“Akıllılar, önce kazanır, sonra formalite icabı savaşır; akılsızlar ise
savaşarak kazanmaya çalışır” diyor ünlü komutan SUN TZU.
Erdoğan, padişahlığı ve hilafeti önce garantiledi, şimdi formalite seçimi
yapıyor, muhalefet ise seçimi kazanmaya çalışıyor.”
Savaşın Önceden Kazanılması ve Şimdiden Yenilmiş Bir Muhalefet
İki gün kadar önce, muhalefetin adım adım yaklaştığı yenilgiyi çarpıcı bir şekilde ifade edebilecek, belki insanları sarsabilecek, düşündürebilecek, çarpıcı bir örnek, bir söz ne olabilir diye düşünür ve yine “büyük usta Sun Tzu’dan yine bir veciz formül mü aramalı?” diye aklımdan geçirirken, aşağı yukarı 45 yıl önce Niğde’de aynı hapishanede yattığımız, sonra da gerillalık ve gerillada komutanlık da yapmış bir eski bir hapishane arkadaşı tanıdığın, yukarıya epigraf olarak koyduğum twiti önüme düştü.
Aradığımı bundan daha iyi anlatan bir söz olamazdı.
Kendisine teşekkür ederek alıyor ve epigraf olarak yazının
başına koyuyorum.
*
Muhalefet şu an yenilmiş bulunuyor. En azından ruhça yenilmiş
durumda ve aslında kimsenin zafere bir inancı ve coşkusu yok. Artık zaten
yenildiği seçimi kazanmaya çalışacak.
Tabii sözlere bakarsanız herkes 15 Mayıs’ta iktidarın işinin
biteceğini söylüyor. CHP’den HDP’ye herkes.
Bu biraz mezarlıkta ıslık çalmak gibi.
Kötümserlik mi Gerçekçilik mi?
Kötümser olduğumu söyleyenler olacaktır. (Aslında kötümserlik devrimci bir erdemdir, bizim
Türkiye’nin solcuları bunu da bilmez, “ay umudumuzu kaybetmeyelim, ay umudumuz
var” deyip kendilerine gaz vermeyi ya da mastürbasyon yapmayı çok severler, ama
bu konuyu şimdilik bir yana bırakalım.) Gerçekçiyim. Kendimi ve başkalarını
kandırmak, sahte umutlar yaymak istemiyorum ve durumun ciddiyetine dikkati
çekmeye çalışıyorum.
Yenilgi ruhunun yaygınlığını gösteren üç örnek:
Seçimler üzerine yazılmış, ağırbaşlı akademisyen ve
gazetecilerin şu üç yazısının başlıklarında, bir zafer inancı mı var yoksa
yenilginin moral bozukluğu ve kendini teselli mi?
Alıntılar Medyascope TV’nin sayfalarında yayınlanan yazıların
başlıkları:
·
“Sevilay Çelenk yazdı: Millet İttifakı bütün sermayeyi
kediye yükledi, HDP yapılması gerekeni yaptı”
·
Emre Erdoğan yazdı: Seçim sath-ı mailinde
yuvarlanırken…
·
Gürkan Çakıroğlu yazdı: Belirsizliğin gösterdiği
alametler
Kullanılan imgeler, “sermayeyi
kediye yüklemek”, “yuvarlanmak” ya
da “belirsizlik”. Quantum fiziği
üzerine bir yazı olsaydı belki Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi”ne bir gönderme olarak anlamlı olabilirdi ama
seçim, strateji, taktik gibi bir konuda “belirsizlik”
sadece bir yenilginin ön habercisi bir kavram olabilir.
Bakın bütün Altılı Masa destekçilerine, muhaliflere hiç zafer
kazanacağından emin insanların morali ve savaş gücü var mı?
Yok.
Hala hepsi Altılı Masa’nın akıllıca bir hamle yapacağını ve
bu durumdan çıkılabileceğini düşünmek ve umut etmek istiyor.
*
Durun bakalım bunlar daha henüz iyi günler seçimlere (savaşa)
kazanacağınıza en küçük bir umut olmadan gideceksiniz. Oylarınızı bir mucize
beklercesine vereceksiniz. Ama o mucize gerçekleşmeyecek.
Çünkü seçimi şimdiden kaybetmiş bulunuyorsunuz. Sun Tsu’nun
dediği, bütün yenilgiye mahkum orduların savaşlarında olduğu gibi, zaten
kazanılmış bir savaşı sandıkta da mühürlemek için değil, seçimi kazanmak için
seçime gideceksiniz.
Ve bir mucize olmazsa kaybedeceksiniz.
Seçimler sandıkta değil, sandıktan önce kazanılır.
Savaşlar savaş alanında değil, savaş alanından önce
kazanılır.
Futbolda takımlar sahada yenilmezler sahaya çıktıklarında
zaten yenmiş veya yenilmişlerdir.
Moralleriyle, dizilişleriyle, önceden hazırlıklarıyla,
komutanlarına güvenleriyle vs..
Bunu Filistin’de Demokratik Cephe saflarında Fedai iken,
Ürdün Kralı ile çıkan çatışmalarda ilk kez yaşayarak öğrenmiştim. Kişisel
olarak veya birliğimizin kahramanlık yapması falan mümkün olmadığı gibi anlamı
olmayacaktı sonuç üzerinde.
Aslında daha savaşa girmeden yenilmiştik. Ama henüz düzenli
Ürdün Ordusu tarafsızlığını koruduğu, Nasır’cı Arap Milliyetçisi subaylar
direnebildiği için katliama uğramaktan kurtulmuştuk. Birkaç ay sonra “Kara Eylül”de, ikinci saldırıda, bugünkü
muhalefetin zafer türküleri söylemesi gibi “Amman’ı
Hanoi Yapacağız” diye zafer türküleri söyleyen fedailer, korkunç bir
katliama uğradı ve bu gerilimler altında Abd ül Nasr da kalp krizinden gitti.
Muhalefetin giderek yaklaşan seçim yenilgisinin de kalbi
zayıf olanlarda benzer sonuçlara yol açması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Stratejik Hatalar
Evet, gerek Altılı Masa’nın gerek HDP’nin yaptığı stratejik
hatalar nedeniyle seçim şimdiden kaybedilmiş bulunuyor.
Erdoğan artık, önceden kazandığı savaş için, formalite icabı
savaşacaktır.
Muhalefet ise, “savaşarak kazanmaya” çalışacaktır.
Bizim günlerdir peş peşe yazılar yazarak çabalamalarımız ise,
önceden, bu yenilgiye yol açacak stratejinin henüz savaşa girilmeden
değiştirilmesine ve savaşın önceden kazanılmasına yöneliktir.
Maalesef yetkimiz ve gücümüz olmadığından, pozisyonumuz da (örneğin
bir komünist olarak bir eski ülkücüyü Altılı Masa’ya önermesini HDP’ye önermek
gibi) çok boktan olduğundan, hiçbir başarı şansımız bulunmuyor.
Ama bizim de tıpkı hikâyedeki süt kabına düşmüş fareler gibi,
sonuna kadar debelenmekten başka çaremiz yok.
Belki debelenmelerimiz sütte tereyağı topaklarının oluşmasına
ve oradan çıkmaya yarayabilir. Bu biraz Nasreddin Hoca’nın göle maya çalmasına
benzer ama, “ya tutarsa” diyelim.
Baştan Yenilginin Temel Nedeni: Ana Halkayı Doğru Tanımlamamak
Muhalefet neden daha baştan yenildi?
Savaşın temel kuralı, güçlerin
en irisini, düşmanın en can alıcı
yerine yığmaktır.
Güçlerin en irisinin yığılacağı en can alıcı yer: Erdoğan’dır, onun yenilmesidir,
Yoksa “başkanlık
sisteminin değiştirilmesi”, “Kürt
sorununun çözümü”, “demokratik bir
sistemin kurulması”, “Altılı Masa’nın
HDP’yi muhatap alması” vs. değildir
Bunlar ancak birincisi başarıldıktan sonra hedef
olabilirlerdi.
Çünkü Ordu, MİT, Polis, Jandarma, Mahkemeler vs. tüm merkezi
ve bürokratik devlet aygıtı, keza bu devleti kontrolündeki tüm illegal yapılar domuz
topu olmuş ve Erdoğan ile ittifak kurmuştu.
Emperyal bir güç olmaya ve silahlanma politikasına iyice
angajeydiler. Klasik “yurtta sulh cihanda
sulh” diye formüle edilen içe kapanma politikasını bırakmışlar, Balkanlar,
Kafkalar, Ortadoğu’da hatta Afrika’da, Türkiye’nin stratejik yerini ve gücünü
de kullanarak yayılmacı, emperyal ve güce dayanan bir politikaya geçmişlerdi.
Bu politika içerde tüm muhalefetin bastırılmasını gerektirir.
Cephe gerisinde güvenilmez unsur kalmamalıdır.
Bu politikayı sürdürmek için Erdoğan’a ihtiyaçları,
Erdoğan’ın da iktidarını sürdürmek için onlara ihtiyacı vardı.
Erdoğan onların gerçek iktidarına meşruiyet ve kitle desteği,
onlar Erdoğan’a iktidar ve operasyonel güç sağlıyorlardı.
Ve şu ana kadar bu politika kendi amaçları açasından başarılı
bir şekilde sürüyordu. İki taraf için de ne bu politikanın ne de ilişkinin
değiştirilmesi gereği yoktu. Aralarında bir bölünme yoktu.
Bu kitle desteği de olan, devletin bütün legal-illegal
aygıtlarını da kullanabilen, muazzam kaynaklara sahip ittifakı, domuz topunu
yenmek için, onun tecrit edilmesi ve en zayıf noktası olan Erdoğan üzerinde
yoğunlaşmak ve bir zafer için, bütün saldırı savaşlarında olduğu gibi, oraya en
azından iki misli güç yığılması sağlamak gerekirdi.
Ama bunun için çok güçlü bir kitle hareketi, bir tür kıta
kayması, derin sosyolojik değişiklikler gerekirdi. Kısmen bunun koşulları da vardı.
Bir yanda derin sosyolojik değişiklikler oluyor ve bambaşka
değerleri ve kültürel kotları olan genç bir kuşak ilk defa oy kullanacak yaşa geliyordu.
Diğer yandan artık yerleşilmiş şehirlerin anomimliği ve
hayatı, içine girilen yeni sınıfsal ilişkiler, Erdoğan’ı iktidara getirmiş alt
sınıflarda, henüz politik ifadesini bulmasa da, derin kültürel değişmelere yol
açıyordu.
Bunlar içine girilen ekonomik krizin ortaya çıkardığı derin
memnuniyetsizlikle birlikte, böyle bir değişimi mümkün kılan bir sosyolojik bir
temel oluşturuyor gibiydi.
Memnuniyetsizliği Örgütleyecek Güç ve Politika Yokluğu
Ama bu muazzam memnuniyetsizliği ve kültürel dönüşümleri
somut hedeflere yöneltecek siyasi bir hazırlık ve örgütlenme, bu da yetmez, bunu
en esnek taktiklerle birleştirecek bir önderlik olmadan zafer kazanılamazdı.
Ancak bu değişikliğin akacağı ve örgütleneceği bir kanal
yoktu.
Bu muazzam gücü demokratik eğilimleri ve hedefleriyle belki
Kürt Özgürlük hareketi ve onun politik ifadesi olan HDP örgütleyebilirdi ama
Kürt hareketinin bunu başarabilmesi için, Kürt hareketinin Kürt hareketi
olmaktan çıkması bir ölüm perendesi
atıp bir demokratik harekete dönüşmesi, bu programatik ve stratejik değişime
uygun olarak örgütsel yapısını yıkıp yeniden örgütlemesi, değiştirmesi
gerekirdi ki, eğilimler tam tersineydi. Öcalan’ın dünyayla ilişkisinin
kesilmesi, Kürt hareketini ve HDP’yi, bu türden bir dönüşüme zorlamayı prestijiyle
olsun başarabilecek bir önderlikten yoksun bırakıyordu.
Diğer muhalefetten ise hiçbir şey beklenemezdi. O muhalefetin
bir ayağını devleti yaşatmaktan ve eski parlamenter sistemi restore etmekten
başka bir hedef gütmeyen CHP veya aslında amaçları bakımından devletin en
güvenlikçi kanadının politikadaki temsilcisi olan, gerçek gücü aldığı oyla
ölçülemeyecek kadar büyük olan MHP’den pek farklı olmayan İyi Parti idi.
Bu partilerin Erdoğan’ı yıkma hedefini gerçekleştirmesi için,
iktidar bloğunda bir bölünme, içeriden bir destek gerekirdi. Kılıçdaroğlu’nun
böyle bir destek varmış gibi gösterme çabalarına rağmen böyle bir destek yoktu.
İyi Parti: Hükümetin Muhalefet İçindeki Uzantısı
Aslında durum tam tersineydi. İyi Parti muhalefet bloğunun
içinden iktidara destek veren bir beşinci koldu nesnel olarak.
Çünkü Erdoğan’ın yıkılmasını esas hedef olarak görse, HDP’yi
de muhalif cepheye katacak taktik esneklikler göstermesi gerekirdi. O ise, HDP’yi
tecrit etmeyi Erdoğan’ın yenilmesinin önüne geçiriyor ve böylece daha baştan
muhalif cepheyi bölmüş bulunuyordu.
Ayrıca sol bilinen aydınlar ve medya da İyi Parti’ye
saldıracak, onu hükümetin muhalefet içindeki beşinci kolu olarak damgalayacak
ve tecrit edecek yerde (Bakın Medyascop
TV’den, T24 gibi muhalif yazar ve
akademisyenlerin yer aldığı yayınlara) İyi Parti’nin imana gelmesi için onu
yumuşatmaya çalışarak okşayan bir politika izleyerek onun konumunu
güçlendiriyorlardı. Örneğin Altılı Masa’ya HDP’yi de muhatap almasını
istiyorlardı. Ama Altılı Masa’yı engelleyen İyi Parti’yi hedef almaktan
kaçıyorlar ve “Altılı Masa” kavramını kullanarak İyi Parti’yi tecrit ve ifşa
etmekten kaçmış oluyorlardı. Bu da İyi Parti’nin gerçek niteliğinin görülmesini
engelliyordu.
Yani güçlerin böyle bir konumlanışında, bir yanda kutuplaşmış
muhalefet içinde İyi Parti’nin aslında iktidarın Beşinci Kolu ve işbirlikçisi
olması ve muhalif cephenin ciddi bir güç yığmasını sağlayacak HDP’yi, tecrit
politikası, HDP’nin ne bu tecrit politikasını tecrit edecek taktikler izlemek
bir yana onun oyununa fiilen gelmesi veya destek vermesi, diğer yanda ciddi bir
çatlak bulunmayan, bir önderliği bulunan ve bu önderlik altında bir bütün
olarak saf tutan iktidar bloğu.
Güçlerin Konumlanışı ve Zafer
Böyle bir güçler konumlanışında Muhalefetin hiçbir başarı
şansı yoktur. Sizin güçleriniz bölünük ve önderlikten yoksundur, karşı taraf
birlik içindedir ve bir önderliği vardır.
Sadece güçlerin bu konumlanışı bile muhalefetin bir zafer
kazanması olasılığının şu an için bulunmadığını gösteriyor.
Kaldı ki, Altılı Masa’nın ve CHP’nin daha burada saymakla
bitmeyecek bir yığın hedef tanım ve araçlarına
ilişkin yanlışları da vardı.
Birincisi, Erdoğan’ın yenilmesini değil, “Parlamenter sistemi
geri getirmeyi” hedef almışlardı. Bu arabanın önüne atı koşmaktan başka bir şey
değildi.
Bu amaca bile yanlış bir araçla ulaşmayı umuyorlardı: Anayasayı
değiştirmek ve bunun için parlamentoda çoğunluğu ele geçirmek.
Erdoğan’ın yenilgisini buna bağlıyorlardı, dolayısıyla baştan
yenilgiye de mahkumdular hedef tanımlarıyla.
Altılı Masa partilerinin ve Parlamento’nun emrinde bulunacak
bir başkanın Erdoğan karşısında bir şansı olamazdı. Altılı Masa, önce Erdoğan
karşısında zafer kazanabilecek ve başkanlık sistemini değiştirmeyi kendi
programı olarak ortaya koyacak bir adayı bularak ve sonra onu desteklemek üzere
Altılı Masa’yı kurdukları takdirde belki başarı kazanabilirlerdi.
Hele birbiriyle çıkar çatışması içindeki partiler ve kendi
kontrollerindeki başkan adayının veya başkanın, onların aralarındaki dengelere
göre davranması, yani kişiliksiz bir politika izlemesi anlamına gelirdi ki yine
kazanamazdı.
Ayrıca öne sürülen modelde, davul başkanın boynunda, tokmak
Altılı Masa’nın elinde bulunacaktı. Ve o Altılı Masa ki, her biri amacı ve
çıkarı ayrı partilerdi. Bu fiilen politikasızlık ve başkanın veya başkan
adayının hepsinin dengelerini güderek hiçbir şey yapamaması ama sonunda da bir günah tekesine dönmesi sonucuna yol açardı.
Bu durumda bir noktadan sonra başkan adayı veya başkanın
onların aralarındaki çelişkileri hesaplayarak söz ve eylemde bulunmaktan ve
daha doğrusu bir şey yapamamaktan, bu çelişkileri onlara karşı kullanarak ve o
dengeler üzerinde bir bonapartist egemenlik kurmasına, sonra da bu egemenliği
onlardan iyice bağımsızlaşarak ve onları ezerek, etkisizleştirerek, bunun için
de kitlelerin desteğine baş vurmasına veya yine bugünkü iktidar bloğunun devlet
bürokrasisi ile ittifak yapmak zorunda kalacak yeni bir Erdoğan ortaya
çıkmasına yol açabilirdi.
Muhalefeti destekleyen yazarlar, Kılıçdaroğlu’nun ve Altılı
Masa’nın stratejisinin bu paradokslarına hiçbir şekilde değinmediler bile.
Başkanlık kazanılmadan başkanlık sistemi değiştirilemezdi ve
başkanın işi başkanlık sistemini, yani kendi gücünü ve yetkilerini kendi gücü
ve yetkilerini budamak için kullanması gibi bir olanaksız görevdi. Parlamenter
sistemi geri getirmeyi baş görev olarak öne koyanlar bu gerçek sorunları ve
paradoksları gündeme bile almamışlardı.
Ama bunları bir yana bırakalım. Bunlar artık lüks kaçan
konular.
Şu an neredeyse kesinleşmiş bir gerçek var: Muhalefet
yenilgiye doğru gidiyor. Şu an aslında yenilmiş bulunuyor eğer durumda bir
değişim, bir mucize olmazsa.
Muhalefetin ne yapıp edip, seçimlerden önce seçimi kazanması
ve galip olarak seçime girmesi gerekiyor. Seçimi kazanmak için seçime gitmek
değil, kazanılmış bir seçimi tasdik ettirmek için seçime gitmek gerekiyor.
Altılı Masa Bir Hamle Yapamaz
Bugünkü muhalefetin böyle bir hamle yapması beklenemez.
Aksine şu anki durum bile henüz iyi sayılabilir.
Daha kötüsü geliyor.
Daha kötülerini görelim.
Önümüzdeki günlerde Altılı Masa tekrar toplanacak.
Güya adayı belirleyip ilan etmeleri gerekiyor. Ama şimdiden
Şubat ayı diyenler oldu. Şubat olsun.
Ortada iki ihtimal var.
HDP’nin bir yandan ayrı aday göstereceğini ilen etmesi ve
diğer yandan Kılıçdaroğlu’nu aday gösterirseniz belki destekleriz sinyali
vermesi ne gibi sonuçlara yol açar?
HDP’nin bu davranışı Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatması
sonucunu doğuracaktır.
Bu da iktidarın muhalefet içindeki uzantısı, beşinci kolu
olan Akşener’in eline muazzam bir güç verecektir ve bu gücü hangi yönde
kullanacağı bütün muhalefetin kaderini belirleyecektir.
Şimdi bu olasılıkları tek tek ele alarak sonuçları gerek bir
bütün olarak Muhalefet bakımından, gerek Kürt Hareketi veya HDP bakımından
görelim.
Eğer Akşener, tamam Kılıçdaroğlu ortak adayımızdır derse,
Ortaya yine iki ihtimal çıkar: HDP’nin aday göstermekten vaz
geçmesi ve Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini ilan etmesi.
Diğer ihtimal, HDP’nin, Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın
ortak adayı olmasına rağmen ayrı aday göstermesi.
İkinci ihtimalde, yani Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın ortak
adayı olması durumunda, HDP birinci turda muhalefetin kazanmasını engelleme
durumuna düşmüş olacak ve zaferin engelleyicisi olarak görülerek tecrit
olacaktır. (İşin kötüsü birinci turda Erdoğan’ın kazanması olasılığını da
arttıracaktır. Kaldı ki birinci turda muhalefet büyük bir meclis çoğunluğu
sağlayamazsa, Beşken ve meclis çatışmalı kalmasın diye bu ikinci turda
başkanlık seçiminde de etkili olacaktır. Yani yenilgi neredeyse kesindir
Kılıçdaroğlu’nun adaylığında.)
Yani hem muhalefet kaybedecek hem de HDP kaybedecektir.
Ama HDP sadece her türlü yenilginin normal sonucu olarak büyük kaybeden olmayacaktır, aynı zamanda
yenilginin müsebbibi olarak da iki
turlu seçime yol açmakla da en büyük
kaybeden olacaktır.
Bu HDP’nin hem Kürtler hem de Türkler arasında iyice tecrit
olması sonucunu doğuracaktır.
Diyelim ki HDP bu riskleri gördü ve ilk turda aday göstermeyerek
ve Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini ilan etti.
Ama Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında kazanma olasılığı
bulunmamaktadır. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun adaylığında, İyi Parti oylarının ve
Kürt oylarının önemli bir bölümü sandığa gitmeyecek veya Erdoğan ve
müttefiklerine gidecektir. Örneğin önemli bir Kürt oyu, Hüda Par gibilere, İyi
Parti oyu da MHP, Erdoğan veya başkalarına gidecektir.
(Erdoğan bu tür oyların akabileceği küçük partilerden bir
havuz da oluşturmuş bulunuyor. Yani kendisinden memnun olmayıp da Altılı
Masa’dakilere de gitmek istemeyen oyların gideceği her ağıza layık küçük
havuzlar, CHP’liler için Avcı, İyi Partililer ve Ulusalcı CHP’liler için Zafer
Partisi, Kürt Müslümanlar için Hüda Par, Müslümanlar için Erbakan’ın oğlu vs.
gibi. Damlaya damlaya göl olur. Erdoğan en küçük oyu bile toparlamaya veya en
azından karşı tarafa gitmesini engellemeye çalışırken, Muhalefet koca HDP ve
Kürt oylarını kazanmak değil sandıktan uzak tutmak veya başka kanallara akıtmak
için elinden geleni yapıyor.)
Bu durumda da HDP yenilginin baş sorumlusu görülmese bile
yenilginin ortağı olacaktır.
Kötü Bir Senaryo
Bunlar yine iyi senaryolar.
Daha kötüsü şu: Kılıçdaroğlu’nun adaylığında ısrarı ve
HDP’nin de ilk turda aday çıkaracağını ilanı üzerine (ki bu ilan ısrara cesaret
vermektedir) Akşener “Sayın Kılıçdaroğlu, sizin kazanabileceğinize inanmıyoruz,
kazanabilecek bir aday gösterelim. Ama HDP zaten aday göstereceğini ilan ettiğinden,
bu durumda şu an ilk turda başkanlığı kazanma ihtimali de bulunmadığından, çok
adayla birinci seçime girelim, ikincisinde en çok oy alanı destekleyelim”
diyebilir.
Bu takdirde, altılı masa fiilen dağılmış olacaktır. Bunun
ortaya çıkaracağı demoralizasyon tam bir bozguna, daha seçim yenilgisi
gerçekleşmeden suçlu aramalara, birbirine düşmelere yol açacak ve daha seçim
olmadan bizzat muhalefet yenilgisini fiilen ilan etmiş olacaktır.
Bu yine de nispeten iyi sayılabilir.
Çünkü bu durumda HDP çok suçlanmayacak en çok suçlananlar
adaylıkta ısrar eden Kılıçdaroğlu ve onun adaylığını desteklemeyen Akşener
olacaktır.
Bu durumda önemli bir Kürt seçmeni HDP aday göstermesine
rağmen, Kılıçdaroğlu ikinci tura kalsın diye Kılıçdaroğlu’na oy verecek. Bu da
HDP’nin adayının çok düşük oy alması sonucunu verecektir.
Daha da Kötüsü: Ölümlerdern Ölüm Beğen
Ama HDP açısından daha da kötüsü var. Ayrı adaylarla
girildiğinde Akşener’in aday olması ve ikinci tura kalması.
Kalabilir çünkü bir kere, “biz çok ısrar ettik sayın
Kılıçdaroğlu’na seçilebilecek bir aday gösterelim diye ama o ısrar etti. Günah
bizden gitti” diyecek ve haklı bir pozisyona geçerek önemli bir oyu kendine
aktaracaktır.
Öte yandan, bu fırsatı değerlendirmek isteyecek Erdoğan,
bütün seçim konuşmalarında Akşener’i muhatap alarak, ona saldırarak, onu
gündemde tutarak (reklamın kötüsü olmaz) dolaylı olarak reklamını yaparak,
muhalif, hatta bir kısım CHP’li oyların daha geniş bir kesiminin Akşener’e
akmasını sağlayabilecektir, hem de el altından yedeğine aldığı küçük patilere,
kendisinin ikinci tura kalamama gibi bir riski olmadığından çok geniş bir
hareket alanı bulunduğundan, partisinden belli yerlerdekilere Akşener’e oy
verip onun ikinci tura kalmasını sağlayacaktır.
Böylece Akşener ikinci tura kalır.
Bu durumda HDP ne yapabilir?
Akşener’i destekleyemez.
Erdoğan’a oy verin de diyemez.
Tarafsızız diyebilir.
Tarafsız kalması Erdoğan’ın kazanmasıdır.
Ayrıca bu durumda hiç küçümsenmeyecek bir Kürt oyunun
Erdoğan’a akacağı da bir gerçektir.
Bunun iki korkunç sonucu olacaktır.
HDP’nin ne Kürtler ne de Türkler arasında hiçbir itibarı
kalmayacak ve ortaya çıkan hezimet, tüm muhalif partilerinin Erdoğan’a ortak
olacak Akşener hariç tasfiye olmasına yol açacaktır.
*
Görüldüğü gibi, bütün senaryolar bir yenilgiye doğru gidiyor.
Sadece daha az korkunç yenilgiden daha korkunç yenilgiye
gitme gibi bir farkları var.
Peki bu gidiş durdurulabilir mi?
Evet durdurulabilir ve savaş başlamadan savaş kazanılabilir.
Bu hala mümkündür.
Ama bunun için bizim gibi kimseye müdanası ve kaybedecek bir
şeyi olmayan bir insanın önerdiği taktiği uygulamak gerekir.
Bu peşin yenilgiyi Engellemek İçin Yavaş’ın Özel durumu
Bu durumda bile bunu sağlayan Mansur Yavaş’ın çok özel
konumudur. Yani onun aleyhine öne sürülenlerin onun lehine değerlendirilmesinin
mümkün olduğunun görülmesi ve bunun değerlendirilmesidir.
Kısaca açıklayalım.
Şu ana kadar, Mansur Yavaş’ın adaylığı üzerinde dururken,
onun Erdoğan’ı yenebilecek tek aday olarak kaldığından, Tarafsızlığı nedeniyle HDP’nin
onu kabul edebileceğinden, çeşitli örnek ve akıl yürütmelerle söz ettik. Bunlar
veri ama onun bir özelliği daha var.
Hem eski bir ülkücü, hem CHP’li hem de tüm toplum
kesimlerinden oy alabilecek olması.
Zaten onu anketlerde açık farkla kazanıyor göstermesinin
nedeni bu özellikleri.
Bu özellikleri onu, Akşener’in tuzağına ve Kılıçdaroğlu’nun
ihtiraslarına karşı ileri sürülebilecek çok kritik hamle oyuncusu yapmaktadır.
Yavaş Muhalefeti Yenilgiden Kurtarmak İçin HDP’nin Elindeki En Etkili
Silahtır
Yavaş, HDP’nin, “Yavaş’ı ortak aday gösterirseniz aday
göstermem ve ortak adayınızı desteklerim” dediği takdirde CHP ve İyi Parti’nin
reddedemeyeceği, köşeye sıkışacağı, mecburen kabul edecekleri tek insandır. Ve
bunu HDP’den başka yapabilecek ve de çıkarı gereği yapması gereken hiçbir güç
de bulunmamaktadır.
Yani Mansur Yavaş’ın Akşener’i kendi oyununa getirme ve onu köşeye
sıkıştırarak kaçış yolu bırakmama özelliği var. Bu onun eski ülkücü olmasından,
Akşener’in de tabanına ve kamuoyuna Yavaş’ın adaylığını destekliyormuş gibi
görünmek istemesinden kaynaklanıyor.
Onun bu özelliği Akşener’in sabotajını engeller ve muhalefeti
yenilgiden kurtarabilir.
Keza Yavaş aynı zamanda bir CHP üyesidir ve CHP’li bir
belediye başkanıdır. Kılıçdaroğlu’nun kendini dayatmalarına hiçbir yankı
göstermemiş ben işime bakarım tavrını sürdürmüştür. HDP aday olarak önerdiğinde
Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’lilerin de kaçacak yeri kalmaz ve mevki ihtirası ile
yenilgiye yol açmış olmakla suçlanmamak için, kabul etmek zorunda kalır.
Şu an yenilgiden tek çıkış yolu budur ve bu çıkış yolunu
değerlendirebilecek ve değerlendirmekten sonsuz çıkarı olan tem güç HDP’dir
HDP’nin Tecritten Kurtulması ve Türkiyelileşmesi İçin Yavaş’ın Adaylığı
Şimdi göz önünüze getirin.
HDP’nin, “bugün içinde bulunduğumuz
durumda en önemli sorun Erdoğan’ın gitmesidir. Bu hepimize büyük bir sorumluluk
düşürmektedir. Yavaş bizlere yakın olmamakla, Kürtlerin sempatisini
kazanabilecek iki çift sözünün arkasında duramamakla birlikte, en azından belediyedeki
tarafsızlığı ve açıklığı ile ve Erdoğan’a karşı en büyük farkla kazanması kesin
sayılabilecek isim olduğundan, biz kendi üzerimize düşen fedakarlığı yapıyoruz
ve Yavaş’ı eğer altılı Masa aday gösterirse, Aday göstermeyeceğimizi ve Altılı
Masanın ortak adayı olarak Yavaş’ı destekleyeceğimizi ilan ediyoruz”
dediğini düşünün.
Bir anda her şey tersyüz olur.
Bir kere böyle bir tavır HDP’ye yönelik muazzam bir destek ve
sempati dalgası yaratacaktır.
Halk Altılı Masa’ya, HDP bile bunu yaptıktan sonra siz de
Yavaş’ı ortak aday olarak ilan edin diye baskı yapacaktır.
Ne İyi Parti ve Akşener, ne Kılıçdaroğlu ve CHP halktan
gelecek bu baskı dalgasına karşı koyamazlar, koyarlarsa kendi durumlarını zora
koşarlar
Bu aynı zamanda muhalefet saflarında bir canlanma, coşku,
seçimlerin kazanılacağına dair gerçek bir inanç, bir mücadele azmi, psikolojik
bir dönüşüm ortaya çıkaracaktır.
Bütün bunlar bir arada savaşın daha savaşa girmeden
kazanılacağını gösterecektir.
Ama sadece bu kadar da değil, böylesine ani bir değişik,
iktidar bloğunda, muhalefetin kazanabileceğine dair güçlü bir izlenimin ortaya
çıkmasına ve orada çatlaklara yol açacak, Erdoğan’ın eli ayağına dolaşmaya
başlayacaktır.
*
Altılı Masa, İktidar bloğunun beşinci kolu olan Akşener’in
elinde bir rehineydi.
Bu rehineyi kullanarak Akşener, Kürtleri kendi dayatmasına
karşı kendi dayatmalarını göstermeye ve egolarını tatmin etmeye zorlamıştı.
HDP de bu kutuplaştırma oyununa düşmüştü.
Ama oyuna geldiğini görüp oyun kuranı kendi oyununa getirme
olanağı hala var.
Bunu sağlayan da Yavaş’ın özgül nitelikleri.
HDP
önerimizi uygulayarak, herkesi şaşkınlığa düşürerek, hem muhalefeti hem kendini yenilgiden
kurtarabilir.
Yavaş’ın Eski Ülkücü ve CHP’li Olması Bir Olanaktır:Bir Taşta İki Kuş
Mansur Yavaş’ın bir eski ülkücü olması bir eksi değil,
Akşener’i köşeye sıkıştırmak ve onu kendi oyununa getirmek için bir imkandır.
Mansur Yavaş’ın bir CHP’li olması da, her öneriye kapalı
CHP’lilerin ve Kılıçdaroğlu’nun bu dirençlerini kırmak için bir imkandır.
Böylesine bir imkan kolay bulunmaz.
HDP’nin bu imkanı değerlendirip değerlendiremeyeceği tüm muhalefetin
ve ülkenin geleceğini belirleyecektir.
22 Ocak 2023 Pazar
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder