22 Ocak 2023 Pazar

Yöntem ve Kişi Sorunları Üzerine - Akşener’in Oyununu Engellemek ve Kılıçdaroğlu’nun İhtiraslarını Gemlemek Bakımından Yavaş’ın Adaylığı (4)

Akıllılar, önce kazanır, sonra formalite icabı savaşır; akılsızlar ise savaşarak kazanmaya çalışır” diyor ünlü komutan SUN TZU.

Erdoğan, padişahlığı ve hilafeti önce garantiledi, şimdi formalite seçimi yapıyor, muhalefet ise seçimi kazanmaya çalışıyor.

 Savaşın Önceden Kazanılması ve Şimdiden Yenilmiş Bir Muhalefet

İki gün kadar önce, muhalefetin adım adım yaklaştığı yenilgiyi çarpıcı bir şekilde ifade edebilecek, belki insanları sarsabilecek, düşündürebilecek, çarpıcı bir örnek, bir söz ne olabilir diye düşünür ve yine “büyük usta Sun Tzu’dan yine bir veciz formül mü aramalı?” diye aklımdan geçirirken, aşağı yukarı 45 yıl önce Niğde’de aynı hapishanede yattığımız, sonra da gerillalık ve gerillada komutanlık da yapmış bir eski bir hapishane arkadaşı tanıdığın, yukarıya epigraf olarak koyduğum twiti önüme düştü.

Aradığımı bundan daha iyi anlatan bir söz olamazdı.

Kendisine teşekkür ederek alıyor ve epigraf olarak yazının başına koyuyorum.

*

Muhalefet şu an yenilmiş bulunuyor. En azından ruhça yenilmiş durumda ve aslında kimsenin zafere bir inancı ve coşkusu yok. Artık zaten yenildiği seçimi kazanmaya çalışacak.

Tabii sözlere bakarsanız herkes 15 Mayıs’ta iktidarın işinin biteceğini söylüyor. CHP’den HDP’ye herkes.

Bu biraz mezarlıkta ıslık çalmak gibi.

Kötümserlik mi Gerçekçilik mi?

Kötümser olduğumu söyleyenler olacaktır. (Aslında kötümserlik devrimci bir erdemdir, bizim Türkiye’nin solcuları bunu da bilmez, “ay umudumuzu kaybetmeyelim, ay umudumuz var” deyip kendilerine gaz vermeyi ya da mastürbasyon yapmayı çok severler, ama bu konuyu şimdilik bir yana bırakalım.) Gerçekçiyim. Kendimi ve başkalarını kandırmak, sahte umutlar yaymak istemiyorum ve durumun ciddiyetine dikkati çekmeye çalışıyorum.

Yenilgi ruhunun yaygınlığını gösteren üç örnek:

Seçimler üzerine yazılmış, ağırbaşlı akademisyen ve gazetecilerin şu üç yazısının başlıklarında, bir zafer inancı mı var yoksa yenilginin moral bozukluğu ve kendini teselli mi?

Alıntılar Medyascope TV’nin sayfalarında yayınlanan yazıların başlıkları:

·       Sevilay Çelenk yazdı: Millet İttifakı bütün sermayeyi kediye yükledi, HDP yapılması gerekeni yaptı

·       Emre Erdoğan yazdı: Seçim sath-ı mailinde yuvarlanırken…

·       Gürkan Çakıroğlu yazdı: Belirsizliğin gösterdiği alametler

Kullanılan imgeler, “sermayeyi kediye yüklemek”, “yuvarlanmak” ya da “belirsizlik”. Quantum fiziği üzerine bir yazı olsaydı belki Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi”ne bir gönderme olarak anlamlı olabilirdi ama seçim, strateji, taktik gibi bir konuda “belirsizlik” sadece bir yenilginin ön habercisi bir kavram olabilir.

Bakın bütün Altılı Masa destekçilerine, muhaliflere hiç zafer kazanacağından emin insanların morali ve savaş gücü var mı?

Yok.

Hala hepsi Altılı Masa’nın akıllıca bir hamle yapacağını ve bu durumdan çıkılabileceğini düşünmek ve umut etmek istiyor.

*

Durun bakalım bunlar daha henüz iyi günler seçimlere (savaşa) kazanacağınıza en küçük bir umut olmadan gideceksiniz. Oylarınızı bir mucize beklercesine vereceksiniz. Ama o mucize gerçekleşmeyecek.

Çünkü seçimi şimdiden kaybetmiş bulunuyorsunuz. Sun Tsu’nun dediği, bütün yenilgiye mahkum orduların savaşlarında olduğu gibi, zaten kazanılmış bir savaşı sandıkta da mühürlemek için değil, seçimi kazanmak için seçime gideceksiniz.

Ve bir mucize olmazsa kaybedeceksiniz.

Seçimler sandıkta değil, sandıktan önce kazanılır.

Savaşlar savaş alanında değil, savaş alanından önce kazanılır.

Futbolda takımlar sahada yenilmezler sahaya çıktıklarında zaten yenmiş veya yenilmişlerdir.

Moralleriyle, dizilişleriyle, önceden hazırlıklarıyla, komutanlarına güvenleriyle vs..

Bunu Filistin’de Demokratik Cephe saflarında Fedai iken, Ürdün Kralı ile çıkan çatışmalarda ilk kez yaşayarak öğrenmiştim. Kişisel olarak veya birliğimizin kahramanlık yapması falan mümkün olmadığı gibi anlamı olmayacaktı sonuç üzerinde.

Aslında daha savaşa girmeden yenilmiştik. Ama henüz düzenli Ürdün Ordusu tarafsızlığını koruduğu, Nasır’cı Arap Milliyetçisi subaylar direnebildiği için katliama uğramaktan kurtulmuştuk. Birkaç ay sonra “Kara Eylül”de, ikinci saldırıda, bugünkü muhalefetin zafer türküleri söylemesi gibi “Amman’ı Hanoi Yapacağız” diye zafer türküleri söyleyen fedailer, korkunç bir katliama uğradı ve bu gerilimler altında Abd ül Nasr da kalp krizinden gitti.

Muhalefetin giderek yaklaşan seçim yenilgisinin de kalbi zayıf olanlarda benzer sonuçlara yol açması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Stratejik Hatalar

Evet, gerek Altılı Masa’nın gerek HDP’nin yaptığı stratejik hatalar nedeniyle seçim şimdiden kaybedilmiş bulunuyor.

Erdoğan artık, önceden kazandığı savaş için, formalite icabı savaşacaktır.

Muhalefet ise, “savaşarak kazanmaya” çalışacaktır.

Bizim günlerdir peş peşe yazılar yazarak çabalamalarımız ise, önceden, bu yenilgiye yol açacak stratejinin henüz savaşa girilmeden değiştirilmesine ve savaşın önceden kazanılmasına yöneliktir.

Maalesef yetkimiz ve gücümüz olmadığından, pozisyonumuz da (örneğin bir komünist olarak bir eski ülkücüyü Altılı Masa’ya önermesini HDP’ye önermek gibi) çok boktan olduğundan, hiçbir başarı şansımız bulunmuyor.

Ama bizim de tıpkı hikâyedeki süt kabına düşmüş fareler gibi, sonuna kadar debelenmekten başka çaremiz yok.

Belki debelenmelerimiz sütte tereyağı topaklarının oluşmasına ve oradan çıkmaya yarayabilir. Bu biraz Nasreddin Hoca’nın göle maya çalmasına benzer ama, “ya tutarsa” diyelim.

Baştan Yenilginin Temel Nedeni: Ana Halkayı Doğru Tanımlamamak

Muhalefet neden daha baştan yenildi?

Savaşın temel kuralı, güçlerin en irisini, düşmanın en can alıcı yerine yığmaktır.

Güçlerin en irisinin yığılacağı en can alıcı yer: Erdoğan’dır, onun yenilmesidir,

Yoksa “başkanlık sisteminin değiştirilmesi”, “Kürt sorununun çözümü”, “demokratik bir sistemin kurulması”, “Altılı Masa’nın HDP’yi muhatap alması” vs. değildir

Bunlar ancak birincisi başarıldıktan sonra hedef olabilirlerdi.

Çünkü Ordu, MİT, Polis, Jandarma, Mahkemeler vs. tüm merkezi ve bürokratik devlet aygıtı, keza bu devleti kontrolündeki tüm illegal yapılar domuz topu olmuş ve Erdoğan ile ittifak kurmuştu.

Emperyal bir güç olmaya ve silahlanma politikasına iyice angajeydiler. Klasik “yurtta sulh cihanda sulh” diye formüle edilen içe kapanma politikasını bırakmışlar, Balkanlar, Kafkalar, Ortadoğu’da hatta Afrika’da, Türkiye’nin stratejik yerini ve gücünü de kullanarak yayılmacı, emperyal ve güce dayanan bir politikaya geçmişlerdi.

Bu politika içerde tüm muhalefetin bastırılmasını gerektirir.

Cephe gerisinde güvenilmez unsur kalmamalıdır.

Bu politikayı sürdürmek için Erdoğan’a ihtiyaçları, Erdoğan’ın da iktidarını sürdürmek için onlara ihtiyacı vardı.

Erdoğan onların gerçek iktidarına meşruiyet ve kitle desteği, onlar Erdoğan’a iktidar ve operasyonel güç sağlıyorlardı.

Ve şu ana kadar bu politika kendi amaçları açasından başarılı bir şekilde sürüyordu. İki taraf için de ne bu politikanın ne de ilişkinin değiştirilmesi gereği yoktu. Aralarında bir bölünme yoktu.

Bu kitle desteği de olan, devletin bütün legal-illegal aygıtlarını da kullanabilen, muazzam kaynaklara sahip ittifakı, domuz topunu yenmek için, onun tecrit edilmesi ve en zayıf noktası olan Erdoğan üzerinde yoğunlaşmak ve bir zafer için, bütün saldırı savaşlarında olduğu gibi, oraya en azından iki misli güç yığılması sağlamak gerekirdi.

Ama bunun için çok güçlü bir kitle hareketi, bir tür kıta kayması, derin sosyolojik değişiklikler gerekirdi. Kısmen bunun koşulları da vardı.

Bir yanda derin sosyolojik değişiklikler oluyor ve bambaşka değerleri ve kültürel kotları olan genç bir kuşak ilk defa oy kullanacak yaşa geliyordu.

Diğer yandan artık yerleşilmiş şehirlerin anomimliği ve hayatı, içine girilen yeni sınıfsal ilişkiler, Erdoğan’ı iktidara getirmiş alt sınıflarda, henüz politik ifadesini bulmasa da, derin kültürel değişmelere yol açıyordu.

Bunlar içine girilen ekonomik krizin ortaya çıkardığı derin memnuniyetsizlikle birlikte, böyle bir değişimi mümkün kılan bir sosyolojik bir temel oluşturuyor gibiydi.

Memnuniyetsizliği Örgütleyecek Güç ve Politika Yokluğu

Ama bu muazzam memnuniyetsizliği ve kültürel dönüşümleri somut hedeflere yöneltecek siyasi bir hazırlık ve örgütlenme, bu da yetmez, bunu en esnek taktiklerle birleştirecek bir önderlik olmadan zafer kazanılamazdı.

Ancak bu değişikliğin akacağı ve örgütleneceği bir kanal yoktu.

Bu muazzam gücü demokratik eğilimleri ve hedefleriyle belki Kürt Özgürlük hareketi ve onun politik ifadesi olan HDP örgütleyebilirdi ama Kürt hareketinin bunu başarabilmesi için, Kürt hareketinin Kürt hareketi olmaktan çıkması bir ölüm perendesi atıp bir demokratik harekete dönüşmesi, bu programatik ve stratejik değişime uygun olarak örgütsel yapısını yıkıp yeniden örgütlemesi, değiştirmesi gerekirdi ki, eğilimler tam tersineydi. Öcalan’ın dünyayla ilişkisinin kesilmesi, Kürt hareketini ve HDP’yi, bu türden bir dönüşüme zorlamayı prestijiyle olsun başarabilecek bir önderlikten yoksun bırakıyordu.

Diğer muhalefetten ise hiçbir şey beklenemezdi. O muhalefetin bir ayağını devleti yaşatmaktan ve eski parlamenter sistemi restore etmekten başka bir hedef gütmeyen CHP veya aslında amaçları bakımından devletin en güvenlikçi kanadının politikadaki temsilcisi olan, gerçek gücü aldığı oyla ölçülemeyecek kadar büyük olan MHP’den pek farklı olmayan İyi Parti idi.

Bu partilerin Erdoğan’ı yıkma hedefini gerçekleştirmesi için, iktidar bloğunda bir bölünme, içeriden bir destek gerekirdi. Kılıçdaroğlu’nun böyle bir destek varmış gibi gösterme çabalarına rağmen böyle bir destek yoktu.

 

İyi Parti: Hükümetin Muhalefet İçindeki Uzantısı

Aslında durum tam tersineydi. İyi Parti muhalefet bloğunun içinden iktidara destek veren bir beşinci koldu nesnel olarak.

Çünkü Erdoğan’ın yıkılmasını esas hedef olarak görse, HDP’yi de muhalif cepheye katacak taktik esneklikler göstermesi gerekirdi. O ise, HDP’yi tecrit etmeyi Erdoğan’ın yenilmesinin önüne geçiriyor ve böylece daha baştan muhalif cepheyi bölmüş bulunuyordu.

Ayrıca sol bilinen aydınlar ve medya da İyi Parti’ye saldıracak, onu hükümetin muhalefet içindeki beşinci kolu olarak damgalayacak ve tecrit edecek yerde (Bakın Medyascop TV’den, T24 gibi muhalif yazar ve akademisyenlerin yer aldığı yayınlara) İyi Parti’nin imana gelmesi için onu yumuşatmaya çalışarak okşayan bir politika izleyerek onun konumunu güçlendiriyorlardı. Örneğin Altılı Masa’ya HDP’yi de muhatap almasını istiyorlardı. Ama Altılı Masa’yı engelleyen İyi Parti’yi hedef almaktan kaçıyorlar ve “Altılı Masa” kavramını kullanarak İyi Parti’yi tecrit ve ifşa etmekten kaçmış oluyorlardı. Bu da İyi Parti’nin gerçek niteliğinin görülmesini engelliyordu.

Yani güçlerin böyle bir konumlanışında, bir yanda kutuplaşmış muhalefet içinde İyi Parti’nin aslında iktidarın Beşinci Kolu ve işbirlikçisi olması ve muhalif cephenin ciddi bir güç yığmasını sağlayacak HDP’yi, tecrit politikası, HDP’nin ne bu tecrit politikasını tecrit edecek taktikler izlemek bir yana onun oyununa fiilen gelmesi veya destek vermesi, diğer yanda ciddi bir çatlak bulunmayan, bir önderliği bulunan ve bu önderlik altında bir bütün olarak saf tutan iktidar bloğu.

 

Güçlerin Konumlanışı ve Zafer

Böyle bir güçler konumlanışında Muhalefetin hiçbir başarı şansı yoktur. Sizin güçleriniz bölünük ve önderlikten yoksundur, karşı taraf birlik içindedir ve bir önderliği vardır.

Sadece güçlerin bu konumlanışı bile muhalefetin bir zafer kazanması olasılığının şu an için bulunmadığını gösteriyor.

Kaldı ki, Altılı Masa’nın ve CHP’nin daha burada saymakla bitmeyecek bir yığın hedef tanım ve araçlarına ilişkin yanlışları da vardı.

Birincisi, Erdoğan’ın yenilmesini değil, “Parlamenter sistemi geri getirmeyi” hedef almışlardı. Bu arabanın önüne atı koşmaktan başka bir şey değildi.

Bu amaca bile yanlış bir araçla ulaşmayı umuyorlardı: Anayasayı değiştirmek ve bunun için parlamentoda çoğunluğu ele geçirmek.

Erdoğan’ın yenilgisini buna bağlıyorlardı, dolayısıyla baştan yenilgiye de mahkumdular hedef tanımlarıyla.

Altılı Masa partilerinin ve Parlamento’nun emrinde bulunacak bir başkanın Erdoğan karşısında bir şansı olamazdı. Altılı Masa, önce Erdoğan karşısında zafer kazanabilecek ve başkanlık sistemini değiştirmeyi kendi programı olarak ortaya koyacak bir adayı bularak ve sonra onu desteklemek üzere Altılı Masa’yı kurdukları takdirde belki başarı kazanabilirlerdi.

Hele birbiriyle çıkar çatışması içindeki partiler ve kendi kontrollerindeki başkan adayının veya başkanın, onların aralarındaki dengelere göre davranması, yani kişiliksiz bir politika izlemesi anlamına gelirdi ki yine kazanamazdı.

Ayrıca öne sürülen modelde, davul başkanın boynunda, tokmak Altılı Masa’nın elinde bulunacaktı. Ve o Altılı Masa ki, her biri amacı ve çıkarı ayrı partilerdi. Bu fiilen politikasızlık ve başkanın veya başkan adayının hepsinin dengelerini güderek hiçbir şey yapamaması ama sonunda da  bir günah tekesine dönmesi sonucuna yol açardı.

Bu durumda bir noktadan sonra başkan adayı veya başkanın onların aralarındaki çelişkileri hesaplayarak söz ve eylemde bulunmaktan ve daha doğrusu bir şey yapamamaktan, bu çelişkileri onlara karşı kullanarak ve o dengeler üzerinde bir bonapartist egemenlik kurmasına, sonra da bu egemenliği onlardan iyice bağımsızlaşarak ve onları ezerek, etkisizleştirerek, bunun için de kitlelerin desteğine baş vurmasına veya yine bugünkü iktidar bloğunun devlet bürokrasisi ile ittifak yapmak zorunda kalacak yeni bir Erdoğan ortaya çıkmasına yol açabilirdi.

Muhalefeti destekleyen yazarlar, Kılıçdaroğlu’nun ve Altılı Masa’nın stratejisinin bu paradokslarına hiçbir şekilde değinmediler bile.

Başkanlık kazanılmadan başkanlık sistemi değiştirilemezdi ve başkanın işi başkanlık sistemini, yani kendi gücünü ve yetkilerini kendi gücü ve yetkilerini budamak için kullanması gibi bir olanaksız görevdi. Parlamenter sistemi geri getirmeyi baş görev olarak öne koyanlar bu gerçek sorunları ve paradoksları gündeme bile almamışlardı.

Ama bunları bir yana bırakalım. Bunlar artık lüks kaçan konular.

Şu an neredeyse kesinleşmiş bir gerçek var: Muhalefet yenilgiye doğru gidiyor. Şu an aslında yenilmiş bulunuyor eğer durumda bir değişim, bir mucize olmazsa.

Muhalefetin ne yapıp edip, seçimlerden önce seçimi kazanması ve galip olarak seçime girmesi gerekiyor. Seçimi kazanmak için seçime gitmek değil, kazanılmış bir seçimi tasdik ettirmek için seçime gitmek gerekiyor.

Altılı Masa Bir Hamle Yapamaz

Bugünkü muhalefetin böyle bir hamle yapması beklenemez.

Aksine şu anki durum bile henüz iyi sayılabilir.

Daha kötüsü geliyor.

Daha kötülerini görelim.

Önümüzdeki günlerde Altılı Masa tekrar toplanacak.

Güya adayı belirleyip ilan etmeleri gerekiyor. Ama şimdiden Şubat ayı diyenler oldu. Şubat olsun.

Ortada iki ihtimal var.

HDP’nin bir yandan ayrı aday göstereceğini ilen etmesi ve diğer yandan Kılıçdaroğlu’nu aday gösterirseniz belki destekleriz sinyali vermesi ne gibi sonuçlara yol açar?

HDP’nin bu davranışı Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatması sonucunu doğuracaktır.

Bu da iktidarın muhalefet içindeki uzantısı, beşinci kolu olan Akşener’in eline muazzam bir güç verecektir ve bu gücü hangi yönde kullanacağı bütün muhalefetin kaderini belirleyecektir.

Şimdi bu olasılıkları tek tek ele alarak sonuçları gerek bir bütün olarak Muhalefet bakımından, gerek Kürt Hareketi veya HDP bakımından görelim.

Eğer Akşener, tamam Kılıçdaroğlu ortak adayımızdır derse,

Ortaya yine iki ihtimal çıkar: HDP’nin aday göstermekten vaz geçmesi ve Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini ilan etmesi.

Diğer ihtimal, HDP’nin, Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın ortak adayı olmasına rağmen ayrı aday göstermesi.

İkinci ihtimalde, yani Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın ortak adayı olması durumunda, HDP birinci turda muhalefetin kazanmasını engelleme durumuna düşmüş olacak ve zaferin engelleyicisi olarak görülerek tecrit olacaktır. (İşin kötüsü birinci turda Erdoğan’ın kazanması olasılığını da arttıracaktır. Kaldı ki birinci turda muhalefet büyük bir meclis çoğunluğu sağlayamazsa, Beşken ve meclis çatışmalı kalmasın diye bu ikinci turda başkanlık seçiminde de etkili olacaktır. Yani yenilgi neredeyse kesindir Kılıçdaroğlu’nun adaylığında.)

Yani hem muhalefet kaybedecek hem de HDP kaybedecektir.

Ama HDP sadece her türlü yenilginin normal sonucu olarak büyük kaybeden olmayacaktır, aynı zamanda yenilginin müsebbibi olarak da iki turlu seçime yol açmakla da en büyük kaybeden olacaktır.

Bu HDP’nin hem Kürtler hem de Türkler arasında iyice tecrit olması sonucunu doğuracaktır.

Diyelim ki HDP bu riskleri gördü ve ilk turda aday göstermeyerek ve Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini ilan etti.

Ama Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında kazanma olasılığı bulunmamaktadır. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun adaylığında, İyi Parti oylarının ve Kürt oylarının önemli bir bölümü sandığa gitmeyecek veya Erdoğan ve müttefiklerine gidecektir. Örneğin önemli bir Kürt oyu, Hüda Par gibilere, İyi Parti oyu da MHP, Erdoğan veya başkalarına gidecektir.

(Erdoğan bu tür oyların akabileceği küçük partilerden bir havuz da oluşturmuş bulunuyor. Yani kendisinden memnun olmayıp da Altılı Masa’dakilere de gitmek istemeyen oyların gideceği her ağıza layık küçük havuzlar, CHP’liler için Avcı, İyi Partililer ve Ulusalcı CHP’liler için Zafer Partisi, Kürt Müslümanlar için Hüda Par, Müslümanlar için Erbakan’ın oğlu vs. gibi. Damlaya damlaya göl olur. Erdoğan en küçük oyu bile toparlamaya veya en azından karşı tarafa gitmesini engellemeye çalışırken, Muhalefet koca HDP ve Kürt oylarını kazanmak değil sandıktan uzak tutmak veya başka kanallara akıtmak için elinden geleni yapıyor.)

Bu durumda da HDP yenilginin baş sorumlusu görülmese bile yenilginin ortağı olacaktır.

Kötü Bir Senaryo

Bunlar yine iyi senaryolar.

Daha kötüsü şu: Kılıçdaroğlu’nun adaylığında ısrarı ve HDP’nin de ilk turda aday çıkaracağını ilanı üzerine (ki bu ilan ısrara cesaret vermektedir) Akşener “Sayın Kılıçdaroğlu, sizin kazanabileceğinize inanmıyoruz, kazanabilecek bir aday gösterelim. Ama HDP zaten aday göstereceğini ilan ettiğinden, bu durumda şu an ilk turda başkanlığı kazanma ihtimali de bulunmadığından, çok adayla birinci seçime girelim, ikincisinde en çok oy alanı destekleyelim” diyebilir.

Bu takdirde, altılı masa fiilen dağılmış olacaktır. Bunun ortaya çıkaracağı demoralizasyon tam bir bozguna, daha seçim yenilgisi gerçekleşmeden suçlu aramalara, birbirine düşmelere yol açacak ve daha seçim olmadan bizzat muhalefet yenilgisini fiilen ilan etmiş olacaktır.

Bu yine de nispeten iyi sayılabilir.

Çünkü bu durumda HDP çok suçlanmayacak en çok suçlananlar adaylıkta ısrar eden Kılıçdaroğlu ve onun adaylığını desteklemeyen Akşener olacaktır.

Bu durumda önemli bir Kürt seçmeni HDP aday göstermesine rağmen, Kılıçdaroğlu ikinci tura kalsın diye Kılıçdaroğlu’na oy verecek. Bu da HDP’nin adayının çok düşük oy alması sonucunu verecektir.

Daha da Kötüsü: Ölümlerdern Ölüm Beğen

Ama HDP açısından daha da kötüsü var. Ayrı adaylarla girildiğinde Akşener’in aday olması ve ikinci tura kalması.

Kalabilir çünkü bir kere, “biz çok ısrar ettik sayın Kılıçdaroğlu’na seçilebilecek bir aday gösterelim diye ama o ısrar etti. Günah bizden gitti” diyecek ve haklı bir pozisyona geçerek önemli bir oyu kendine aktaracaktır.

Öte yandan, bu fırsatı değerlendirmek isteyecek Erdoğan, bütün seçim konuşmalarında Akşener’i muhatap alarak, ona saldırarak, onu gündemde tutarak (reklamın kötüsü olmaz) dolaylı olarak reklamını yaparak, muhalif, hatta bir kısım CHP’li oyların daha geniş bir kesiminin Akşener’e akmasını sağlayabilecektir, hem de el altından yedeğine aldığı küçük patilere, kendisinin ikinci tura kalamama gibi bir riski olmadığından çok geniş bir hareket alanı bulunduğundan, partisinden belli yerlerdekilere Akşener’e oy verip onun ikinci tura kalmasını sağlayacaktır.

Böylece Akşener ikinci tura kalır.

Bu durumda HDP ne yapabilir?

Akşener’i destekleyemez.

Erdoğan’a oy verin de diyemez.

Tarafsızız diyebilir.

Tarafsız kalması Erdoğan’ın kazanmasıdır.

Ayrıca bu durumda hiç küçümsenmeyecek bir Kürt oyunun Erdoğan’a akacağı da bir gerçektir.

Bunun iki korkunç sonucu olacaktır.

HDP’nin ne Kürtler ne de Türkler arasında hiçbir itibarı kalmayacak ve ortaya çıkan hezimet, tüm muhalif partilerinin Erdoğan’a ortak olacak Akşener hariç tasfiye olmasına yol açacaktır.

*

Görüldüğü gibi, bütün senaryolar bir yenilgiye doğru gidiyor.

Sadece daha az korkunç yenilgiden daha korkunç yenilgiye gitme gibi bir farkları var.

Peki bu gidiş durdurulabilir mi?

Evet durdurulabilir ve savaş başlamadan savaş kazanılabilir.

Bu hala mümkündür.

Ama bunun için bizim gibi kimseye müdanası ve kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanın önerdiği taktiği uygulamak gerekir.

Bu peşin yenilgiyi Engellemek İçin Yavaş’ın Özel durumu

Bu durumda bile bunu sağlayan Mansur Yavaş’ın çok özel konumudur. Yani onun aleyhine öne sürülenlerin onun lehine değerlendirilmesinin mümkün olduğunun görülmesi ve bunun değerlendirilmesidir.

Kısaca açıklayalım.

Şu ana kadar, Mansur Yavaş’ın adaylığı üzerinde dururken, onun Erdoğan’ı yenebilecek tek aday olarak kaldığından, Tarafsızlığı nedeniyle HDP’nin onu kabul edebileceğinden, çeşitli örnek ve akıl yürütmelerle söz ettik. Bunlar veri ama onun bir özelliği daha var.

Hem eski bir ülkücü, hem CHP’li hem de tüm toplum kesimlerinden oy alabilecek olması.

Zaten onu anketlerde açık farkla kazanıyor göstermesinin nedeni bu özellikleri.

Bu özellikleri onu, Akşener’in tuzağına ve Kılıçdaroğlu’nun ihtiraslarına karşı ileri sürülebilecek çok kritik hamle oyuncusu yapmaktadır.

Yavaş Muhalefeti Yenilgiden Kurtarmak İçin HDP’nin Elindeki En Etkili Silahtır

Yavaş, HDP’nin, “Yavaş’ı ortak aday gösterirseniz aday göstermem ve ortak adayınızı desteklerim” dediği takdirde CHP ve İyi Parti’nin reddedemeyeceği, köşeye sıkışacağı, mecburen kabul edecekleri tek insandır. Ve bunu HDP’den başka yapabilecek ve de çıkarı gereği yapması gereken hiçbir güç de bulunmamaktadır.

Yani Mansur Yavaş’ın Akşener’i kendi oyununa getirme ve onu köşeye sıkıştırarak kaçış yolu bırakmama özelliği var. Bu onun eski ülkücü olmasından, Akşener’in de tabanına ve kamuoyuna Yavaş’ın adaylığını destekliyormuş gibi görünmek istemesinden kaynaklanıyor.

Onun bu özelliği Akşener’in sabotajını engeller ve muhalefeti yenilgiden kurtarabilir.

Keza Yavaş aynı zamanda bir CHP üyesidir ve CHP’li bir belediye başkanıdır. Kılıçdaroğlu’nun kendini dayatmalarına hiçbir yankı göstermemiş ben işime bakarım tavrını sürdürmüştür. HDP aday olarak önerdiğinde Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’lilerin de kaçacak yeri kalmaz ve mevki ihtirası ile yenilgiye yol açmış olmakla suçlanmamak için, kabul etmek zorunda kalır.

Şu an yenilgiden tek çıkış yolu budur ve bu çıkış yolunu değerlendirebilecek ve değerlendirmekten sonsuz çıkarı olan tem güç HDP’dir

HDP’nin Tecritten Kurtulması ve Türkiyelileşmesi İçin Yavaş’ın Adaylığı

Şimdi göz önünüze getirin.

HDP’nin, “bugün içinde bulunduğumuz durumda en önemli sorun Erdoğan’ın gitmesidir. Bu hepimize büyük bir sorumluluk düşürmektedir. Yavaş bizlere yakın olmamakla, Kürtlerin sempatisini kazanabilecek iki çift sözünün arkasında duramamakla birlikte, en azından belediyedeki tarafsızlığı ve açıklığı ile ve Erdoğan’a karşı en büyük farkla kazanması kesin sayılabilecek isim olduğundan, biz kendi üzerimize düşen fedakarlığı yapıyoruz ve Yavaş’ı eğer altılı Masa aday gösterirse, Aday göstermeyeceğimizi ve Altılı Masanın ortak adayı olarak Yavaş’ı destekleyeceğimizi ilan ediyoruz” dediğini düşünün.

Bir anda her şey tersyüz olur.

Bir kere böyle bir tavır HDP’ye yönelik muazzam bir destek ve sempati dalgası yaratacaktır.

Halk Altılı Masa’ya, HDP bile bunu yaptıktan sonra siz de Yavaş’ı ortak aday olarak ilan edin diye baskı yapacaktır.

Ne İyi Parti ve Akşener, ne Kılıçdaroğlu ve CHP halktan gelecek bu baskı dalgasına karşı koyamazlar, koyarlarsa kendi durumlarını zora koşarlar

Bu aynı zamanda muhalefet saflarında bir canlanma, coşku, seçimlerin kazanılacağına dair gerçek bir inanç, bir mücadele azmi, psikolojik bir dönüşüm ortaya çıkaracaktır.

Bütün bunlar bir arada savaşın daha savaşa girmeden kazanılacağını gösterecektir.

Ama sadece bu kadar da değil, böylesine ani bir değişik, iktidar bloğunda, muhalefetin kazanabileceğine dair güçlü bir izlenimin ortaya çıkmasına ve orada çatlaklara yol açacak, Erdoğan’ın eli ayağına dolaşmaya başlayacaktır.

*

Altılı Masa, İktidar bloğunun beşinci kolu olan Akşener’in elinde bir rehineydi.

Bu rehineyi kullanarak Akşener, Kürtleri kendi dayatmasına karşı kendi dayatmalarını göstermeye ve egolarını tatmin etmeye zorlamıştı.

HDP de bu kutuplaştırma oyununa düşmüştü.

Ama oyuna geldiğini görüp oyun kuranı kendi oyununa getirme olanağı hala var.

Bunu sağlayan da Yavaş’ın özgül nitelikleri.

HDP önerimizi uygulayarak, herkesi şaşkınlığa düşürerek,  hem muhalefeti hem kendini yenilgiden kurtarabilir.

Yavaş’ın Eski Ülkücü ve CHP’li Olması Bir Olanaktır:Bir Taşta İki Kuş

Mansur Yavaş’ın bir eski ülkücü olması bir eksi değil, Akşener’i köşeye sıkıştırmak ve onu kendi oyununa getirmek için bir imkandır.

Mansur Yavaş’ın bir CHP’li olması da, her öneriye kapalı CHP’lilerin ve Kılıçdaroğlu’nun bu dirençlerini kırmak için bir imkandır.

Böylesine bir imkan kolay bulunmaz.

HDP’nin bu imkanı değerlendirip değerlendiremeyeceği tüm muhalefetin ve ülkenin geleceğini belirleyecektir.

22 Ocak 2023 Pazar

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin

Hiç yorum yok: