18 Mayıs 2023 Perşembe

İlk Yapılması Gereken Durumun Umutsuz Olduğunu Görmek ve Bundan Hareket Etmektir (Evet İkinci Tur İçin Umut Yok! Peki Ne Yapılabilir? - Umut ve Umutsuzluk Üzerine)

Seçim yenilgisi bütün muhaliflerin kimyasını bozmuş durumda, kimse durumu ve yenilgiyi kabullenmek istemiyor, kimse yenilginin temel nedenlerine yönelmek istemiyor. Kimse muhalefetin sorunu ortaya koyuşu, görev belirlemesi ve stratejisi üzerinden tartışmıyor.

Tartışmalar ya taktiklere ya propaganda tekniğine veya nelerin öne çıkarılması gerektiğie ya da şu veya bunun yanlış yapıldığına ilişkin düzeyde yürüyor. Kimse stratejik bir yanlışın taktik başarı veya doğru hamlelerle ortadan kaldırılamayacağı gerçeğini hatırlamak istemiyor.

Ama daha da kötüsü var. Bu taktik ve teknik düzeyde olsun yenilginin nedenlerini aramak bile iyi sayılabilir. Bir de yenilgiyi kabul etmeme veya edememe hali var. Bu da komplo teorilerine sarılma, sonuçları seçim akşamı yapılar birkaç milyonluk bir hile ile açıklama biçiminde ortaya çıkıyor.

Bu da komplo teorilerine sarılmak neredeyse tüm muhalefetin sosyal medya müdavimlerini pençesine almış görünüyor.

Elbet bunlar anlaşılabilir insanı zaaflardır. İnsanoğlu hatalar ve unutkanlıklar karmaşasıdır.

Bu komplo teorilerine umut bağlayanlar veya yenilgiyi bunla açıklamaya çalışanlara CHP ve HDP (YSP) sözcülerinin ve seçim güvenliği ile ilgili olarak görevlendirdiklerinin basın açıklamalarını gösterdiğimizde bunların da komplonun bir parçası olduğunu bile söyleyenler çıkıyor.

Halbuki biraz düşünseler, destekledikleri partinin organlarının görevlendirdikleri eğer komplonun bir parçası ise o partilerin bütün strateji ve adaylarının da öyle olması gerekmez mi?

Ve bizler bu partilerin gösterdiği adayları destekleyerek nesnel olarak bu komplonun bilinçsiz aracıları olmadık mı diye bile kendilerine sormaları gerekmez mi?

Hele durumunuz benim gibi ise, yani başından beri yanlış yapıldığını söylemiş ve farklı bir strateji ve taktikler önermiş bir insan iseniz, bu durumdakileri biraz aklı selime, hatalı davrandıklarını kabule davet, yanlış bir politikayı desteklediklerini bunun üzerine düşünmeleri gerektiği şelindeki bir ima bile, çok saldırgan tepkilerle karşılık buluyor.

Her neyse, bunlara alışkınız.

Çünkü bu küçük bir yenilgi sayılır, bizlerin yaşadığı dünya tarihsel yenilgiler yanında.

 Bizler 1989-90’larda “sosyalizm” denen bürokratik diktatörlüklerin çüküşünü yaşamış bir kuşağız.

O muazzam çöküşte, “sosyalist” ülkelerin işçilerinin kapitalizme veya Batı’ya ayaklarıyla oy verdikleri zaman bile “Sosyalist” ülkeleri savunanların veya onların sosyalist olduğnu söyleyenlerin hiçbiri, bu dünya tarihsel yenilgi ve çözülüşten sonra olsun, bu ülkelerin sosyalist değil, bürokratik diktatörlükler olduğunu, Ekim devriminden sonra Rusa’nın geriliği ve tahrip olmuş ekonomisinden gücünü alan bir karşı devrim yaşandığını söyleyen teşhisi ve öngörüleri tarihsel olarak olgularla da kanıtlanmış olan Troçki’nin açıklamalarını kabul etmedi. Gelişmeleri,emperyalizmin propagandası ile, oradaki halkın bürokratik egemen kasta dolayısıyla o kastın keyfi egemenliği ile özdeşleşmiş sosyalizm düşmanlığnı emperyalizmin propagandası ile açıklamaya devam ettiler.

En kabadayıları birer liberale veya esoterik denebilecek akımlara eğilim gösterdiler. Hala o ülkelerden “sosyalist ülkeler” diye söz ediyorlar.

Şimdi de aynı durumları görüyoruz. Erdoğan’a oy veren işçi sınıfını, yandaş medya propagandasına kapılmakla, birkaç yardıma kendini satmakla, cehaletle aptallıkla suçlamalar gırla gidiyor.

O zamanlar da “Sosyalist” ülkelerin ayaklarıyla batıya ve kapitalizme oy veren halklarına benzeri şeyler söyleniyordu.

Komplo teorileri gerçekle yüzleşmekter kaçmanın, basit ve kolay çözümlerle durumu açıklamanın, kendini kandırmanın aracıdırlar. Bunlara bu kadar yeter.

*

Yenilgi karşısındaki refleksler bağlamında bir de umut ve umutsuzluk konusuna değinmek gerekiyor.

Muhalefet saflarında en aklı başında olanlarda bile şu refleksi görüyoruz: “Evet birinci turda yenildik, hile de yapılmış olsa bunu engelleyememek de bir yenilgidir. Bunu bir kenara bırakalım. Ama hala kazanabiliriz. Umudu yitirmemek gerekir. Umudun yitirilmesine yol açacak söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Şimdi yanlışlar vs. üzerinde durmanın, umutsuzluk ve moral bozukluğu yaratmanın zamanı değil, şimdi umutları korumalı ve mücadele azmini beslemeliyiz.”

Türkiye’deki şehir küçük burjuvazisine ve aldınlara egemen bir ideolojidir bu umut bağımlılığı ve tacirliği. “Ayy umudumuzu yitirmeyelim”. “Ayyy umutlarımızı koruyoruz” vs. vs.

Hemen şu an aramadan rastgele bir örnek. Twitter’den

“Ümitsizliğe düşmenizden havlu atmanızdan medet umuyorlar, karşı tarafın elindeki tek koz ve tek umut sadece bu.

Başka da bir umutları inanın yok.”

Bir başka örnek:

“Kemal Kılıçtaroğlu Umuttur, Umut dimdik ayakta”

Böyle yüzlerce binlerce umut bağımlısı sözler görebilirsiniz.

Sola egemen bir gizli varsayım var burada. Umut yoksa insanlar mücadele etmezler. Umutları korumak için de gerçeği kabul etmekten ve onunla yüzleşmekten ise, en azından bunu erteliyerek umudu sürdürmeyi sağlamalıyız ki insanlar umudunu yitirmeyip ikinci turda da oy kullansın.

Yani umudun olup olmumusu ile mücadele arzusu ve isteği arasında doğrudan bir ilişki olduğu  arsayımına dayanıyor bütün umut güzellemeleri.

Bu yazıda, aslında eski yazılardan yapacağım bu hatırlatmada, Doğu Avrupa’nın çöküşünden sonra, aşağı yukarı bugünkü gibi bir psikolojinin  egemen olduğu bir ortamda bu umut ve umutsuzluk konusunda yazdıklarımı aktaracağım.

Yeni bir yazı yazmaktan ise aktarmakla yetinip bu yazıyı bu umutsuzluk konusuyla sınırlayacağım ki, yenilgi ve ikinci tur konusunda bu gibi yan sorunlardan sıyrılmış olarak ayrı bir yazı yazabileyim.

*

1994 yılında Avrupa’da yaşayan, hala şu veya bu biçimde sosyalizm diyen insanlar olarak “Sosyalizmin Sorunları” diye bir dergi (Dergi hukuki bir sorun çıkardığından “Kitap dizisi” çıkaralım dedik. Ragıp Zarakolu’nun Belge yayınları iki sayı çıkabilen bu dergiyi yayınlamıştı.) çıkaralım ve sosyalizmin sorunları olarak neleri görüyoruz, bunların en azından bir listesini çıkaralım ve sonra bunları ele alalım diye düşünmüştük ve derginin ilk sayısının konusunu da derginin adı da olan “Sosyalizmin Sorunları” olarak blirlemiştik.

İşte o sayıda ben de ilk sayıya katkı olarak “Sosyalizmin Sorunları Üzerine Sere Serpe Düşünceler  ya da Bilimsel Sosyalizm'den Ütopik Sosyalizm'e” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Bu yazıda bu umut ve umutsuzluk konusunu ele alıyor ve ilk önce drumun umutsuz olduğundan hareket etmeliyiz, tezini savunuyor ama ayrıca umutsuzluğun insanların mücadele azmini azalttığı varsayımını sorguluyor ve eleştiriyordum. Ayrıca bu umut ve umutsuzlukla bağlantılı olarak, sosyalizmin bilimsel olarak değil, artık ahlaki bir seçim olarak temellendirilmesi ve savunulması gerektiğini savunuyordum. Bu nedenle de başlığa “Bilimsel Sosyalizm’den Ütopik Sosyalizme” alt başlığını koymuştum.

Elbette yukarıdaki iki önerme kabul edilen varsayıma bağlı olarak, birbiriyle içten bağlıdır.

Yani eğer umutsuzluğun insanların mücadele azmini azalttığı gibi bir varsayımınız varsa, durum umutsuz olsa bile umut varmış gibi gösterirsiniz eğer mücadele etmek istiyorsanız. Halbuki umutsuzluğun mücadele azmini azaltmadığı hatta esas radikal mücadelelerin umutsuzluktan kaynaklanabileceği gibi bir varsayımınız veya gözleminiz varsa o zaman gerçeği yani durumun umutsuz olduğunu kabul etmekten çekinmezsiniz. Ve de gerçek devrimcidir.

Neyse lafı fazla uzatmayalım. O yazılardan konuyla ilgili iki bölüm alıntılayalım.

*

“(…)

Durum böylesine umutsuz?

Peki bu durumda ne yapmak gerekir?

Önce kendimize, insanlığa ve ezilenlere karşı dürüst olmak gerekiyor.

Yani, aman “insanlar umutlarını yitirirler; moralleri bozulur bu da mücadele azimlerini azaltır” gibilerden gerekçelerle kaçamaklar yapmadan durumun umutsuzluğunu, çıkışsızlığını, rezaletini açıkça ortaya koymak gerekiyor. Bunu başarmadan bir tek adım bile atmak mümkün değildir.

Peki bu umutsuzluktan; sosyalizmin, adeta olanaksızlığından hiçbir şey yapmamak gibi bir sonuç çıkar mı?

Eğer bir "bilimsel sosyalist" iseniz evet, ama bir ütopik ya da ahlaki sosyalist iseniz hayır.

Bilimsel Sosyalizmin kurucuları Marks-Engels'in günahını almayalım. Onlar bilimsel olarak dünya tarihi sosyalizme doğru bir gidiş içinde olduğu kanıtlandığı için sosyalist değillerdi; onlar bu bilimsel kanıtlar olmadan da sosyalisttiler; inançlarına bir de bilimsel kanıtlar bulmuşlardı. Bilimsellik sosyalist olmanın bir nedeni değil, o uğurda mücadelenin bir aracıydı. Sonra bu ikisi yer değiştirdi. İnsanlar, bilimsel olarak sosyalizm tarihin gidiş yönünde bulunduğu için sosyalist olmaya, ya da sosyalistliklerini böyle ifadelerle gerekçelendirmeye başladılar.

Bizler de politik kültürümüzü böyle edindik.

Peki, bilimsel olarak, sosyalizmin mümkün olmadığı kanıtlansa, sosyalist olmamak mı gerekiyor? "Bilimsel Sosyalist" iseniz, yani bizlerin politik kültüründen bir "bilimsel sosyalist" iseniz öyle.

Ama sorunu şöyle de koyabilirsiniz?

“Ezen var ezilen var. Ben ezilenden yanayım. Bu dünya rezil, iğrenç bir dünya, bu iğrençliğe karşı, dayanışmacı, eşitlikçi; kara değil insanların ihtiyaçlarına, hatta yeryüzündeki tüm canlıların ve yaşam koşullarının dengelerine göre üretim yapan bir düzen gereklidir. Bilimsel olarak mümkün olup olmadığı beni ilgilendirmiyor. Ben tercihimi siperin bu tarafında yapıyorum. Bu ahlaki bir seçimdir ve ütopik bir sosyalizmdir; yani zorunluluğu ya da olanaklılığı bilimsel olarak kanıtlanmamış ve böyle bir kanıtlamaya ihtiyaç duymayan bir sosyalizmdir.”

Ezilenlerin artık gerekçesini ahlaki bir seçimde bulan bir sosyalizme ihtiyaçları var ve ancak böyle bir sosyalizm onların mücadelelerine hizmet edebilir. Bundan sonra “Bilimsel Sosyalizm” muhtemelen, sosyalizme karşı güçlerin sosyalizmin olanaksızlığını kanıtlamalarının ve ezilenleri bu uğurda mücadeleden vaz geçmeye çağırmalarının aracı olacaktır.

Böyle bir silahı onların elinden alabilmek için, bizler, onlardan önce, yine bilimsel sosyalizmle durumun umutsuzluğunu açıkça söylemeli ve tam da bu umutsuz durum nedeniyle, mücadele etmekten başka yapacak hiçbir şey olmadığı için insanları sosyalizm için mücadeleye çağırmalıyız.

Elbette bilimsel sosyalizmin teorik araçları, yöntemleri, kavramları bu uğurdaki mücadelede durumu daha iyi kavrayabilmek; güçleri daha iyi belirleyebilmek, hatta bizzat ahlaki sosyalizmimize neden olan koşulları açıklayabilmek için kullanılabilir ama artık gerekçemiz bilimsel değil, ahlaki bir seçimdir.

Bunun içindir ki bu yazının başlığı bilimsel sosyalizmden ütopik sosyalizme.

*

İşgale uğramış bir ülke düşünün; o ülkenin bütün ahalisi işgalcilerle iş birliği içinde ya da ona can atıyor. “Bu işgale direnmek gerekir” diyenleri bir kaşık suda boğmaya hazırlar.

O işgale direnmek isteyenler ise; işgalciyi kovmak için ne yapacaklarını, kovmaya güçlerinin yetip yetmeyeceğini; kovsalar yerine ne koyacaklarını, hasılı hiçbir şeyi bilmiyorlar.

Ne yapılabilir?

İnsanları tam da bu umutsuzluktan dolayı savaşa çağırmak gerekiyor. Evet bizim durumumuz umutsuz; ama iş birliğine devam ederseniz o zaman hiç mi hiç umut yok demek gerekiyor.

Daha zengin bir hayat için değil; yok olmamak için mücadeleye çağırmak gerekiyor.

Sorun sosyalizmi daha kabul edilebilir; daha ehli hale getirmek değildir. Örneğin "biz fakirlikte değil; refahta eşitlik istiyoruz gibilerden" ehlileştirmelere açıktan karşı çıkmak gerekiyor. Sosyalizmi “vahşi”leştirmeliyiz; daha az kabul edilebilir hale getirmeliyiz, "yoksullukta eşitlik" önermeliyiz.

Zaten sorunların açıkça ortaya konuluşu başka bir öneriye olanak tanımaz.

Bütün bildiğimiz her şeyi unutmamız gerekiyor. Sosyalist bir hareketin doğup doğmayacağını; doğarsa hangi güçlere hangi örgüt ve mücadele biçimlerine dayanacağını; hiçbir şey bilmiyoruz. Her şeyi bir öğrenci olarak; içinde yaşayarak, yeniden öğrenmeyi öğrenmeliyiz.

Ömer Seyfettin bir hikayesinde "vatan bayrağın dalgalandığı yer değil midir" diye bir söz söyletir ihtiyar forsaya. Bizler de nerede bir baskı ve sömürü ve ona karşı en cılız da olsa insani bir direniş varsa orada yer almalı; onun içinde yaşayarak o yeni doğan biçimleri tanımaya anlamaya çalışmalıyız. Örgütler kurmaya falan kalkmamalıyız. Artık hattı müdafaa yok sathı müdafaa vardır. Bugün yapılacak iş ordulaşmaya kalkmak değildir. Olamaz da zaten böyle bir şey. Çeteleşmektir yapılacak iş. Nerede bir direniş varsa; hatta bu direnişi yapanlar eşkiyalar bile olsa onların yanında yer almaktır.

Kendi problematiklerimizle o küçük direniş tohumlarını boğmaktan kaçınmalı; aksine onların problematiklerini öğrenmeye, kavramaya çalışmalıyız.

Kapitalist toplumun gözeneklerinde onun zayıf anını kollayan virüsler gibi, mikroplar gibi yaşamalıyız. Sivrisinekler gibi onu sürekli vızıltılarımızla rahatsız etmeli; fareler gibi kemirmeliyiz.

Gerekçesini insanlığın umutsuz durumundan ve ahlaki bir seçimden alan böyle bir sosyalizm tohumu; belki bir olasılık olarak sosyalist bir hareketin kristalizasyonunda bir maya rolü görebilir.

Unutmayalım, en son kaos teorilerinin kullandığı bir metaforla ifade etmek gerekirse, Çin'deki bir kelebeğin kanat çırpışı Amerika’da bir kasırgaya yol açabilir. Açar değil, açabilir, bu küçücük de olsa bir olanaktır. O halde yapılacak iş bellidir: Çin'deki bir kelebeğin kanat çırpışı olmak. Kim bilir belki Amerika'da bir kasırga kopar!

Bu yazımın bu son bölümünde de ifade edilen görüşlere, “çok umutsuz” olduğum gibi eleştiriler gelmişti ve ikinci bir yazıda bunlara şöyle cevap vermiştim:

„Umutsuzluk ve Umut

Mektuplara da yansıyan ama sözlü olarak dile getirilen en önemli eleştiri, yazarın çok umutsuz olduğudur. Şunu açıkça, tekrar, belirtmeli ki: durum umutsuzdur, yazar değil. Yazarın çok umutsuz olduğu yönündeki eleştirileri yapanlardan çoğundan, "durum aslında öyle değildir şöyledir" veya "durum dediğin gibidir ama ondan öyle değil de böyle bir sonuç çıkarmak gerekir" gibilerden durumu, duruma ilişkin yargıları ve kabulleri veya çıkarsamaları tartışan eleştiri gelmedi. Yazarın öznel durumuna ilişkin eleştiri yapanlar nesnel duruma ilişkin bir tartışmaya çekilmeye çalışıldığında, bundan sürekli kaçınıldığı görülüyordu. Bu da, aslında, yazıda belirtilmiş son derece insani bir tepkinin ifadesiydi.

Yazıyı okuyup da durumu değil, yazarı umutsuz görenler, yani umutsuzluğun nesnel durumun ifadesi değil yazarın öznel yargısı olduğunu söyleyenler ya da yazanlar, aslında tamamen nesnel durumu hiç yansıtmayan öznel yargılarını ifade etmektedirler. Ve eleştiri yazan sosyalistlerin bu, durumun berbatlığını görmeyen, öznel değerlendirmeleri, nesnel bir gerçek olarak, durumun çıkışsızlığını, umutsuzluğunu katmerlendirmektedir.

Eğer bütün sosyalistler, ya da onların ezici bir çoğunluğu yazar gibi "umutsuz" olabilseydi; ya da yazarın ifadesiyle "Durumun umutsuzluğunu" görebilseydi, durum daha fazla umut vadedici olabilirdi.

Yazarın yapmaya çalıştığı aslında tam da budur. O durumun umutsuzluğundan bir mücadele stratejisi çıkarmaya çalışmaktadır. Yazara göre umut, durumun umutsuzluğunun kavranmasındadır. Umut umutsuzluktadır.

"Negatif Diyalektik"

Aslında durumun umutsuzluğunu görmeyen ya da görmek istemeyip yazarın umutsuzluğu biçiminde tepki gösterenler gizli bir varsayımı paylaşıyorlar: durum umutsuzsa mücadele etmenin anlamı yoktur. Ya bu işi bırakmak, ya da intihar etmek gerekir. Umutsuz bir insan mücadele edebilir mi?

Yazar bu varsayımı paylaşmamaktadır. Her ne kadar bizler, marksizmin evrimci, aydınlanmacı yorumlarıyla aşırı yoğrulduğumuzdan, kavramakta güçlük çeksek de umutsuz bir durumdan da en az umutlu bir durumdan olduğu kadar mücadeleci gelenekler çıkar. Hatta insanlık tarihinde umutsuzluktan çıkan mücadeleler daha önemli bir yer tutarlar.

Bizler, aydınlanmacı zaman ve iyimserlik kavramıyla yetiştiğimizden, kavramakta güçlük çekebiliriz ama sınıflı toplumlar boyunca; insanların kafasında düzgün doğrusal değil daha dairesel, çıktığı yere dönen; ya da „artık sonuna gelinmiş zaman“ („Ahir zaman“) kavramlarının olduğu antik uygarlıklar çağında, binlerce yıl, insanlar yine de adil, baskısız bir hayat ve toplum özlemi için mücadele etmekten geri durmamışlardır. Hatta insana zerrece seçim hakkı ve umut tanımaz görünen en kaderci felsefeler, en keskin, en radikal mücadelelere dayanaklık etmişlerdir. En radikal isyanlar, kıyamet habercisi Mehdi'lerin öncülüğünde yapılmışlardır. Mesih'ler "Mahşer günü yakın" diyerek insanları mücadeleye çağırmışlardır.

Tarih boyunca hemen bütün ayaklanmalar umuttan değil, umutsuzluktan, yapacak başka hiç bir şey kalmamasından dolayı patlak vermişlerdir. Umut ise, onlarca, yüzlerce, binlerce yıl, toplumun derinliklerinde ve ortak hafızasında gizlice yaşamış bu çiçek, umutsuzluk patlamaya yol açtıktan sonra tekrar yeşerebilecek bir toprak bulur. Umutsuzluğun yol açtığı ayaklanmalar umudu yeniden yeşertir. Umudu yaratan umutsuz durumlardır. Umudunuz varsa, kaybedecek bir şeyiniz var demektir. Ama umudunuz yoksa, artık kaybedecek hiç bir şeyiniz yok demektir. Tıpkı, köşeye sıkışmış bir kedi gibi her şeyi yapabilirsiniz. Umutsuzluk, kaybedecek umudun bile olmaması, en radikal eylemlerin; en uzun soluklu girişimlerin ana koşuludur. Sanılanın aksine, umutsuzluk umuttan daha patlayıcı ve devrimcidir.

Aslında Marksizm, Tarihsel Maddecilik, "Frankfurt Okulu" ya da "Eleştirel Toplum Kuramı" aracılığıyla iyimser; aydınlanmacı; teknik hayranı özelliklerinden çoktan kurtulmuştur. Ama bu teorik kazançlar ve katkılar, ne yazık ki binlerce sosyalist için, büyük ölçüde bürokratik ve reformist sosyalizmin yerleştirdiği önyargılar nedeniyle anlaşılmaz ve bilinmez kalmaya; dolayısıyla Marksizmin en devrimci yanı ve geleneğinden kopukluk sürmeye devam etmektedir.

Umutsuz olarak, reddediş aracılığıyla mücadele geleneği, tarihsel maddeciliğin bu gerçek dip akıntısı; faşizmin yükselişi esnasında en verimli felsefi ürünlerini ortaya çıkardı. Benjamin, Marcuse ve Adorno bu çabanın en bilinen isimleridir. Yazar da geçen sayıdaki yazısında aslında bu geleneğe, bu "negatif diyalektiğe" dayanmaktan başka bir şey yapmıyordu; yazar sadece faşizmin yükselişinden de daha dehşet verici bu günkü durumu yaşadığı için; o zaman hiç tartışılmamış ya da olası görülmemiş birkaç küçük adım atıyordu sadece. Aslında tarihteki her yeni fikir de küçük adımlardan ibarettir.

Yazarı umutsuzlukla suçlayanlara ve umutsuzluğun sosyalizmle veya bir mücadele ile bağdaşmayacağını savunanlara, Herbert Marcuse'nin şu satırları en iyi cevabı verir ve yazarın tavrını en mükemmel biçimde ifade eder:

"Hiçbirşey bunun iyi bir son olacağını göstermiyor. Yerleşik toplumların ekonomik ve uygulayımsal yetenekleri en alttakilere yeni düzenlemeler ve ödünler için olanak sunacak denli yeterli ve geniştir, ve silahlı güçleri ivedi durumlar ile ilgilenecek denli eğitimli ve donanımlı. Bununla birlikte, hortlak yine oradadır, ileri toplumların sınırlarının içerisinde ve dışarısında. Uygarlık imparatorluğuna gözdağı veren barbarlar ile yüzeysel ve tarihsel koşutluk soruna önyargı getirmektedir; barbarlığın ikinci dönemi pekala sürekli uygarlık imparatorluğunun kendisi olabilir. Ama şans şudur ki, bu dönemde tarihsel uçlar yine de buluşabilirler: en ileri insanlık bilinci, ve onun en sömürülen gücü. Bu bir şanstan ötesi değildir. Eleştirel toplum kuramının şimdi ve bunun geleceği arasındaki uçurumu birleştirebilecek hiçbir kavramı yoktur: hiçbir söz vermeksizin ve hiçbir başarı göstermeksizin, olumsuz kalmaktadır. Böylece, umutsuz olarak, yaşamlarını Büyük Reddedişe vermiş olanlara ve verenlere bağlı kalmayı istemektedir.

Faşist evrenin başlangıcında Walter Benjamin şunları yazmıştı:

Nur um der Hoffnungslosen Willen ist uns die Hoffnung gegeben.

Salt umutsuzlar uğrunadır ki bize umut verilmiştir."“

*

Bu yazılar 1994 yılında yazılmış ve „Sosyalizmin Sorunları Kitap Dizisi“nin 1. ve 2. Sayılarında ayınlanmıştı.

Yazıların tamamını şuradan okuyabilirsiniz.
Sosyalizmin Sorunları Üzerine Tartışmalaın Tarihine Katkı:
https://demirden-kapilar.blogspot.com/2014/09/sosyalizmin-sorunlar-uzerine.html

*

Bir sonraki yazıda neler yapılabileceği üzerine önerilerimizi ele alalım.

18 Mayıs 2023 Perşembe

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin

 

Hiç yorum yok: