GİRİŞ
Vatan Partisi'nin III. Genel
Kongresinde kabul edilen platformun ana hatlarıyla koyulduğu “Komisyon
Raporu”nun “Son Söz” başlıklı bölümünde şunlar söyleniyor:
“Buraya kadar Vatan Partisi'nin 1977
-1978 yılları boyunca izlediği çizgisinin oportünizmini; burjuva sosyalist
niteliğini Program, Taktik ve Örgüt başlıkları altında göstermeye çalıştık.
“Ortaya çıkan metnin yeterince tatmin
edici olmadığını biliyoruz. Ama olayların şu hızlı akışı içinde; hele kongreye
az bir süre kalmışken, konuları daha geniş ve daha derinliğine işlemek pratik
olarak olanaksızdır.
“Tüm eksikliklerine rağmen, esas
olarak tesbitlerde önemli bir yanlış oimadığı kanısındayız. Bu yazı, bir bakıma
ilerdeki teorik - pratik çalışmalarla ete kemiğe bürünecek bir iskelet, bir
çatı görevini görebilirse, amacına ulaşmış sayılabilir.” (Kıvılcım 3-4, sayfa: 191).
“Devrimci Derleniş” Dergisinin 27 Şubat 1979 tarihli 17. sayısında “YVP III. KONGRE DELEGESİ BİR ARKADAŞIN MEKTUBU” başlığı ile, “Komisyon Raporu”nda dile getirilen bazı temel görüşlere birçok noktalardan - A. Mavi imzası ile - eleştiriler Yöneltilmektedir.
Bu eleştiriler, “Komisyon Raporu”
iskeletinin etlendirilmesi için zengin olanaklar sunmaktadır. Böylece, bu yazıda
eleştirilere bir cevap biçiminde; polemik üslubunda, “Komisyon Raporu”nun
en az kavrandığı anlaşılan bölümleri, daha geniş olarak ele alınacaktır.
Burada geçer ayak hemen şunu da not
edelim. Devrimci Derleniş'teki eleştiriyi okuyan dikkatli bir okuyucu,
başlıca eleştiri noktalarının, Kongre'de kabul edilen hattın Programına,
Stratejisine, Taktiğine ve Örgüt anlayışına hiç değinmediğini görebilir. Yani,
bugünkü Vatan Partisi'nin dayandığı platforma hiç bir eleştiri Yöneltilmemiştir. Bu durum, eleştirmenin
V. P.'nin bugünkü platformunu kabul ettiği anlamına gelmez. Bu durum,
eleştirmenimizin, bir Partiyi; bir Yuvarı; bir politik yoğunlaşmayı (kullanılan
deyimiyle: “siyaset”i; “yoğunluk”u) henüz Programı, sınıflar karşısındaki tavırları, taktikleri, örgüt
prensipleri bakımından ele alıp; onun sınıf içeriğini çözümleme ve böylece işçi sınıfını politik olarak uyarma gibi bir
bakış açısı; bir sorunu olmamasından; diğer bir deyişle: Marksizm’le, - sınıf
mücadelesi öğretisiyle - bir ilişkisi
olmamasından kaynaklanmaktadır.
Ama biz, burada, yine de eleştirmenimize
haksızlık etmek istemiyoruz. Çünkü, eleştirmen A. Mavi uzunca bir süre V.
P.'nin üyesi olmuş. Ve Vatan Partisi, bu üyesini eğitmemiş; ona Marksizm’in en
temel bakış açısını öğretmemiş.
A. Mavi'nin tüm eleştirisinde
yansıyan bu Marksizm’den nasibini almama olumsuzluğu, bir bakıma Komisyon
Raporu'nun iddiasının kanıtından başka bir şey değildir. Çünkü Komisyon
Raporu’nda, V.P.'ye egemen olan burjuva sosyalizminin iki temel
özelliğinden biri olarak: “Marksizm’i (smıf mücadelesi öğretisini) terk”
sayılmaktadır. Ve “Rapor”un diğer bir bölümünde, Devrimci Derleniş'in
V. P.’ye eleştirilerinin, özünde Kıvılcım Grubu'nun bir zamanlar TSİP'e
Yönelttiği eleştirilerden farklı
olmadığı, dolayısıyla burjuva sosyalizminin platformunu zımnen kabul ettiği
belirtilmektedir.
Bütün küçük burjuva sosyalizmleri,
burjuva sosyalizmleri platformunda; onların ufku çerçevesinde hareket ederler.
Devrimci Derleniş ve A. Mavi gibi “Doktorcu” küçük burjuva
sosyalistleri de, “Doktorcu” Burjuva Sosyalizminin ufku çerçevesinde eleştiriden
kurtulamıyor. Bu nedenle A. Mavi'nin eleştirisi de, genel planda, niteliğiyle içeriğini çürütmektedir. İçeriğinde; bugünkü V.P.’yi
oportünizmle - yani Marksizm’den
sapmayla - suçlarken. Niteliğiyle; Marksizm dışı bir yazı
olmaktan kurtulamamaktadır. Ve bu niteliğiyle de, Komisyon Raporu'ndaki tespitlerinin doğruluğunun
bir kanıtını sunmaktadır.
Şimdi, başlıca eleştiri noktalarını -
eleştirideki sıralarına pek bağlı kalmadan - çeşitli başlıklar altında ele alalım.
DEVRİMCİ
HAREKETİN TARİHİ
Devrimci Derleniş'te yer alan eleştirinin en uzun bölümü
olan ikinci bölümde, sosyalist hareketin tarihine ilişkin eleştiriler yer
almaktadır. Eleştirmen, özellikle Rapor'da yer alan iki belli başlı teze
eleştiri Yöneltmektedir. Bu iki konu
:
a) Devrimci hareketin 27 Mayıs
sonrasında adeta yeniden doğduğuna;
b) Dolayısıyla da 21 Mayıs hareketi
ve YÖN'un payına da, tıpkı eski “Onbeşler” ya da Ütopizm
konaklarının düştüğüne dair tezlerdir.
Şimdi özellikle bu iki konuda, A.
Mavi'nin eleştirilerini ele alalım :
A. DEVRİMCİ HAREKETİN İKİNCİ DOĞUŞU
(YENİDEN DOĞUŞU)
Kıvılcım dergisinde yer alan Rapor'daki
tezi olduğu gibi aktaralım :
“Doğu'da hemen her kral sülalesi,
tarihi ve takvimi kendisiyle başlatır. Objektif olarak Tarihe yeni giren Barbar,
sübjektif olarak Tarihin kendisiyle başladığını sanır.
“Türkiye'nin devrimci hareketi de,
kendisini, geçmişin bu, "üzerine bir kabus gibi çöken" geleneğinin
etkisinden kurtaramamıştır. Tıpkı, her Tarihsel Devrimden sonra kurulan Antika
Medeniyetler gibi devrimci hareket de "Tekerrür" etmiştir. İki kez
doğmuştur, iki kez Hazırlık ve Başlangıç konaklarım aşmış, iki kez öz
Marksizm’e ulaşmıştır.
“Bu iki gelişim, iki melez (Yarı
Tarihsel) devrimi izler.
“Gerek Kurtuluş Savaşı, gerek 27
Mayıs, bir tür "iç barbar akım" melez devrimlerdir. Yani, yarı
Antika, yarı Modern özellikler gösterirler. Bu iki sıçrama konağının ardınan
gelen iki uzun birikim konağında, Türkiye Devrimci Hareketi bakımından Tarih
ve Takvim adeta yeniden başlar.
“27 Mayıs'tan sonra, sanki geçmişin
40 yıllık devrimci mücadelesi ve birikimi hiç yokmuşçasına, sanki modern
sınıflar savaşı yeni başlıyormuşçasına devrimci mücadele adeta yeniden doğar ve
Amerika'yı yeniden keşfe çıkar.
“Ve bir kez yeniden doğup ta yola
düzülünce, Birinci Kurtuluş Savaşı ve sonrasında yaşanmış konakları, olmadı
baştan yeniden yaşar. Antika Tarih gibi, devrimci hareketin Tarihi de
"Tekerrür" eder.
“Marks'ın dediği gibi: gelişimin
doğal aşamaları ne bilmezlikten gelinebilir, ne de iradenin bir vuruşuyla yok
edilebilir. Hareket bir kere yeniden doğunca, yıllar önce geçilen konaklardan
yeniden geçmek kaçınılmazlaşır.
“Belki de, Dünya'nın hiç bir
ülkesinde devrimci hareketin böyle iki kez doğup geliştiği görülmez. Ve bu
orijinalite kavranmadıkça, devrim tarihimiz bir kaos olarak görülmekten
kurtulamaz.” (Kıvılcım
3-4, Sayfa: 96-97).
Tez özetle böyle ifade edilmektedir.
Bu tez muhakkak ki bir araştırmanın sonucudur. Ancak, tezin kanıtlanması; yani araştırmanın
ayrıntılı sonuçlan Rapor'da yer
almamaktadır. Rapor'da,
araştırma sonucu ortaya çıkan tez (sonuç): Doktorcu Hareket'in tarihinin
açıklanmasında kullanılmaktadır. Ve
gerçeğe uygun bir açıklamaya olanak sağladığı ölçüde, başka bir yönden de yine kanıtlanmış
olmaktadır. Buna rağmen Rapor'da ayrıntılı bir şekilde, ikinci kez
doğuş olayının gerçekliği yeniden gösterilmediği için, konu yine de
etlendirilmeye muhtaçtır ve Derleniş'in eleştirisi bunun için iyi bir
vesile sunmuştur.
Derleniş yazarı, yukarıdaki tezi kabul
etmemekte, ancak onun yanlışlığını kanıtlama gibi bir yola da gitmemekte,
yalnızca Hikmet Kıvılcımlı'nın yazdıklarının bir inkarı gibi; yok sayılması
gibi değerlendirmekte ve Kıvılcımlı'nın “Zortlama”da yer alan “Türkiye'de
Sosyalist Kuşaklar” başlıklı bölümdeki görüşleriyle karşı karşıya
koymaktadır.
Şimdi biz, bu iki iddianın da
geçersiz olduğunu kanıtlayacağız.
1. Rapor'da yer alan,
sosyalist hareketin tarihine ilişkin tez Kıvılcımlı'nın yok sayılması, inkarı
değildir.
2. Kıvılcımlı'nın “Sosyalist
Kuşaklar” çözümlemesi, tezle karşı karşıya getirilemez.
1. Rapor Kıvılcımlı'nın çözümlemelerini yok saymamaktadır. Ama sayın
eleştirmen, konu bakımından, iddiaları bakımından en kritik bir kaç paragrafı
yok saymakta, atlamaktadır. Alıntılarda atlamalar, konuyu dağıtmamak; fikrin
özünü elden kaçırmamak için yapılabilir. Ama kaçırmak için de yapılabilir.
Biz yukarda kasıtlı olarak Tez'den
uzunca bir bölümü aynen aktardık. A. Mavi arkadaş ta eleştirisinde, aynı uzun
bölümden aktarmalar yapar. Ama büyük parantez içine aldığımız paragrafları
atlayarak.
Belki de bilinçsiz bir içgüdüsel
davranış olarak yapılan bu atlama, A. Mavi'nin eleştirisini geçersiz kılan
cümlelerle doludur.
A. Mavi'nin eleştirisi nedir?..
“(...)Yepyeni "yeniden doğuş"
("Tekerrür") teorisi” uydurulduğudur. Dolayısıyla bir yeniden doğuş
yapıldığıdır. Yani geçmişin yok sayıldığıdır.
Evet,
- tabiri caizse eğer - bir “ikinci
doğuş” veya “tekerrür” teorisi “uydurulmuştur” (Bizce: tez
olarak ortaya koyulmuştur). Ama bu teori, bir “yeniden doğuş”, bir “inkar”
(yok sayma) yapmamakta, aksine bu
“inkar”ın “yeniden doğuş”un nedenini açıklamakladır. Geçmişi yok saymamakta,
aksine onu açıklamaya çalışmaktadır.
Yani, Kıvılcımlı'nın da yakındığı,
geçmişin üzerinden atlama, geçmişi yok sayma gibi bir davranış içinde bulunmamakta:
aksine var olarak kabul ettiği için de, geçmişin bu yok sayma hastalığının
nedenlerini açıklamaktadır. Hem de,
tam Kıvılcımlı’nın tezleri üzerinde.
Rapor'daki tez (ya da: “uydurulmuş” teori)
Kıvılcımlı' yi yok saymamakta; ama tam da Kıvılcımlı'nın istediği gibi geliştirmeye çalışmaktadır.
Kıvılcımlı'nın (A. Mavi'nin de
aktardığı) Antika toplumsal ilişkilere has gördüğü şu olgular; şu eleştiriler,
Rapor için geçersizdir:
“Her kuşak, yaratıcı çaba gösterecek
yerde, ya teoride ya pratikte beliren eksiğini ve yanlışını, kendinden önceki
kuşağın değerine ve kazancına en azından susuş kumkuması kesilip örtmeye
çabaladı.”
Şimdi, Rapor'daki tez,
Kıvılcımlı'nın değerini susuş'a mı getiriyor? Hayır. Aksine Rapor, Türkiye Sosyalist Hareketi'nin
Tarihinin orijinalitesini Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın tahlillerine ve teorik
kavramlarına dayanarak açıklamaya çalışır. Türkiye'nin antika ilişkiler ortamı
ile Tarihsel Devrim geleneği arasında bağlantı kuruyor. Kıvılcımlı'yı bilmeyen
bir Marksist’in orada ne denmek istendiğini anlaması bile zordur. Onlar için “Melez”,
“Yarı - Tarihsel” devrim gibi kavramlar yabancıdır.
Rapor'daki tez, Kıvılcımlıyı yok
saymamakta, onun mirası üzerinde yükselmekte, yalnız A. Mavi gibi küçük
burjuva dogmatiklerinin anlayamayacağı, hiç bir zaman kabullenemeyeceği
şekilde; ama tam da Kıvılcımlı'nın istediği gibi: “yaratıcı çaba” da
göstermektedir.
İlerde görüleceği gibi,
Kıvılcımlı'nın eserlerinde henüz gelişmemiş, sistemleşmemiş, ama tohum halinde
var olan bir fikri: 27 Mayıs'tan sonra, devrimci hareketin adeta yeniden
doğduğu fikrini işleyip, geliştirmeye çalışmaktadır.
Yani, Rapor'daki “yeniden doğuş” tezi. Bir “yeniden doğuş”
yapmamaktadır. Eski kuşağın, başta Kıvılcımlı'nın mirasını yok saymamakta;
aksine benimsemekte. Ve bu benimsediği miras üzerinde geliştirmeye
çalışmaktadır. Ve böyle davranarak, böyle “yeniden doğuş” yapmayarak “yeniden
doğuş” olgusuna ilişkin fikri geliştirebilmekte; objektif bir olgu olan, “yeniden
doğuş”u açıklayabilmektedir. Diğer bir deyişle: Marksizm’i yeniden icat
etmemekte ama onu geliştirmeye çalışmaktadır.
Ama buna karşılık Devrimci
Derleniş'in yazarı, böyle davranmamakta, Kıvılcımlı'yı “papağanca
ezberleyip toptan ve perakende satışa” çıkarmaktadır. Kıvılcımlı'nın Zortlama'da
yer alan - ve özellikle antika
ortamımızın sosyalist hareketin tarihine yansımalarına ilişkin - kuşaklar sıralamasını, sanki Rapor'da
yer alan Tez'e karşıymış gibi koymaktadır.
Gerçekte, o kuşaklara ilişkin bölüm,
hiç de yeniden doğuş teorisiyle çelişmez. O iki sınıflama, ayrı ayrı sorunların
açıklanmasına ilişkin olarak yapılmışlardır. Aynı konuya iki ayrı bakış
açısını ifade etmezler. Kıvılcımlı, o kuşaklara ilişkin şemalaştırmasının,
sanki yarın Devrimci Derleniş gibi küçük burjuva skolastik kafalarca,
nasıl bir Prokrutes Yatağı'na çevrileceğini; kendi teorisinin devrimci
içeriğine ve içeriği savunanlara karşı bir silaha döndürülebileceğini sezmişçe,
şu açıklamayı yapar:
“(...) Elbet mekanik
bir “kuşaklar çelişkisi” deyimi ile Türkiye Sosyalizminin bütün
problemlerini çerçevelemek istemedik. Maksadımız Kuşaklar örneği ile
Sosyalizmin Pratik ve Teorik aksaklıklarının az çok toptan şemalaştırmaktır.
Derdin ne denli eski ve derin olduğunu Yeni ve Enyeni
sosyalistlerimize başka türlü sezdiremezdik.” (Zortlama, sayfa: 294).
Demek, Kıvılcımlı'nın böyle bir
kuşaklar çelişkisine başvurmaktan amacı:
geçmişi yok sayma ve geliştirememe hastalığının derinliğini ve eskiliğini yani
kuşaklara “sezdirmek” tir.
Halbuki, “yeniden doğuş”
teorisini doğuran ihtiyaç: Doktor'un neden bir hareket haline gelemediğini;
sosyalist partilerin aynılık ve ayrılıklarının nedenlerini v.s. açıklamaktır.
Yani, bambaşka ihtiyaçların, gerekliliklerin sonucu olarak ortaya çıkan
sorulara cevap arayışlardır. Bunları birbirine karşı gibi koyan A. Mavi,
sorunları birbirine karıştırmaktadır.
A. Mavi'nin eleştirisinin bu başlıca
metodolojik yanlışlarını ele aldıktan sonra, konunun içeriğine gelelim: 27 Mayıs
sonrasında devrimci hareket gerçekten yeniden doğmuş mudur? Doğduğuna dair
tez, ne derece gerçeği yansıtmaktadır?
Önce bunu mantıki bir biçimde
kanıtlamaya çalışalım.
Herhangi bir ülkede doğmuş ve
gelişmiş olan Proleter Sosyalist hareket; bir örgüt birliğini kurabilmek; örgüt birliğinin dayanacağı
prensipleri gündemine koyabilmek için;
yine bir örgüt birliği prensibi olan şu Leninci
prensibi gerçekleştirmek zorundadır:
“Program ve taktik sorunların birliği
partinin birleştirilmesi, parti çalışmalarının merkezîleştirilmesi için gerekli,
ama henüz yetersiz bir koşuldur…”
Demek, örgüt birliğini gündeme getirebilmek için, önce her ülkenin sosyalistleri doğru bir program ve taktiğe muhtaçtırlar. Ya da program ve taktik
ayrılıklarının neler olduğu konusunda ayırıcı sınırlarını çizmiş olmalıdırlar.
Doğru bir program ve taktik tespiti için ise, o ülkenin ekonomisinin, sınıflarının ve tarihinin vs. derinliğine
çözümlenmesi gerektir. Bütün bunların incelenebilmesi için ise:
a) Bu incelemenin konusu olarak materyal
(yani istatistikler, monografiler, tarih etütleri vs.’nin belli bir haddi aşmış
olması gerekir): Bunu, iyi-kötü bizzat kapitalist ilişkiler ve burjuva
egemenliği kısmen yerine getirmek zorun da kalır.
b) Bu materyalin işlenmesinde
kullanılacak Teori, metod: Bunu da bilimsel sosyalizm sağlar. Ve bizzat
bilimsel sosyalizmin kendisi de Kapitalist ilişkilerin belli bir gelişmişlik
düzeyinde ortaya çıkmıştır.
Demek ki, ülkenin ekonomisini,
sınıflarını, tarihini vs. açıklamak için de gerek şart: Marksizm’i öğrenmek, hazmetmektir.
Bu nasıl olabilir?
a) Kaynağından, yani Marks - Engels -
Lenin'den
Bütün bunlar İçin de; Ekonomi
Politiği; Tarihi Maddeciliği; Diyalektik Maddeciliği açıklayan ve uygulayan temel
kitapların, en azından o ülkenin devrimcilerince okunması yani yayınlanmış;
çevrilmiş olması gerekir. Ve tabii, bütün bunları okuyacak, toplumu devrimci
bir dönüşüme uğratmak isteyen ve bu işin biliminin Marks-Engels-Lenin'in
kitaplarında olduğunu sezen, duyan, bilen devrimci insanların varlığı. . .
Bu mantıki silsile, her ülkenin
devrimci hareketinin genel gidişinin kaba hatlarıyla uyduğu tarihi bir
silsileyi de yansıtır.
O halde, Marksizm’i n klasik
eserlerinin başlıcalarının çevrilişinin tamamlanmasına kadar olan dönemi, o
ülkede ki “Marksizm’e Hazırlık Dönemi”
olarak düşünebiliriz.
Şimdi, Türkiye'de 27 Mayıs 1960
sonrasında yayınlanan Marks, Engels, Lenin'e ait klasiklerin başlıcalarının
1969 yılına kadarki yayın tarihlerinin durumunu ele alalım.
DİYALEKTİK MATERYALİZM :
(1962) Ludving Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu - F.
Engels - Sosyal
(1964) Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi - F. Engels - Sosyal
[(1966) Felsefenin Başlangıç İlkeleri -
Politzer – Sol]
(1966-67) Anti-Duhring - F. Engels -
Sol
(1968) Felsefe İncelemeleri - Marks - Engels - Sol
TARİHİ MATERYALİZM :
UYGULAMA
(1966) Türkiye Üzerine - K. Marks - Gerçek
(1966) Sömürgecilik Üzerine - K. Marks - Gerçek
(1967) Ailenin Devletin. . . Kökeni – Engels - Sol
(1967) Almanya'da Köylü Savaşı - Engels
(1967) Fransa'da Sınıf Mücadeleleri – Marks - Sol
(1967) Louis Bonaparte'ın Hükümet Darbesi - K. Marks
AÇIKLAMA
(1966-67) Anti-Duhring – Engels - Sol
(1968) Alman İdeolojisi - Marks - Engels.
EKONOMİ POLİTİK:
(1965) Ücret Fiyat Kar - K. Marks - Sol.
(1965) Emperyalizm - Lenin - Sol.
(1966) Felsefenin Sefaleti - K. Marks - Sol
(1966-67) Kapital I. - Cilt K. Marks - Sol
(1966-67) Anti-Duhring - F. Engels - Sol.
Görüldüğü gibi, Bilimsel Sosyalizmin
Klasiklerinin, en temel eserlerinin başlıcalarının yayımı 1965-1969 yılları arasındadır.
Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla,
1962-1969 arasında Marks-Engels-Lenin'den toplam 24 eser yayınlanır. Bu 24
eserin yıllara göre dağılımı şöyledir :
Yıl |
Yayınlanan Eser Sayısı |
1962 |
1 |
1963 |
- |
1964 |
1 |
1965 |
2 |
1966 |
7 |
1967 |
8 |
1968 |
5 |
Toplam |
24 |
Görüldüğü gibi 1966'dan önceki
yıllarda yanlızca 4 kitap yayınlanmıştır. Marksizm gibi bir derya bu 4
kitapçığa sığar mı? Demek, (eski kuşaklar hariç) 27 Mayıs sonrasında1966’lara
gelinceye değin hareket Marksizm'den bihaberdir. Buna karşılık 1965'den sonra
üç yılda (1966-67-68) tam 20 kitap yayınlanır. (Bu sayılar biraz daha kabarık
olabilir. Çünkü bazı yayınevleri, sistemsiz bir şekilde arada sırada bazı
kitapları yayınlarlardı. Örneğin Lenin'in “Sol Komünizm…”i, o
sıralar - iyi satılsın diye - “Devrim Stratejisi” adıyla
yayınlanmıştı.)
Demek Türkiyeli ve 27 Mayıs sonrası
devrimci kuşakların Marksizm’le ilişkiye geçmesi ve hiç olmazsa temel
eserlerini okuyabilmesi 1965-68 yılları arasında olmuştur. Ancak 1968'den sonra
Marksizm-Leninizm platformunda bir hareket gelişmeye başlar. Türk Solu
ve Aydınlık da bu sıra yayına başlarlar. Onun içindir ki, Türk Solu
ve Aydınlık dergilerinde ortaya çıkan MDD'cilik hareketi, YÖN ve TİP'ten nitelikçe ayrıdır.
27 Mayıs öncesinin TKP geleneğinden
gelen Marksist-Leninist'leri, MDD hareketinin ortaya çıkışına, belli başlı
klasiklerin yayınının tamamlanışına kadar, bağımsız bir etkide
bulunamamışlardı. Bunun nedeni: M. Belli, R. Fuat, Kıvılcımlı vs. gibi “Eski”lerin, yeniden doğan hareketin
yanı sıra varolmalarına ve çabalarına rağmen, ancak, hareket bir yankı
uyandırabilecek üst konaklara sıçradığında bir siyasi hareket
oluşturabilmişlerdir. Bu nedenledir ki, Onbeşler
ve Halk İştirakiyun'a göre Aydınlık nasıl bir üst konak idi
ise, öyle, Türk Solu ya da Aydınlık da, eski adaşı gibi, Yön’cülük ve TİP'e göre bambaşka bir üst konaktır.
Bu, 1968'lere kadarki
yankısızlık -bu yankısızlık Kıvılcımlı
için 1970'lere kadar uzanır- canlılar
alemindeki ayrı türlerin döllerinin birbirine kısır kalması gibidir. Eski'lerin
27 Mayıs sonrası hareketi tüm dölleme çabaları, hareket kendi ayrı
gelişimini -kısa veya uzun, sancılı veya
sancısız (Burada şunu belirtelim ki, eskilerin bu çabası kısaltıcı ve sancıları
ılımlaştırıcı bir etki yapmıştır)- tamamlayıp,
döllenecek aşamaya ulaşana dek sonuçsuz
ve kısır kalmıştır.
Dunun en trajik örneği bizzat H.
Kıvılcımlı'nın başına gelenlerdir.
Kıvılcımlı 1965-67 arası Tarihsel Maddecilik Yayınları'nı kurar
ve Bilimsel Sosyalist Öğretinin gelişiminde başlı başına bir aşama olan “Tarih Devrim Sosyalizm” dahil bir
sürü kitabını yayınlar. Ama bütün bunlar hiçbir yankı uyandırmaz. Çünkü, Tarih Devrim Sosyalizm'de ne dendiğini
kavramak, onun öğretinin evrimindeki önemini anlamak için, önce
Marks-Engels-Lenin'i kavramak gerekir. O yıllarda ise, klasiklerin yayını yeni
başlamıştır.
Buna karşılık, 3 sene tozlu raflarda,
depolarda duran Kıvılcımlı'nın kitapları, hareket o kitaplarda cevap verilen
sorunları gündeme koyduğunda, 1970 15-16 Haziran sonrasında, birkaç ay içinde
tükeniverir.
Sanırız tüm bu deliller, Devrimci
Hareketin, 27 Mayıs sonrasında adeta yeniden doğduğu olgusunun bir gerçeklik
olduğunu kanıtlar.
Peki hareket 27 Mayıs sonrasında
neden yeniden doğmuştur da eski mirasın üzerinde yükselmemiştir?..
“Antika toplum yapısından” diye
özetleyebileceğimiz şeyi de, yine Kıvılcımlı'nın Teorik tezi kolayca açıklama
olanağı sağlar. Ve Rapor'da yapılan
da Tarih Tezi'nin kavramlarından yararlanmak olmuştur, nedenleri
açıklamak için...
Buraya kadar, “ikinci doğuş” denen olgunun bir
gerçeklik olduğunu okuyucuya kanıtlamaya çalışarak, D. Derleniş'in
eleştirisine de belli bir karşılık verilmiş oldu. Şimdi yine aynı konunun daha
özel bir bölümüne gelelim.
B.
YÖN (VEYA 21 MAYIS) KONAĞI
YÖN
hareketi'nin Tarihsel bir değerlendirmesi Rapor'da ver
almamaktadır. Ama bu yer almayışın nedeni, daha önce, Teşkilat Toplantıları’nda
YÖN'e ilişkin değerlendirmenin
terkedilmiş veya unutulmuş olması değil, Rapor'un
başlıca vuruş Yönlerinin
dağıtılmaması, konuların dağılmaması kaygısıdır.
A. Mavi, sanki bir “açığı” bulmuş
gibi, bu yer almayış nedeniyle, şöyle saldırıyor:
“Demagoji kapılarınızdan biri olup,
fakat “en temel, en teorik” edebiyatınızda tekrarlamadığınız şu konuyu da yine
Usta'nın sözleri ile çürütüp geçelim. “
““Devrimci hareket” içinde “tekerrür”
eden yahut “yeniden doğan” ÜTOPİZM dediğiniz YÖN'cülük ile ONBEŞLER için
Ustanın dediklerini karşılaştıralım:”
Eleştirmenizin bunları yazdıktan sonra,
ilk olarak Yol’dan Onbeşler'in
değerlendirilmesiyle ilgili ilk ve son paragrafları aktarır. İkinci olarak da,
27 Mayıs ve Yön Hareketinin Eleştirisi'nden Yöncülüğün kadroculuğa benzer yanlarını ele alan bölümleri
aktarıp, şu sözlerle bölüme son verir:
“Daha fazlasına gerek var mı?
“Megolamani gözlerinizi bürüyünce
"devrimci hareket" içinde neleri "tekerrür" ettirdiğinizi,
kendi deyiminizle neleri "yeniden doğurttuğunuzu gördünüz mü üstatlar?
“Yaksa "Kadroculuk" denen
NAZİLİK'i de mi "devrimci hareket'e ithal ettiniz ki, böyle
"tekerrür" ettiriyorsunuz?”
Özetle, eleştirmenimiz YÖN hareketi ile Onbeşler arasında hiç bir bağlantı olmadığını, buna karşılık Yöncülüğün bir türlü Kadrizm olduğu,
dolayısıyla “devrimci hareket” içinde
adının bile anılamayacağı; bizim “bidat”
içinde bulunduğumuzu; Kıvılcımlıdan saptığımızı -Kıvılcımlı'dan alıntılarla-
savunuyor.
Ama eleştirmenimiz ne Kıvılcımlı'yı
anlamıştır ne de hareketin tarihini. Bu konuda hiçbir araştırmaya dayanmadan
konuşmaktadır.
Evet, biz diyoruz ki: “Yön, Onbeşler'e benzer.” Ama bizim
sözümüzü kim dinler?.. Sakalımız yok ki... Eğer Kıvılcımlı, Yön'ü Onbeşler'e benzeten bir cümle sarf etmemişse yandık!.. A. Mavi ve
benzerleri bizi Kıvılcımlı'dan alıntılarla yıldırımlayabilir. Çünkü, o
bayların kafasında, bir hareketin hem Kadrizme benzemesi hem de Onbeşlere benzemesi, aklın alacağı
(soyut bir akıl değil; küçük burjuva skolastik bir kafanın alacağı) şey
değildir.
Peki, ya Kıvılcımlı da aynı
paralelliği kurmuş ise, A. Mavi arkadaşın bize Yönelttiği “megolaman”lık vs. türünden iltifatların gerçek
muhatabı H. Kıvılcımlı olmayacak mı?.. O zaman savunduğunu sandığı teorinin
özüne saldırdığını gören A. Mavi arkadaş acep ayakları suya erip yanlışını
görür mü? Bir ihtimal. . . Milyonda bir ihtimal de olsa A. Mavi ve benzerlerine
yine de yardımcı olmak gerekir.
Evet, D. H. Kıvılcımlı da Yön'ü Onbeşler'e benzetir. Nerede ve Nasıl mı? Aydınlık dergisinin
1970 Nisan sayısında, Lenin'in 100. doğum yıldönümü vesilesiyle yazdığı; “Lenin
ve Türkiye” başlıklı yazıda. Orada aynen şu satırlar okunur:
“Şu bizim “Yönizm” adını
verebileceğimiz küçük burjuva ütopyasını andıran “Narodnik” cilik…”
Peki Onbeşler de Narodnik'lerin, Türkiye’deki devrimci hareketin ilk
doğuşundaki karşılıkları değil mi idi?..
Eğer Devrimci Derleniş yazarı
gibi bir skolastik olsaydık, burada kesebilirdik. “Nasıl olsa Usta'dan bir
kanıt bulduk, ağızları kapattık” diye düşünebilirdik. Ama konuyu daha geniş
olarak ele almış, bilincimizi aydınlatmış olmazdık. Onun için konuyu daha bir
genişliğine ele alalım. Yalnız öncelikle bir noktaya açıklık getirelim.
Yön hareketi
derken 21 Mayıs hareketini de
parantez içinde belirtmemiz bir rastlantı değildir. 21 Mayıs hareketi, bir bakıma Yön'deki
teorinin pratiği idi. Hele ki Yön'ün,
hiçbir zaman yayınlanmamış olan, T. Aydemir'i kapak yapmış sayıları bile
olması, oradaki bağlantının nice güçlü olduğunu gösterir.
Biz bu satırları yazarken, elimizde Yön dergileri yok, ama buna karşılık, 21 Mayıs hareketinin esas örgütleyicilerinden
Fethi Gürcan'ın ilk kez Sosyalist'te yayınlanmış olan savunması var. Bu politik savunma, Yön ya da 21 Mayıs hareketinin ufkunu,
ne olup ne olmadığını gösteren en özlü belge olduğu için, pekala burada
tahlilde kullanılacak başlıca materyal olabilir.
Yönizm'i
Narodnik hareket veya Onbeşler'e
benzetmenin kafaları karıştırması olağandır. Ama bu benzerlik ÖZDEKİ bir
benzerliktir. GÖRÜNÜŞTE ise benzerliğin yerini zıtlık alır.
“Onbeşler”,
Muzaffer Ekim Devrimi'nin etkisi dolayısıyla Marksist-Leninist bir görünüm içindedirler. Buna karşılık 21 Mayıs
hareketi ya da Yöncülük, İkinci Cihan
Savaşı sonrasında ortaya çıkan sömürge
kurtuluşlarından ilham almakta, dolayısıyla birinci Kuvayı Milliye
geleneğine sahip çıkmaktadır. Bu nedenle Suphi-Nejat'ların işini bitirten M.
Kemal Yön'cülerin bayrağı olur. Bu
görünüş zıtlıklarıdır kafaları karıştıran.
İlham alınan sömürge kurtuluşları
olunca, I. Kuvayı Milliye örnek alınır. I. Kurtuluş örnek alınınca da onun
Lideri bayraklaşır. Proletarya dışında her devrimci sınıf benzer davranışlar
gösterir. Onlar daima bir önceki çağın kahramanlarını taklit ederler.
Burada, Karl Marks babanın “Louis
Bonaparte'ın 18 Brumaire'i” adlı, Tarihsel Maddeciliğin eşsiz bir uygulaması
olan eserinin klasikleşmiş başlangıcını anmadan geçmeyelim:
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri
yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde
yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.
Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri
üzerine çöker. Ve, onlar kendilerini
ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, tamamiyle yepyeni bir şey
yaratmakla uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu devrimci bunalım
çağlarında, korku ile geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin
yeni sahnesinde o saygı değer eğreti kılıkla ve başkalarından alnıma ağızla
ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar. İşte
bunun gibi, Luther, havari Paul'un maskesini takındı, 1789 - 1814 devrimi ardarda,
önce Roma Cumhuriyeti, sonra Roma İmparatorluğu giysisi içinde kurum sattı ve 1848 Devrimi, kimi
1789'un, kimi de 1793'ün ve 1795'in devrimci geleneğinin taklidini yapmaktan
öte bir şey yapamadı (...)"
"Bu devrimlerde, ölülerin
dirilmesi, sonuç olarak, eskilerini taklit etmeye değil, yeni savaşımları
ululamaya, gerçeğe sığınarak onların çözümünden kaçınmaya değil,
tamamlanacak, yerine getirilecek ödevi muhayyilede devrimin hayaletini yeniden
çağırmaya değil, devrim ruhunu bulmaya hizmet eder."
Yönizm de ikinci kurtuluş problemini I. Kurtuluş'un diliyle
koymasına; ve örneğin Kemalizm'e sahiplenmesine rağmen, Kemalizmle de
karıştırılmamalıdır. Kemalizm
burjuvazinin doktrinidir. Yöncülük ise bir küçük burjuva ütopyacılığı.
Yön ve 21 Mayıs hareketlerini Kemalizm olarak görmek, görünüşe aldanmak olur. Onbeşler'i Marksist bir hareket
olarak nitelemeye benzer.
Yönizm de, Onbeşler de,
Narodlikçilik de hep, küçük burjuva ütopyalarıdır. Ve üçü de zaman ve mekân
ayrılıkları dolayısıyla, ütopyayı değişik bir biçimde ifade etmişlerdir.
Yalnız bu kadar da değil,
küçük burjuva ütopizmi, gerek
19. yüzyıl Rusyasmda, gerek I. Kuvayı Milliye Türkiyesinde gerek II. Kuvayı
Milliye Türkiyesinde demokratik bir İçeriğe
sahiptir. Ama bunun yanı sıra, henüz Marksizm platformunda; (Marksizm'i
hazmetmiş bir platformda) bir hareketin doğmadığı dönemlerde, olumlulukları,
devrimci hareketin bir başlangıç aşaması olarak da, ayrıca, ortaya
koyduğu problemler aşılana dek, ağır basar. Ve o, henüz aşılmadıkları dönemlerde, onların içeriğinin
teorik-pratik zaafları ikincil bir önem taşır.
Örneğin 1890'larm
öncesindeki ya da en azından 1883 (Emeğin
Kurtuluşu Grubu'nun Kuruluşu) öncesindeki Narodnik hareket henüz, devrimci hareketin
başlı başına bir konağını temsil ettiği ve Marksizm henüz o ülkede yaygınlaşmadığı sürece, geçilmesi zorunlu
bir konak olduğu için, tüm zaaflarına rağmen,
MarksEngels tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Ama bir kere
aşıldıktan sonra da, olumluluk olumsuzlaşır. Emeğin Kurtuluşu Grubu, başlıca
savaşını Narodnizme karşı yürüttü.
Yön de en azından 21 Mayıs olayları sonuna veya 1964'lere kadar böyle,
olumluluğu ağır basan bir başlangıç konağını ifade eder. 1964-65 yıllarından
sonra ise TİP, daha üst bir aşamayı karşıladığı, yeni problemler koyduğu için, aynı
rol TİP'e düşer.
Ve TİP'i de daha sonra
MDD'cilik, Al Aydınlıkcılık, Doktorculuk aynı şekilde izlemiştir, denebilir.
Yönizm bir küçük burjuva ütopyasıydı dedik. Ama bu ütopya, örneğin
Narodniklerin küçük burjuva ütopyasıyla, zaman ve zemine uygun ayrılıklar da
taşır.
Yönizm: "Devletçilik: Kapitalizm Fideliği Üzerine Bir Küçükburjuva Kuruntu Fikri» dir.
Konuyu biraz açalım:
Narodnizm, sözde
kapitalizme karşı idi, ama objektif olarak, taleplerinin içeriği ile kapitalizmin
gelişmesi için tüm engelleri temizleyen küçük burjuva demokrasisini vazediyordu.
Yani sübjektif niyetleri ile objektif konumu bir çelişki içindeydi.
Yönizm de sözde kapitalizme karşıdır. "Antiemperyalist ve
antikapitalist" dir. Ama özde işler biraz değişir. Yönizm, bizim orijinalitemiz sonucu, Narodnizm kadar olsun serbest
rekabetçi kapitalizme uygun bir program değil, bir "devletçilik" vazeder. Narodnizm nasıl rekabetçi kapitalizm
fideliği sayılabilirse, Yönizm de, objektif
olarak, tekelci kapitalizm fideliği devletçiliği vazediverir.
Narodnizm, 19. yüzyıl
Rusya'sında bir küçük burjuva hareketi olarak, en azından, rekabetçi bir
kapitalizm şartlarında varolmuştur. Yirminci yüzyıl kapitalizmi ise, FinansKapitalizmdir.
Narodnizm, köy komünü
(Mir) aracılığıyla sosyalizmi düşlüyordu, elbet kurulan kapitalizmi
gerçekleştirirdi. Yönizm de, devlet
sınıfları geleneğiyle - Narodnik'in Mir'e tutunması gibi - sosyalizm kurmak
ister. Ama kurulacak olan elbet sosyalizm olmaz, "devletçilik" anca
Finans-Kapitalizme fidelik olur. Yani, ondokuzuncu yüzyılda kapitalizm vazeden
(objektif olarak) narodnizm bir olumluluk taşırken, Yönizm 20. yüzyıl Türkiyesinde bu olumluluktan da önemli ölçüde
yoksun gibidir. Devletçilikle Milletçiliği (Milliyetçiliği değil) karıştırır.
Yönizm doktrininin davranışa yansıması özellikle 21 Mayıs
olaylarıdır. 21 Mayısçıların başarısızlığı ve idamları. Narodniklerin ya da Onbeşler'in idamlarına benzer. Hareket
son bulur. Daha doğrusu dönemini kapatır.
21 Mayısçılardan Binbaşı
Fethi Gürcan'ın savunması (30 Mayıs 1978 tarihli Sosyalist'te yayınlanmıştı) hareketin hedeflerini ve niteliğini
açık ve özlü bir şekilde koymaktadır.
Savunmada açıklanan
başlıca hedefler şunlardır:
"Olumlu bir toprak reformu, hem sosyal adaleti ve onunla
birlikte hem de en azından büyük fakat aç ve çıplak Anadolu halkını besleyecek
ölçüde istihsal artışını sağlayacak Toprak Reformu nerede?"
"Kaderine bırakılmış Anadolu'da küçük topraklar büsbütün
küçülürken, ekonomik bir istihsal ünitesi olmaktan çıkarken, büyük toprakların
daha da büyüdüğünü görüyoruz. Nüfusu gittikçe artan Anadolu'nun halkının
huzurundan söz etmek, (...) güç değil midir? Hele yaşamak, barınmak imkânından
gittikçe mahrum kalan bu halk kitlelerinin büyük şehirlere akarak, hemen de
yarısına yakın kısmmı kaplayan GECEKONDU inşaatının durdurulmasını, yasaklanmasını
isteyen Yönetici zihniyet, Türkiye davalarını anlamanın ötesinde olanların
zihniyetidir..."
Kısa alıntıdan hemen
görüleceği gibi, F. Gürcan'lar gecekondulara yığılan işçi sınıfında hiçbir güç
görmemektedirler. Köylerinin ötesini göremezler. İşçi sınıfına kaygısızdırlar.
Ve köylülerin mülksüzleşmesi, köyden şehire göç, yani kapitalist ilişkilerin
yaygınlaşması –tıpkı narodnikler gibi- adeta arızî bir şey olarak görülmektedir.
Ama talep olan toprak reformu, arızî gibi görülen kapitalizmi daha hızlı
geliştirecek bir şeydir.
Ve tıpkı, Narodnikler
gibi, suçlu olarak "Yöneticiler Kadrosu" görülür. Narodnikler
de, son duruşmada "çar ve çevresi"ni görüyorlardı. Savunma'dan birkaç
örnek daha aktaralım:
"Politikası böyle, ekonomik tutumu böyle olan bir Yöneticiler
kadrosunun Türk yurduna armağanı sadece sosyal dengesizlik ve huzursuzluk
olacaktır."
"(...) Gerçek tedbirleri almak yerine sonuçlarla uğraşan
kadro (...)"
Sorun böyle "Kadro"larla, "Çar"la açıklanınca, bunun mantık
sonucu Kadro'yu veya Çar'ı alaşağı etmekdir. Ve bu amaca uygun mücadele
metodları ortaya çıkar...
İşte, "bizi bize
benzeten" yanı da tam burada belirginleşir. Narodnik bireycil suikast
yapar, 21 Mayıs'çı, "kadro"yu
değiştirmek için, darbe dener. İkisi de kitlelerden bir şey beklemez. F. Gürcan'ların
davranışının bu ayrılığını belirleyen, o hiç anlaşılmayan, tarihsel devrim
geleneği denen şeydir.
Savunmada, benzerleri
pekçok olan şu ifade; bir çobanın sürüyü, Dirlikçinin Reayayı görüşünden başka
bir şey değildir:
"İste bir ulusal iradenin
gerçekten tecellisi için ona engel olan politik, ekonomik ve sosyal
münasebetleri ulusun çoğunluğu lehine ortadan kaldırmak istiyorduk. "
Peki kim bu «biz»?
"Bu münasebet yarın mutlaka
kopartacaktır. Bu koparmayı kimlerin aracılığıyla yapacaktık? Kafasıyla yeni
nesil Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği, aslında halkın mutluluğunu
sağlamayı tavsiye ettiği gençlik ile yapacaktık. Daha doğrusu onlar yapacaktı.
Bu şüphesiz dar anlamıyla gençlik değil, yurdun her yanında, her kesiminde
düşüncesiyle ve yapıcıhğıyla devrimci olan zinde güçtür."
""Jön Türk orijinalitesi" nedir? " diye
soranlara, en somut cevabı bu Fethi Gürcan'ın savunması veriyor. O, yapısına
işlemiş olan; kendi rahatını sağlamak için olsun, sürüsünü iyi beslemek
isteyen çobanın, ya da dirlikçinin, ya da «jön Türk"ün bakış açısının en ilginç örneğidir.
Kıyaslamamamızda bir
nokta daha dikkati çekiyor. F. Gürcan'ın savunmasında da yansıdığı gibi, henüz
27 Mayıs iyice alt edilmediği için, gericilik altta güreştiği için, üstte
güreşenlerin üslûbu egemendir. Örneğin, Anayasa gericilik karşısında savunulur.
Sorun 27 Mayıs anayasasını kitaptan hayata geçirmek biçiminde konur. Yeni bir
anayasa oluşturmak vs. değil.
İlk doğuşun Onbeşler'i neyse; ikinci doğuşun Yön veya 21 Mayıs hareketi odur. Nasıl her insan, çocukluk, delikanlılık
gibi aşamalardan geçer, gelişimin bu aşamaları üzerinden atlanamaz ise, her
ülkedeki devrimci hareket de benzer aşamaları geçmek zorundadır.
"Sosyal bir dövüş olan
sınıflar savaşında öyle aşamalar vardır ki, oralardan hemen her parti
geçecektir. O aşamaların kaçınılmazlıkları (zaruretleri) bilinç içine ne denli
çabuk yerleştirilirse, o denli kolay aşılar. " (Yol. s. 51)
"O başlangıç, sübjektif
çabalarımız ne olursa olsun, objektif manzaraları ve eğilimleri bakımından
bütün kardeş partilerin çarçabuk yahut yavaş yavaş geçirdikleri aşamaları
ister istemez geçecektir ve geçiyor. Bugünkü aşamada görülen bizim
özelliklerimiz: 1901 ve 1902 yılları Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin beş
aşağı on yukarı ta kendisidir." (Yol, s. 52)
Bu satırlar 1930'larda
yazılmış. Aynı şekilde hareketin ikinci bir doğuşu olgu olduğuna göre Yön veya
21 Mayıs hareketleri de Onbeşler'in «beş aşağı on yukarı ta kendisidir.
»
Aradaki, zaman ve zeminden doğan ayrılıkların bir
kısmını yukarıda ele almaya çalışmıştık. Özellikle bu ayrılıklar birbirine zıt
görünümlerde; ilham kaynaklarında toplanmaktaydı.
Diğer birkaç noktaya daha
değinelim:
A.) İlk doğuşta, tüm
konaklar bir tek TKP yapısı içinde
aşılır. Ve bir konak, bir kere aşılıp ta o konağın zaaflarına takılıp kalanlar
yapı dışına püskürtüldükten sonra, ayrı
bir politik varlık olarak devam etmezler.
Ancak ikinci doğuşta
durum bütünüyle farklıdır. Bir konağa damgasmı buran hareket bir kere
aşıldıktan sonra, o hareket yok olmamakta,
kendinden daha üst veya alt konakların savunucularına bağlı olarak ortaya
çıkan hareketlerle birlikte ve onlarla karşılıklı
etki tepki içinde varolmaya devam eder.
İlk doğuş'un TKP içinde
gerçekleşen bu evrimini, bir tek canlının, ana karnında, tüm canlıların kendine
kadar olan evrimini kendi hayatı içinde minyatür olarak yaşamasına
benzetilebilir.
Buna karşılık, ikinci
doğuş, bizzat o canlıların tüm olarak evrimine benzer. Örneğin, önce omurgasız
hayvanlar, sonra balıklar, sürüngenler, kuşlar ve nihayet memeliler ortaya
çıkar. Ama balıkların evrimi sonucu sürüngenlerin diyelim veya kuşların ortaya
çıkmasıyla balıklar ortadan kalkmaz. Onlar kendilerinden önce ve sonra gelen
aş/amalarını canlılarıyla birlikte, ve onlarla karşılıklı etki tepki içinde
varolmaya devam ederler. Bu çok karmaşık ve görkemli biyolojik proseye
benzetilebilir Türkiye'nin devrimci hareketi.
Örneğin Yönizm, 1964'lerden sonra yokolmaz. Varlığı
sürer. Daha sonra Devrim gazetesinde devam eder ve bugün CHP içindeki -ve
kısmen de dışında- radikal küçük burjuva muhalefet olarak, kendi türü içindeki
evrimini sürdürmektedir. Varlığını sürdürebilmek için belli bir biçim değişikliği,
uyum yeteneği göstermektedir.
B.) İlk ve ikinci doğuşun
ikinci büyük farkı da. İlkinden hemen hemen yazılı bir edebiyat kalmamasına rağmen, İkincisinde çok zengin yazılı polemikler vardır. Bu,
arada geçen elli yılda, kapitalist (modern) ilişkilerin gelişmesi sonucu
ortaya çıkar.
C.) İlk doğuş, evrimini
TKP yapısı içinde geçirirken, konakların üzerinden elbet atlayamaz ama Üçüncü
Enternasyonal, onun sancılarını ılımlaştırıp,
kısaltıcı bir olumlu etkide - en azından 1930'lara kadar - bulunur.
İkinci Doğuş'ta bu
ılımlaştırıcı, kısaltıcı etki özellikle, o aşamaları yarım asır önce geçmiş TKP
geleneğinden gelen "eskiler"in
aracılığıyla var olmaya devam eder.
Özellikle, Marksizm
çerçevesindeki hazırlık konaklarına ulaşıldıktan sonra (1967 - 68): Program, Taktik
ve Örgüt sorunları çok hızlı olarak,
hemen hemen birer yıl arayla gündeme gelir.
Eğer - yankısız kalmış
gibi görünmelerine rağmen – "eskiler"in
YÖN ve TİP'e eleştirileri olmasaydı, örneğin
TİP'in zaaflarının bilince çıkması epeyce gecikebilirdi. Aynı şey
Kıvılcımlı'nın Aydınlık ve Türk Solu'nda çıkmış yazıları ve diğer
kitapları için de geçerlidir. Onun içindir ki Kıvılcımlı'nın ölümü üzerine -kısaltıcı
ve ılımlaştırıcı etkinin ortadan kalkması nedeniyle- hareketin hızı kesilip
(nicelikçe değil nitelikçe) yeni kuşakların kendi denemeleriyle, kafa göz
yararak, çıkış yolu bulmalarına kaldı.
D.) Hareketin ilk ve
ikinci doğuş arasındaki diğer bir farkı da şudur: İlk doğuş ve gelişim son
derece dar kadrolar içinde ve illegalite şartlarında gerçekleşti. İkinci
(27 Mayıs sonrası) dönem son derece geniş,
yaygın ve legalite şartlarında sürdü, sürüyor.
Parti'de Konaklar ve Konuklar'da Kıvılcımlı Onbeşler'i şu dört bakımdan özellikle
ele alır. Aynı özellikler hemen hemen 27 Mayıs sonrasf nın Yöncülüğü için de geçerlidir.
I. Onbeşler, TEORİCE KOF'tur. Aynı özellik YÖNİZM için de geçerlidir. Ancak Onbeşler sırf soyut ajitasyonla yetinirken, Yönizm de olumlu somut ajitasyon ve teşhir belirgindir.
II. Onbeşler, TAKTİK bakımından BOŞ'tur. Yönizm de bilimsel bir taktiğe dayanmaz. Darbe denemesi yapar. Ama
isyan ettiği zaman bile kararsızdır. Öte yanda bu devrimci atılışı, 27 Mayıs
sonrasında gelen, az çok istikrarlı bir birikim döneminde dener. Ve savunmaya
kalktığı 27 Mayıs'in tasfiyesi için finans kapital kurduna saldırı olanakları
verir.
III. Onbeşler, işçi sınıfı karşısında KAYGISIZDIR, Aynı kaygısızlık Yönizm'e de egemendir. (Yukarıda F. Gürcan'ın
savunmasında bu kaygısızlık açıkça görülür.)
IV. Onbeşler'de TEŞKİLÂT YOKTUR, bir çete olmaktan öteye gidemez. Yönizm de aynı zaafla malûldür.
Bu bölüme, çok anlatılan
bir rivayet ile son verelim.
Derler ki, 21 Mayıs'ın
önderlerinden T. Aydemir, o sıralar yeni yayınlanmış Baubeuf'un "Devrim Yazıları"nı okurken, kitabın
kenarına «Ben de böyle düşünüyordum» diye
not düşmüş.
Bu küçücük cümle, 21
Mayıscıların ütopizmini gözönüne serer. Baubeuf'un Aydemir'de bir Rezonans'a
yol açması, bir rastlantının ötesinde, tarihcil zaruretin bir ifadesi
sayılabilir. O zaruret: Her ülkenin devrimci hareketinin öncelikle geçtiği: ütopizm
konağından kaynaklanır.
Demir Küçükaydın
(Bu yazı muhtemelen 1979 yılı Mart
alında yazılmış olmalı. Sosyalist Gazetesinin 27 Mart 1979 tarihli 78'inci
sayısının 10-11-12 sayfalarında yayınlanmıştır. 23 Ekim 2007 Salı günü
dijitalize edildi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder