"Biz, Marks'm
teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz
onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda
geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz."
(V.I.U.
Lenin, "Programımız", 1899)
Sosyalizm 130 yıldan beri bir bilimdir.
Ve bir bilim olarak, bir evrim geçirmektedir. Ve nihayet Bilimsel
Sosyalizm, kendi evrimini de açıklayabilen, kendinin bilincinde olan tek
bilimdir.
Örneğin, fizik biliminin
gelişimini, fizik yasalarını konu alan fizik bilimi açıklayamaz. Çünkü, fizik
biliminin evrimi fiziksel bir olay değildir. Fiziğin bir bilim olarak evrimi,
fizik biliminin konusuna girmez.
Bilimsel Sosyalizm için, durum,
bütünüyle buna zıttır. Sosyalizmin bir bilim olarak evrimini, yine Bilimsel Sosyalizm
açıklayabilir. Nasıl madde insanda kendi bilincine vardıysa, bilimler de
Bilimsel Sosyalizm'de kendi bilincine varmıştır.
Bilimsel Sosyalizm'e göre,
konusu olan olaylar gibi, bilimler de, bizzat bir evrim, bir gelişim, bir
değişim içindedirler. Ve Bilimsel Sosyalizmin kendisi de, bir bilim olarak bu
yasanın dışında değildir.
Bilimsel Sosyalizm, konusu olan
toplumun hareketini, daha dakik, daha derin ve kapsamlı olarak açıkladıkça,
kendi hareketini gerçekleştirir. Ve kendi hareketini gerçekleştirerek,
fiilen bir "dogma", bir "sistem" olmadığını,
bir bilim olduğunu kanıtlar. Ama öte yandan, bu fiili kanıtın,
yani Bilimsel Sosyalizmin bir bilim olarak hareketinin gelişim prosesinin,
açıklanması yine Bilimsel Sosyalizmin konusuna girer. Çünkü, Bilimsel
Sosyalizmin, bir bilim olarak, gelişim prosesi: toplumsal bir prosedir.
İşte, bu yazıda konumuz, bir
bilim olarak, Bilimsel Sosyalizmin evrimine egemen olan genel ve özel yasaların
neler olduğunu, bu evrimin hangi tarihsel ve sosyal olanak ve zorunlulukların
sonucu olarak nasıl gerçekleştiğini incelemektir.
Yalnızca evrimi, gelişimi,
hareketi kabul etmek: henüz, proleter, ya da sosyalist, ya da bilimsel, ya da
diyalektik bir kavrayış değildir. Evrimin, birikimlerle ve sıçramalarla, zaman
zaman geriye dönüşlerle ve birden ileriye atlayışlarla gerçekleşen karmaşık
süreçler olduğu kavrayışı: proleter, bilimsel, sosyalist ya da diyalektik maddeci
bir kavrayıştır.
Bu genel yasaya uygun olarak,
Bilimsel Sosyalizm'in gelişimi de "düz" bir süreç değildir. Bilimsel
Sosyalizm de, uzun birikimlerle, geriye dönüşlerle ve sıçramalarla
belirlenebilecek bir evrim içindedir.
Bilimsel Sosyalizm'in evrimini
ve bu evrim içinde Dr. H. Kıvılcımlı'nın yerini açıklayabilmek için diyalektik
bir evrim kavrayışı gerekli şarttır. Belki herkes, prensip olarak, böyle bir
kavrayışın doğruluğunu kabul eder. Ama çoğu kez, "düz" bir evrim
kavrayışı, farkına bile varmadan zihinlerde gizli egemenliğini kuruverir. Ve
bizzat bu gizli egemenlik bile, evrimin karmaşık, çelişik gidiş olduğu
yolundaki evrensel yasanın gerçekleşmesinden başka bir şey değildir.
İkinci Enternasyonal'in
oportünist kocakarıları, böyle metafizik, "düz" bir evrim kavrayışı
içinde olduklarından, geri ülkelerde bir sosyal devrim olanağını
göremiyorlardı. Onların anlayışınca, mademki üretici güçler ile üretim
ilişkileri arasında zorunlu bir uygunluk vardı, o halde sosyalizm kapitalizmin
en geliştiği ülkelerde ülkelerde kurulabilirdi!.. Bu metafizik anlayışın
sakatlığını, Tarihin diyalektik gidisi kanıtladı. Ama bu anlayış, çok daha
başka biçimler altında sürüp gidiyor.
Biz, burada, Dr. Hikmet
Kıvılcımlı'nın Bilimsel Sosyalizmin evrimindeki yerinden söz ederken,
kimilerinin kıs kıs güldüklerini görür gibi oluyoruz... O gülenlerin çoğu şuna
benzer düşünceler içindedir: "Evet, Bilimsel Sosyalizm bir evrim
içindedir. Ama işte bu teori sosyalist ülkelerde en geniş maddi ve manevi
olanaklar içinde geliştiriliyor. Kıvılcımlı türünden, Türkiye gibi geri bir
ülkede, hele ömrünün 22 yılını yarı derebeyi bir toplumun zindanlarında
geçirmiş bir insanın sosyalist teorinin gelişimine ne gibi katkıları
olabilir?" vs., vs.. Bu türden itirazlarla bu satırların yazan pek çok kez
karşılaşmıştır. Ve bu tarz düşünceler yalnız bize has da değildir. Sosyalist
veya ileri kapitalist ülkelerin sosyalistlerinde de, açıkça itiraf edilmese de,
bu tür bir yaklaşım oldukça yaygın bir egemenliğe sahiptir.
Hemen görüleceği gibi, bu tarz
bir yaklaşım, özünde, ikinci Enternasyonal kocakarılarının anlayışından
farksızdır. Ve bu tür bir anlayışla, elbet, Bilimsel Sosyalizmin geçirdiği
evrimin çelişkili karakterini kavramak olanaksızlaşır.
Bilimsel sosyalizmin evriminin
en genel kanevası söyle çizilebilir.
1848 - 1871 arasında Bilimsel
Sosyalizm, onlarca sosyalist eğilimden biri olarak vardır. Teori planında
zaferler elde etmiş olmasına rağmen, pratikte, onlarca sosyalist hareketten
biri durumundadır. Ama Bilimsel Sosyalist teorinin tüm temelleri esas olarak bu
dönemde geliştirilmiştir.
1871 - 1917 arası, bilimsel
sosyalist teori, sosyalist tarikatları pratik olarak yenilgiye uğratmış, tüm
kapitalist ülkelerde ulusal partiler biçiminde örgütlenmiştir. Bilimsel
sosyalist fikirler hızla yaygınlaşmıştır. Ama bu yaygınlığa karşılık,
Rusya'daki küçük Bolşevik Partisi dışında hiç bir teorik ilerleme yoktur.
Aksine teorinin tüm devrimci özü giderek unutulmakta, bayağılaştırmaktadır.
Görünüşte, teori gerilemiştir. Ama geri Rusya'da doruklarından birine
ulaşmıştır.
Lenin'in ölümünden beri,
Marksizm - Leninizm milyonlarca proleterin bilincine yerleşti. Sosyalizm bir
dünya sistemi oldu. Ama sosyalist teori, bu teorinin temel kavramları,
Marks-Engels-Lenin'in bıraktığı yerde kaldı. Hatta giderek yüzeyselleşti, bayağılaştı.
Ama bu gerçekliğin yalnızca bir
yanıdır. Onun görünmeyen derinliklerinde hızlı akıntılar vardır. Bilimsel
Sosyalizm, 1930'lardan beri, büyük gelişmeler kaydetmiştir. Şimdi içinde
bulunduğumuz dönemin ise, teorideki bu muazzam sıçramanın yaygınlaşması ve
pratik zaferler kazanması dönemi olduğu söylenebilir. Hemen belirtelim ki, bu
muazzam sıçrama, Dr. Hikmet Kıvılcımlı adına bağlı olarak Türkiye'de
gerçekleşmiştir.
Her bilimin dayandığı temel
kavram ve kategoriler vardır. Bu temel kavram ve kategoriler üzerinde ikincil,
üçüncül kavram ve kategoriler silsilesi yükselir. Bilimlerin gelişimi boyunca,
olaylar öyle bir 'noktaya gelir ki, o, en temel kavram ve kategorilerde belli
bir devrim başarılamadan, o bilimin her türlü ilerleyişi olanaksızlaşır. İşte o
zaman o bilim, en temel kavramlarında kökten bir değişiklikle sonuçlanacak bir
bunalım dönemine girer. Bilimlerin evriminin, bu karmaşık ve sıçramalı gidişinin
en klasik örneği fizik biliminde görülür. Bu bilimdeki bunalım, fiziğin en
temel zaman, mekan, hız gibi kavramlarının gözden geçirilmesiyle sonuçlanmıştır
ve ortaya bugünkü Modern Fizik kavrayışı çıkmıştır.
Bilimsel sosyalist öğretinin
esas temeli Diyalektik ve Tarihsel Maddeciliktir. Diyalektik ve Tarihsel
maddeciliğin tüm temel kavramları, en az yüz yıl önce Marks Engels'in formüle
ettikleri gibi durmaktadırlar. Hatta pratikte, (ya da "resmi
Marksizm"de diyelim) belli bir gerileme ve bayağılaşma, yüzeyselleşme söz
konusudur.
Her okuyucu, sözüm ona, bilimin
en son keşifleri ışığında, diyalektik ve tarihi materyalizmi anlatan kitapları
bir elden geçirerek, bayağılaştırmanın ulaştığı muazzam boyutlar hakkında
birinci elden bir görüşe sahip olabilir.
Okuyucuya kolaylık olsun diye,
küçük bir örnek verelim. Afanasiyev, bugün, Sovyetler Birliği'nin en büyük
felsefe teorisyenlerinden biri olarak bilinmektedir. Afanasiyev'in, Türkçe'de
iki ciltlik diyalektik ve tarihi materyalizm kitabı yayınlandı. Ve Afanasiyev
sözde anti Maocu'dur. Ama bu kitabın, çelişkiler bahsini okuyan her okuyucu,
orada anlatılan iç, dış, bas çelişki gibi kavramların hepsini Mao'nun "Çelişkiler
üzerine" başlıklı yazısından kaynaklandığını hemen tesbit edebilir. Ve
Mao'nun bu makalesi, Marksizm'in devrimci özüne, yani diyalektiğin, yani
çelişkilerin öğretisinin özüne yapılmış en büyük saldırıdır.
İşte, Bilimsel Sosyalizmin
temeli olan diyalektik ve tarihi materyalizmin temel kavram ve kategorilerinin
Marks-Engels'den beri hiç geliştirilmediği, aksine bir gerilemenin varlığı,
bir bayağılaştırma, en kör göze batan bir gerçeklik olduğuna göre, Bilimsel
Sosyalizm içinde her türlü oportünizmin yedi başlı bir ejderha gibi her yerden
bas vermesine hiç şaşmamak gerekir.
Evet, Bilimsel Sosyalist öğreti,
doğuşundan beri, tarihindeki en büyük bunalımı yasamaktadır. Gerçi öğreti,
ikinci Enternasyonal döneminde de bir bunalım geçirmiştir ve Lenin'in
katkılarıyla bu bunalım asılmıştır. Ama bugünkü bunalım farklı bir nitelik
taşımaktadır. Geçen bunalım, diyalektik ve tarihi materyalizmin temel kavram ve
kategorileri üzerinde yükselen öğretinin ekonomi, sınıf, taktik, örgüt gibi
sorunları çerçevesindeydi. Ve o düzeydeki kavram ve kanunlarda başarılan
gelişmelerle bunalımın üstünden gelinebilmiş, bayağılaştırmalara ve oportünizme
karşı kesin zaferler kazanılabilmişti. Ama bugün durum bütünüyle farklıdır,
özellikle Tarihi maddeciliğin en temel kavramlarında ve kategorilerinde belli
bir yükseliş sağlanmadan, oportunizme öldürücü darbeler indirilemez,
oportünizmle savaşta teorik zaferler, entelektüel zaferler kazanılamaz.
İşte, Dr. H. Kıvılcımlı'nın,
tarihsel maddeciliğin en temel kavramlarında sağladığı gelişme, oportünizmle
savaşın zaferi için güçlü silahlar sağlamaktadır. Dr. H. Kıvılcımlı, özellikle Tarihsel
Devrim kavramı ve Tarihsel Devrim olgusunu açıklamak için Üretici Güçler
Teorisinde sağladığı gelişme ile, Marksist öğretinin temeli olan Tarihsel
Maddeciliğin en temel kavramlarında gerçek bir devrim başarmıştır, Üretici
Güçler kavramında sağlanan gelişme, sosyalist teorisyenlerce eski kavramlar çerçevesinde
şimdiye kadar açıklanamayan ve açıklanamadığı için de görmezden gelinen
binlerce olguyu açıklayacak bir anahtar sağlamaktadır.
Kıvılcımlı'nın bu keşfi yirminci
yüzyılın başlarında, fiziğin en temel kavramlarında yapılan devrime
benzetilebilir. Keşif hakkındaki bu genel sözlerden sonra, keşfin kendisine
geçebiliriz.
Evrendeki tüm varlıklarda,
evrensel bir kural olarak, bir "çekirdek" ve o çekirdeği
çevreleyen bir "zarf" (kılıf, zırh) ve bunlar arasında
karşılıklı etkileşim, zıtlık ve birliktelik görülmektedir.
Astronomi bilimi galaksilerin ve
hatta galaksi gruplarının ortasında, çevreden daha başka özellikler gösteren
bir çekirdeğin varlığını kanıtladı. Aynı şekilde tüm gezegenlerin de,
yıldızların da çekirdekleri ve çekirdeği saran zarfları, kılıfları var. Ve bu
çekirdeklerle zarflar arasında zıt yönde kuvvetler, karşılıklı etkileşmeler...
Aynı şey, atomlarda da
geçerlidir. Atomların da yoğun ve ağır bir çekirdeği ve bu çekirdeği çevreleyen
elektronları ve bunları arasında karşılıklı etkiler...
Hücre, ki canlının temel
taşıdır, yine bir çekirdek ve onu çevreleyen stoplazmadan oluşur.
Canlıyı ve organlarını bir bütün
olarak göz önüne getirirsek, onların fizyolojisi, fonksiyonları çekirdeğidir,
anatomisi, o çekirdeği sarmalayan kılıf.
Modern bilimler, çekirdek ve onu
sarmalayan zarf arasındaki ve çekirdeğin kendi özündeki çelişkileri
inceleyerek, evrim süreçlerinin daha tam bir analizini yapabilmektedir.
Nükleer fizik (yani çekirdek fiziği): atom çekirdeğindeki çelişkileri ve
süreçleri ele almaktadır.
Modern astronominin de bir Nükleer Astronomi olduğu söylenebilir.
Gerçekten de yıldızların, beyaz cücelerin, kırmızı devlerin evrimi, onların
çekirdekleri ve çevreleri arasındaki zıt etkiler çözümlenmeden, ya da en
azından bu çelişkileri ele alan teoriler olmadan açıklanamamaktadır.
Yeryüzünü düşünelim. Yeryüzü
kabuğundaki değişmeleri inceleyen jeoloji, yeryüzünün orta sıcak çekirdeği ile
soğuyan kabuğu arasındaki çelişkileri ele almadan yeryüzündeki hareketleri
açıklayamaz.
Modern biyoloji, bir Nükleer Biyolojidir. Artık, hücre çekirdeğinde
yer alan DNA (dioksiribonükleikasit) moleküllerinin basamakları değiştirilerek,
hiç bilinmeyen özellikler gösteren canlılar "genetik cerrahi" denen
teknik aracılığıyla yaratılabiliyor.
Hemen şu soru kendini dayatıyor:
Peki toplumun "çekirdeği" nedir?
Bir bütün olarak toplumun
çekirdeği: ekonomi temelidir. Ama ekonomi temelinin de bir çekirdeği vardır:
üretici güçler, Üretici Güçler çekirdeğini çevreleyen zarf da Üretim
İlişkileridir.
Maks'ın Tarihin Maddeci
Kavranışını ve Devrim Teorisini (yani toplum hareketinin teorisini) veciz bir
şekilde açıkladığı, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkının Önsözü'nde
Üretici Güçler, ekonomi temelinin çekirdeği olarak koyulmakta ve devrim
teorisi, üretici Güçler çekirdeği ile, üretim İlişkileri kılıfı arasındaki
karşılıklı çelişkilerle açıklanmaktadır. Marks şöyle yazıyor:
"Gelişmelerinin belli
bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket
ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka
bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler, üretici güçlerin
gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O
zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."
(Bu alıntının yapıldığı
satırlar, Marksist-Leninist öğretinin temeli olan Tarihsel Maddeciliğin
açıklandığı bölümdür. Ve öğretinin temeli olan tarihsel maddecilik topu iki
sayfa bir yer tutmaktadır.)
Marks, yukarıdaki alıntıda
açıkça görüldüğü gibi, toplum hareketini, devrimleri, üretici güçler ve üretim
ilişkileri kavramlarıyla açıklamaktadır. Ve burada tayin edici önemde olan:
Üretici Güçler kavramıdır.
Ama Marks, nasıl büyük harflerle
bir Mantık bırakmayıp, Kapitalin Mantığını bıraktıysa, benzer
şekilde, büyük harflerle bir Üretici Güçler Teorisi bırakmadı.
Toplum'un, daha doğrusu, toplum
temelinin çekirdeği olan Üretici Güçler, toplum hareketini inceleyen Devrim
Teorisinin de (yukarıda aktarılan bölümde açıkça görüldüğü gibi) temel
kavramıdır.
Nükleer fizik, nasıl atomun
çekirdeğini, nükleer biyoloji nasıl hücre çekirdeğindeki DNA moleküllerini çözümlemekteyse,
nükleer toplum ve tarih bilimleri de, toplum temelinin çekirdeğini oluşturan
üretici güçler kavramından hareket etmek zorundadır.
İşte, Kıvılcımlı, somut
tarihteki toplum hareketinin yasalarını incelerken, Tarihsel Devrim olayını
açıklamak, yani, yukarıda aktarılan devrim teorisini geliştirmek, bunun için de
üretici güçler kavramını geliştirmek zorunda kaldı. Böylece, Marksist öğretinin
en temel kavramlarında ve devrim teorisinde bir sıçrama gerçekleştirdi, bir
devrim gerçekleştirdi. Bu keşif aynı zamanda, Tarih biliminin klasik birikim
aşamasından çıkıp, klasifikasyon aşamasına sıçraması anlamına geldi. Yani
Kıvılcımlı, bu keşfiyle Nükleer Tarih bilimini kurdu. Kendisi bunu şöyle
yazmaktadır:
"Bugün insan, yağmur
yağdırabiliyor: ne rasathanecilikle, ne yağmur duası ile... Taşı da altın
edebiliyor: ne simyagerlikle, ne kimyagerlikle... Olaylar arasındaki gerçek
münasebetleri düşünen ve düşünceyi gerçek olaylardan çıkaran bilimle.
"Tarih biliminde
olaylara karşı yağmur rasathaneciliği, yahut yağmur duacılığı sürüp
gitmektedir.
"Tarihi modern bilim
durumuna getirmek için:
"1 - Genel Olarak: Tarih
simyasını, tarih kimyasına çevirmek,
"2 - Özel Olarak: Tarih
kimyasından "Nükleer" tarihe geçmek, artık zamansız
sayılamaz. . .....,
"Nükleer Tarih:
MEDENİYETLERLE BARBARLIKLARIN GÜREŞİ bakımından Tarihi ele almak
diyalektiğidir."
(Tarih Devrim Sosyalizm, s: 50)
Bu ne demektir? Ve nükleer
Tarih, Marksist öğretinin temel kavramlarında ne gibi bir gelişmeye yol
açmıştır? Kısaca bunu görelim.
Devrimler Tarihin
lokomotifidirler. Toplum da evrendeki tüm diğer varlıklar gibi, birikimlerle ve
sıçramalarla hareket eder. Toplumdaki sıçramalara özel olarak devrim denir.
Devrimleri, yani toplum hareketlerindeki sıçrama konaklarını yalnızca sınıflı
toplumlara has bir süreç olarak görmek son derece yanlış bir düşüncedir. Toplum,
sınıflı olsun sınıfsız olsun, tüm aşamaları boyunca devrimlerle yol alır, devrim
konaklarından geçer. Ama sınıflı toplumdaki devrimler bir medeniyetin ya da bir
sınıfın egemenliğinin yıkılışıyla gerçekleşirler. Yoksa, toplum denen varlık
var oldukça, üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisi ve dolayısıyla bu
çelişkinin birikim ve sıçramalarla göstereceği nitelik değişiklikleri varolmaya
devam edecektir.
Özel olarak sınıflı toplumlarda,
üretim ilişkileri belli bir bölük insanın ya da egemen sınıfın varlığıyla
özdeşleşirler. Belli bir grup insanın varlığı ve çıkarları, varolan üretim
ilişkilerinin devamına bağlı olunca, sınıflı toplumlarda, üretim ilişkileri
egemen sınıfta ve onun egemenliğini koruma aracı olan devlet, hukuk, ideoloji
vs. de ete kemiğe bürünür.
Bu durumda üretici güçler,
kendisini boğan üretim ilişkilerinin varolan biçimini değiştirebilmek için,
aynı şekilde belli bir insan grubunun eyleminde ete kemiğe bürünmek
zorundadır. Modern toplumdaki sınıflar çatışması, üretici güçlerle üretim
ilişkileri arasındaki çatışmanın ete kemiğe bürünmesinden başka bir şey
değildir. Onun içindir ki devrimci sınıf en büyük üretici güçtür.
"Genel Olarak Devrim
nedir? Prensip olarak:
"Sınıflar zıtlaşması
üzerine kurulu her Toplum için ezilen bir sınıf hayati bir zarurettir. Ezilen
sınıfın kurtuluşu için: daha önce edinilmiş üretici güçlerle, varolan sosyal
münasebetlerin artık birlikte var olamaz bulunmaları gerektir. Bütün üretim
aletleri içinde en büyük üretici iktidar (güç), devrimci sınıfın ta kendisidir.
Devrimci elemanların sınıf olarak örgütlenmesi: eski toplum içinde meydana
gelebilecek olan bütün üretici güçlerin varolduğunu farz ve kabul
ettirir."
(Marks; Felsefenin Sefaleti).
Üretici güçler, üretim
ilişkileri zırhını kırabilmek için (ki onun kırılmasını güçleştiren, üretim
ilişkilerinin üretici güçler üzerindeki etkisinin bir sınıfın egemenliği
biçiminde ortaya çıkmasıdır) modern toplumda, var olan egemen sınıfı, yani
üretim ilişkilerinin hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet
ilişkilerini yıkabilecek bir devrimci sınıfı bulabilir. Ama bu bütün sınıflı
toplumlarda böyle mi olmuştur? Hayır. Kapitalizm öncesinde, Antika Medeniyetlerde
Üretici Güçlerin, varolan Üretim ya da Mülkiyet ilişkilerini yıkmak için etine
kemiğine bürüneceği, egemen sınıf üzerinde fiziki bir etki yapabileceği
devrimci sınıf yoktur.
Devrimci bir sınıf olmazsa ne
olur?
Lenin söyle yazıyor :
"Ne ezilen sınıflara
uygulanan baskılar, ne de ezen sınıfların bunalımları, başlı başına devrim
yaratabilir; ülkede, pasif baskıya katlanma durumunu aktif ayaklanma durumuna
dönüştürecek bir devrimci sınıf olmadığı takdirde, bunlar sadece çöküntü
yaratır."
İşte, kısa modern tarih bölümü
hariç, binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinde, sorun tam da böyle ortaya
çıkar. Ortada, üretici güçlerin etine kemiğine bürüneceği bir devrimci sınıf
yoktur. Serf ya da köle devrimci bir sınıf oluşturmaz.
Peki o zaman ne olacaktır?
Üretici güçler, hangi somut toplumsal güç biçiminde üretim ilişkileri ya da
mülkiyet ilişkileri kabuğunu kıracaktır? İşte bu noktada, tüm sınıflı
toplumlardaki devrimleri açıklayabilecek bir Devrim Teorisi kurabilmek için,
Üretici Güçler kavramını derinleştirme zarureti ortaya çıkar. Çünkü, antika
Tarihte, bulunmayan devrimci sınıfın işlevini, barbarların kolektif aksiyonu
başarmaktadır. Ama barbarın kolektif aksiyonu, onun geleneği sayesinde
varolabilmekte, gelenek: kolektif aksiyon biçiminde ortaya çıkmakta, kolektif
bir aksiyonu mümkün kılmaktadır, öte yandan barbarlar, yeni coğrafi güçleri de
harekete geçirmektedir.
Nasıl devrimci sınıf en büyük
üretici güçse, antika tarihte de, barbar geleneklerinden kaynaklanan barbarın
kolektif aksiyonu en büyük üretici güçtür. Böylelikle, ilkel sosyalizm
gelenekleri, somut tarih işleyişinde bir üretici güç olarak ortaya çıkar.
Sorunun nasıl koyulduğunu, Tarih
Devrim Sosyalizm'den okuyalım :
"Şimdi burada genellikle
deyimlendirilen Devrim şartlarını, Tarihsel Devrim
problemi ile karşılaştıralım:
"l - Antika Medeniyetler 'sınıflar zıtlaşması üzerine
kurulu bir Toplumdur.
Orada ezilen sınıf:
kölelerdir.
"2 - Kölelerin kurtuluşu
için antika üretici güçlerle, antika üretim münasebetleri arasında 'birlikte
varolmaz'lık yetmiş midir? Hayır. Bu moda deyimiyle 'coeksiztans : birlikte
varoluş' imkansızlığı, ne köleleri, ne antika medeniyetleri kurtarabilmiştir.
Tersine bütünüyle Toplumu batırmıştır. Neden? Tarihsel maddeciliğin üçüncü
şartına geliyoruz.
"3 - Çünkü, Antika
medeniyetlerde 'En büyük üretici güç olan devrimci sınıf yoktur. O neden?
"4 - Çünkü: Antika medeniyetlerde "Devrimci
elemanların sınıf olarak örgütlenmesini gerektiren bütün üretici güçler
"Eski toplumun içinde meydana" gelememiştir. Ve o yüzden medeniyet
batmıştır.
"Tek başına her kadim
medeniyet için doğru olan bu kural, bir antika medeniyet battıktan sonra,
başka bir antika medeniyetin doğuşunu aydınlatmakta yetersiz kalır. Bir
medeniyet batmıştır, ama 'medeniyetler' hiçbir vakit yeryüzünde sona ermemişlerdir.
Antika Tarihin hiçbir çağında insanlık bütünü ile medeniyetten uzaklaşıp,
ebediyyen barbarlığa dönememiştir. Tersine, her batan medeniyetin yanıbaşına
yeni bir medeniyet, (Hatta kendi üzerinde bir Rönesans) daima doğuvermiştir.
"Antika medeniyetleri
deviren güç, toplumun kendi içinde doğma, amacı belirli bir sosyal sınıf
olmamışsa da, Toplumun dışından başka bir toplumun vurucu gücü gelmiş, eski
medeniyeti baskınla yıkıp yerle bir etmiştir. Bu dışardan gelen güce, Greklerin
'Yabancı: Ecnebi' anlamına kullandıkları 'BARBAR' adı veriliyor. (Osmanlı
atalardan dirlikçi olmayan öteki yurttaşlara 'ecnebi' derdi.) Tarihsel maddeciliğe göre:
'Güç (zor, acı, kuvvet): yeni
bir topluma gebe olan her eski Toplumun ebesidir. Gücün kendisi de bir ekonomik
kudrettir.'
"Antika Tarihte 'güç'
barbar kılığına girip medeniyet toplumunu yıkıyordu. Bu en görmek istemeyecek
bir göze batan olaydı. Yıkış sebebi: eski medeniyetin 'Gebe' olmayışından ileri
geliyordu. Eski medeniyet yıkıldıktan sonra, doğan yeni medeniyetin hangi
üretici güç, nasıl 'ebesi' oluyordu. Problem bu idi. Yanlız bu noktanın
aydınlatımı. Tarihsel Devrimlerin en kör düğümünü çözebilirdi. Ne çare ki,
Tarihsel maddeciliğin keşfedildiği günden beri, resmi Tarihsel bilimler
(Fransızca'nın akar deyimiyle 'c'en etait fait': işi bitik) duruma
gelmişlerdi."
(Tarih Devrim Sosyalizm,
s: 24)
Bu uzun alıntıda, sorunun nasıl,
Antika Tarihteki devrim problemini açıklayabilme ve genel bir devrim teorisi
kurabilmeye bağlı olarak ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Antika Tarihte,
devrimci sınıfın yokluğunu barbarlar yüklenmiştir. Barbarlık bir üretici güç
olarak ortaya çıkmaktadır. Sorun ortaya böyle çıkınca, üretici Güçler Teorisi
şöyle koyuluyor:
"(...) Diyalektik
metotlu klasik Tarihsel maddecilik: hangi çağda olursa olsun, insan Toplumunun,
genel olarak ve son duruşmada, ÜRETİCİ GÜÇLERle hareket ettiğini göstermiştir.
Ama, özellikle her çağda ve hele bir çağdan ötekine geçiş konağı içinde, o yere
ve zamana göre somut olarak hangi 'üretici Güçlerin ayrı ayrı nasıl rol
oynadıklarını araştırma ve bulma yetkisini, artık Felsefe yerine yalnız ve
ancak olaylara dayanan sırf Bilime ısmarlamıştır.
"üretici Güçleri başlıca
dört bölüme ayırabiliriz :
"l - TEKNİK: Toplumun
tabiatle güreşinde kullandığı cansız araçlar ve kullanımları. Aygıtlar,
avadanlıklar (Aletler, cihazlar) ve metotlar (usuller),
"2 - COĞRAFYA: Toplumu
doğrudan doğruya dışarıdan, daha doğrusu mekan içinde çevrdiyen maddi ortam,
İklim, Tabiat vs.
"3 - TARİH: Toplumu doğrudan doğruya içeriden, daha doğrusu
zaman içinde çevreleyen manevi ortam. Gelenek, görenek kalıntıları vs.
"4 - İNSAN: Toplumun gerek dış maddi ortamını, gerek iç
manevi ortamını teknik araçla isleyen Kolektif Aksiyon (Topluca Eylem), Zor ve
şiddet anlamlı "Güç", vs.
"Sosyoloji bakımından
yukarki dört ÜRETİCİ GÜÇLER dalından yalnız birisini, TEKNİK üretici gücü ele
almak mümkündür; soyutlaştırılmıs (tecrit edilmiş) sosyal olaylar hiç değilse
bir kerteye dek teknikle aydınlatılabilir. Hele modern çağda Teknik olağanüstü
gelişkin olduğundan, öteki üç grup üretici güçler belirli süre için değişmez
sayılırsa, yalnız başına Teknik üretici güçler, sosyal olayların gidisinde
jalon (yol gösterici sırık) rolünü oynayabilir.
"Tarih bakımından
Teknikle birlikte, (Coğrafya-Tarih-İnsan) sözcükleriyle özetlediğimiz öteki üç
üretici güç de ele alınmadıkça yeterli aydınlığa kavuşulamaz. Çünkü, Tarih son
derece somut bir konudur. Robenson masalındaki gibi tek başına kalmış uyduruk
insanın değil, gerçek insanın eylemidir. Gerçek insan: hem TOPLUM YARATIĞIDIR,
hem TOPLUM YARATICI'dır. Tarih, o gerçek insanın : belirli geçmişinden kalma
gelenek göreneklerle, içinde yaşadığı belirli Coğrafya ve iklim şartlarına
göre, belirli bir tekniğe ve metoda dayanarak yaptığı yaşama güreşinde, gene
belirli bir seviyeye ulaşmış Kolektif aksiyonundan doğar ve gelişir. Tarihte
her şeye can veren bu kolektif aksiyondur.
"Onun için, araştırmamız
SOMUT TARİH olduğu ölçüde, insan aksiyonunu, manivela gücüyle on kat, yüz kat,
ve ilh. büyüten üretici tekniği elbet başta tutacaktır. Ama hele Antika Tarih
Toplumunda yalnız başına teknik, insanı umutsuzluğa düşürecek kadar yavaş
gelişmiştir. Buna karşılık: her toplumun içinden çıktığı Tarih gelenek
görenekleri, içine girdiği Coğrafya etki-tepkileri altında gösterilmiş, insanca
kolektif aksiyon Teknikten hızlı davranmıştır, denilebilir. Onun için,
özellikle antika Tarihte, dört küme üretici güçlerin dördünü birden hesaba
katmak gerekir. Yalnız teknik, olayların tümüyle aydınlanmasını değil
şemalaştırılmasını bile yapmaya yetemez.
"Modern Toplumda Teknik
: maddi coğrafya ve Manevi Tarih üretici güçlerini öylesine kökten ve
kolaylıkla havaya uçurabiliyor ki, Toptum hareketinde yalnız teknikle, kolektif
aksiyon karşı karşıya kalmış gibidir. Gene de, hangi toplum biçiminde olursa
olsun insan: l - Kendinden önce gelmiş, geçmiş kuşaklardan arta kalan
gelenek-göreneklere göre, 2 - İçinde bulunduğu coğrafya ortamına göre, 3 -
Elinde tuttuğu Tekniğe göre bir kolektif aksiyon başarır. Tümüyle insanlığa,
dört başlı üretici güçler içinde Teknik: en son duruşmada ağır basmıştır. Ama,
Antika Tarihte her belirli Medeniyet için: Kolektif aksiyon üretici gücü
azaldığı zaman, coğrafya üretici gücü durmuş, görenek ve geleneğin üretici
gücü dağılmış, Teknik gerilemiştir. Böyle bir Medeniyet karşısında : tekniği
daha güçlü olmasa bile, yeni bir coğrafya üretici gücü temsil eden
gelenek-görenek ve Kolektif aksiyon güçleri daha üstün olan geri bir barbar
toptum, kolayca zafer kazanmıştır." (Tarih
Devrim Sosyalizm, s. 78)
Böylece bu uzun alıntıyla, hem
Dr. H. Kıvılcımlı tarafından geliştirilen üretici güçler teorisinin özlü bir
anlatımını görmüş, hem de, nükleer (çekirdekçil) bir tarih biliminin, neden
barbarlarla medeniyetlerin diyalektiği olduğu sorusuna da belli bir açıklık
getirmiş oluyoruz.
Hemen görülmektedir ki, yalnızca
modern toplumun değil, tüm toplumların çelişkili gidişini açıklayabilme, yani
bir genel devrim teorisi geliştirebilme gereği, üretici güçler kavramında bir
gelişmeyi şart koşmakta, temel kavramdaki bu gelişme de, hem bir nükleer tarih
biliminin kurulmasını gerekli kılmakta, hem de nükleer bir tarih bilimiyle
mümkün olmaktadır. Olmuştur. Böylece, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, bir yandan nükleer
Tarih biliminin kurucusudur, Diğer yandan Marksist-Leninist öğretinin, esası
olan Tarihsel Maddeciliğin en temel kavramlarında, onları daha derin, daha
dakik ve daha kapsamlı yaparak, belli bir ilerleme, belli bir sıçrama
sağlamaktadır. Ve bu ilerleme, Bilimsel Sosyalizmin 130 yıllık tarihinde bugün
karşılaştığı bunalımı aşabilmesini, ve bu bunalımdan kaynaklanan ideolojik
sapıtmalara karşı teorik zaferler kazanabilmesini mümkün kılmaktadır. Ve
Bugünkü teorik bunalımın aşılabilmesi, Tarihsel maddeciliğin en temel
kavramlarında -Kıvılcımlı tarafından başarılmış olan- bir devrimi gerekli
kılmaktadır.
Yazının basında, Bilimsel
Sosyalizmin de, çelişkili karmaşık bir evrim içinde olduğundan söz etmiştik.
Bu konuyla ilgili olarak bir somut örnek verelim.
Bugün, Türkçe'de Diyalektik ve
Tarihi maddeciliği anlatan onlarca kitap var. Her okuyucu, bu kitaplarda
anlatılan devrim ve üretici güçler teorisiyle, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'dan
yukarıda aktardığımız bölümleri şöyle bir karşılaştırabilir. O zaman hayretle
şunu görecektir. Ortada iki ayrı teori ve kavramlar silsilesi vardır, örneğin o
kitaplarda, Tarihsel Devrim kavramına rastlanılamaz. Devrim deyince şu son bir
kaç yüz yılda gerçekleşmiş burjuva ve proleter devrimleri anlaşılmaktadır.
Sanki, sınıflı toplum, Antika Tarih'teki devrimler hiç olmamıştır, hiç yoktur,
"insanlığın sınıflı topluma geçtiği altı bin yıldır devrimler nasıl
olmuştur?" türünden bir soruya bile rastlamak mümkün değildir, Tabi, buna
bağlı olarak, çok başka bir üretici güçler teorisi vardır. Yalnızca iki üretici
güç sayılır: İnsan ve Teknik. Bunların bile içeriği başkadır.
Sırf böyle bir gözlem bile,
böyle olguların varlığı bile, şu soruyu akla getirir: Bu kitaplardaki öğreti,
Marks-Engels tarafından formüle edilmiş olan Tarihi Maddecilik öğretisi midir?
Bu kitapları yazmış olan yüzlerce yazar, Marks-Engels'den beri teoride hiç bir
gelişme sağlayamamış mıdır?
Bu soruların cevabı
araştırıldığında, daha da ilginç bir sonuçla karşılaşılır. Marksist öğretinin
temellerini anlatan bu onlarca kitapta, Teori; Marks-Engels'de olduğundan daha
gerilere gitmiştir. Bu kitaplarda anlatılan teori, Marks-Engels'inkinin
bayağılaştırılmış ve yüzeyselleştirilmiş, geriletilmiş bir biçimidir. Bu
gerçek, soruna dikkatle yaklaşan en kör göze bile batar. O zaman kendiliğinden
şu sonuç ortaya çıkar. Resmi Marksizm, özellikle temel kavramlarda, kurucularına
göre bir gerileme içindedir. Ama bu gerilemenin altında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı
tarafından, Marksizm'e büyük bir sıçrayış sağlanmıştır.
Yakından bakınca, gerilemeyi de
sıçramayı da yaratanın aynı nedenler olduğu görülür. Açıklanamayan olaylar, bir
yanda teoride bir sıçrama, bir ileriye atılış sonucunu verirken, diğer yanda
bu sıçrama sağlanamayınca, ya kavramlar bayağılaştırılarak sorun çözülmeye
çalışılır, ya da açıklanamayan sorunlar görmezden gelinir. Daha doğrusu,
açıklanamayan sorunları görmezden gelebilmek için, kavramları bayağılaştırmak
şart olur.
Konumuz, Tarihin Maddeci
kavranışının temel kavramları olduğuna göre, Kıvılcımlı'nın geliştirdiği biçimi
ile kavramların, Marks-Engels'inkine daha yakın olduğu, yani Marks-Engels'in,
daha sonraki Marksistlerden daha önde olduğunu, kısa bir örnekle görelim:
Marks-Engels, Tarihin maddeci
kavranışını, başlıca su eserlerinde ele almışlardır:
1848 devriminin arifesinde
yazıp, farelerin kemirici eleştirisine bıraktıkları "Alman İdeolojisi"
ve yine o dönemlerde yazılmış bazı mektuplar ve "Komünist Partisi
Manifestosu".
Daha sonra Marks, 1859'da, "Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı"nın "önsöz"ündeki, iki üç
sayfalık bölümde, tarihin maddeci kavranışını veciz bir şekilde özetler.
Ve son olarak, yaşlı Engels'in
1890'larda, öğretilerinin bayağılaştırmasına karsı tepkileri ve açıklamaları
içeren mektupları.
Bu sayılanlar, öğretinin açıklandığı
metinlerdir. Bir de bu öğretinin uygulandığı eserler vardır.
Marks'ın "Fransa'da Sınıf Mücadeleleri" ve "Bonapart'ın
18 Brumere'i", Engels'in "Almanya'da Devrim, Karşı
Devrim", "Ailenin, Devletin, özel Mülkiyetin Kökeni" gibi...
Şu halde, Marks-Engels'te,
Tarihin maddeci kavranışının nasıl koyulduğu iki bakımdan ele alınabilir.
Birinci Bakım: Marks-Engels'in
Tarihin maddeci teorisinin nasıl açıkladıklarıdır.
İkinci Bakım: Marks-Engels'in
Tarihin maddeci teorisini nasıl uyguladıklarıdır.
Şunu hemen not edelim ki, hiç
bir açıklama, uygulamanın tüm zenginliğini kavrayamaz. Marks-Engels'in tarihin
maddeci kavranışını uygulamaları da, açıklamalarından, çok daha derin,
kapsamlı ve karmaşıktır.
Bugün, resmen öğretilen maddeci
tarih teorisi, Marks-Engels'in açıkladığı teoriden bile daha geridir.
Bir örnek: Resmi tarihsel
maddecilik kitaplarının hiç birinde, "Kolektif Aksiyon" diye
bir üretici güç açıklaması görülemez. Ama Marks-Engels, Tarihin maddeci kavranışını
ilk kez formüle ettikleri Alman İdeolojisi'nde şöyle yazıyorlar:
"... Bir üretim yordamı,
yahut belli bir sanayi seviyesi : kolektif aksiyon tarzı, veya belli bir sosyal
seviye ile ortak bulunur. Kolektif Aksiyon tarzının kendisi de bir 'üretici
Güçtür." (T.D.S., s. 63)
Başka bir örnek: Engels'in,
Marksizm'in bayağılaştırmasına karşı ölümünden bir süre önce, H. Starkenburg'a
yazdığı 25. Ocak. 1894 tarihli mektupta, yapılan açıklamalar, yukarıda, Dr. H.
Kıvılcımlı'dan yapılan uzun aktarmalarda dile getirilen, Maddeci tarih
kavrayışıyla büyük bir benzerlik içindedir. Engels, mektubunda şunları yazıyor:
"Tarihin belirlendirici
temeli olarak baktığımız ekonomik ilişkiler deyince bu ad altında şunu
anlıyoruz: Belirli bir TOPLUM İNSANLARININ geçimlerini üretmelerini ve (iş
bölümü bulunduğu ölçüde) ürünlerini aralarında değiştirmelerini anlıyoruz.
Demek bütün üretim ve ulaşım TEKNİĞİ bunun içindedir. Kavrayışımıza göre, bu teknik,
aynı
zamanda ürünlerin değişim yordamı gibi, ürün üleşimini de, ve dolayısıyla, kandaş
toplum sona erdikten sonra, sınıflara bölünüşü de, dolayısıyla, Devleti,
Siyaseti, Hukuk vs.'y i de belirlendirir. Ekonomik ilişkiler sırasına, ayrıca, o
münasebetlerin üzerinde geçtikleri COĞRAFYA temeli de girer, ve çok
kez GELENEKLE veya atalet hassasıyla alıkonularak daha önceki gelişim
konaklarından beriye gerçekten aktarılmış KALINTILAR da, ve tabii gene bir
sosyal biçimi dışardan çevreleyen ortam da girer." (Altını biz
çizdik.)
Bu iki örnekten de görüleceği
gibi, tarihin maddeci kavranışında Marks-Engels'in açıklamalarına göre, bugünkü
resmi öğreti, bir gerileme teşkil eder. Ve böyle bir gerileme ile de
oportünizme karsı başarılı bir ideolojik mücadele verilemeyeceği gibi, sığ
açıklamalar, toplumu değiştirme olanağını güçleştirmektedir.
Bugünkü, resmi teori, tarihin
maddeci kavranışını açıklarken, Marks-Engels'in açıklamalarından daha geridir,
ama buna karşılık. Kıvılcımlı'nın açıklaması, yalnızca Marks-Engels'in
açıklamalarından değil, uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Yani aynı zamanda,
Marks-Engels'in Tarihi maddeciliği uygulamalarının analizine dayanmaktadır.
Diğer bir deyişle, Marks-Engels'in yarım bıraktıkları bir işi, tüm toplumların
hareketini yöneten yasaları, Antika toplumların hareket yasalarını bulma işini
de tamamlamaktadır.
Özetlersek, Bilimsel Sosyalizm
oldukça karmaşık bir evrim içindedir. Bir yandan, görünüşte,
bayağılaştırılmıştır, yüzeyselleştirilmiştir ve milyonlarca işçi, devrimci onu
bu biçimiyle öğrenmiştir, öğrenmektedir. Diğer yandan doruklarından birine ulaşmıştır.
Bu çelişkili gidişin sonucu
olarak, bugün bilimsel sosyalist öğretiyi doğru bir şekilde öğrenebilmek için,
ve dolayısıyla H. Kıvılcımlı'yı kavrayabilmek için, sosyalizmi öz
kaynaklarından, yani Marks-Engels-Lenin'den etüt etmek gerekiyor, öte yandan,
Marks-Engels-Lenin'i doğru olarak kavrayabilmek için, Kıvılcımlı'yı etüt etmek
gerekiyor.
Kıvılcımı'nın Marksist-Leninist
teoride yaptığı devrim, yalnızca üretim Güçleri ve Devrim öğretisi alanında
değildir. Bunlara bağlı olarak tüm kavramlarda belli bir gelişme sağlanmıştır.
Ancak, burada, yapılan devrimin çapı hakkında bir fikir verebilmek için en
temel kavramları ele almakla yetindik.
Bu temel kavramlardaki devrime
bağlı olarak, bu kavramlar üzerinde yükselen kavramlar piramidi baştan aşağı
değişmiştir, örneğin, İlkel, Köleci, Feodal aşamaları artık çok mekanik,
toplumun gelişimini çok çarpık yansıtan bir şemadır.
Bir kızıl deriliye, Amerika'nın
Kolomb tarafından keşfedildiği söylenirse o gülecektir. Çünkü, Kolomb'dan önce
de Amerika'da Kızılderililer yaşıyordu. Görüleceği gibi Amerika'nın keşfi,
Avrupa merkezli bir tarih ve coğrafya kavrayışının ürünüdür.
Benzer şekilde, İlkel, Köleci,
Feodal sıralaması da Avrupa merkezli bir kavrayışın ürünüdür. İşte, Dr. Hikmet
Kıvılcımlı, Tarih Tezi ile, Avrupa merkezli bu kavramlar silsilesinin işini de
bitirir. Bu bakımdan onun yaptığı keşif, Kopernik'in astronomide yaptığı keşfe
benzetilebilir. Kopernik'e kadar, Dünya, evrenin merkezi olarak kabul
ediliyordu. Kopernik yeryüzünün yerine güneşi koydu. Bu evren kavrayışında
başlı basına bir devrimdi. Ama bugün resmi Marksizm Tarihe, Kopernik öncesi
Astronomicilerin evrene baktığı gözle bakmaktadır.
Bu, Kıvılcımlı'nın keşfinin
sonuçlarının nerelere kadar uzandığı hakkında yalnızca bir örnektir. Yoksa bu
keşfin sonuçları, Sınıf kavramına, taktik ve örgüt sorunlarına kadar
yansımaktadır. Ama teorinin temelinde yapılan devrim kavranamazsa, sonuçları
kavramak olanaksızlaşmaktadır, örneğin, Hikmet Kıvılcımlı'ya,
"Cuntacı" denmesine sebep olan, "Jön Türk Geleneği" ya
da "Vurucu Güç" kavramları, üretici Güçler kavramının
kapsamında yapılan değişiklik kavranmadıkça anlaşılamaz. Bu kavramlara karsı
çıkanlar her şeyden önce, örneğin Tarihsel Devrim denen olayın mekanizmasını
açıklayan başka bir devrim teorisi geliştirmek zorundadırlar Bunu yapmadan,
orada açıklama bekleyen olaylar yığının üzerinden atlanarak, Kıvılcımlı'yı
"Cuntacılık" vs. ile itham etmek, realpolitikerlikten başka bir şey
değildir. Olamaz da.
Şimdi su soruya cevap arayalım:
Hangi somut tarihsel zaruretler ve olanaklar, teorideki bu devrimi mümkün ve
gerekli kılmıştır. Çünkü, pratik sosyal ihtiyaçlar, bilimlerin ilerlemesine
yüz üniversitenin yapamadığı itilimi sağlarlar.
Üretici güçler ve devrim
teorisi, Antika Tarih boyunca toplumların hareketinin yasalarını bulup açıklama
sorununa bağlı olarak, bir gelişim gösterdiğine göre, şu soru ortaya çıkar:
Antika tarih ile bugünkü toplumları açıklama zarureti arasında ne gibi bir
ilişki vardır? Antika Tarihi açıklama zarureti nereden icap etmiştir? Bu soruya
verilecek cevaplar, Bilimsel Sosyalizmdeki ilerlemenin nasıl gerçekleştiğini
açıklayabilir.
Açın bir dünya haritasını ve
bakın. Eski dünya karalar topluluğunda, eski medeniyetlere beşik olmuş
ülkelerin tümünün bugün geri ülkeler olduğu, buna karşılık, medeniyete ancak
çok daha sonraları girebilmiş ülkelerin, yani batı Avrupa ve Japonya'nın
kapitalist medeniyete geçebildiği, dolayısıyla ileri oldukları görülür. Bu olgu,
en görmek istemeyen kör göze bile, Kapitalizme geçemeyiş, dolayısıyla geri
kalış ile Antika medeniyetlere beşik olma arasında bir bağıntının varlığını,
adeta batırır.
Çin, Hint, İran, Anadolu,
Magrip'e kadar Arap ve Akdeniz ülkeleri. Sümer den Osmanlılar'a kadar tüm
antika medeniyetler buralarda varoldu. Ve bu ülkelerde bir türlü kapitalizme
geçilemedi. ileri ülkeler olunamadı. Aksine, kapitalizme, emperyalizme,
sömürge, yarı sömürge veya sonraları yeni sömürge olundu.
O halde, bu ülkelerdeki
geriliğin nedenlerini açıklayabilmek için, bu ülkelerin sosyal gerçekliğini
açıklayabilmek için, o ülkelerin içinden çıktığı Antika Tarihi açıklama
zarureti hemen kendini dayatır.
Bu zaruretin nasıl ortaya
çıktığını H. Kıvılcımlı söyle anlatıyor:
"Böyle bir araştırma
neden önemli oldu?
"Bugünkü Türkiye'yi
anlamak İçin, onun, dün içinden çıktığı (daha doğrusu bir türlü içinden
çıkamadığı) Osmanlı Tarihine inmek gerekti. Osmanlı Tarihinin maddesine
girince, onun İslam medeniyetinde bir "Rönesans" olduğu belirdi.
İslam medeniyeti : tıpkı Grek ve Roma Medeniyetleri gibi, Kent'ten (Çileden)
çıkmış Antika (kadim) medeniyetlerden biriydi. İlk Sümer öncesinden
(Protosümerterden) İslam medeniyetine gelinceye değin sıralanan antika
medeniyetlerin hepsi de : hem birbirinin ayni, hem birbirinin gayri olarak
birbirlerinden çıkagelirlerken, hep ayni gidişi (proseyi) gösteriyorlar ve bir
tek kanuna uyuyorlardı.
"Günümüze değin uzanmış
bütün poblemlerin : sebep-netice zincirlemesiyle nasıl ta Protosümerlere dek dayanıp
çıktığı dupduru anlaşılmadıkça, hiçbir somut (konkret) Tarih olayı gereği gibi
aydınlanamıyordu." (Tarih Devrim
Sosyalizm, s: 5)
Sorun, Türkiye gibi geri
ülkelerin sosyal gerçekliğini açıklama zaruretine bağlı olarak
çıktığına göre: geri ülkelerin sosyal gerçekliğini açıklama zarureti nasıl ortaya
çıkmıştı?
Geri ülkelerin sosyal
gerçekliğim açıklama zarureti: Geri ülkelerde bir Sosyal Devrim Olanağıyla birlikte
ortaya çıkmıştır. Geri ülkelerde bir sosyal devrim olanağı ise: Kapitalizmin
emperyalist aşamaya girmesi ve yeryüzünün altıda birinde sosyalizmin
kurulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Lenin, sağlığında, sorunu tam da
böyle koyar. A. Sultanzade'nin Raporu üzerine Düşünceleri'ne: "Doğuda
bir Sosyal Devrim İmkanına Dair" diye başlar.
"Dünyayı Sarsan On Gün"den
önce, geri ülkelerde, Doğu'da bir sosyal devrim olanağı yoktu. Ama bu
olanak, ortaya çıktığı gün Doğu'yu açıklama zaruretini de beraberinde
getiriyordu. Dünya'yı değiştirmek için açıklamak gerek...
Bu, daha önce karşılaşılmamış
görevi, daha ortaya çıkar çıkmaz, Lenin şöylece, çok genel olarak hemen tespit
etmişti: 1919 yılı "Doğu Halkları örgütleri 2. Rusya Genel
Kongresi"nde yaptığı konuşmada, Lenin şunları söylüyordu: "(...)
Dünya Komünistlerinin bundan önce karşılaşmadıkları bir görevle karsı karşıyayız:
Komünizmin genel teori ve pratiğine dayanarak kendimizi Avrupa ülkelerinde
mevcut olmayan özgül koşullara uydurmak zorundayız."
Daha Lenin'in sağlığında kendini
böylesine ortaya koyan bu görevi tamamlamak şerefi daha sonra Dr. H.
Kıvılcımlı'ya nasip oldu. Çünkü sorun kendini en açık bir şekilde Türkiye'de
koymuştu ve yine bu sorunu teorik olarak çözecek unsurlar Türkiye'de bol bol
bulunuyordu.
Türkiye, Osmanlı
İmparatorluğu'nun mirası üzerine kurulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu ise,
Sümer'den beri gelen tüm Yakın Doğu medeniyetlerinin mirası üzerine. Bu durumda
Antika Tarih'i açıklayacak malzemenin esaslı bir bölümü Türkiye'de
bulunabilirdi. Gerçekten de öyledir.
Marks'ın ekonomi Politik
araştırmaları için İngiltere ve British Museum nasıl uygun şartları yaratıyor
idiyse, Kıvılcımlının araştırmaları için İstanbul kütüphaneleri ve Türkiye
benzer olanakları sağlıyordu.
Kendi mezar kazıcılarını
yetiştirmek ve silahlandırmak, burjuvazinin eski huyudur.
Emperyalist ülkeler, bir yandan
geri ülkeleri maddeten çapul ederlerken, diğer yandan manevi bir çapulu da
yürüttüler. Böylece Arkeoloji doğup gelişti. Yeraltında kalmış medeniyetler gün
yüzüne çıkarıldılar. Ve tüm insanlık tarihinin az çok tamam olarak genel
gidişini veren bilgileri yığdılar. Klasifikasyon için gerekli birikimi
yaptılar.
Geri kalan, bu dağlar gibi
yığılı malzemeyi işleyip, klasifike etmekti. Yalnız bunu yapabilmek için önce
Marksist-Leninist olmak gerekiyordu. Çünkü, pek çok burjuva bilim adamı da aynı
malzemeyi işlemiş ama çok başka sonuçlara ulaşmıştır.
İşte, Türkiye burjuvazisi, Dr.
Hikmet Kıvılcımlı'yi, sırf Diyalektik ve Tarihi Maddeciliğe inandığı için 22
yıl hapislerde tutarak. Kıvılcımlıyı adeta Antika Tarihe ilişkin olarak
yığılmış bilgileri klasifike etmeye zorladı. Ama öte yandan da, bir bakıma, bu
muazzam bilgiyi klasifike etmek için gerekli zamanı vermiş oldu. İstese de
istemese de kendi mezar kazıcısını silahlandırdı.
Sanırız okuyucuya, Bilimsel
Sosyalist Teorinin geçirdiği karmaşık evrim sürecinin ve bu süreç içinde Dr. H.
Kıvılcımlı'nın yerinin ne olduğu hakkında genel bir fikir verdik. Bu yazıda
yapılmaya çalışılan henüz küçük bir başlangıçtır. Daha yapılacak çok iş var.
Ama o işlerin yapılabilmesi için de küçük ve eksik de olsa bir başlangıç
yapılması gerekliydi.
Bugün, Kıvılcımlı'nın geliştirdiği teorik silahlar henüz
Proletaryanın savaşında kullanılmıyor. Ya da şöyle diyelim, Türkiye'deki
onlarca sosyalist eğilimden biri tarafından, Vatan Partisi tarafından
kullanılmaya çalışılıyor.
Uluslararası proletarya hareketi ise böyle bir silahın
varlığından bile habersiz. Ama bu silahtan yoksunluğun olumsuz etkileri her gün
görülüyor. Evrokomünizmlere, Maoizmlere öldürücü teorik darbeler
indirilemiyorsa, bunda Kıvılcımlı'nın geliştirdiği teorik mirasın bilinmemesi
önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye tarihindeki en ağır bunalımından geçiyor. Türkiye
Proletaryasının, Kıvılcımlı'nın şahsında kazandığı teorik zaferler, yarın
pratikte kazanacağı zaferlerin müjdecisidir.
Demir Küçükaydın
(Bu yazı Kıvılcım dergisinin Eylül - Ekim 1978 tarihli
ikinci sayısında, 52 – 65 sayfalar arasında H. Yılmaz imzasıyla yayınlandı. 17
Ocak 2001'de digitalize edildi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder