19 Mayıs 2023 Cuma

“Millet İttifakı”nın Yanlışlarını Engellemediği İçin Yenilginin Baş Sorumlusu HDP’dir ve HDP İkinci Turda Nasıl Bir Strateji İzlemeli?

 Bu yazıda ikinci turda stratejinin ne olması gerektiğini tartışmaya çalışacağım.

Bu tartışmanın muhatapları ve öznesi Kürt Özgürlük Hareketi ve Sosyalistlerdir (Kesinlikle CHP değil).

Bu nedenle hepsini kapsayacak bir tanımlama olarak, kısaca “Demokratlar” veya “Sol” diyelim, gerçekten “Demokrat” veya “Sol” olup olmadıkları veya bu satırların yazarının onları öyle görüp görmediği ayrı bir konu.

Ama önce birinci tur öncesinde yapılan yanlışlara ve bunların hala gündeme alınıp tartışılmamasına ve sistemli bir ders çıkarılmamasına ilişkin olarak birkaç belirlemede bulunalım.

Önce bu yenilginin asli sorumlusuna ilişkin görüşümü söyleyeyim. Bu yenilginin asli sorumlusu Kürt Özgürlük Hareketi somut örgütsel ifadesiyle HDP’dir.

Herkes itiraz edecek, Kürtler en büyük fedakarlıkları yaptılar. İşte Kılıçdaroğlu’na verilen oylar ortada. Onlar her şeyi fazlasıyla yaptılar. Ayrıca niceleri hapiste.

Bunların hepsi doğru. Benim en yakınlarım da o hareketin içinde çırpınıyor. Ben de kendimi o hareketten ayrı görmüyorum.

Ama bunlar gerçeği değiştirmiyor. Kürtlerin fedakarlıklarını öne çıkarmak bir Türk solcusu veya liberali refleksidir veya bir “Kürdistani” refleksidir. Bu ikisi birbirlerine zıt görünürler ama ikisi de aynı madalyonun iki yüzüdürler.

İkisi de Kürt hareketini bir nesne olarak görmekte, ele almakta ve Kürt hareketinde bir nesne olarak davranışı beklemekte ortaklaşırlar.

Tabiri caiz ise, bu “oryantalist” denebilecek bir yaklaşımdır.

“Esas Oğlan”, “Tarzan”, “Beyaz Adam”, “Robenson”, Türklerdir (CHP’dir, Altılı Masa’dır, Millet İttifakı’dır, Türk Sosyalistleridir vs.)

Kürtlerin içindeki “Tom Amca”lar da “Kürdistani”lerdir.

Biz başından beri, Kürtleri ve Kürt hareketini bir özne olarak ele aldık, Kürt hareketinin Türkleri, Türk Sosyalistlerini nasıl kurtaracağını, onları hatalardan nasıl koruyabileceğini tartıştık.

Tam da bu nedenle, biz özne gördüğümüz, bu mücadelenin öz gücü olarak Kürt hareketin gördüğümüz için, yenilginin baş sorumlusunun Kürt Hareketi veya HDP olduğunu söylüyoruz.

Bu dediklerimizle ne dediğimizi ancak “Apocular” anlar.

Kendini bir nesne olarak gören ve bir nesne olarak pazarlık yapmaktan ötesini hayal bile edemeyen, padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten ötesini düşünemeyenler anlamaz.

 

Özne ve Nesne Sorunu

Seçimlerden önce bütün sol veya basın-yayın ve örgütlerin temel yanlışı şuydu: Kürt hareketini bir nesne olarak ele alıyorlar ve CHP’nin veya “Altılı Masa’'nın” veya “Millet İttifakı”nın Kürtlerin desteğini alacak işler yapması, Kürtleri hesaba katmasına ilişkin öneriler yapıyorlardı. Yani Kürtleri yedeğe alınması gereken bir nesne olarak görüyorlardı, önerilerinin öznesi ise Türkler oluyordu. Temel yanlış buydu. Çünkü Türkiye’de herhangi bir mücadelenin öz gücü olabilecek biricik örgütlü ve siyasi olarak eğitimli güç Kürtlerdi. Bu öz güç ancak diğer güçleri yedeğine alabilirdi.

Ama işin kötüsü HDP veya Kürtler de kendilerini bir nesne olarak görüyorlar ve bizi hesaba katın, bizim isteklerimizi göz önüne almazsanız başarı kazanamazsınız diyerek kendilerinin tanınması ve kendileriyle pazarlık yapılmasını isteyerek kendilerini bir nesne olmaktan öte bir işlev yüklemiyorlar veya bunu hayal bile etmiyorlardı.

Bu, iki tarafın da birbirini beslediği baştan aşağı yanlış bir yaklaşımdı.

Halbuki Öcalan’ın temellerini attığı Kürt hareketinin stratejisine göre, öznenin ya da demokrasi mücadelesinin öz gücü Kürt hareketi olmalı, bu öznenin ya da öz gücün, Türkleri ve Ortadoğu halklarını nasıl kazanacağı üzerine kafa yorması, onları yanlışlardan nasıl kurtaracağı üzerine strateji ve taktikler geliştirmesi gerekiyordu.

Ama böyle bir yaklaşım için, önce “Apocu” olmak gerekir. Ya da bizim gibi bir Marksist Devrimci olmak gerekir.

HDP’nin organları ise “Apocu” değildi. Türk Liberali (Mithat Sancar) ile Kürt Milliyetçisi – “Kürdistani” Pervin Buldan idi.

Kendini bir nesne olarak görerek pazarlık veya tanınma bekleme tam da bu sınıf ve kesimlerin tipik yaklaşımıydı. Bunlar kendilerine acıyan ve acındıran, acılarının tanınmasını, bilinmesini isteyen ve böylece egemen Türklerin acıma ve merhamet hislerine seslenen tam da egemen ve özne Türklerin hoşuna gidecek Kürtlerdi.

Türk sosyalistleri için de durum farklı değildi. Bu kişiliksiz bürokratik örgütler Kürt Hareketinin yarattığı nişte var olabilen parazitlerden başka bir şey değildi. Onlar da kendilerini Kürt hareketini desteklemekle, ona hınk deyiciliği yapmakla sınırlamışlardı.

Bu tabloda bir tek benim yaklaşımım hem bir sosyalist olarak hem de Kürt hareketinin içinde olmasam bile içindeymişim gibi, onu bir özne olarak ele alan ve mücadelenin öz gücü olarak gören bir yaklaşımdı.

Yani bir bakıma Apo’nun yokluğunda, onunkine benzer, büyük ölçüde onunla uyumlu, kendi Sosyalist yaklaşımımı ortaya koyuyordum ve önerilerimi Kürt hareketine yapıyordum. Hem yazılarımla hem de fiili girişimlerimle. Yazılarıma bakın ve bütün yayın ve basını tarayın ikinci bir örnek göremezsiniz.

Yani benim bütün yazı ve videolarımda Kürt hareketine Türkleri nasıl kazanacaklarına dair, onları nasıl hatalardan koruyacaklarına dair öneriler yaptığım ve onlarla tartıştığım, onları bir özne olarak ele aldığım görülür.

Benim Kürt hareketine söylediğim, Kürt hareketi nasıl bir hedef ve strateji belirlemeli, hangi örgüt ve mücadele biçimlerini izlemeli ki, Türk muhalefeti yanlışlardan korusun ve aynı zamanda onları fiilen yedeğine alsın, yani kendi önerdiği politikaları izlemek zorunda bıraksın.

Bu bütün seçim öncesi tartışma ve önerilerde, başka hiçbir örneği bulunmayan bir yaklaşımdır.

İşte şimdi bu nedenle haklı olarak, yine bütün basın ve yayından farklı olarak yenilginin başlıca sorumlusu Kürt hareketidir diyorum.

Türkler ise, bu sefer Kürt hareketinin fedakarlıklarını anlatarak onu övüyorlar. Ama öyle yaparken onun Türkleri kurtarmak içi hiçbir şey yapmadığı, kendini bir nesne olarak gördüğü gerçeğini örterek aslında onu hor görmüş oluyorlar.

O halde, bütün sosyalistler öncelikle diğer Türk sosyalistleri ve Kürt Hareketi de kendini bir nesne olarak ele aldığı için, daha baştan yanlıştı.

Yani yenilgiye yol açan temel yanlış buydu.

Bir mücadelede öz güç ve yedek güçler olur. Türkiye’de bir demokrasi mücadelesinin öz gücü Kürt hareketi olabilir. Çünkü Türkiye’de az çok örgütle, siyasi tecrübesi olan, demokratik özlemleri az çok bir takım programatik maddeler şeklinde ifade edebiler tek hareket ve özne Kürt hareketidir. Dolayısıyla bu öz gücü bir özne olarak ele alan bir yaklaşımla hangi güçlerin yedek olduğu ve bunların nasıl kazanılabileceği gibi sorunlar tartışılabilir.

Bu doğru bir strateji ve taktiğin olmazsa olmazıdır. Ortada bir öz güç yoksa hiçbir yol kat edilemez.

Erdoğan’a karşı mücadelenin öz gücü CHP veya liberaller veya Türk sosyalistleri veya diğer muhalifler değil, Kürt hareketidir.

Bu hareketin diğerlerini nasıl kazanacağı veya onlarla ittifaklar kurabileceği açısından sorunu tartışmak gerekir.

Bu yaklaşım hem “bizim derdimiz Türkiye’nin demokratikleşmesi ve orada kimi nasıl kazanacağımız değil, biz bağımsız bir Kürt Devleti kurmalıyız. Bize kim ne veriyorsa ona bakarız” diyen “Kürdistani”lerin hem de Türkleri (CHP, Sosyalistler ve diğer muhalifler) özne olarak görenlerin kesin bir düşmanlığı ve engellemesiyle karşılaştı. Bu nedenle sesimizi ne Kürtlere ne de Sosyalistlere olsun iletemedik.

*

Evet mücadelenin öz gücü olarak Kürt hareketini görüyorduk ve dolayısıyla onu strateji ve taktikleri uygulayacak ve uygulaması gereken özne olarak gördüğümüzden muhatabımız hep Kürt hareketi oldu. (Bakın bütün sosyalistlerin vs. yazılarına bir tek bile böyle bir örnek göremezsiniz.)

Peki ona önerdiğimiz strateji ve hedef  ne idi?

Bugünün koşullarında bu seçimde bizim (Yani Kürt Hareketinin)  hedefimiz “demokratikleşme” veya “Kürt Sorununu Çözümü” veya “Barış” vs. olamaz.

Böyle bir hedef yanlıştır ve gerçek güçler ilişkisini ve bu mücadelenin özgül niteliğini atlar.

Bu seçim bir seçim değil, Erdoğan’ın devam edip etmeyeceğine dair bir referandumdur. Meclis seçiminin hiçbir önemi yoktur. O halde önemli olan Erdoğan’a hayır çıkmasını sağlamaktır. O halde, kimin bize yakın olduğu veya hangi adayın daha demokrat olduğu değil, kimin Erdoğan’a karşı zafer getirebileceğidir.

Bu seçimde bir yenilgiyi engellemek, yani Erdoğan’ın kazanmasını engellemek en büyük zafer olacaktır. Çünkü bir yenilgi en azından kısa ve orta vadede korkunç sonuçlar doğuracak Erdoğan’ın önünü uzun yıllar için açacaktır. Hatta birkaç yıl karşısında bir muhalefet kalmayacaktır. Çünkü yenilgi ile birlikte yenilenler hem birbirlerine düşecek hem de kendi içlerinde bir mücadele başlayacaktır. Ayrıca kesin bir moral bozukluğu, özele çekilmeler, mücadeleye ve hayata küsmeler bunu izleyecektir.

Sadece bunun engellenmesi yani Erdoğan’ın kazanamaması bile en büyük başarı olacaktır. Yani amacımız demokratikleşme değil, bir yenilgiyi engellemektir, en büyük zafer bu olur.

Çünkü güç ilişkileri buna uygun değildir.  Karşımızda hem Erdoğan aracılığıyla neredeyse nüfusun yarsının kitle desteğini kazanan bir MİT, Genel Kurmay vs. gibi “derin Devlet” veya “Ergenekon” veya “Askeri Vesayet” denen güçlerin ittifakı var. Hem de onların desteğiyle egemenliğini sürdüren bir Tek Adam Rejimi var. Bunlar kader birliği etmiş durumdadırlar. Bunların yenebilmek için çok daha sınırlı ve geniş kesimleri, demokrat olmayanları da birleştirecek bir hedef, dolayısıyla bu hedefe uygun bir aday gerekir.

Bir devrimci yükseliş aşamasında değiliz, aksine, bir bozgun ve çözülme yaşıyoruz. Saldırı veya ilerleme değil, bir savunma mevzii oluşturmak acil görevdir. Bir bozgunu engellemek acil görevdir. Savunma yapmak gerekirken saldırmak kesin yenilgi getirir.

Yani tüm güçler Erdoğan’ın yenilgisine yönelik olarak kazanılmalı ve birleştirilmelidir.

Bizzat bu yenilgi bile kartların yeniden karılmasını, muhalefetin toparlanmasını, daha geniş bir hareket alanı elde edilmesini sağlar. Amaç demokratikleşme değil, bir demokratikleşme mücadelesini daha elverişli koşullarda vermeyi sağlayacak koşullara ulaşmaktır.

Peki biz bu tespitleri yaparken gerek bütün medya, sosyalistler ve bizzat Kürt hareketi ne yapıyordu?

Hepsi, “Demokratikleşme” ve “Kürt sorunun çözümü” gibi hedefler belirliyordu.

Ve Kürt hareketi bu hedeflere yönelik olarak muhalefetin kendisine tekliflerle gelmesini bekliyor ve teşvik ediyordu.

Görüldüğü gibi tamamen farklı iki ele alış.

Bu nedenle biz Kürt hareketini yenilginin başlıca sorumlusu görüyoruz. Bir özne olarak, bir Özgüç olarak öne çıkıp yapması gerekenleri yapmak bir yana böyle bir sorunu bile olmadı.

Somut olarak neleri yapmadı. Bizim önerilerimiz bu somut yapılacakları içeriyordu. Yapılsaydı Kürt hareketi şimdi, Erdoğan karşısındaki zaferin mimarı olarak bulunacaktı. Tarihin önüne koyduğu bu fırsatı ne gördü, ne anladı ne de değerlendirdi.

Kürt hareketine neler önerdik?

İlk aşamada, Başkan adayının seçimine ilişkin öneri getirdik. Öncelikle konuyu isim değil yöntem sorununa çekmeli dedik. Bunun için de somut biçim önerdik.

Önerimiz şöyleydi: HDP Altılı masaya kendisi bir isim önermemeli, bir yöntem önermeli ve bu yöntemle belirlenecek adayı kendisinin peşinen destekleyeceğini ilan etmeli. Böylece muhalefetin kendisiyle iş birliği yaptığı gibi suçlamalardan kaçması için onlara bir olanak da sunmuş olur.

Önerdiğimi yöntem de adı geçen Erdoğan dahil bütün başkan adaylarının bir listesinin olduğu bir anket formunda Oydaşıma yöntemiyle yapılsa kimin seçilebileceğini ortaya çıkaracak bir anket.

Bu yöntemde herkes her adaya ne kadar karşı olduğuna dair bir puan verir. En az karşı olma puanı alan en geniş kabul görüyor demektir. Böylece toplumun en geniş kesimlerinin kabul edebileceği (ve bu yöntemle yapılsa seçeceği) kişi Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkarılır. Kazanması kesindir çünkü bizzat halk belirlemiştir.

Tabii bunun için de birkaç çok güvenilir, ciddi Anket şirketiyle anlaşmak ve onlara böyle bir anket yaptırıp, en az itiraz puanı alanın bulunması ve bunun altılı masanın adayı olarak gösterilmesi.

HDP’nin de kim olacağını bilmeden bunu destekleyeceğini peşin peşin ilan etmesi. Bu biçim, HDP’nin desteklemesi nedeniyle olabilecek oy kaçışlarını da engeller ve aynı zamanda muhalefeti de hatalardan korurdu. (Yani Kılıçdaroğlu adaylığını dayatamaz, Akşener de bunu sabote edemezdi)

HDP’nin böyle bir öneri yapması durumunda hem içinde bulunduğu tecritten kurtulması hem de Altılı masanın elini rahatlatması ve fiilen onları yedeğine alması söz konusu olurdu. Görünüşte kendisi onların yedeği gibi olur ama aslında onlar HDP’nin yedeği olurlardı.

HDP böyle bir öneri ile gelseydi buna kimse karşı çıkamazdı, HDP’nin desteği olmadan Erdoğan karşısında başarı kazanılamayacağını herkes biliyordu. Onun böyle bir hamlesinden kimse kaçamazdı. HDP böylece muhalefetin önünü de açmış ve onu hatalardan korumuş olurdu.

Eğer Altılı Masa bu öneriye yanaşmaz ise, bu anketi HDP’nin yaptırması ve peşinen kim çıkarsa çıksın onun adaylığını destekleyeceğini ilan etmesi ikinci bir adım olabilirdi. Böylece HDP, halkın oydaşmayla belirlediği üzerinde en geniş kabul olan adayı destekleme durumunda olacak ve belki de Erdoğan’a karşı zaferi kazanacak adayı kendisi belirlemiş olacaktı.

Bütün bu önerilerimizi HDP’ye ve Demirtaş’a iletmeye çalıştık ve ilettik, en küçük bir yankı bile gelmedi.

Bunun üzerine kendimiz böyle bir anket yaptırmaya çalıştık. Anket şirketi yöneticileriyle görüşmek bile mümkün olmadı.

İşte bu nedenle yenilginin baş sorumlusu kendini bir özne olarak görmeyen, yakalanacak ana halkayı yanlış belirleyen, mücadelenin içinde bulunduğu konağı doğru tanımlamayan HDP’dir. Stratejik yanlışlar taktik başarılarla giderilemez. Sonrasında HDP’lilerin ve Kürtlerin fedakarlıkları hep o yanlış stratejinin bir aracı olduğundan sonucu değiştirici bir etkide bulunamamıştır.

Bütün bu çabalarımızdan bir sonuç çıkmayınca

Apocu Kürt Hareketi legal mücadelenin ipini şu aydınları, liberallere, “Kürdistani”lere emanet etmeyi bırakmalıdır. Onları politika belirlemede değil, belirlenmiş bir politikayı uygulamada elverişli ve işe yarar araçlar olurlar. Örneğin Cengiz Çandar ve Hasan Cemal, bu anlamda iyi bir işlev görebilirler. Ama bir politika belirlemede değil.

Bütün bu yanlış strateji yenilgiyi getirdiğini, bunun öyle olacağını yalvararak defalarca söyledik. Önemli değil.

Ama halkımızın dediği gibi, “düşmez kalkmaz bir Allah”, şimdi bizim önerilerimizi hor görenlerin burnunu yere sürtüyor. Onları söylediklerinin tam tersini söylemek zorunda bırakıyor.

Biz yöntem önerilerimizden bir sonuç çıkmayınca, eldeki verilere göre en geniş kesimlerden oy alabilecek Mansur Yavaş’ın ismini Kürt Hareketi önermelidir, adam ülkücü veya eski ülkücü olabilir, yaptığı işte ayrımcılık yapmıyorsa bu yeter. Erdoğan’ı yenmek için, bize en yakın olan değil, karşı tarafın kabul edebileceği aday gerekir dedik durduk. Sağın kabul edebileceği solun adayı değil, solun da kabul edebileceği sağın adayı gerekiyor dediğimizde, “bir ülkücüyü nasıl önerirsin”, “Demir Küçükaydın devrimciliği bırakmış” deyip, Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler, onun çiçekli böcekli kalpli şehirli modern küçük burjuvaların  dünyasına hitap eden söylemini benimseyenler, şimdi bugün Yavaş’ı bile aratacak, ırkçı söyleme geçmiş Kılıçdaroğlu’na gidip oy verecekler ve vermeyi savunuyorlar. Hem de hangi gerekçeyle? “Önemli olan Erdoğan’ı yenmektir, Kılıçdaroğlu’nun bu söylemini görmezden gelelim” diyerek.

Hayat insanın burnunu öyle sürter. Baştan bir yanlış yapmışsan, o senin karşına her adımda çıkar. Hatalar bizden hızlı koşarlar. Şimdi olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nun en azgın ırkçı söylemine oy vermek zorunda bırakır.

Burada madem başladığın noktaya gelecektin bu boku niye yedin hikayesi geliyor insanın aklına.

İyin kötüsü bu daha başlangıç, Kılıçdaroğlu kazanırsa, bu sefer Kılıçdaroğlu’nun başkanlık sistemini uzatmak için en militanca savunucusu olduğu görülecektir. Aylarca kitap boyutunda parlamenter sistem geçiş programı hazırlayanların orada yazdıklarını kendi ayaklarıyla çiğnediği görülecektir.

Her neyse.

Bunlardan niye söz ettik. Yanlışı şu veya bu taktikte aramayın. Baştan yanlıştınız. O başlangıç noktasına olaylar sizi zorla getirdi. Demokrasi, Kürt Sorununun Halli vs. diyordunuz. Şimdi “önemli olan Erdoğan’ı yenmek” diyorsunuz. Ama bunun için de en ırkçı söyleme destek vermek açıktan vermesiniz bile ses çıkarmamak durumunda kalacaksınız. Kendinize saygınızı kaybedeceksiniz.

*

Peki kendinize saygıyı kaybetmemek ve en azından bu ikinci turda olsun yenilmemek veya yenilinse bile Kılıçdaroğlu’nun günahlarına ortak olmamak için ne yapılabilir?

Kılıçdaroğlu’nun danışmanları, ona Erdoğan’la karşı kazanabilmek için ırkçılık yarışına gir öyle kazanabilirsin demişlerdir. O da onu uyguluyor. Ama en azından bu günaha ortak olmamak ama aynı zamanda Erdoğan’ın yenilgisini ikinci turda olsun sağlamak için ne yapılabilir?

Bir zaferin birinci koşulu her şeyden önce gerçek durumu kendini hiç kandırmadan ortaya koymaktır.

Erdoğan’la arada en azından 2,5 milyonluk bir fark var.

Bu iki buçuk milyonun yarısını olsun çekmek veya ikna etmek mümkün mü?

Halk da aptal değil, böylesine bir uçtan öbür uca kaymalar muhtemelen daha büyük oy kayıplarına yol açacaktır.

Peki ne yapılabilir?

Önce şunu bilelim. Erdoğan’a oy verenlerin üçte biri, karşı taraf daha iyi bir alternatif sunmadığı, güven vermediği için Erdoğan’a kerhen oy verdi. Tıpkı Kürtlerin veya bizlerin Kılıçdaroğlu’na kerhen oy vermesi gibi.,

Bir de yine bu bağlamda düşünülebilecek oy vermeyenler, sandığa gitmeyenler var.

Sosyalistlerin ve Kürt hareketinin yöneleceği kesim Sinan Ogan’a oy verenler değil, bu kesim olabilir.

Bu insanlara ise daha ırkçı sloganlarla, ulaşılamaz. Bu insanların muhtemelen büyük bir çoğunluğu haklı olarak iki tarafa da güvenmeyen insanlardır.

Biz bunlara bir şeyler söyleyebiliriz.

Belki bu bir etki yaratabilir.

Peki ne söylemeliyiz?

Erdoğan’ın en büyük kozunun, “biz mecliste çoğunluğuz, başkanlığı da almamız gerekir ki işler hızlı yürüsün, çift başlılık olmasın, bunun için başkanlığı da bize verin” argümanının etkili olacağı söyleniyor ve herkes de bunu kabullenmiş durumda.

Şu an muhalefetin tavrı bu argüman karşısında suskunluk ve ırkçılık yarışına girerek ırkçıların oyunu almak.

Biz tam da Erdoğan’ın karşısındakilerce bile zımnen kabul edilmiş argümanının aksini savunan, onun dayandığı varsayımı sorgulayan ve ona cepheden karşı çıkan bir tavır gerekir. Yani Erdoğan’a en güçlü olduğunu düşündüğü noktadan saldırmak gerekir.

Bu saldırının sloganı şu olabilir ve olmalıdır: Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar.

Bu parola, bu slogan eğer her yere yazılır, duyurulur, herkesin bilincine kazınırsa tarafsızların ve Erdoğan’a kerhen oy verenlerin onu dengelemeyi sorun edip Erdoğan’ı dengeleyecek bir güç olarak Kılıçdaroğlu’na oy vermeleri mümkün olabilir.

Güçleri birbirine denk rakipler arasındaki bir mücadele her zaman ezilenlerin işine yarar onlar arasındaki çatışmalardan yararlanılır. Hep ezenler ezilenleri birbirine düşürüp “iti ite kırdırma” taktiği izlerler. Biz ezilenler niye izlemeyelim?

Onlar birbirine düştüklerinde ezilenlerin hareket alanı, koparacağı tavizler artar. Onların hareket alanı daralır.

Ekonomik krizin tüm yükünün yoksulların sırtına yıkılmaması, hukuksuzlukların en azından sınırlanması için Erdoğan’ın gücünü Kılıçdaroğlu’nun gücüyle, Kılıçdaroğlu’nun gücünü Erdoğan’ın gücüyle dengele.

Temel fikir bu olmalıdır. Böylece Kılıçdaroğlu’nun günahlarına da ortak olunmaz ve ona karşı eleştiriden de sakınılmaz.

Erdoğan Parlamentoyu aldı, Başkanlığı da Kılıçdaroğlu alırsa, ikisi de köpeksiz köyde değneksiz gezemezler.

O halde bütün sosyalistlere, demokratlara ve Kürt hareketine öneriyorum: “güç bozar, mutlak güç mutlak bozar”

“Erdoğan Parlamentoyu aldı, Başkanlığı da Kılıçdaroğlu alırsa, ikisi de köpeksiz köyde değneksiz gezemesinler”

“Güven belki iyidir ama kontrol daha iyi: Meclisi Başkanla, Başkanı Meclisle kontrol et”

Bu gibi sloganlar bu ikinci turun sloganı ve vuruş yönü olabilir. Fazla bir zaman yok. Ama Türkiye’nin sosyalistleri ve Kürt hareketi vuruş yönünü böyle belirler ve bu sloganları, parolaları herkesin kulağına iletir ve hafızasına kazırsa tarafsızların kerhen oy verenlerin bu parolalara oy vermesi sağlanabilir.

Bunu başarabilirsek, halka, ezilenlere bir çıkış yolu göstermiş oluruz. Onlar bunu benimseyebilir ve ikisini de birbirine karşı bir denge unsunu olarak çıkarıp kendi hareket alanlarını geliştirebilirler.

Elbet bu sloganın daha güzel ve veciz biçimleri bulunabilir.

Önemli olan ardındaki fikirdir.

İkinci turda böyle bir yoğunlaşma, sorunu yapısal sorunlara çeker. Yenilsek bile halkın hafızasına çok önemli bir doğruyu kazımış oluruz. Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar. Bir gün halk kendisi bir anayasa yapacak durumda olursa bunun tortusu oralardı bir yankı bulabilir.

19 Mayıs 2023 Cuma

 

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin

Hiç yorum yok: