Mantık Zincirini Hatırlayalım
Mantık zincirimizin anlaşılması için, tekrar da olsa kısaca
hatırlatalım.
Önce şu tespitten hareket ediyoruz.
Bugün Türkiye korkunç bir şekilde kutuplaşmış (polarize olmuş) durumda.
Herhangi bir politikanın başarısı ise her şeyden önce çoğunluğu kazanmayı, en karşı bilenen
saflardan insanları kazanmayı veya en azından hayırhah bir tavra getirmeyi
gerektirir.
Bugün bu kutuplaşma ortamında artık bunu yapmanın olanağı
bulunmamaktadır.
Herkes, adeta Hindistan’daki kast sisteminde olduğu gibi,
birbirine sağır, içine kapalı “mahallelere hapsolmuş bulunuyor.
Öte yandan en sıradan hukuk bile ortadan kalkmış bulunuyor.
Bu durumda en acil
görev, öncelikle bu kutuplaşmayı
sonlandırmak ve hiç olmazsa olağan biçimiyle olsun asgari ölçüde olsun hukukun ve adaletin işlerlik kazanmasını
sağlamaktır.
Bu sağlanmadan hiçbir şey olmaz ya da işler çok kanlı, çok
acılı noktalara kadar gider, tam bir çürüme ve çözülüş ortaya çıkar. Bundan en
zararlı çıkanlar da alttakiler olur.
Acil Görev – “Yakalanacak Ana Halka”
Yani günün acil görevi, tüm sorunları ele
alabilmek, tartışabilmek, gündeme alabilmek için olsun “yakalanacak ana halka” “demokratikleşme” ya da “Kürt sorununun çözümü”, ”Parlamenter sistemin geri getirilmesi”
vs. değildir
Acil görev: bütün bunların asgari ölçüde olsun
konuşulabileceği bir duruma ulaşmaktır.
Bunun da olmazsa olmaz koşulu: Erdoğan’ın
seçimlerde, kesin, öyle az buz oy farkıyla da değil, hile yapılamayacak ya da
başka yollarla engellenemeyecek büyük bir farkla yenilgiye uğratılmasıdır.
Ve bu seçimler, bu gidişi durdurmak için son olanaktır. “Köprüden önceki son çıkış”tır.
Bu olmadan hiçbir şey olmayacağı gibi, Erdoğan’ın bir başarısı,
sadece Kürtlerin ve demokratik hareketin değil, genel olarak Muhalefetin
de kesin bir yenilgisi ve tasfiyesi anlamına gelecek, Erdoğan uzun
bir süre, köpeksiz köyde değneksiz gezebilecektir.
O halde Erdoğan’ı karşısına çıkacak adayda ilk elde aranacak
özellik onu yenebilecek ölçüde halk desteğini
sağlayıp sağlayamayacağıdır.
Bunun için de riskli, kesinliği belirsiz adayları bir kenara
koymak gerekmektedir.
İkinci özellik, kutuplaşmayı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği asgari ölçüde
olsun sonlandırabilecek bir yaklaşımı olmasıdır. (Dikkat edilsin,
Kürt orununu çözsün, Demokrasi getirsin, Yeni anayasa yapsın falan demiyorum.
Bunlar ancak sonradan gündeme gelebilir. Onları öne koymak, koşul olarak öne
sürmek: Atı arabanın önüne koşmaktır.
Bu çözümlemeden, bu mantıktan hareketle, şimdiye kadar bütün
verilerin gösterdiği gibi, bu özelliklere az çok sahip, şu an en uygun aday:
Mansur Yavaş’tır diyoruz.
Bu nedenle Mansur Yavaş’ın Erdoğan karşısına
muhalefetin adayı olarak çıkması sağlanmalıdır diyoruz.
Muhatabımız: HDP, Sosyalistler ve Demokratlar
Sözümüzün az çok dikkate alınabileceğini düşündüğümüz HDP’ye,
Sosyalistlere, Demokratlara, bir Demokrat ve Sosyalist olarak, “eski bir ülkücü olan, eski bir MHP’li olan
Mansur Yavaş’ın adaylığını bütün olarak muhalefete ve Altılı Masa’ya önerin ya
da aday olarak gösterirlerse destekleyeceğinizi açıklayın” diyorum.
Böylece bu kritik durumda “kendinize, kendi görüşlerinize ve programınıza en yakın değil, kendinize en uzak olanların bile hayır diyemeyeceği,
kabul edeceği edebileceği bir adayı, yani Mansur Yavaş’ı önererek, Muhalefeti
ve Altılı Masa’yı, dolayısıyla kendinizi yenilgi ve bozgundan kurtarın, bir
örnek sunarak içinde bulunduğunuz tecritten de kurtulun. Aslında bu bir daha
kolay ele geçmeyecek tarihsel bir fırsattır” diyorum.
HDP’ye, Altılı Masa’ya ve bir bütün olarak muhalefete Yavaş’ı
aday olarak göstermeleri yönünde yazılar yazmamız, bizzat hitap ettiklerimizce
bile alayla, korkunç bir dirençle ve sessizlikle karşılaşıyor.
Muhalefet İçirdeki Asimetrik Durum ve Sonuçlar
Özellikle HDP ve Sosyalistler şunu anlamak ve görmek
istemiyorlar:
Erdoğan karşısında bir yenilginin HDP, Demokratlar ve
Sosyalistler için başka, Altılı Masa ve diğer partiler için başka anlamı
olacaktır.
Böyle bir yenilgi, diğer muhalefet ve “Altılı Masa” için bir muharebenin kaybı, bizler için ise bir
savaşın kaybıdır.
Onlar için seçimlerden bir
seçim, bizim içi son seçimdir.
Yenilginin sonuçları bizim için kat be kat ağır olacaktır.
Bizim Erdoğan’ın yenilgisine ihtiyacımız, Altılı Masa’nın
Erdoğan’ın yenilgisine ihtiyacından çok daha fazladır.
Bu onlar için bir ölüm kalım sorunu değildir. Bu nedenle
onlardan bir fedakârlık bekleyemeyiz ve beklememeliyiz.
Bu asimetrik konumlanış şöyle de formüle edilebilir: Bizim
Altılı Masa’ya ihtiyacımız, Altılı Masa’nın bize ihtiyacından fazladır.
Onların eli daha güçlü, hareket alanı daha geniştir. Çünkü
Erdoğan’ı yenmek onlar için bizimki kadar hayati değildir.
Yani biz köşeye sıkışmış durumdayız.
Onlarla zafer için pazarlık değil, onları zafere
zorlamak için, tüm muhalefete öncülük yapmak zorundayız.
Yani kendi yenilgimizi engellemek için, “Altılı
Masa”nın yenilgisini engellemek, onların kendi yenilgilerine yol
açacak akılsızlıklarını engellemek zorundayız.
Altılı Masa İle Pazarlık Değil, Onun Yenilgisini Engelleme
Bunun için de pazarlık değil fedakarlık yapmamız,
fedakarlık yaparak muhalefetin önüne geçip adayı ve politikayı belirlememiz
gerekiyor.
Tam da bu nedenle, HDP, İçinde bulunduğumuz durumda, “bizi tanıyın”, “bizi de muhatap alın” “biz
cepte keklik değiliz”, “ilkelerde
anlaşma gerekir” gibi ergen çocuk politikalarını ve at pazarlıklarını derhal
bir yana bırakmalıdır.
Bugün normal koşullarda değiliz.
HDP’ye, “İyi Parti’yle
inatlaşarak onun oyununa gelme
yerine, onu kendi oyununa getirme yolunu deneyin, Altılı masa ve İyi Parti’nin
reddedemeyeceği Mansur Yavaş önerisiyle ortaya çıkın ve muhalefetin kendi yenilgisine
yol açmasının yollarını tıkayın” diyoruz.
HDP’ye “Böyle bir hamle,
sizi yıllardır olmaya çalıştığınız “Türkiye
Partisi” yapar, herkesi rahatlatırsınız, tüm muhalefete bir moral ve mücadele
azmi kazandırırsınız, Erdoğan’ın yenilebileceği inancını aşılarsınız, hatta hiç
ummadığınız biçimde kendi oyunuz belki ikiye katlanır, bugün içinde
bulunduğunuz tecritten kurtulursunuz. Halkın size muhabbetinin artması
partilerin tavrının değişmesine yol açar, belki sizinle görüşmek için kuyruğa
girmelerine yol açar” diyoruz.
Ama Ahmet Türk’ler, Buldan’lar, tam bir dar görüşlülükle, tam
kasaba politikacıları gibi, pazarlıkta el yükseltmeyi en büyük politika sanarak
sadece kendilerinin değil, tüm muhalefetin de yenilgisinin yollarına taşları
döşüyorlar.
Bizim dar kafalı sosyalistlerden söz etmiyorum bile. Onlar
gerileyen ve çöken bir hareketin semptomlarını gösteriyorlar.
HDP her şeye rağmen hala bir dinamizmi ve kitle temeli olan
bir harekete dayanıyor, hala bir hayat emaresi var.
Bu nedenle eleştiri ve önerilerimizde hep HDP’ye yöneliyoruz.
İtirazlar
Evet akıl yürütmemiz ve mantığımız budur.
Bu akıl yürütmeye karşı en aklı başında olanların şöyle iki
itirazı var:
Birincisi Yavaş’ın Erdoğan’ı yenemeyeceği itirazı:
“tamam akıl yürütmen
doğrudur ama Kılıçdaroğlu Yavaş’tan daha çok oy alır. Daha garantilidir,
Kürtler Yavaş’a oy vermez, bu nedenle Yavaş Erdoğan karşısında kazanamaz.”
İkinci itiraz:
“O bir MHP’li ve ülkücüdür. Ne
kutuplaşmayı dindirir ne de asgari ölçüde olsun hukuk ve adaletin tekrar
işlerlik kazanmasını sağlar.”
*
Bugün ikincisini, yani Yavaş’ın eski bir MHP’li ve Ülkücü
oluşundan hareketle, asgari ölçüde olsun kutuplaşmaya son verip veremeyeceği,
asgari ölçüde hukukun işlerlik kazanmasını sağlayıp sağlayamayacağı konusunu
ele alalım.
Bu vesileyle de dolayısıyla bir komünistin bir eski ülkücü ve
MHP’linin adaylığını desteklemesine akıl erdiremeyenlere de bir cevap verelim.
Sonraki yazıda da Kılıçdaroğlu’nun mu Yavaş’ın mı daha rahat
bir zafer garantileyeceği konusuna gireriz.
Neden “Esnaf Adam”?
Yazının başlığına, Mansur Yavaş’ın adaylığı ile ilgili olarak
“Esnaf
Adam” diye iki sözcük koydum. Ne demek istiyorum?
“Esnaf kafalı”,
küçük hesapları adamı, anlamına gelir, olumsuz bir tanımlamadır.
Ama “Esnaf adam”
tamamen farklı, olumlu bir anlama sahiptir. Bir zamanlar bu topraklarda yaşayanların,
bugünkü gibi “yüzde doksan dokuzu Müslüman” değildi, farklı dinlerden ve
dillerden insanlar ve cemaatler, hem de farklı statülerle bir arada
yaşıyorlardı. Buna rağmen kirvelik gibi kurumlarla bir arada yaşamanın geleneklerini
yaratmıştılar. “Esnaf Adam”lık da o
geleneğin günümüze kalmış silik bir yankısıdır.
Dini, dili, inancı, soyu, sopu ne olursa olsun kimseye farklı
muamele etmeyen, işini doğru yapan. Davranışlarıyla, “ne olduğun önemli değil,
insan olmak önemli” diyen, artık unutulmaya yüz tutmuş bir geleneği sürdüren
esnaf ve zanaatkarlara denir “Esnaf Adam”.
*
En iyisi kendi yaşamımdan bir örnek vereyim.
Yaşadığım yerde bir lokantası olan esnaf var. Sanırım
Trabzonlu. Duyduğuma göre MHP’liymiş aynı zamanda.
Burada zaman zaman gider yemek yerim.
Tanıdığım solcular, MHP’li bir esnafın lokantasında yemek yediğim
için bana, “Faşist, MHP’linin orada niye
yemek yiyorsun?” diye sitem de ederler.
Ben de onlara derim ki, “Ben
oraya yemek yemeğe gidiyorum, siyasi mücadele veya tartışma yapmaya değil. Onun siyasi veya dini inancı beni
ilgilendirmez, işini iyi ve temiz yapıyor mu, bana da diğer müşterilerinden
farklı bir muamele yapmıyorsa, benim için sorun olamaz.”
Aslında sanırım bu MHP’li esnaf benim komünist da olduğumu
biliyor.
Çünkü bir seferinde orada birkaç arkadaşla oturmuş çorba
içerken, orada çalışan genç bir garson, muhtemelen tipimizden, halimiz ve tavrımızdan
solcu olduğumuzu da anlayarak, Deniz Gezmiş’in delikanlı adam olduğuna dair övücü
sözler sarf etmişti. Beraberimdeki arkadaşlardan biri de beni göstererek, “Deniz
Gezmiş’in arkadaşı” olduğumu söylemişti.
En azından buradan biliyor kanımca. Ayrıca, beni ta seksenli,
doksanlı yıllardan buradaki göçmen hareketinden bilen, ama artık kendileri de
esnaf olmuş, tanıyan başka esnafla bir arada otururlarken selamlaştığımdan siyasi
görüşlerimi bildiğini tahmin ediyorum.
Ama bilmesine rağmen, her gördüğünde selam verir, hal hatır
sorar, dükkâna gittiğimde bana da tüm müşterilerine davrandığı gibi davranır.
Eğer başkalarından MHP’li olduğunu duymuş olmasan,
davranışlarından onun siyasi eğilimin çıkaramazdım.
İşte böyle siyasi inancını, yaptığı işe karıştırmayan, müşterisi
hangi siyasetten, dilden, dinden olursa olsun herkese aynı şekilde davranan,
işini istikrarlı olarak iyi ve temiz yapan insanlara Anadolu’da, en azından
benim büyüdüğüm kasabalarda bir takdir ifadesi olarak “esnaf adam” denirdi.
İşte bugün Türkiye’de böyle bu MHP’li lokantacı gibi “Esnaf Adam” ihtiyacı var.
Ve böyle “esnaf adam”ların
kıymetini bilecek, MHP’lidir ya da ülkücüdür diye dükkânı boykot etmeyecek,
hiçbir dükkancıya siyasi, dini veya başka nedenlerle gitmezlik etmeyecek
komünistlere de.
Dükkanların, kahvelerin, bakkalların ayrıldığı bir ülke hızla
iç savaşa doğru gider.
Türkiye’de bunları özellikle taşrada devlet kışkırtmıştır ve
kışkırtmaktadır özellikle Kürtlere ve Alevilere karşı.
Ama şimdi bu resmi devlet politikası olmuş durumdadır.
Erdoğan’ın en tehlikeli yanı budur.
Bugün neredeyse bütün ülke böylesine kutuplaşmış bulunuyor.
İşte buna son verecek “esnaf adam”
bir başkan adayı gerekiyor, kimseye dilinden, dininden, soyundan, sopundan
dolayı farklı muamele etmeyecek ve etmeyi teşvik etmeyecek.
Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesi özellikle tam da bu nedenle
önemli.
Bir İmam Komünist Partisine Üye Olabilir mi?
Ancak Mansur Yavaş’ın buna uygun olup olmadığına dair
verilere geçmeden önce, konuyu bir de başlığın ikinci bölümündeki “Bir İmam komünist patisine Üye Olabilir mi?”
sorusu bağlamında ele alalım.
Aslında bu da Esnaf Adam’la aynı yaklaşımı ve sorunu ele
almaktadır ama Komünistlerin paradigmaları içinde bir soru ve cevaptır.
Tam neredeydi şimdi hatırlamıyorum ve alıntısını arayacak
durumum yok ama Lenin’in bu soruya cevap veren bir yazısı vardır.
Tabii o Rusya’da yazdığı için İmam değil, Papaz örneğiyle
konuyu ele almıştır.
Lenin’in soruya cevabı şudur:
“Elbette üye olabilir, partinin tüzüğünü ve programını kabul ediyorsa, partinin
görevlerini yapıyorsa hiçbir sorun yoktur” der.
Ayrıca gelebilecek şöyle bir itirazı da tartışır ve cevaplar:
“Adamın Papazlığı (imamlığı) ile parti üyeliği birbiriyle
çelişmez mi?”
“Elbette çelişir”, der Lenin. “Ama bu onun kendi iç
çelişkisidir”, örgütü ilgilendirmez.
Yani bırakalım bir dükkânı, bir komünist partisi bile,
insanları örgütlerken, inançları ne olursa olsun onlara karşı parti tüzüğünü ve
programını kabul edip etmediklerine ve onu uygun davranıp davranmadıklarına bakar,
gerisi böylesine bir siyasi örgütü bile ilgilendirmez.
Örgüt herkese eşit davranmak zorundadır kendi öznel inançları
ya da çelişkileri bakımından.
Yani yaklaşım “Esnaf
Adam” yaklaşımıyla aslında aynıdır.
Zaten Demokrasi ve İnsan Haklarının temeli de budur: devlet
tüm yurttaşlar karşısında onların dini, dili, soyu, sopu vs. karşısında tarafsız
olmalı ve eşit davranmalıdır.
Türkiye’de kendi ulus tanımında dinleri ve dilleri eşit kabul
etmez. Devletin dili ve dini vardır. Sorun buradan çıkar.
Bununla mücadele ediyoruz ve edeceğiz. Bu politik
mücadelemizin hedefidir demokratlar olarak.
Gerilemeden ileriye Gidilemez
Ama bugünkü sorun sadece bu değildir. Erdoğan rejimi, hayatın
her alanında, iktidara karşı olana, politikasına uymayanlara da düşman
muamelesi yapmakta, hukuken eşit davranmamaktadır.
Tam da bu nedenle Erdoğan’ın yenilmesi hayati önemdedir.
Yani daha geri bir nokta ve hedeften yola çıkmak, çok daha
geniş bir cephe kurmak gerekiyor. Bugün örneğin, Kürtlere veya Alevilere karşı
olan, ama pek ala kutuplaşmaya ve hukukun zerrece izinin kalmamasına da karşı
olanları kapsayacak bir politika, taktikler ve strateji gerekiyor.
Bu noktaya kadar gerilemeden,
ileri gidilemez.
Bugün artık Kürtçenin tanınmaması, Aleviliği baskı altına
alması vs. değildir sorun.
Bunlar siyasi sorunlardır ve siyasi mücadeleyi gerektirmektirler.
Bugün sorun, hukukun bile ortadan kalkması, herkesin siyasi
görüşüne, dinine, diline göre farklı muameleye uğramasıdır. Hukuki eşitliğin,
adaletin kendisi kaybolduğundan, hukuksuzluğun
kendisi siyasi bir sorun haline gelmiştir.
Acil sorun budur ve bu nedenle kutuplaşmanın kalkması ve az
çok hukuk ve adaletin tekrar asgari ölçüde bir işlerlik kazanması iç içe geçmiş
birbirinden ayrılmaz iki sorundur.
Sözler: Tarafsızlık Vurgusu
Peki Mansur Yavaş, bunu yapabilecek “Esnaf Adam” veya “Komünist
partisine üye olmuş İmam”, eğer somut duruma göre ifade edersek “var olan
hukuk çerçevesinde olsun herkese eşit davranacak politikalar uygulayacak,
kutuplaşmayı dindirecek” niteliklerine sahip midir?
Buna bakalım.
Önce kendisinin görüşlerine sonra da davranışlarına.
*
Youtube’da “Mansur Yavaş'ı kimler istiyor, kimler istemiyor?” diye bir video var. (https://youtu.be/v4Vgk05ThZ )
O videoda Kemal Can’ın verdiği bilgiye göre: 2014’te bir
söyleşide, “MHP’li bir adaya niye
CHP’liler oy versin?”
Sorusuna verdiği cevap şöyle:
“Ben belediye başkanı adayıyım. Bu konudaki
görüşlerim Kimseyi ilgilendirmez. İlgilendirmediğini düşünüyorum.”
Yani “ben insanlara bu
görüşlerime göre farklı muamele etmeyeceğim. Siyasi ve ideolojik görüşlerimi
yaptığım işe yansıtmayacağım, dolayısıyla bu kimseyi ilgilendirmez” demiş
oluyor. Tıpkı Komünist bir partiye üye olmuş “Ben parti görevlerimi yapıyorum, diğer kısmı kimseyi ilgilendirmez”
diyen bir İmam gibi konuşmuş oluyor. “Parti” yerine “Belediye”, “imam” yerine
“ülkücü” koyulabilir.
Yine Kemal Can’ın aynı konuşmada verdiği bilgiye göre
2018’de Muharrem Sarıkaya ile bir söyleşisinde şunları
söylüyor:
“Ben Mehmet Bekaroğlu,
Abdüllatif Şener gibi orada siyaset yapmaya gitmedim. Ben ülkücü kökenden
geliyorum. Ve işbirliği yapmak için CHP’liyim.
Neden CHP’de siyaset yapıyorsun?
Melih
Gökçek devrine son vermek için.”
Sanırız bu örnek yeterince açıklayıcıdır.
Şimdi de Erdoğan’ın devrine son vermek için aynı şekilde
davranabilir.
*
Yine EuroNews’e 2022’de mayıs alında verdiği bir söyleşide Kürtler
Mansur Yavaş'a oy verir mi? Başlığı altındaki haberde şunları söylüyor:
“Benim belediyecilik
anlayışıma göre, bir belediye başkanı seçildiği andan itibaren sadece görevini
yapmalı. Ne diğer siyasi partilere, siyasi partilerin genel başkanlarına laf
söylemeli, onların içişlerine karışmalı, işini gücünü yapmalıdır. Ben
seçilmeden önce şöyle bir söz vermiştim, 'Bize oy vermeyenleri düşman gözüyle
görmüyoruz. Seçim kazanırsak zafer kazanmış almayacağız' diye. O tavrımı aynen
devam ettiriyorum."
Bu tavrının gerekli değişiklikler yapıldığında
Cumhurbaşkanlığı için de sürdüreceği varsayılabilir.
Yavaş’ın burada kendini tanımlaması tam da “Esnaf Adam” tanımımızın bir başka
versiyonu değil mi?
Yavaş, siyasi ve ideolojik görüşlerini işine
karıştırmayacağını, herkese eşit davranacağını söylüyor. Anlayışını böyle ifade
ediyor.
Bunlar tam da aradıklarımızdır. Bugün en acil ihtiyaç
olanlardır.
Eylemler, İşler: Tarafsızlık
Gelelim işin davranış kısmına.
Ortada yönetici olarak yaptıkları var.
Bunlarda yaptığı ne?
Görüldüğü kadarıyla kimseye siyasi, dini inancından dolayı farklı muamele
etmiyor.
Yoksulları, gençleri koruyan bir politika izlemeye çalışıyor.
MHP veya Bozkurt sembollerini öne çıkaracak davranışlar
göstermiyor. Tipik TC bayrağı ve Atatürk’ten başka sembollerden uzak duruyor.
İhaleleri açık yapıyor ve herkes aynı şekilde katılıp
kazanabiliyor.
İşe alımlarda da ülkücüleri ya da CHP’lileri veya belli bir
kesimi kayırdığına münhal yerlere onları doldurduğuna dair bir şeyler duymadık.
Yardımları beli görüşten veya belli bir dilden, dinden olan
insanlara vermek veya vermemek gibi bir durumu yok.
Bunlar çok önemli bugünkü Türkiye’de.
Bunlar bile yeter.
*
Kaldı ki gençlerle yaptığı bazı konuşmaları izledim. Bütün
vurgusu, seçilmişlerin görevli olduğu, halkın esas olduğu, vergileri verdiğine
göre onların hesap sorması gerektiği gibi noktalara. Yani Türkiye’de pek
bilincinde olunmayan Demokrasinin özüne ilişkin vurgular. Devletin halktan
değil, halkın devletten üstün olduğu vurgusu.
Türkiye’de Toplumun Yapısı ve Devletin Patronajı
Bunlar bile olmasa olur ama aslında bunlar çok önemlidir.
Çünkü Türkiye’deki bugünkü Devlet’in muazzam gücü patronaj
sisteminden kaynaklanmaktadır.
Devlet elindeki Osmanlıdan kalan geniş topraklar üzerinde
örneğin gecekondular kurulmasına göz yumar, o insanların hepsini kendine gebe
bırakır. İnsanlar a bu tapusuz evlerde oturarak bir afla tapu alıp yaşlılığına
ve emekliliğini garantilemek için her şeye gözlerini kapar. Bilir ki, biraz
başını kaldırsa bu durumlar karşına dikilecektir.
Belediyeler ve Devletin münhal işyerlerini, ihalelerini
partiler aracılığıyla dağıtır böylece yine kendine gebe bırakır.
Rumların ve Ermenilerin mallarına çökülmüş yerleri de yine peşkeş
çekerek veya yine göz yumarak kendine gebe bırakır.
Bu patronaj sistemi, minibüs hatlarından, taksi izinlerine,
müzik veya alkol veya işyeri izinlerine kadar her alanda böyledir.
Haklar
yoktur, devletin kıyakları ve
bunlar aracılığıyla gebe bırakmaları, köleleştirmeleri vardır.
Bu nedenle Türkiye’de modern yurttaşlar yok hala devletin tebaaları
vardır.
Bu nedenle insanlar Türkiye’de böylesine dağınık ve örgütsüzdürler.
Kimsenin hakları olan ve görevlerini yapan bir yurttaş olması söz konusu
değildir.
Bu nedenle sırf ihalelerde, münhal işlerde, izinlerde bile
nesnel kriterlerle işlerin, ihalelerin, izinlerin verilmesi, bütün bunlarda
kesin bir tarafsızlık bile bugünkü
sistemin temellerine konmuş bir dinamit anlamı taşır.
Bunlar az çok tarafsız bir uygulamanın yan sonuçları olur.
Bu sonuçlar olmasa bile, bugün bize lazım olana yeter.
Ekstradan bir Bilgi ve Kanıt
Yazıya burada son verirken, tesadüfen az önce gördüğüm,
Yavaş’la ilgili yazılarımdan birinin altına koyulmuş, şu ilginç okuyucu
yorumunu ek bir delil olarak koyayım.
“Konu ile ilintili bugün
yazdığım bir yazı..Uzun olsa da faydalı kanaatindeyim.
“BEYPAZARI
GEZİSİ ÜZERİNE;
(Bu yazı
sadece bir coğrafi gezi aktarımı değil, aynı zamanda bir SOSYOLOJİK ve SİYASİ
bir yazıdır, OKUNMASINDA CİDDİ FAYDA İÇERİR)
Taraklı,
Göynük, Nallıhan, BEYPAZARI... İki gün gezdik, çok insanla direk iletişim
kurdum, sohbet ettik...
Anlatıma
geçmeden belirteyim, Türkiye'nin hiçbir bölgesine benzemeyen yüzyılların
töreleri BEYPAZARINDA halen geçerli.
Ülkemin
dört bir yanını dolaştım, KADINA BU KADAR ÇOK DEĞER VERİLEN başka bir yer ve
halk görmedim. Yüz yıllardır, toplumda kadın baş tacı edilmiş, halen de
öyle....
Ticari
zekaları ve becerileri çok gelişmiş bir ilçe. Geçmiş den beri, erkek
çocuklarına sünnet düğünü yapmıyorlar. KIZ ÇOCUKLARI KENARA İTİLMİŞ HİSSİNE
KAPILMASIN DİYE... İlk defa şahit oldum böyle bir töreye. Sünneti, çocuğun bir
yakınının evlenme düğününe karıştırıp, ayrıca tören asla yapmıyorlar. Masraf
olmasın diyerek düşünebilirsiniz, o zaman Kayseri ve Aksekililer de böyle
yapardı diye geçiyor içimden...
1980 den
beri, eski mahallelerde binalar yıkılarak, yerine apartman yapılması
yasaklanmış. Şehrin diğer ucu yeni yapılanmaya açılıp, mevcut eski mahalleler
olduğu gibi korunmuş. 1980 li yıllarda, çok günlerim geçmişti o bölgede,
şantiyeci olarak. Tavukçuluk yeni sanayileşiyordu, kesimhane, kuluçkahane, yem
fabrikası kuruluşlarında yer almıştım genç bir mühendis olarak. Aynı,
Safranbolu, Amasra, Midyat gibi eskiyi koruyup, şehrin modern mimari
gelişmesini diğer bakir alana almışlar... Aynı uygulama Kars'da yapılabilseydi,
şehir şimdi ki halinden bin misli güzel olabilirdi.
....
Gelelim
BEYPAZARI MUCİZESİNE;
Tarım ve
madencilik şehri olan Beypazarı nasıl turizmin en önemli ilçesi haline geldi?
Mansur
Yavaş, belediye başkanı olduğunda, bunu kadınların becerileri ile yapma kararı
alıyor. İhtiyaç sahibi ve fakir durumda olan 40/50 civarı kadını topluyor, her
birine bir ufak tezgah / dükkan kuruyor. Her birine bir çuval un, şeker, yağ ve
diğer malzemeyi bedava veriyor. Gidin evlerinizde, tarhana, erişte, baklava,
katmer, reçel vb. üretin ve tezgahınızda satın diyor. Ardından 500/600 durumu
iyi olan kişiyi tek tek arayarak, üç ay her gün gidip o tezgahlardan alışveriş
yapmalarını rica ediyor. Kadınlara da, üç ayın sonunda, durumundan memnun olmayanları
Belediyeye maaşlı eleman olarak almaya söz veriyor. O üç ayın sonunda tek bir
kadın dahi bu maaşlı işe başvuru yapmıyor. Mimari tadilat ve güzelleştirmelerin
sonucu, Tarihi Beypazarı evleri ve şehir, bir Safranbolu seviyesine yükseliyor.
....
Bizler de
68 kuşağıyız diyen, Mansur Yavaşın çocuklukdan beri arkadaşı olan bir akranım
ile konuştum.. Daha birçok şeyin yanında bana şunu söyledi: Mansur beye sorduk
dedi, ''Ankara'da B.B. olduktan sonra ülkücüler yardımınıza geldi mi'' Evet
demiş ''geldiler, ama menfaatleri karşılığı yardım etmeye, hepsi çeşitli
istekler ile geldiler. Ama Solcular hiçbir menfaat beklemeden yardımcı oldular
bana''
İşte böyle
dostlar, Beypazarını gidin görün, gidemeyenler, fotoğraflardan izlesin....
Ancak, şu
yukarıda özet olarak aktardığım Sosyolojik ve Politik meramım da dursun
kulağınız da....
Sağlıcakla
kalın...”
İlginç, bunları ben de ilk defa duyuyorum.
Dediklerimize ek bir delil sayılmaz mı?
O halde Yavaş, Muhalefetin Erdoğan’ı yenebilmesi için en
uygun kişidir.
Çoğunluğu sağlayıp sağlayamayacağı konusunu da gelecek yazıda
ele alalım.
Demir Küçükaydın
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder