Bu
tartışmanın muhatapları ve öznesi Kürt Özgürlük Hareketi ve Sosyalistlerdir
(Kesinlikle CHP değil).
Bu nedenle
hepsini kapsayacak bir tanımlama olarak, kısaca “Demokratlar” veya “Sol” diyelim,
gerçekten “Demokrat” veya “Sol” olup olmadıkları veya bu satırların yazarının
onları öyle görüp görmediği ayrı bir konu.
Ama önce birinci tur öncesinde yapılan yanlışlara ve bunların hala gündeme alınıp tartışılmamasına ve sistemli bir ders çıkarılmamasına ilişkin olarak birkaç belirlemede bulunalım.
Önce bu
yenilginin asli sorumlusuna ilişkin görüşümü söyleyeyim. Bu yenilginin asli
sorumlusu Kürt Özgürlük Hareketi somut örgütsel ifadesiyle HDP’dir.
Herkes
itiraz edecek, Kürtler en büyük fedakarlıkları yaptılar. İşte Kılıçdaroğlu’na
verilen oylar ortada. Onlar her şeyi fazlasıyla yaptılar. Ayrıca niceleri
hapiste.
Bunların
hepsi doğru. Benim en yakınlarım da o hareketin içinde çırpınıyor. Ben de
kendimi o hareketten ayrı görmüyorum.
Ama bunlar
gerçeği değiştirmiyor. Kürtlerin fedakarlıklarını öne çıkarmak bir Türk solcusu
veya liberali refleksidir veya bir “Kürdistani” refleksidir. Bu ikisi
birbirlerine zıt görünürler ama ikisi de aynı madalyonun iki yüzüdürler.
İkisi de
Kürt hareketini bir nesne olarak görmekte, ele almakta ve Kürt hareketinde bir
nesne olarak davranışı beklemekte ortaklaşırlar.
Tabiri caiz
ise, bu “oryantalist” denebilecek bir yaklaşımdır.
“Esas Oğlan”,
“Tarzan”, “Beyaz Adam”, “Robenson”, Türklerdir (CHP’dir, Altılı Masa’dır,
Millet İttifakı’dır, Türk Sosyalistleridir vs.)
Kürtlerin
içindeki “Tom Amca”lar da “Kürdistani”lerdir.
Biz başından
beri, Kürtleri ve Kürt hareketini bir özne olarak ele aldık, Kürt hareketinin
Türkleri, Türk Sosyalistlerini nasıl kurtaracağını, onları hatalardan nasıl
koruyabileceğini tartıştık.
Tam da bu
nedenle, biz özne gördüğümüz, bu mücadelenin öz gücü olarak Kürt hareketin
gördüğümüz için, yenilginin baş sorumlusunun Kürt Hareketi veya HDP olduğunu
söylüyoruz.
Bu
dediklerimizle ne dediğimizi ancak “Apocular” anlar.
Kendini bir
nesne olarak gören ve bir nesne olarak pazarlık yapmaktan ötesini hayal bile
edemeyen, padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten ötesini düşünemeyenler
anlamaz.
Özne ve Nesne Sorunu
Seçimlerden
önce bütün sol veya basın-yayın ve örgütlerin temel yanlışı şuydu: Kürt
hareketini bir nesne olarak ele alıyorlar ve CHP’nin veya “Altılı Masa’'nın”
veya “Millet İttifakı”nın Kürtlerin desteğini alacak işler yapması, Kürtleri
hesaba katmasına ilişkin öneriler yapıyorlardı. Yani Kürtleri yedeğe alınması gereken
bir nesne olarak görüyorlardı, önerilerinin öznesi ise Türkler oluyordu. Temel
yanlış buydu. Çünkü Türkiye’de herhangi bir mücadelenin öz gücü olabilecek biricik
örgütlü ve siyasi olarak eğitimli güç Kürtlerdi. Bu öz güç ancak diğer güçleri
yedeğine alabilirdi.
Ama işin
kötüsü HDP veya Kürtler de kendilerini bir nesne olarak görüyorlar ve bizi
hesaba katın, bizim isteklerimizi göz önüne almazsanız başarı kazanamazsınız diyerek
kendilerinin tanınması ve kendileriyle pazarlık yapılmasını isteyerek kendilerini
bir nesne olmaktan öte bir işlev yüklemiyorlar veya bunu hayal bile
etmiyorlardı.
Bu, iki
tarafın da birbirini beslediği baştan aşağı yanlış bir yaklaşımdı.
Halbuki Öcalan’ın
temellerini attığı Kürt hareketinin stratejisine göre, öznenin ya da demokrasi
mücadelesinin öz gücü Kürt hareketi olmalı, bu öznenin ya da öz gücün, Türkleri
ve Ortadoğu halklarını nasıl kazanacağı üzerine kafa yorması, onları
yanlışlardan nasıl kurtaracağı üzerine strateji ve taktikler geliştirmesi
gerekiyordu.
Ama böyle
bir yaklaşım için, önce “Apocu” olmak gerekir. Ya da bizim gibi bir Marksist
Devrimci olmak gerekir.
HDP’nin
organları ise “Apocu” değildi. Türk Liberali (Mithat Sancar) ile Kürt Milliyetçisi
– “Kürdistani” Pervin Buldan idi.
Kendini bir
nesne olarak görerek pazarlık veya tanınma bekleme tam da bu sınıf ve
kesimlerin tipik yaklaşımıydı. Bunlar kendilerine acıyan ve acındıran, acılarının
tanınmasını, bilinmesini isteyen ve böylece egemen Türklerin acıma ve merhamet
hislerine seslenen tam da egemen ve özne Türklerin hoşuna gidecek Kürtlerdi.
Türk
sosyalistleri için de durum farklı değildi. Bu kişiliksiz bürokratik örgütler
Kürt Hareketinin yarattığı nişte var olabilen parazitlerden başka bir şey
değildi. Onlar da kendilerini Kürt hareketini desteklemekle, ona hınk
deyiciliği yapmakla sınırlamışlardı.
Bu tabloda
bir tek benim yaklaşımım hem bir sosyalist olarak hem de Kürt hareketinin
içinde olmasam bile içindeymişim gibi, onu bir özne olarak ele alan ve
mücadelenin öz gücü olarak gören bir yaklaşımdı.
Yani bir
bakıma Apo’nun yokluğunda, onunkine benzer, büyük ölçüde onunla uyumlu, kendi
Sosyalist yaklaşımımı ortaya koyuyordum ve önerilerimi Kürt hareketine
yapıyordum. Hem yazılarımla hem de fiili girişimlerimle. Yazılarıma bakın ve
bütün yayın ve basını tarayın ikinci bir örnek göremezsiniz.
Yani benim
bütün yazı ve videolarımda Kürt hareketine Türkleri nasıl kazanacaklarına dair,
onları nasıl hatalardan koruyacaklarına dair öneriler yaptığım ve onlarla
tartıştığım, onları bir özne olarak ele aldığım görülür.
Benim Kürt
hareketine söylediğim, Kürt hareketi nasıl bir hedef ve strateji belirlemeli,
hangi örgüt ve mücadele biçimlerini izlemeli ki, Türk muhalefeti yanlışlardan
korusun ve aynı zamanda onları fiilen yedeğine alsın, yani kendi önerdiği
politikaları izlemek zorunda bıraksın.
Bu bütün
seçim öncesi tartışma ve önerilerde, başka hiçbir örneği bulunmayan bir
yaklaşımdır.
İşte şimdi
bu nedenle haklı olarak, yine bütün basın ve yayından farklı olarak yenilginin başlıca
sorumlusu Kürt hareketidir diyorum.
Türkler ise,
bu sefer Kürt hareketinin fedakarlıklarını anlatarak onu övüyorlar. Ama öyle
yaparken onun Türkleri kurtarmak içi hiçbir şey yapmadığı, kendini bir nesne
olarak gördüğü gerçeğini örterek aslında onu hor görmüş oluyorlar.
O halde,
bütün sosyalistler öncelikle diğer Türk sosyalistleri ve Kürt Hareketi de
kendini bir nesne olarak ele aldığı için, daha baştan yanlıştı.
Yani
yenilgiye yol açan temel yanlış buydu.
Bir
mücadelede öz güç ve yedek güçler olur. Türkiye’de bir demokrasi mücadelesinin
öz gücü Kürt hareketi olabilir. Çünkü Türkiye’de az çok örgütle, siyasi
tecrübesi olan, demokratik özlemleri az çok bir takım programatik maddeler
şeklinde ifade edebiler tek hareket ve özne Kürt hareketidir. Dolayısıyla bu öz
gücü bir özne olarak ele alan bir yaklaşımla hangi güçlerin yedek olduğu ve
bunların nasıl kazanılabileceği gibi sorunlar tartışılabilir.
Bu doğru bir
strateji ve taktiğin olmazsa olmazıdır. Ortada bir öz güç yoksa hiçbir yol kat
edilemez.
Erdoğan’a karşı
mücadelenin öz gücü CHP veya liberaller veya Türk sosyalistleri veya diğer
muhalifler değil, Kürt hareketidir.
Bu hareketin
diğerlerini nasıl kazanacağı veya onlarla ittifaklar kurabileceği açısından
sorunu tartışmak gerekir.
Bu yaklaşım
hem “bizim derdimiz Türkiye’nin demokratikleşmesi ve orada kimi nasıl
kazanacağımız değil, biz bağımsız bir Kürt Devleti kurmalıyız. Bize kim ne
veriyorsa ona bakarız” diyen “Kürdistani”lerin hem de Türkleri (CHP,
Sosyalistler ve diğer muhalifler) özne olarak görenlerin kesin bir düşmanlığı
ve engellemesiyle karşılaştı. Bu nedenle sesimizi ne Kürtlere ne de Sosyalistlere
olsun iletemedik.
*
Evet
mücadelenin öz gücü olarak Kürt hareketini görüyorduk ve dolayısıyla onu strateji
ve taktikleri uygulayacak ve uygulaması gereken özne olarak gördüğümüzden muhatabımız
hep Kürt hareketi oldu. (Bakın bütün sosyalistlerin vs. yazılarına bir tek bile
böyle bir örnek göremezsiniz.)
Peki ona
önerdiğimiz strateji ve hedef ne idi?
Bugünün
koşullarında bu seçimde bizim (Yani Kürt Hareketinin) hedefimiz “demokratikleşme” veya “Kürt
Sorununu Çözümü” veya “Barış” vs. olamaz.
Böyle bir
hedef yanlıştır ve gerçek güçler ilişkisini ve bu mücadelenin özgül niteliğini
atlar.
Bu seçim bir
seçim değil, Erdoğan’ın devam edip etmeyeceğine dair bir referandumdur. Meclis
seçiminin hiçbir önemi yoktur. O halde önemli olan Erdoğan’a hayır çıkmasını
sağlamaktır. O halde, kimin bize yakın olduğu veya hangi adayın daha demokrat
olduğu değil, kimin Erdoğan’a karşı zafer getirebileceğidir.
Bu seçimde
bir yenilgiyi engellemek, yani Erdoğan’ın kazanmasını engellemek en büyük zafer
olacaktır. Çünkü bir yenilgi en azından kısa ve orta vadede korkunç sonuçlar
doğuracak Erdoğan’ın önünü uzun yıllar için açacaktır. Hatta birkaç yıl karşısında
bir muhalefet kalmayacaktır. Çünkü yenilgi ile birlikte yenilenler hem birbirlerine
düşecek hem de kendi içlerinde bir mücadele başlayacaktır. Ayrıca kesin bir
moral bozukluğu, özele çekilmeler, mücadeleye ve hayata küsmeler bunu izleyecektir.
Sadece bunun
engellenmesi yani Erdoğan’ın kazanamaması bile en büyük başarı olacaktır. Yani
amacımız demokratikleşme değil, bir yenilgiyi engellemektir, en büyük zafer bu
olur.
Çünkü güç
ilişkileri buna uygun değildir. Karşımızda hem Erdoğan aracılığıyla neredeyse
nüfusun yarsının kitle desteğini kazanan bir MİT, Genel Kurmay vs. gibi “derin
Devlet” veya “Ergenekon” veya “Askeri Vesayet” denen güçlerin ittifakı var. Hem
de onların desteğiyle egemenliğini sürdüren bir Tek Adam Rejimi var. Bunlar kader
birliği etmiş durumdadırlar. Bunların yenebilmek için çok daha sınırlı ve geniş
kesimleri, demokrat olmayanları da birleştirecek bir hedef, dolayısıyla bu
hedefe uygun bir aday gerekir.
Bir devrimci
yükseliş aşamasında değiliz, aksine, bir bozgun ve çözülme yaşıyoruz. Saldırı veya
ilerleme değil, bir savunma mevzii oluşturmak acil görevdir. Bir bozgunu
engellemek acil görevdir. Savunma yapmak gerekirken saldırmak kesin yenilgi
getirir.
Yani tüm
güçler Erdoğan’ın yenilgisine yönelik olarak kazanılmalı ve birleştirilmelidir.
Bizzat bu
yenilgi bile kartların yeniden karılmasını, muhalefetin toparlanmasını, daha
geniş bir hareket alanı elde edilmesini sağlar. Amaç demokratikleşme değil, bir
demokratikleşme mücadelesini daha elverişli koşullarda vermeyi sağlayacak
koşullara ulaşmaktır.
Peki biz bu tespitleri
yaparken gerek bütün medya, sosyalistler ve bizzat Kürt hareketi ne yapıyordu?
Hepsi, “Demokratikleşme”
ve “Kürt sorunun çözümü” gibi hedefler belirliyordu.
Ve Kürt
hareketi bu hedeflere yönelik olarak muhalefetin kendisine tekliflerle gelmesini
bekliyor ve teşvik ediyordu.
Görüldüğü
gibi tamamen farklı iki ele alış.
Bu nedenle
biz Kürt hareketini yenilginin başlıca sorumlusu görüyoruz. Bir özne olarak,
bir Özgüç olarak öne çıkıp yapması gerekenleri yapmak bir yana böyle bir sorunu
bile olmadı.
Somut olarak
neleri yapmadı. Bizim önerilerimiz bu somut yapılacakları içeriyordu.
Yapılsaydı Kürt hareketi şimdi, Erdoğan karşısındaki zaferin mimarı olarak
bulunacaktı. Tarihin önüne koyduğu bu fırsatı ne gördü, ne anladı ne de
değerlendirdi.
Kürt
hareketine neler önerdik?
İlk aşamada,
Başkan adayının seçimine ilişkin öneri getirdik. Öncelikle konuyu isim değil
yöntem sorununa çekmeli dedik. Bunun için de somut biçim önerdik.
Önerimiz
şöyleydi: HDP Altılı masaya kendisi bir isim önermemeli, bir yöntem önermeli ve
bu yöntemle belirlenecek adayı kendisinin peşinen destekleyeceğini ilan etmeli.
Böylece muhalefetin kendisiyle iş birliği yaptığı gibi suçlamalardan kaçması
için onlara bir olanak da sunmuş olur.
Önerdiğimi
yöntem de adı geçen Erdoğan dahil bütün başkan adaylarının bir listesinin
olduğu bir anket formunda Oydaşıma yöntemiyle yapılsa kimin seçilebileceğini
ortaya çıkaracak bir anket.
Bu yöntemde
herkes her adaya ne kadar karşı olduğuna dair bir puan verir. En az karşı olma
puanı alan en geniş kabul görüyor demektir. Böylece toplumun en geniş
kesimlerinin kabul edebileceği (ve bu yöntemle yapılsa seçeceği) kişi Erdoğan’ın
karşısına aday olarak çıkarılır. Kazanması kesindir çünkü bizzat halk
belirlemiştir.
Tabii bunun için
de birkaç çok güvenilir, ciddi Anket şirketiyle anlaşmak ve onlara böyle bir anket
yaptırıp, en az itiraz puanı alanın bulunması ve bunun altılı masanın adayı
olarak gösterilmesi.
HDP’nin de
kim olacağını bilmeden bunu destekleyeceğini peşin peşin ilan etmesi. Bu biçim,
HDP’nin desteklemesi nedeniyle olabilecek oy kaçışlarını da engeller ve aynı
zamanda muhalefeti de hatalardan korurdu. (Yani Kılıçdaroğlu adaylığını
dayatamaz, Akşener de bunu sabote edemezdi)
HDP’nin
böyle bir öneri yapması durumunda hem içinde bulunduğu tecritten kurtulması hem
de Altılı masanın elini rahatlatması ve fiilen onları yedeğine alması söz
konusu olurdu. Görünüşte kendisi onların yedeği gibi olur ama aslında onlar HDP’nin
yedeği olurlardı.
HDP böyle
bir öneri ile gelseydi buna kimse karşı çıkamazdı, HDP’nin desteği olmadan
Erdoğan karşısında başarı kazanılamayacağını herkes biliyordu. Onun böyle bir
hamlesinden kimse kaçamazdı. HDP böylece muhalefetin önünü de açmış ve onu
hatalardan korumuş olurdu.
Eğer Altılı Masa
bu öneriye yanaşmaz ise, bu anketi HDP’nin yaptırması ve peşinen kim çıkarsa
çıksın onun adaylığını destekleyeceğini ilan etmesi ikinci bir adım olabilirdi.
Böylece HDP, halkın oydaşmayla belirlediği üzerinde en geniş kabul olan adayı
destekleme durumunda olacak ve belki de Erdoğan’a karşı zaferi kazanacak adayı
kendisi belirlemiş olacaktı.
Bütün bu
önerilerimizi HDP’ye ve Demirtaş’a iletmeye çalıştık ve ilettik, en küçük bir
yankı bile gelmedi.
Bunun
üzerine kendimiz böyle bir anket yaptırmaya çalıştık. Anket şirketi
yöneticileriyle görüşmek bile mümkün olmadı.
İşte bu
nedenle yenilginin baş sorumlusu kendini bir özne olarak görmeyen, yakalanacak
ana halkayı yanlış belirleyen, mücadelenin içinde bulunduğu konağı doğru
tanımlamayan HDP’dir. Stratejik yanlışlar taktik başarılarla giderilemez.
Sonrasında HDP’lilerin ve Kürtlerin fedakarlıkları hep o yanlış stratejinin bir
aracı olduğundan sonucu değiştirici bir etkide bulunamamıştır.
Bütün bu
çabalarımızdan bir sonuç çıkmayınca
Apocu Kürt
Hareketi legal mücadelenin ipini şu aydınları, liberallere, “Kürdistani”lere
emanet etmeyi bırakmalıdır. Onları politika belirlemede değil, belirlenmiş bir politikayı
uygulamada elverişli ve işe yarar araçlar olurlar. Örneğin Cengiz Çandar ve Hasan
Cemal, bu anlamda iyi bir işlev görebilirler. Ama bir politika belirlemede
değil.
Bütün bu
yanlış strateji yenilgiyi getirdiğini, bunun öyle olacağını yalvararak
defalarca söyledik. Önemli değil.
Ama halkımızın
dediği gibi, “düşmez kalkmaz bir Allah”, şimdi bizim önerilerimizi hor
görenlerin burnunu yere sürtüyor. Onları söylediklerinin tam tersini söylemek
zorunda bırakıyor.
Biz yöntem
önerilerimizden bir sonuç çıkmayınca, eldeki verilere göre en geniş kesimlerden
oy alabilecek Mansur Yavaş’ın ismini Kürt Hareketi önermelidir, adam ülkücü veya
eski ülkücü olabilir, yaptığı işte ayrımcılık yapmıyorsa bu yeter. Erdoğan’ı
yenmek için, bize en yakın olan değil, karşı tarafın kabul edebileceği aday
gerekir dedik durduk. Sağın kabul edebileceği solun adayı değil, solun da kabul
edebileceği sağın adayı gerekiyor dediğimizde, “bir ülkücüyü nasıl önerirsin”, “Demir
Küçükaydın devrimciliği bırakmış” deyip, Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler, onun çiçekli
böcekli kalpli şehirli modern küçük burjuvaların dünyasına hitap eden söylemini benimseyenler,
şimdi bugün Yavaş’ı bile aratacak, ırkçı söyleme geçmiş Kılıçdaroğlu’na gidip
oy verecekler ve vermeyi savunuyorlar. Hem de hangi gerekçeyle? “Önemli olan Erdoğan’ı
yenmektir, Kılıçdaroğlu’nun bu söylemini görmezden gelelim” diyerek.
Hayat insanın
burnunu öyle sürter. Baştan bir yanlış yapmışsan, o senin karşına her adımda
çıkar. Hatalar bizden hızlı koşarlar. Şimdi olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nun en
azgın ırkçı söylemine oy vermek zorunda bırakır.
Burada madem
başladığın noktaya gelecektin bu boku niye yedin hikayesi geliyor insanın
aklına.
İyin kötüsü
bu daha başlangıç, Kılıçdaroğlu kazanırsa, bu sefer Kılıçdaroğlu’nun başkanlık
sistemini uzatmak için en militanca savunucusu olduğu görülecektir. Aylarca kitap
boyutunda parlamenter sistem geçiş programı hazırlayanların orada yazdıklarını
kendi ayaklarıyla çiğnediği görülecektir.
Her neyse.
Bunlardan
niye söz ettik. Yanlışı şu veya bu taktikte aramayın. Baştan yanlıştınız. O
başlangıç noktasına olaylar sizi zorla getirdi. Demokrasi, Kürt Sorununun Halli
vs. diyordunuz. Şimdi “önemli olan Erdoğan’ı yenmek” diyorsunuz. Ama bunun için
de en ırkçı söyleme destek vermek açıktan vermesiniz bile ses çıkarmamak
durumunda kalacaksınız. Kendinize saygınızı kaybedeceksiniz.
*
Peki kendinize
saygıyı kaybetmemek ve en azından bu ikinci turda olsun yenilmemek veya yenilinse
bile Kılıçdaroğlu’nun günahlarına ortak olmamak için ne yapılabilir?
Kılıçdaroğlu’nun
danışmanları, ona Erdoğan’la karşı kazanabilmek için ırkçılık yarışına gir öyle
kazanabilirsin demişlerdir. O da onu uyguluyor. Ama en azından bu günaha ortak
olmamak ama aynı zamanda Erdoğan’ın yenilgisini ikinci turda olsun sağlamak için
ne yapılabilir?
Bir zaferin
birinci koşulu her şeyden önce gerçek durumu kendini hiç kandırmadan ortaya
koymaktır.
Erdoğan’la arada
en azından 2,5 milyonluk bir fark var.
Bu iki buçuk
milyonun yarısını olsun çekmek veya ikna etmek mümkün mü?
Halk da aptal
değil, böylesine bir uçtan öbür uca kaymalar muhtemelen daha büyük oy
kayıplarına yol açacaktır.
Peki ne yapılabilir?
Önce şunu
bilelim. Erdoğan’a oy verenlerin üçte biri, karşı taraf daha iyi bir alternatif
sunmadığı, güven vermediği için Erdoğan’a kerhen oy verdi. Tıpkı Kürtlerin veya
bizlerin Kılıçdaroğlu’na kerhen oy vermesi gibi.,
Bir de yine
bu bağlamda düşünülebilecek oy vermeyenler, sandığa gitmeyenler var.
Sosyalistlerin
ve Kürt hareketinin yöneleceği kesim Sinan Ogan’a oy verenler değil, bu kesim
olabilir.
Bu insanlara
ise daha ırkçı sloganlarla, ulaşılamaz. Bu insanların muhtemelen büyük bir
çoğunluğu haklı olarak iki tarafa da güvenmeyen insanlardır.
Biz bunlara
bir şeyler söyleyebiliriz.
Belki bu bir
etki yaratabilir.
Peki ne
söylemeliyiz?
Erdoğan’ın
en büyük kozunun, “biz mecliste
çoğunluğuz, başkanlığı da almamız gerekir ki işler hızlı yürüsün, çift başlılık
olmasın, bunun için başkanlığı da bize verin” argümanının etkili olacağı
söyleniyor ve herkes de bunu kabullenmiş durumda.
Şu an
muhalefetin tavrı bu argüman karşısında suskunluk ve ırkçılık yarışına girerek
ırkçıların oyunu almak.
Biz tam da Erdoğan’ın
karşısındakilerce bile zımnen kabul edilmiş argümanının aksini savunan, onun
dayandığı varsayımı sorgulayan ve ona cepheden karşı çıkan bir tavır gerekir.
Yani Erdoğan’a en güçlü olduğunu düşündüğü noktadan saldırmak gerekir.
Bu
saldırının sloganı şu olabilir ve olmalıdır: Güç bozar, mutlak güç mutlak
bozar.
Bu parola,
bu slogan eğer her yere yazılır, duyurulur, herkesin bilincine kazınırsa tarafsızların
ve Erdoğan’a kerhen oy verenlerin onu dengelemeyi sorun edip Erdoğan’ı
dengeleyecek bir güç olarak Kılıçdaroğlu’na oy vermeleri mümkün olabilir.
Güçleri birbirine
denk rakipler arasındaki bir mücadele her zaman ezilenlerin işine yarar onlar
arasındaki çatışmalardan yararlanılır. Hep ezenler ezilenleri birbirine düşürüp
“iti ite kırdırma” taktiği izlerler. Biz ezilenler niye izlemeyelim?
Onlar
birbirine düştüklerinde ezilenlerin hareket alanı, koparacağı tavizler artar.
Onların hareket alanı daralır.
Ekonomik
krizin tüm yükünün yoksulların sırtına yıkılmaması, hukuksuzlukların en azından
sınırlanması için Erdoğan’ın gücünü Kılıçdaroğlu’nun gücüyle, Kılıçdaroğlu’nun
gücünü Erdoğan’ın gücüyle dengele.
Temel fikir
bu olmalıdır. Böylece Kılıçdaroğlu’nun günahlarına da ortak olunmaz ve ona
karşı eleştiriden de sakınılmaz.
Erdoğan
Parlamentoyu aldı, Başkanlığı da Kılıçdaroğlu alırsa, ikisi de köpeksiz köyde
değneksiz gezemezler.
O halde
bütün sosyalistlere, demokratlara ve Kürt hareketine öneriyorum: “güç bozar,
mutlak güç mutlak bozar”
“Erdoğan
Parlamentoyu aldı, Başkanlığı da Kılıçdaroğlu alırsa, ikisi de köpeksiz köyde
değneksiz gezemesinler”
“Güven belki
iyidir ama kontrol daha iyi: Meclisi Başkanla, Başkanı Meclisle kontrol et”
Bu gibi sloganlar
bu ikinci turun sloganı ve vuruş yönü olabilir. Fazla bir zaman yok. Ama
Türkiye’nin sosyalistleri ve Kürt hareketi vuruş yönünü böyle belirler ve bu
sloganları, parolaları herkesin kulağına iletir ve hafızasına kazırsa tarafsızların
kerhen oy verenlerin bu parolalara oy vermesi sağlanabilir.
Bunu başarabilirsek,
halka, ezilenlere bir çıkış yolu göstermiş oluruz. Onlar bunu benimseyebilir ve
ikisini de birbirine karşı bir denge unsunu olarak çıkarıp kendi hareket
alanlarını geliştirebilirler.
Elbet bu
sloganın daha güzel ve veciz biçimleri bulunabilir.
Önemli olan
ardındaki fikirdir.
İkinci turda
böyle bir yoğunlaşma, sorunu yapısal sorunlara çeker. Yenilsek bile halkın
hafızasına çok önemli bir doğruyu kazımış oluruz. Güç bozar, mutlak güç mutlak
bozar. Bir gün halk kendisi bir anayasa yapacak durumda olursa bunun tortusu
oralardı bir yankı bulabilir.
19 Mayıs
2023 Cuma
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder