20 Ocak 2023 Cuma

Yöntem ve Kişi sorunları Üzerine - “Esnaf Adam” ya da “Bir İmam Komünist Partiye Üye Olabilir mi?” (3)

 Mantık Zincirini Hatırlayalım

Mantık zincirimizin anlaşılması için, tekrar da olsa kısaca hatırlatalım.

Önce şu tespitten hareket ediyoruz.

Bugün Türkiye korkunç bir şekilde kutuplaşmış (polarize olmuş) durumda.

Herhangi bir politikanın başarısı ise her şeyden önce çoğunluğu kazanmayı, en karşı bilenen saflardan insanları kazanmayı veya en azından hayırhah bir tavra getirmeyi gerektirir.

Bugün bu kutuplaşma ortamında artık bunu yapmanın olanağı bulunmamaktadır.

Herkes, adeta Hindistan’daki kast sisteminde olduğu gibi, birbirine sağır, içine kapalı “mahallelere hapsolmuş bulunuyor.

Öte yandan en sıradan hukuk bile ortadan kalkmış bulunuyor.

Bu durumda en acil görev, öncelikle bu kutuplaşmayı sonlandırmak ve hiç olmazsa olağan biçimiyle olsun asgari ölçüde olsun hukukun ve adaletin işlerlik kazanmasını sağlamaktır.

Bu sağlanmadan hiçbir şey olmaz ya da işler çok kanlı, çok acılı noktalara kadar gider, tam bir çürüme ve çözülüş ortaya çıkar. Bundan en zararlı çıkanlar da alttakiler olur.

Acil Görev – “Yakalanacak Ana Halka”

Yani günün acil görevi, tüm sorunları ele alabilmek, tartışabilmek, gündeme alabilmek için olsun “yakalanacak ana halka” demokratikleşme” ya da “Kürt sorununun çözümü”, ”Parlamenter sistemin geri getirilmesi” vs. değildir

Acil görev: bütün bunların asgari ölçüde olsun konuşulabileceği bir duruma ulaşmaktır.

Bunun da olmazsa olmaz koşulu: Erdoğan’ın seçimlerde, kesin, öyle az buz oy farkıyla da değil, hile yapılamayacak ya da başka yollarla engellenemeyecek büyük bir farkla yenilgiye uğratılmasıdır.

Ve bu seçimler, bu gidişi durdurmak için son olanaktır. “Köprüden önceki son çıkış”tır.

Bu olmadan hiçbir şey olmayacağı gibi, Erdoğan’ın bir başarısı, sadece Kürtlerin ve demokratik hareketin değil, genel olarak Muhalefetin de kesin bir yenilgisi ve tasfiyesi anlamına gelecek, Erdoğan uzun bir süre, köpeksiz köyde değneksiz gezebilecektir.

O halde Erdoğan’ı karşısına çıkacak adayda ilk elde aranacak özellik onu yenebilecek ölçüde halk desteğini sağlayıp sağlayamayacağıdır.

Bunun için de riskli, kesinliği belirsiz adayları bir kenara koymak gerekmektedir.
İkinci özellik, kutuplaşmayı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği asgari ölçüde olsun sonlandırabilecek bir yaklaşımı olmasıdır. (Dikkat edilsin, Kürt orununu çözsün, Demokrasi getirsin, Yeni anayasa yapsın falan demiyorum. Bunlar ancak sonradan gündeme gelebilir. Onları öne koymak, koşul olarak öne sürmek: Atı arabanın önüne koşmaktır.

Bu çözümlemeden, bu mantıktan hareketle, şimdiye kadar bütün verilerin gösterdiği gibi, bu özelliklere az çok sahip, şu an en uygun aday: Mansur Yavaş’tır diyoruz.

Bu nedenle Mansur Yavaş’ın Erdoğan karşısına muhalefetin adayı olarak çıkması sağlanmalıdır diyoruz.

Muhatabımız: HDP, Sosyalistler ve Demokratlar

Sözümüzün az çok dikkate alınabileceğini düşündüğümüz HDP’ye, Sosyalistlere, Demokratlara, bir Demokrat ve Sosyalist olarak, “eski bir ülkücü olan, eski bir MHP’li olan Mansur Yavaş’ın adaylığını bütün olarak muhalefete ve Altılı Masa’ya önerin ya da aday olarak gösterirlerse destekleyeceğinizi açıklayın” diyorum.

Böylece bu kritik durumda “kendinize, kendi görüşlerinize ve programınıza en yakın değil, kendinize en uzak olanların bile hayır diyemeyeceği, kabul edeceği edebileceği bir adayı, yani Mansur Yavaş’ı önererek, Muhalefeti ve Altılı Masa’yı, dolayısıyla kendinizi yenilgi ve bozgundan kurtarın, bir örnek sunarak içinde bulunduğunuz tecritten de kurtulun. Aslında bu bir daha kolay ele geçmeyecek tarihsel bir fırsattır” diyorum.

HDP’ye, Altılı Masa’ya ve bir bütün olarak muhalefete Yavaş’ı aday olarak göstermeleri yönünde yazılar yazmamız, bizzat hitap ettiklerimizce bile alayla, korkunç bir dirençle ve sessizlikle karşılaşıyor.

Muhalefet İçirdeki Asimetrik Durum ve Sonuçlar

Özellikle HDP ve Sosyalistler şunu anlamak ve görmek istemiyorlar:

Erdoğan karşısında bir yenilginin HDP, Demokratlar ve Sosyalistler için başka, Altılı Masa ve diğer partiler için başka anlamı olacaktır.

Böyle bir yenilgi, diğer muhalefet ve “Altılı Masa” için bir muharebenin kaybı, bizler için ise bir savaşın kaybıdır.

Onlar için seçimlerden bir seçim, bizim içi son seçimdir.

Yenilginin sonuçları bizim için kat be kat ağır olacaktır.

Bizim Erdoğan’ın yenilgisine ihtiyacımız, Altılı Masa’nın Erdoğan’ın yenilgisine ihtiyacından çok daha fazladır.

Bu onlar için bir ölüm kalım sorunu değildir. Bu nedenle onlardan bir fedakârlık bekleyemeyiz ve beklememeliyiz.

Bu asimetrik konumlanış şöyle de formüle edilebilir: Bizim Altılı Masa’ya ihtiyacımız, Altılı Masa’nın bize ihtiyacından fazladır.

Onların eli daha güçlü, hareket alanı daha geniştir. Çünkü Erdoğan’ı yenmek onlar için bizimki kadar hayati değildir.

Yani biz köşeye sıkışmış durumdayız.

Onlarla zafer için pazarlık değil, onları zafere zorlamak için, tüm muhalefete öncülük yapmak zorundayız.

Yani kendi yenilgimizi engellemek için, “Altılı Masa”nın yenilgisini engellemek, onların kendi yenilgilerine yol açacak akılsızlıklarını engellemek zorundayız.

Altılı Masa İle Pazarlık Değil, Onun Yenilgisini Engelleme

Bunun için de pazarlık değil fedakarlık yapmamız, fedakarlık yaparak muhalefetin önüne geçip adayı ve politikayı belirlememiz gerekiyor.

Tam da bu nedenle, HDP, İçinde bulunduğumuz durumda, “bizi tanıyın”, “bizi de muhatap alın” “biz cepte keklik değiliz”, “ilkelerde anlaşma gerekir” gibi ergen çocuk politikalarını ve at pazarlıklarını derhal bir yana bırakmalıdır.

Bugün normal koşullarda değiliz.

HDP’ye, “İyi Parti’yle inatlaşarak onun oyununa gelme yerine, onu kendi oyununa getirme yolunu deneyin, Altılı masa ve İyi Parti’nin reddedemeyeceği Mansur Yavaş önerisiyle ortaya çıkın ve muhalefetin kendi yenilgisine yol açmasının yollarını tıkayın” diyoruz.

HDP’ye “Böyle bir hamle, sizi yıllardır olmaya çalıştığınız “Türkiye Partisi” yapar, herkesi rahatlatırsınız, tüm muhalefete bir moral ve mücadele azmi kazandırırsınız, Erdoğan’ın yenilebileceği inancını aşılarsınız, hatta hiç ummadığınız biçimde kendi oyunuz belki ikiye katlanır, bugün içinde bulunduğunuz tecritten kurtulursunuz. Halkın size muhabbetinin artması partilerin tavrının değişmesine yol açar, belki sizinle görüşmek için kuyruğa girmelerine yol açar” diyoruz.

Ama Ahmet Türk’ler, Buldan’lar, tam bir dar görüşlülükle, tam kasaba politikacıları gibi, pazarlıkta el yükseltmeyi en büyük politika sanarak sadece kendilerinin değil, tüm muhalefetin de yenilgisinin yollarına taşları döşüyorlar.

Bizim dar kafalı sosyalistlerden söz etmiyorum bile. Onlar gerileyen ve çöken bir hareketin semptomlarını gösteriyorlar.

HDP her şeye rağmen hala bir dinamizmi ve kitle temeli olan bir harekete dayanıyor, hala bir hayat emaresi var.

Bu nedenle eleştiri ve önerilerimizde hep HDP’ye yöneliyoruz.

İtirazlar

Evet akıl yürütmemiz ve mantığımız budur.

Bu akıl yürütmeye karşı en aklı başında olanların şöyle iki itirazı var:

Birincisi Yavaş’ın Erdoğan’ı yenemeyeceği itirazı:

tamam akıl yürütmen doğrudur ama Kılıçdaroğlu Yavaş’tan daha çok oy alır. Daha garantilidir, Kürtler Yavaş’a oy vermez, bu nedenle Yavaş Erdoğan karşısında kazanamaz.

İkinci itiraz:
O bir MHP’li ve ülkücüdür. Ne kutuplaşmayı dindirir ne de asgari ölçüde olsun hukuk ve adaletin tekrar işlerlik kazanmasını sağlar.

*

Bugün ikincisini, yani Yavaş’ın eski bir MHP’li ve Ülkücü oluşundan hareketle, asgari ölçüde olsun kutuplaşmaya son verip veremeyeceği, asgari ölçüde hukukun işlerlik kazanmasını sağlayıp sağlayamayacağı konusunu ele alalım.

Bu vesileyle de dolayısıyla bir komünistin bir eski ülkücü ve MHP’linin adaylığını desteklemesine akıl erdiremeyenlere de bir cevap verelim.

Sonraki yazıda da Kılıçdaroğlu’nun mu Yavaş’ın mı daha rahat bir zafer garantileyeceği konusuna gireriz.

Neden “Esnaf Adam”?

Yazının başlığına, Mansur Yavaş’ın adaylığı ile ilgili olarak “Esnaf Adam” diye iki sözcük koydum. Ne demek istiyorum?

Esnaf kafalı”, küçük hesapları adamı, anlamına gelir, olumsuz bir tanımlamadır.

Ama “Esnaf adam” tamamen farklı, olumlu bir anlama sahiptir. Bir zamanlar bu topraklarda yaşayanların, bugünkü gibi “yüzde doksan dokuzu Müslüman” değildi, farklı dinlerden ve dillerden insanlar ve cemaatler, hem de farklı statülerle bir arada yaşıyorlardı. Buna rağmen kirvelik gibi kurumlarla bir arada yaşamanın geleneklerini yaratmıştılar. “Esnaf Adam”lık da o geleneğin günümüze kalmış silik bir yankısıdır.

Dini, dili, inancı, soyu, sopu ne olursa olsun kimseye farklı muamele etmeyen, işini doğru yapan. Davranışlarıyla, “ne olduğun önemli değil, insan olmak önemli” diyen, artık unutulmaya yüz tutmuş bir geleneği sürdüren esnaf ve zanaatkarlara denir “Esnaf Adam”.

*

En iyisi kendi yaşamımdan bir örnek vereyim.

Yaşadığım yerde bir lokantası olan esnaf var. Sanırım Trabzonlu. Duyduğuma göre MHP’liymiş aynı zamanda.

Burada zaman zaman gider yemek yerim.

Tanıdığım solcular, MHP’li bir esnafın lokantasında yemek yediğim için bana, “Faşist, MHP’linin orada niye yemek yiyorsun?” diye sitem de ederler.

Ben de onlara derim ki, “Ben oraya yemek yemeğe gidiyorum, siyasi mücadele veya tartışma yapmaya değil. Onun siyasi veya dini inancı beni ilgilendirmez, işini iyi ve temiz yapıyor mu, bana da diğer müşterilerinden farklı bir muamele yapmıyorsa, benim için sorun olamaz.

Aslında sanırım bu MHP’li esnaf benim komünist da olduğumu biliyor.

Çünkü bir seferinde orada birkaç arkadaşla oturmuş çorba içerken, orada çalışan genç bir garson, muhtemelen tipimizden, halimiz ve tavrımızdan solcu olduğumuzu da anlayarak, Deniz Gezmiş’in delikanlı adam olduğuna dair övücü sözler sarf etmişti. Beraberimdeki arkadaşlardan biri de beni göstererek, “Deniz Gezmiş’in arkadaşı” olduğumu söylemişti.

En azından buradan biliyor kanımca. Ayrıca, beni ta seksenli, doksanlı yıllardan buradaki göçmen hareketinden bilen, ama artık kendileri de esnaf olmuş, tanıyan başka esnafla bir arada otururlarken selamlaştığımdan siyasi görüşlerimi bildiğini tahmin ediyorum.

Ama bilmesine rağmen, her gördüğünde selam verir, hal hatır sorar, dükkâna gittiğimde bana da tüm müşterilerine davrandığı gibi davranır.

Eğer başkalarından MHP’li olduğunu duymuş olmasan, davranışlarından onun siyasi eğilimin çıkaramazdım.

İşte böyle siyasi inancını, yaptığı işe karıştırmayan, müşterisi hangi siyasetten, dilden, dinden olursa olsun herkese aynı şekilde davranan, işini istikrarlı olarak iyi ve temiz yapan insanlara Anadolu’da, en azından benim büyüdüğüm kasabalarda bir takdir ifadesi olarak “esnaf adam” denirdi.

İşte bugün Türkiye’de böyle bu MHP’li lokantacı gibi “Esnaf Adam” ihtiyacı var.

Ve böyle “esnaf adam”ların kıymetini bilecek, MHP’lidir ya da ülkücüdür diye dükkânı boykot etmeyecek, hiçbir dükkancıya siyasi, dini veya başka nedenlerle gitmezlik etmeyecek komünistlere de.

Dükkanların, kahvelerin, bakkalların ayrıldığı bir ülke hızla iç savaşa doğru gider.

Türkiye’de bunları özellikle taşrada devlet kışkırtmıştır ve kışkırtmaktadır özellikle Kürtlere ve Alevilere karşı.

Ama şimdi bu resmi devlet politikası olmuş durumdadır. Erdoğan’ın en tehlikeli yanı budur.

Bugün neredeyse bütün ülke böylesine kutuplaşmış bulunuyor. İşte buna son verecek “esnaf adam” bir başkan adayı gerekiyor, kimseye dilinden, dininden, soyundan, sopundan dolayı farklı muamele etmeyecek ve etmeyi teşvik etmeyecek.

Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesi özellikle tam da bu nedenle önemli.

Bir İmam Komünist Partisine Üye Olabilir mi?

Ancak Mansur Yavaş’ın buna uygun olup olmadığına dair verilere geçmeden önce, konuyu bir de başlığın ikinci bölümündeki “Bir İmam komünist patisine Üye Olabilir mi?” sorusu bağlamında ele alalım.

Aslında bu da Esnaf Adam’la aynı yaklaşımı ve sorunu ele almaktadır ama Komünistlerin paradigmaları içinde bir soru ve cevaptır.

Tam neredeydi şimdi hatırlamıyorum ve alıntısını arayacak durumum yok ama Lenin’in bu soruya cevap veren bir yazısı vardır.

Tabii o Rusya’da yazdığı için İmam değil, Papaz örneğiyle konuyu ele almıştır.
Lenin’in soruya cevabı şudur:
“Elbette üye olabilir, partinin tüzüğünü ve programını kabul ediyorsa, partinin görevlerini yapıyorsa hiçbir sorun yoktur” der.

Ayrıca gelebilecek şöyle bir itirazı da tartışır ve cevaplar:

“Adamın Papazlığı (imamlığı) ile parti üyeliği birbiriyle çelişmez mi?”

“Elbette çelişir”, der Lenin. “Ama bu onun kendi iç çelişkisidir”, örgütü ilgilendirmez.

Yani bırakalım bir dükkânı, bir komünist partisi bile, insanları örgütlerken, inançları ne olursa olsun onlara karşı parti tüzüğünü ve programını kabul edip etmediklerine ve onu uygun davranıp davranmadıklarına bakar, gerisi böylesine bir siyasi örgütü bile ilgilendirmez.

Örgüt herkese eşit davranmak zorundadır kendi öznel inançları ya da çelişkileri bakımından.

Yani yaklaşım “Esnaf Adam” yaklaşımıyla aslında aynıdır.

Zaten Demokrasi ve İnsan Haklarının temeli de budur: devlet tüm yurttaşlar karşısında onların dini, dili, soyu, sopu vs. karşısında tarafsız olmalı ve eşit davranmalıdır.

Türkiye’de kendi ulus tanımında dinleri ve dilleri eşit kabul etmez. Devletin dili ve dini vardır. Sorun buradan çıkar.

Bununla mücadele ediyoruz ve edeceğiz. Bu politik mücadelemizin hedefidir demokratlar olarak.

Gerilemeden ileriye Gidilemez

Ama bugünkü sorun sadece bu değildir. Erdoğan rejimi, hayatın her alanında, iktidara karşı olana, politikasına uymayanlara da düşman muamelesi yapmakta, hukuken eşit davranmamaktadır.

Tam da bu nedenle Erdoğan’ın yenilmesi hayati önemdedir.

Yani daha geri bir nokta ve hedeften yola çıkmak, çok daha geniş bir cephe kurmak gerekiyor. Bugün örneğin, Kürtlere veya Alevilere karşı olan, ama pek ala kutuplaşmaya ve hukukun zerrece izinin kalmamasına da karşı olanları kapsayacak bir politika, taktikler ve strateji gerekiyor.

Bu noktaya kadar gerilemeden, ileri gidilemez.

Bugün artık Kürtçenin tanınmaması, Aleviliği baskı altına alması vs. değildir sorun.

Bunlar siyasi sorunlardır ve siyasi mücadeleyi gerektirmektirler.

Bugün sorun, hukukun bile ortadan kalkması, herkesin siyasi görüşüne, dinine, diline göre farklı muameleye uğramasıdır. Hukuki eşitliğin, adaletin kendisi kaybolduğundan, hukuksuzluğun kendisi siyasi bir sorun haline gelmiştir.

Acil sorun budur ve bu nedenle kutuplaşmanın kalkması ve az çok hukuk ve adaletin tekrar asgari ölçüde bir işlerlik kazanması iç içe geçmiş birbirinden ayrılmaz iki sorundur.

Sözler: Tarafsızlık Vurgusu

Peki Mansur Yavaş, bunu yapabilecek “Esnaf Adam” veya “Komünist partisine üye olmuş İmam”, eğer somut duruma göre ifade edersek “var olan hukuk çerçevesinde olsun herkese eşit davranacak politikalar uygulayacak, kutuplaşmayı dindirecek” niteliklerine sahip midir?

Buna bakalım.

Önce kendisinin görüşlerine sonra da davranışlarına.

*

Youtube’da “Mansur Yavaş'ı kimler istiyor, kimler istemiyor?” diye bir video var. (https://youtu.be/v4Vgk05ThZ )

O videoda Kemal Can’ın verdiği bilgiye göre: 2014’te bir söyleşide, “MHP’li bir adaya niye CHP’liler oy versin?

Sorusuna verdiği cevap şöyle:
Ben belediye başkanı adayıyım. Bu konudaki görüşlerim Kimseyi ilgilendirmez. İlgilendirmediğini düşünüyorum.

Yani “ben insanlara bu görüşlerime göre farklı muamele etmeyeceğim. Siyasi ve ideolojik görüşlerimi yaptığım işe yansıtmayacağım, dolayısıyla bu kimseyi ilgilendirmez” demiş oluyor. Tıpkı Komünist bir partiye üye olmuş “Ben parti görevlerimi yapıyorum, diğer kısmı kimseyi ilgilendirmez” diyen bir İmam gibi konuşmuş oluyor. “Parti” yerine “Belediye”, “imam” yerine “ülkücü” koyulabilir.

Yine Kemal Can’ın aynı konuşmada verdiği bilgiye göre

2018’de Muharrem Sarıkaya ile bir söyleşisinde şunları söylüyor:

Ben Mehmet Bekaroğlu, Abdüllatif Şener gibi orada siyaset yapmaya gitmedim. Ben ülkücü kökenden geliyorum. Ve işbirliği yapmak için CHP’liyim.

Neden CHP’de siyaset yapıyorsun?

Melih Gökçek devrine son vermek için.

Sanırız bu örnek yeterince açıklayıcıdır.

Şimdi de Erdoğan’ın devrine son vermek için aynı şekilde davranabilir.

*

Yine EuroNews’e 2022’de mayıs alında verdiği bir söyleşide Kürtler Mansur Yavaş'a oy verir mi? Başlığı altındaki haberde şunları söylüyor:

Benim belediyecilik anlayışıma göre, bir belediye başkanı seçildiği andan itibaren sadece görevini yapmalı. Ne diğer siyasi partilere, siyasi partilerin genel başkanlarına laf söylemeli, onların içişlerine karışmalı, işini gücünü yapmalıdır. Ben seçilmeden önce şöyle bir söz vermiştim, 'Bize oy vermeyenleri düşman gözüyle görmüyoruz. Seçim kazanırsak zafer kazanmış almayacağız' diye. O tavrımı aynen devam ettiriyorum."

Bu tavrının gerekli değişiklikler yapıldığında Cumhurbaşkanlığı için de sürdüreceği varsayılabilir.

Yavaş’ın burada kendini tanımlaması tam da “Esnaf Adam” tanımımızın bir başka versiyonu değil mi?

Yavaş, siyasi ve ideolojik görüşlerini işine karıştırmayacağını, herkese eşit davranacağını söylüyor. Anlayışını böyle ifade ediyor.

Bunlar tam da aradıklarımızdır. Bugün en acil ihtiyaç olanlardır.

Eylemler, İşler: Tarafsızlık

Gelelim işin davranış kısmına.

Ortada yönetici olarak yaptıkları var.

Bunlarda yaptığı ne?
Görüldüğü kadarıyla kimseye siyasi, dini inancından dolayı farklı muamele etmiyor.

Yoksulları, gençleri koruyan bir politika izlemeye çalışıyor.

MHP veya Bozkurt sembollerini öne çıkaracak davranışlar göstermiyor. Tipik TC bayrağı ve Atatürk’ten başka sembollerden uzak duruyor.

İhaleleri açık yapıyor ve herkes aynı şekilde katılıp kazanabiliyor.

İşe alımlarda da ülkücüleri ya da CHP’lileri veya belli bir kesimi kayırdığına münhal yerlere onları doldurduğuna dair bir şeyler duymadık.

Yardımları beli görüşten veya belli bir dilden, dinden olan insanlara vermek veya vermemek gibi bir durumu yok.

Bunlar çok önemli bugünkü Türkiye’de.

Bunlar bile yeter.

*

Kaldı ki gençlerle yaptığı bazı konuşmaları izledim. Bütün vurgusu, seçilmişlerin görevli olduğu, halkın esas olduğu, vergileri verdiğine göre onların hesap sorması gerektiği gibi noktalara. Yani Türkiye’de pek bilincinde olunmayan Demokrasinin özüne ilişkin vurgular. Devletin halktan değil, halkın devletten üstün olduğu vurgusu.

Türkiye’de Toplumun Yapısı ve Devletin Patronajı

Bunlar bile olmasa olur ama aslında bunlar çok önemlidir.

Çünkü Türkiye’deki bugünkü Devlet’in muazzam gücü patronaj sisteminden kaynaklanmaktadır.

Devlet elindeki Osmanlıdan kalan geniş topraklar üzerinde örneğin gecekondular kurulmasına göz yumar, o insanların hepsini kendine gebe bırakır. İnsanlar a bu tapusuz evlerde oturarak bir afla tapu alıp yaşlılığına ve emekliliğini garantilemek için her şeye gözlerini kapar. Bilir ki, biraz başını kaldırsa bu durumlar karşına dikilecektir.

Belediyeler ve Devletin münhal işyerlerini, ihalelerini partiler aracılığıyla dağıtır böylece yine kendine gebe bırakır.

Rumların ve Ermenilerin mallarına çökülmüş yerleri de yine peşkeş çekerek veya yine göz yumarak kendine gebe bırakır.

Bu patronaj sistemi, minibüs hatlarından, taksi izinlerine, müzik veya alkol veya işyeri izinlerine kadar her alanda böyledir.

Haklar yoktur, devletin kıyakları ve bunlar aracılığıyla gebe bırakmaları, köleleştirmeleri vardır.

Bu nedenle Türkiye’de modern yurttaşlar yok hala devletin tebaaları vardır.

Bu nedenle insanlar Türkiye’de böylesine dağınık ve örgütsüzdürler. Kimsenin hakları olan ve görevlerini yapan bir yurttaş olması söz konusu değildir.

Bu nedenle sırf ihalelerde, münhal işlerde, izinlerde bile nesnel kriterlerle işlerin, ihalelerin, izinlerin verilmesi, bütün bunlarda kesin bir tarafsızlık bile bugünkü sistemin temellerine konmuş bir dinamit anlamı taşır.

Bunlar az çok tarafsız bir uygulamanın yan sonuçları olur.

Bu sonuçlar olmasa bile, bugün bize lazım olana yeter.

Ekstradan bir Bilgi ve Kanıt

Yazıya burada son verirken, tesadüfen az önce gördüğüm, Yavaş’la ilgili yazılarımdan birinin altına koyulmuş, şu ilginç okuyucu yorumunu ek bir delil olarak koyayım.

Konu ile ilintili bugün yazdığım bir yazı..Uzun olsa da faydalı kanaatindeyim.

“BEYPAZARI GEZİSİ ÜZERİNE;

(Bu yazı sadece bir coğrafi gezi aktarımı değil, aynı zamanda bir SOSYOLOJİK ve SİYASİ bir yazıdır, OKUNMASINDA CİDDİ FAYDA İÇERİR)

Taraklı, Göynük, Nallıhan, BEYPAZARI... İki gün gezdik, çok insanla direk iletişim kurdum, sohbet ettik...

Anlatıma geçmeden belirteyim, Türkiye'nin hiçbir bölgesine benzemeyen yüzyılların töreleri BEYPAZARINDA halen geçerli.

Ülkemin dört bir yanını dolaştım, KADINA BU KADAR ÇOK DEĞER VERİLEN başka bir yer ve halk görmedim. Yüz yıllardır, toplumda kadın baş tacı edilmiş, halen de öyle....

Ticari zekaları ve becerileri çok gelişmiş bir ilçe. Geçmiş den beri, erkek çocuklarına sünnet düğünü yapmıyorlar. KIZ ÇOCUKLARI KENARA İTİLMİŞ HİSSİNE KAPILMASIN DİYE... İlk defa şahit oldum böyle bir töreye. Sünneti, çocuğun bir yakınının evlenme düğününe karıştırıp, ayrıca tören asla yapmıyorlar. Masraf olmasın diyerek düşünebilirsiniz, o zaman Kayseri ve Aksekililer de böyle yapardı diye geçiyor içimden...

1980 den beri, eski mahallelerde binalar yıkılarak, yerine apartman yapılması yasaklanmış. Şehrin diğer ucu yeni yapılanmaya açılıp, mevcut eski mahalleler olduğu gibi korunmuş. 1980 li yıllarda, çok günlerim geçmişti o bölgede, şantiyeci olarak. Tavukçuluk yeni sanayileşiyordu, kesimhane, kuluçkahane, yem fabrikası kuruluşlarında yer almıştım genç bir mühendis olarak. Aynı, Safranbolu, Amasra, Midyat gibi eskiyi koruyup, şehrin modern mimari gelişmesini diğer bakir alana almışlar... Aynı uygulama Kars'da yapılabilseydi, şehir şimdi ki halinden bin misli güzel olabilirdi.

....

Gelelim BEYPAZARI MUCİZESİNE;

Tarım ve madencilik şehri olan Beypazarı nasıl turizmin en önemli ilçesi haline geldi?

Mansur Yavaş, belediye başkanı olduğunda, bunu kadınların becerileri ile yapma kararı alıyor. İhtiyaç sahibi ve fakir durumda olan 40/50 civarı kadını topluyor, her birine bir ufak tezgah / dükkan kuruyor. Her birine bir çuval un, şeker, yağ ve diğer malzemeyi bedava veriyor. Gidin evlerinizde, tarhana, erişte, baklava, katmer, reçel vb. üretin ve tezgahınızda satın diyor. Ardından 500/600 durumu iyi olan kişiyi tek tek arayarak, üç ay her gün gidip o tezgahlardan alışveriş yapmalarını rica ediyor. Kadınlara da, üç ayın sonunda, durumundan memnun olmayanları Belediyeye maaşlı eleman olarak almaya söz veriyor. O üç ayın sonunda tek bir kadın dahi bu maaşlı işe başvuru yapmıyor. Mimari tadilat ve güzelleştirmelerin sonucu, Tarihi Beypazarı evleri ve şehir, bir Safranbolu seviyesine yükseliyor.

....

Bizler de 68 kuşağıyız diyen, Mansur Yavaşın çocuklukdan beri arkadaşı olan bir akranım ile konuştum.. Daha birçok şeyin yanında bana şunu söyledi: Mansur beye sorduk dedi, ''Ankara'da B.B. olduktan sonra ülkücüler yardımınıza geldi mi'' Evet demiş ''geldiler, ama menfaatleri karşılığı yardım etmeye, hepsi çeşitli istekler ile geldiler. Ama Solcular hiçbir menfaat beklemeden yardımcı oldular bana''

İşte böyle dostlar, Beypazarını gidin görün, gidemeyenler, fotoğraflardan izlesin....

Ancak, şu yukarıda özet olarak aktardığım Sosyolojik ve Politik meramım da dursun kulağınız da....

Sağlıcakla kalın...”

İlginç, bunları ben de ilk defa duyuyorum.

Dediklerimize ek bir delil sayılmaz mı?

O halde Yavaş, Muhalefetin Erdoğan’ı yenebilmesi için en uygun kişidir.

Çoğunluğu sağlayıp sağlayamayacağı konusunu da gelecek yazıda ele alalım.

20 Ocak 2023 Cuma

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin

Hiç yorum yok: