yoktur bu
birikimsizliğin sorunlarını biraz olsun giderecek. Korsanlık ve katliamlarla da
bir “ilk birikim” de size uymaz.
Böylece elinizde tulumbaya koyacak bir maşrapa suyunuz
olmadığı için suyun yanı başında susuzluktan ölebilirsiniz.
(Bizim yıllardır trajedimiz bir bakıma tam da buydu. Türkiye
Demokratik Özlemli direniş ve hareketlerle kaynıyor; biz demokratik bir hareket
için bütün teorik temeli ve programı hazırlamışız. Ama bir maşrapa su olmadığı
için susuzluktan ölmek üzereyiz.)
İşte demokratik hareketin oluşmasının karşılaştığı temel
sorunlar genel kavramlarla ifade etmek gerekirse kısaca bunlardır.
İyi bir okuyucunun hemen fark edeceği gibi, bunlar tamı
tamına bizim karşılaştığımız sorunlardır. Bütün politik ve teorik çabamız bu
sorunları çözme çabalarından başka bir şey değildir.
Bir radikal demokratik hareket oluşturmak için sıfırdan
başlamak gerekmiyor. Ortada hiçbir şey yoksa bile yukarıdaki yolların
denenmişliği ve deneyler var.
Biz şahsen bu farklı stratejiler arasında kimi zaman birine;
kimi zaman diğerine ağırlık vererek bir optimum denge gözeterek sınırlı ve
giderek azalan gücümüzü ve zamanımızı kullanmaya çalıştık.
Bir yandan Türk sosyalistlerinin milliyetçi ve gerici
özelliklerine karşı ideolojik ve politik mücadele vererek; diğer yandan Kürt
hareketi ve çeperindekilerin eylem ve örgütlenme girişimlerine (Seçim
ittifaklarından, Çatı Partisi, HDK, HDP gibi örgütlenme girişimlerine kadar)
katkıda bulunmaya çalışarak; Gezi gibi hareketler ortaya çıktığında teorik ve
pratik olarak (Gezi’de neredeyse günü gününe ve en çok yazı yazandık)
etkilemeye çalışarak yaptığımız buydu. Sadece bunlar da değildi.
Bir yandan Açılım’dan
Köxüz’e ve Ne Yapmalı’dan Radikal
Demokrasi’ye kadar bir çok yayın girişimlerinde bulunarak; bunların bin bir
pratik işini de yaparak; diğer yandan en
küçük bir fırsat bulduğumuzda, Din ve Ulus teorileri alanında Marksizm’i adeta
yeniden yazarak yapmaya çalıştığımız hep bu farklı stratejilere denk düşen
yolların o momentte can alıcı noktasına yüklenmek ve bir bütün olarak optimum
bir güç dağılışı ve verimini gözetmek oldu.
Bunca yıllık çabadan küçük de olsa bir birikim oluştu mu?
Hiçbir şey yok gibi; suya yazı yazmışız gibi görünüyor.
Öte yandan somut bir sonucunu görmesek de “emek zayi olmaz”
diye düşünüyoruz.
Ne olduğunu görmek için, “bugün Radikal Demokratik bir hareket veya partinin oluşumu için ne
yapmak gerekir, hangi ana halkayı yakalamak gerekir, nasıl bir strateji izlemek
gerekir?” konusunu en azından tartışmaya hazır olanların parmak kaldırması gerekiyor.
Bu ilk adım olabilir.
İkinci adımın ne olacağına ise ancak böyle bir tartışmayı
yapanlar karar verebilir.
Ben varım.
09 Nisan 2014 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak
isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder