Erdoğan-Ergenekon ittifakı ve diktatörlüğünün hareket alanı
iyice daralmış bulunuyor, bu nedenle artık dolandırıcılığa, hayal tacirliğine
başladılar.
Son günlerin üç konusu baştan aşağı dolandrıcılık ve hayal
tacirliğidir: Libya’draki taraflardan biriyle yapılan anlaşma, Kanal İstanbul
ve Yerli Otomobil.
Birinci ve ikincisine karşı epey yazı yayınlandı.
Aslında bu dolandırıcılığın ilk aşaması olan ve Suriye
hududunda, Rojava’yı işgal edip, 500 km boyunda, 50 km derinliğinde bir alanı
ele geçirme ve oralara Suriyeli mültecileri yerleştirip, bahçeli TOKİ evleri yapma
idi.
Rojava’ya yapılan saldırıya, dolayısıyla bu dolandırıcılığa evet
diyen muhalefet partileri bile Libya’ya tezkereye ve Kanal İstanbul’a karşı
çıktılar.
Ama “yerli Otomobil” söz konusu olunca, nedense hiç ses
çıkarmadılar. Belli ki, “sen Türkiye’nin yerli ve de milli bir otomobil
yapmasına karşı mısın” denmesinden korkuyorlar.
Ama sorun sadece bu da değil, konunun yabancısı olmakla da
ilgisi var. Türkiye’nin entelektüel hayatının geriliği de bunda bir paya sahip.
Çünkü daha solda ve daha muhalif olanlarda da pek bir ses yok veya çok yüzeysel
karşı çıkışlar var. Aslında “yerli otomobil” dolandırıcılğı ve hayal tacirliği,
hiç de “Kanal İstanbul”dan daha az akıl dışı ve zararlı değil.
(Kaldı ki, bunların akıllıca olup olmadığı açısından değil,
halkın mı devletten devletin mi halktan üstün olduğu noktasından karşı çıkmak
ve böylece kitlelerin siyasi eğitimine ve demokratlaşmasına bir olanak olarak
yaklaşmak gerekir. Çünkü Erdoğan’ın bütün argümanları ve akıl yürütmeleri ve
çıkarsamaları devletin halktan üstün olduğu, devletin ve milletin demokrasiye
önceliği olduğu varsayımlarına dayanmaktadır. Bu varsayımları hedef almadan ve
onlara savaş açmadan milim ilerlenemez.)
Hatta gerçekten gelecek vizyonu olan bir muhalefet olsa bunu
açıklamak ve Erdoğan’ın yaptığı dolandırıcılığı gözterebilmek için çok daha
geniş olanaklar sunuyor.
Biz bu konuya iki yıl önce “Bir
Devrimin Eşiğinde” genel başlığı altında yazdığımız yazılardan
ikincisinde (“Bir
Devrimin Eşiğinde (2) – “Tipping Point”e 300 Hafta Kala”) geçer ayak
değinmiş ve bugün yapılacak dolandırıcılığı ve göz bağcılığını önceden haber
vermiştik.
Şimdilik, konuya sonraki yazılarda tekrar dönüp somutlamak
üzere bir hatırlatma ve konuya yaklaşım için genel bir perspektif sunabilmek
için bu yazıyı aşağıya aktarıyoruz.
29 Aralık 2019 Pazar
*
Bir Devrimin Eşiğinde (2) – “Tipping Point”e 300 Hafta Kala
Bu yazı serisinin ilk başlığı “Bir Devrimin Arifesinde”
idi. Ama biraz düşününce “arife” (önce) sözcüğünün durumun özgüllüğünü
tam vurgulayamayacağı gördüm. Çünkü “arife” öncesi’dir.
Yakın ama hala öncesi. Halbuki bu devrimin öncesi aşıldı. Ama öte yandan tam
içinde de değiliz. Bu durumda en uygun kavram olarak “eşiği”nden başkası
aklıma gelmedi. Yani ne öncesinde ne içindeyiz, tam eşiğinde, içine
giriş veya geçiş sürecinde.
Bu nüans yaklaşan devrimi anlayabilmek açısından önemli.
Çünkü üretici güçler (teknik) düzeyindeki devrimlerin gerçekleşmesi ve günlük
hayatı, toplumsal ilişkileri değiştirmesi genellikle on yıllar alır. Toplumun
sancılı veya sancısız bir biçimde bu yeni üretici güçler düzeyine ilişkin
üstyapısının yerleşmesi ve bunun için güçlerin mücadelesi daha da uzun sürer.
Örneğin neolitik Devrim’in yayılması binlerce yıl almıştır.
Hint-Avrupa dil ailesinin Hindistan’dan Atlas Okyanusu kıyılarına ve Kuzey
Denizi kıyılarına yayılışı aslında aşağı yukarı neolitik devrimin yayılışında
başka bir şey değildir. Bu yayılış binlerce yıl sürmüştür.
Tarım devrimi de öyledir. Fırat ve Dijle’nin ve de Nil’in
nehir boylarından çıkması, İran ve Anadolu yaylalarına, Suriye ve Lübnan’a
yayılması için demirin keşfi gerekmiş bu da en azından 2000 yıl almıştır.
Sanayi devriminde ve sonrasında bu süreç büyük ölçüde
kısalsa da yine yüz yıla yakın sürelerde veya onlar hanesinde yıllarla
gerçekleşmiştir.
Bu devrim ise birler hanesindeki yıllar içinde gerçekleşecek
ve yayılacaktır.
Ama önceki devrimlerden projeksiyon yapılarak,
teknolojideki, yani üretici güçlerdeki değişikliklere dayanan devrimlerin günün
politik mücadelesinin sorunları ile doğrudan bir ilişkisi olmadığı
düşünülmekte, biraz fantezi, beyin jimnastiği, spekülasyon gibi görülmektedir,
bir devrimin eşiğinde olmaktan söz etmek.
Halbuki durum böyle değil.
*
Somut bir örnek verelim. Yerli araba diye bir şey çıktı.
Erdoğan’ın projesi imiş. Başlangıçta bu her şeyden önce kendi yerli motorunu
yapmaktı özünde. Bunu yapamayacaklarını gördüler. Bunun nasıl bir uzun
araştırma ve masraf kapısı olduğunu, nasıl bir birikim gerektirdiğini gördüler
ve yapamayacaklarını anladılar.
Açıkça aptalca bir işe giriştiklerini bir sürü parayı boşa
harcadıklarını söyleyecek yerde, önce bir İsveç otomobil firmasının artık
üretiminden vazgeçilmiş arabasını, Kayserilinin anasını boyayıp babasına yeni
gelin diye satmaya kalkması gibi, yerli araba diye kakalamaya çalıştılar.
İşin foyası meydana çıkınca da her halde birileri, ya artık
patlarlı motorlu arabalar tarihe karışıyor, bu skandaldan façayı bozdurmadan
kurtulmamızın yolu elektrikli araba onu da Elon Musk yapıyor diye sufle verdi
ki, onu çağırdılar.
Halbuki herkes biliyor ki, artık elektrikli araba yapmak
aslında araba yapmak değil, pil yapmaktır. Hareket mekanizması eni sonu bir
elektrik enerjisini mekanik enerjye çeviren bir motordur. Son derece basittir.
Patlarlı motorun karmaşıklığının yeri yoktur.
Böylece Musk’un Tesla’sını, muhtemelen Çin’den ithal
edecekleri pili altına takarak, en modern teknikli yüzde yüz yerli araba
ürettik diye millete kakalamaya çalışacaklardır.
Aslında Musk’un gelişi yerli araba yapma işinde havlu
atmanın ilanıdır. Zaten yapamazlardı ama yapsalardı da tam saçmalık olurdu.
Traktörlerin ortalığı kapladığı bir zamanda nalbantlığı öğrenmek ve nal yapmak
gibi bir şey olurdu.
Çünkü “ilk Türk arabası” çıktığında Mercedes, Audi, Fiat,
Renault, VolksWagen, Toyota falan artık bir şey ifade etmeyeceklerdir.
Çünkü arabalar değil, o arabaları yöneten yapay zekalar
satılacak veya kiralanacaktır. Arabalar da bu bildiğimiz arabalar gibi
olmayacaktır. Muhtemelen karton veya fiberglas gibi hafif bir malzemeden dikdörtgen
bir oda gibi bir şey olacaklardır. Çünkü çarpışmayacaklardır. Google’un
mu Amazon’un mu, Facebook’un mu yapay zekası sürüyor bu arabayı diye
sorulacaktır.
Ve büyük bir olasılıkla kimse özel araba da almayacaktır.
Çünkü özel araba sahibi olmak da saçmalık olacaktır. İstediğin yere her zaman
seni götürecek, akıllı telefonunda bir “app” aracılığıyla hemen çağıracağın ve
kapının önüne kendisi gelecek, seni küçük bir ücretle hiç tehlikesizce
istediğin yere götürecek akıllı ve direksiyonsuz arabaların olduğu bir şehirde
araba sahibi olmak, kendine işkence etmek gibi, mazoşistlik gibi bir şey
olacaktır.
İşte Sol örgütlerin ve siyasetin durumu da bu Erdoğan
“procesi” gibi.
Örneğin bugün var olan bütün örgütler, bütün örgütsel
ilişkiler, beş yıl sonra anlamsız hale geleceklerdir. Evet bugün zaten
anlamsızlardır ve en devrimci ve demokrat olanları bile gerçekten demokratik
bir hareketin oluşmasını bile engelleyen gerici bir işlev görmektedirler ama
beş yıl sonra tamamen anlamsızlaşacaklardır. Tıpkı Erdoğan’ın arabası gibi,
saçmalığın şahikası olarak var olabileceklerdir.
*
Eşiğinde bulunduğumuz devrimin ne kadar hızlı olarak tüm
hayatımızı ve toplumsal ilişkileri değiştireceğini gösterebilmek için, Öcalan
gibi neolitik devrime 😊falan gitmeyelim. Daha
yakın tarihte kalalım ve işçi hareketi tarihinden örnek verelim.
Buharlı makineler öncesi, Manifaktür dönemi kapitalizminde
(Yuvarlak hesap 1700’ler diyelim), işçiler büyük ölçüde zanaatkardı ve lonca
kalıntısı bir anlayışla, mesleklerine göre sendikalaşıyorlardı. Örneğin
debbağlar sendikası, boyacılar sendikası gibi. Yani aynı işyerinde çalışan
işçiler farklı mesleklere göre bölünmüş sendikalarda örgütleniyorlardı. Buhar
gücü ve büyük fabrikaların ortaya çıkmasından epey sonra işyeri ya da işkolu
düzeyinde tüm işçileri birleştiren, bu sanayi tipine uygun sendikalar ortaya
çıkmıştır.
Ne var ki işçi hareketinin böyle örgütlenmesi epey bir
geriden gelmiştir.
Bugün 1 Mayıs kutlamalarının kaynağında bulunan Amerika’daki
Saman Pazarı olayları, aynı zamanda, bir tür lonca ve zanaatkar tipi
sendikalaşma olan “Emek Şövalyeleri” hareketinden Modern sanayi tipi
sendikalara geçiş anlamına da gelmiştir.
Buharlı makineler 1700’lerin başında yayılmaya başlar,
Sanayi tipi sendikalar 1800’lerin sonunda üstün gelir, neredeyse yüz yıl
geriden gelen bir dönüşüm. Hatta 1800’lerin ortası ve ikinci yarısının ürünü
olan Marksizm bile bu dönüşümün ilk metodolojik ve programatik sonucu olarak
görülebilir ve ortaya çıkışı elli yıl geriden gelir.
İlk buhar makinesi, ocaklardaki suyu pompalamak için
uygulanmıştı 1698 yılında.
James Watt’ın makinesi 1780’lerde (neredeyse yüz yıl sonra)
iyice rantabl olur ve kullanılmaya başlar. Bunun sanayide yayılması ve
demiryollarının yayılması bütün bir 19. Yüzyılı kapsayacaktır yuvarlak hesapla.
Yani sadece Avrupa ve sömürgelere yayılması neredeyse 100 yıl süren bir devrim
bu Birinci Sanayi Devrimi.
Modern işçi hareketinin ortaya çıkışı, Marksizmin bu
harekete giderek egemen olması, modern işçi partilerinin ortaya çıkışı da hep kapitalizmin
tarihinde buhar gücüne dayanan üretici güçlerdeki bu devrimin ürünü olarak da
görülebilir.
Benzeri gecikmeler patlarlı motorlarda ve elektrifikasyonda
da görülür. Bunlar da 19. Yüzyılın sonlarında, yasaları esas olarak Faraday ve
Maxwell tarafından formüle edilmiş fiziksel süreçlere dayansalar da esas olarak
yayılmaları yirminci yüzyılda gerçekleşmiştir.
Ford fabrikalarında seri üretim, fabrikalarda çalışan
işçilere bir araba alma olanağı sağlayan Keynezyan ekonomi, Otobanlar,
şehirlerin ışıklandırılması vs. teknik olarak yapılabilirlik ile yayılma
arasında, en ileri Avrupa ülkeleri bile göz önüne alındığında, 50 yıl vardır.
Ford’un T modeli 1910’larda çıkar, Kitlesel araba kullanımı,
Avrupa’ya 1930’larda Hitler’in Volkswagen (Halk Arabası) ile gelir gibi olur,
ama esas yaygınlaşmasını ancak ikinci dünya savaşı sonrasında bulur: Fransa’da
Citroen, Renault; İtalya’da Fiat gibi arabalarla.
Elektrik ve patlarlı motora uygun siyasi ve sosyal sistem Amerika’da
Rooswelt ile iki savaş arasında yerleşir; Avrupa’da ise ancak savaş sonrasında
Komünist ve Sosyal Demokrat partiler aracılığıyla ve aslında 1968
ayaklanmaları, (kendisi kendini böyle nitelemese de nesnel olarak) bu fordist
topluma uygun bir kültürel ve siyasi üstyapının yerleşmesi için mücadele olarak
da görülebilir.
Bugün hala esas olarak böyle (Fordist) bir dünyada
yaşıyoruz. Ve eşiğinde bulunduğumuz bu devrim bu Fordist döneme de son verecek.
Türkiye esas olarak, bu aşamaya AKP iktidarı döneminde
otoban yerine duble yollarla, Japon, Alman, Fransız araba markalarının açtığı
fabrikalarla, haklar anlamında “Sosyal Devlet”le değil paternalist “Sosyal
yardım”larla, ianelerle; Sosyal Evlerle değil ama getto gibi yapılmış TOKİ
evleriyle neredeyse yüz yıl sonra geçti. Erdoğan’ın alt sınıflar arasındaki
desteğinin temeli onun iktidarının ilk on yılının, tam Şark usulü “altı kavaf
üstü şişhane” de olsa, bu dönüşüme denk gelmiş olmasıyla da bağlantılıdır.
Sovyetler’in çöküşü bile bu değişime ayak uyduramamakla
açıklanabilir. Lenin 1920’lerde Amerikan örneğine bakarak “Elektrifikasyon+
Sovyetler (yani Paris Komünü tipi devlet, devlet olmayan devlet) =
Komünizm” diye formülasyon yapıyordu.
Elektrifikasyon iyi kötü belki başarıldı ama ne Sovyetler
varlığını sürdürebildi, (çünkü bir karşı devrimle bürokrasinin egemenliğinin
basit araçlarına dönüştüler) ne de ABD’nin Ford ve Rooswelt ile, Avrupa’nın
ikinci Dünya Savaşı sonrasında VolksWagen, Renault, Citroen, Fiat gibi markalar
ve Sosyal Demokrat ve Komünist partilerle yaptığı gibi “Fordist” bir topluma
dönüşemedi.
Sovyetler, ancak çöküşünün arifesinde İtalya’dan aldığı
Fiat’ı Rusya şartlarına uygun hale getirerek Lada ile kitle mobilizasyonuna
geçmeye çalışıyordu ve araba alabilmek için yıllarca süren kuyruklar bulunuyordu.
Doğu Almanya’nın “Trabi”si ilkel tekniği ile, Duvar yıkıldığında
adeta Doğu Avrupa ekonomisinin bir sembolü durumundaydı.
Neredeyse elli ve yüz yıla gelen gecikmeleri Kuantum fiziği
alanında da görebiliriz.
Kuantum fiziğinin teorik temelleri 20. Yüzyılın başında, Max
Planck ve Einstein ile atıldı (örneğin Einstein kuantum fiziğinin temellerinden
olan fotoelektirik etkiye ilişkin çalışmasını, yani enerjinin quantlar
(paketçikler) halinde yayıldığı (Planck) gibi Quantlar halinde alındığını kanıtlayan
çalışmasını “Mucize Yıl” denilen 1905’te yayınlamıştı. Kendisine Nobel
de Görecelik Teorileri nedeniyle değil, bu çalışması nedeniyle verilmişti.)
(Aynı yıl Rusya’da 1905 devrimi oluyor ve Troçki de “Sürekli
Devrim”i formüle ediyordu, Lenin’in dediği gibi Rus düşüncesi ve tabii devrimci
hareketi Rusya’nın geriliği ile zıtlık içinde çağın en ileri fikir akımları ve
metodolojileriyle at başı gidebiliyordu.)
Ama kuantum fiziğinin sonuçlarına dayanan ürünlerin sanayie
ve günlük hayata girmesi (Lazer, CD’ler, bilgisayarlar, internet, tomografi
cihazları, Akıllı telefonlar vs.) son 30-40 yılın işidir. (Doğu Avrupa bu
geçişi de yapamadığı için çöktü de denebilir. Siyasi sistemi bu geçişi yapacak
esneklikten yoksundu.)
Toparlarsak, şimdiye kadar bir teknik devrimin teoride ve
araştırma laboratuvarlarında hazırlanması piyasaya çıkışa uygun hale gelmesi
ile bunun yayılması arasında on yılları kapsayan bir zaman dilimi
bulunmaktadır. Hele bunun yaşama, kültüre ve siyasi sisteme yansıması ise daha
da uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır.
(Türkiye gibi Avrupa’nın dibinde ama Şarklı ülkelere
yayılması ise neredeyse yüzyılı bulmaktadır. Yaşam, kültür ve siyasi sistem
olarak geçiş ise muhtemelen olmayabilir de. Şu an böyle bir değişimi
gerçekleştirebilecek ne bir entelektüel veya kültürel akım, ne bir siyasi ve
sosyal hareket görülmüyor.)
*
Ama eşiğinde bulunduğumuz devrimde durum böyle değil.
Birincisi bu devrime yol açacak teknik değişiklikler zaten
laboratuvarlarda olgunlaşmış, deneme aşamasını geçmiş ve fiilen uygulamaya
geçip ilk ürünleri piyasaya çıkmaya başlamış bulunuyor.
(İnternete girip, Youtube’ta Robotik, Artificial
Intelligence (yapay zeka), Deep Learning (Derin Öğrenme), Neronal Networks
(Nöronal Ağlar), Elektro Otomobil, Akıllı Otomobil, Blockchain (Blok Zinciri) ,
Bitcoin (Dijital para), 3D Print (Üç boyutlu yazıcı), Şeylerin İnterneti,
Bulut, Paylaşım Ekonomisi, Smart Contract (Akıllı Sözleşme), DAO –
Decentralized Autonomous Organisation (Merkezsiz Otonom Organizasyon),
Algoritma, Moore yasası, Exponansiyel büyüme (Geometrik diziyle artış) vs. gibi
çoğu çok yeni kavramlarla araştırma yapılıp sadece videolar izlenerek bile
laboratuvar ya da ilk piyasa uygulamalarındaki ilerlemenin nerelere vardığı
daha iyi göz önüne getirilebilir.)
Öte yandan her biri ayrı bir alanda olan bu araştırma ve
ürünler birbirinin gelişimi ve yayılışını da hızlandırıcı bir etki içinde
bulunuyor.
Bir örnek verelim. Blockchain teknolojisi aslında Bitcoin’in
keşfinin bir yan ürünü ya da dayanmak zorunda olduğu temeldi. Ama bu aynı
zamanda, “şeylerin İnterneti”ni mümkün kılmaktadır ve yayılışını hızlandırıcı
bir etki yapacaktır. Ama şeylerin interneti de blockchain teknolojisine dayanan
dijital paraların yayılmasını. Dijital paraların yayılması, devletin kontrolü
dışında bir değişim ekonomisinin yayılmasını. Keza bunlar aynı zamanda
elektrikli ve akıllı, şoförsüz otomobilin hızla günlük hayata girişini hızlandıracaktır.
Ama bu da yine Blockchain teknolojisinin, dijital paraların, şeylerin
internetinin yayılmasını ve gelişimini hızlandıracaktır. Ama bütün bu her biri
bir küçük devrim anlamına gelecek değişiklikler, neredeyse senkronize olarak
bir arada ortaya çıkmaktadır. Ve toplu olarak bunların etkisi her birinin
etkilerinin toplamını çok daha aşacak, yaşamı çok kısa zamanda tümüyle
değiştirecektir.
*
Bu durumu anlayabilmek için belki Biyoloji ve Paleontoloji
bizlere ilginç bir örnek sunabilir.
Yeryüzünde hayat, dünyanın oluşumundan 500 milyon yıl kadar
sonra yani tam 4 milyar yıl kadar önce başladı son araştırmaların gösterdiği
gibi. Ancak 500 milyon yıl önce Kambriyen Patlama denen bir sürü bugünkünden
tamamen farklı yapılara dayanan canlı türleri ortaya çıktı. Bugünkün bütün
omurgalılar bunların sadece birisinin ahfadı. Diğerleri ve çoğu yok oldu.
Bu “patlama”nın nedeni, arada geçen milyarlarca yılda, o tek
hücrelilerin veya alglerin falan, dünyanın atmosferini değiştirmesi, bunun
sonucu oksijenin atmosferde artışı ve güneş ışığının girişi ve oksijene dayalı
canlıların mümkün hale gelmesidir. Bu “altyapı” böyle bir “patlama”yı mümkün
kılmıştır.
İlk bilgisayarın ortaya çıkışını, transistörleri ilk
canlıların ortaya çıkışına benzetebiliriz. İnternetin ortaya çıkışını, ilk
fotosentez yapan bakteri ve alglerin ortaya çıkışına benzetebiliriz. İnternetin
dayandığı prensipler 1960’larda bir dünya savaşında haberleşmeyi sürdürebilmek
için keşfedildi. 1990’ların sonuna kadar, neredeyse sadece ordu, üniversiteler
ve bazı büyük şirketler falan kullanıyordu. (Arada 30 yıl var ilk pratik
kullanımla sivilleşme arasında)
1990’ların başından itibaren PC’lerin yayılması, CERN’de Tim
Berners Lee’nin World Wide Web’in temellerini atması ve bunun 1993’de Mosaic
ile ilk pratik kullanımının bulunması. 2003’te WEB 2.0 ın ortaya çıkışı ve
sosyal Medya’nın mümkün oluşu. (Yani İnternetin yaygınlaşması ile Akıllı
Telefonun ortaya çıkışı arasında 15 yıl var.)
Akıllı telefonların on yıl önce (2007) ortaya çıkması ve
herkesin bir bilgisayarı cebinde taşıması sosyal medyanın, dijital verilerin
patlarca büyümesine yol açtı.
İşte bütün bunlar aslında eşiğinde bulunduğumuz devrimi ve
patlamayı mümkün kılmaktadır. En temelde, Moore yasasına uygun olarak,
bilgisayarların gücünün yuvarlak hesap iki yılda bir ikiye katlanması ve
geometrik diziyle artışı bulunmaktadır. Bu onun küçülmesini, kapasitesinin
artmasını ve hızlanmasını mümkün kılmıştır. Bunun üzerinde cep telefonları
ortaya çıkmış. Bu sayede de onların ürünü olan muazzam bir veri yığını ve her bireyin
internete sürekli erişimi olanağı.
Bu arada tabii sensörlerde, pillerdeki gelişmeler de bunlara
eklenebilir.
Bütün bu “flora ve fauna” şimdi eşiğinde bulunduğumuz
devrimi olanaklı hale getirmiştir. Şimdi eşiğinde bulunduğumuz “Kambriyum
patlama” gibi bir büyük değişim.
Yenilik ve tipping poin’e geliş arasındaki zamanın
kısalmasını, hızlanmayı şu örnek daha iyi gösterir.
15 yıl önce, 2003’te WEB 2.0 çıkmıştı sosyal medyayı mümkün
kılan. Sonra 4 yıl sonra, Steve Jobs, 2007’de yani tam on yıl önce ilk akıllı
telefonu tanıttı.
Ve bugün yeryüzünde insan sayısından daha fazla üretilmiş
akıllı telefon var.
2007’de Steve Jobs’un tanıtımından üç dört yıl sonra akıllı
telefon aracılığıyla örgütlenen ilk devrimci kalkışmalar, yani Arap Baharı,
Tahrir Meydanı oldu.
Altı yıl sonra 2013’te Gezi akıllı telefon, Twitter,
Facebook aracılığıyla örgütlenebiliyordu.
Yani bir yeniliğin ortaya çıkışı ile eski bildiğimiz
ilişkileri, örgütleri, mücadele biçimlerini ve dünyayı toptan değiştirmesi
arasındaki süre 5-6 yıla inmiş bulunuyor.
*
Gerçekten de son incelemeler, 200 ile 300 hafta arasındaki
bir aralıkta “tipping point”e (“Devrilme noktası” veya “kırılma noktası”
denebilir her halde) varıldığını gösteriyor.
“Tipping point”e yeni ürünün eskisinden daha
iyi bir kullanım değeri olması ve aynı zamanda değişim
değerinin yani fiyatının daha ucuz olduğu anda ulaşılıyor
Analog Fotoğraf makinelerinin yerini Dijital makinelerin
alması için 200 hafta (dört yıl) yetti.
LED televizyonların tüp televizyonların yerini
alması için 150 hafta (üç yıl) yetti.
Evet, toplumsal hayatta bir öngörüde bulunmak her zaman
tehlikelidir. Çünkü toplum çok karmaşık bir organizmadır, değişkenler çoktur.
Ama normal koşullarda var olan eğilimler bize şöyle bir
tahminde bulunmayı olanaklı kılıyor:
250 hafta sonra, (yani beş yıl sonra) bizlerin yaptığı
neredeyse her türlü işi yapabilen (bir otelde temizlikçilikten aşçılığa, hasta
bakıcılığa, yaşlılar yurdu bakıcılığı, tezgahtarlık, evlerde hizmetçilik,
çöpçülük, bahçecilik, birçok memurluk gibi bütün işleri yapabilen, aynı zamanda
dayandıkları algoritmalar, zekalar, sürekli öğrenip gelişebilen, bütün dünya
dillerini konuşabilen robotlar “tipping point”e ulaşacaktır.
Bu ne demektir. Daha iyi canlandırılabilmesi için bir örnek
verelim.
Evinizde yaşlı annenize veya babanıza Türkistan, Moldavya
veya Gürcistan’dan gelen kaçak ve köle emeğine çalıştırdığınız işçiden
(bakıcıdan) daha ucuza ve daha iyi iş yapacak olan Sony’nin veya Honda’nın,
veya Çin’de adını bilmediğimiz bir firmanın çıkardığı bir robot daha iyi
bakacak ve bu aynı zamanda diyelim ki, Gürcistanlı bir bakıcının bir yıllık
ücretinden daha ucuza mal olacak.
Lokanta veya kahvenizde biri aşçı, ikisi garsın iki robot
alıp çalıştıracaksınız. Onlar grev de yapmayacaklar ve 24 saat çalışabilirler.
Sadece bunun bile nasıl bir alt üstlük olacağını kafanızda
canlandırmaya çalışın.
Bunun gibi bir çığ geliyor.
Bir başka örnek.
İnsansız ve elektrikli arabalar da 250 veya 300 hafta sonra
“tipping point”e ulaşacaktır.
Yani yüzde doksanı, günün yüzde doksanında yol kenarında
park etmiş bekleyen bir çelik yığınından başka bir şey olmayan, çevreyi
kirleten, 70 kiloluk bir protein yığınını taşımak için, birkaç ton çelik, bakır
vs’yi taşıyan, sigortası, tamiri, bakımı, park yeri bulma derdi ile bir
arabaya her yıl binlerce lire harcamaktansa, her an çağırıp beni şuraya götür
diyeceğiniz, sadece bugünkü arabanızın vergi ve taksiti ile bütün bir yıl bir
yerden bir yere gitme ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz, park, bakım vs. derdi
olmadan akıllı telefonunuzdaki bir app ile çağıracağınız hemen kapınızın önüne
gelen, kaza yapma olasılığı sıfıra yakın olan bir akıllı arabayı kiralamak her
bakımdan size daha konforlu ve ucuz gelecektir. Özel araba ve taksi şoförlüğü
yok olacak. Muhtemelen şehirlerde yasaklanacak.
Daha ucuza ve kullanım değeri daha büyük. Yol boyunca
trafikle uğraşmayacaksınız, (zaten trafik problemi olmayacaktır arabaların
yüzde doksanı olmayınca) kitabınızı okuyabilir, televizyon bakabilir,
maillerinize cevap verebilir veya uyuyabilirsiniz. Ehliyet anlamsız olacak.
Çocuklar da arabaya binip bir yere gidebilecek. Kadınlar akşamları eve
hapsolmaktan kurtulacak, taksi şoförünün sarkıntılık yapma korkusu olmadan
istediği yere istediği zaman gidebilecek. Bunların toplumsal ilişkileri nasıl
alt üst edeceğini tahmin etmeye çalışın.
Bunlar tabii önce Avrupa’da olacak, ABD, Japonya’da olacak.
Türkiye’de belki evlerde yaşlılara bakım işi daha önce bu noktaya ulaşabilir.
250 veya 300 hafta sonra sadece bu iki değişikliğin bir
arada olmasının bile hayatınızı ve toplumu nasıl değiştireceğini hayal etmeyi
deneyin.
Ev işi ve kadınlığı otomatikman bitecek örneğin. Sadece bu
bile ne demek?
Bir tasavvur etmeye çalışın.
Bildiğimiz dünyanın sonudur bu.
Şehirlerde bugünkü arabaların onda biri sayısındaki,
muhtemelen çok hafif akıllı araba, tüm hareket ihtiyacını karşılayacak. Trafik
kazaları neredeyse sıfıra inecek. Örneğin sokaklarda çocuklar tekrar top
oynayabilecek. Minibüs ve taksi şoförlüğü diye bir şey kalmayacak.
Sadece bu bile bu devletin nasıl ayaklarının altındaki toprağın kayacağını gösterir.
Sadece bu bile bu devletin nasıl ayaklarının altındaki toprağın kayacağını gösterir.
*
Bütün sanayi ve hizmet sektörlerinde her işi robotlar
yapınca insanlar ne yapacak, nerede çalışacak, gelirini nereden ede edecek?
Artık sorun buur.
Avrupa bu soruna, padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten
ötesini hayal edemeyen çoban gibi, herkese koşulsuz temel gelir ile
cevap vermeye çalışıyor.
Hayır, bu Komünist toplumun üst aşamasının maddi temeli
demektir.
Hayır, bu emeğin yok olması, gerçek zenginliğin “boş
zamanlarda” üretilmesi demektir.
Hayır, bu değişim değerleri ekonomisinin fiilen olanaksız
hale gelmesi demektir.
Robotlar artı değer üretmez çünkü.
Robotlar artı değer üretmez çünkü.
Basit bir örnekle somutlayalım.
Diyelim ki otel veya lokantanız var. Ve ilk kez işçileri
çıkarıp robotu aldığınızda belki diğer işletmeler karşısındaki üretkenlik
üstünlüğünüz nedeniyle bir süre ekstra bir kar elde edebilirsiniz.
Ama herkes aynısını alınca kar oranı sıfıra iner.
Ya da siz aslında, ekonomi politik bakımından, onlarca işçi
çalıştırmaktan çıkar, her şeyi kendileri yapan robotların sahibi olarak,
robotlarınızı çalıştıran bir emekçiye dönüşmüş olursunuz. Onların
sahibisinizdir ama onlar sizin üretim araçlarınızdır, artı değer üreten
işçileriniz değildir. Ortadaki tek emek sizin emeğinizdir.
Robotlara sahiplik sizin, kar etmeniz, artı değer
ürettirmeniz değil, sizin emek üretkenliğiniz anlamına gelecektir ve siz
ekonomi politik olarak artık on işçi çalıştıran bir kapitalist değil, on robotu
olan bir emekçi olursunuz.
*
Tamam da bu robotların ürettiği yemeği ve hizmeti kim
alacak?
Herkes işsiz ve gelirsiz olunca.
Dolayısıyla herkese hiç koşulsuz temel ihtiyaçlarını
karşılayacağı temel bir gelirin toplumsal hasıladan sağlanmasını savunmak
zorunda kalacaksınız.
Ama bu sağlanınca hiç kimse çalışmaz.
Gerçek zenginliklerin ücretli saatlerde değil, “boş
zaman”larda yaratıldığı bir toplumun koşulları oluşur.
Buna geçiş ister istemez var olan devletlerin, ulusların ve
ulusal sınırların, eski mülkiyet ilişkilerinin tamamen tasfiyesini gerektirir.
Tabii bir süre sonra işçiler çalıştıran bir kapitalistten
robotların sahibi bir emekçiye döndüğünüzde, bu dünyanın enayisi ben miyim?
Benim işimi de zaten bu robotlar yapar ve toplumsal olarak
bu iş örgütlenebilir diyerekten, örneğin Otelinizi kamuya devredip hep öğrenme
hayalini kurduğunuz saz veya gitar çalmayı öğrenmeye başlayabilir. Köyünüze
yerleşebilir veya dünyayı gezmeye çıkabilirsiniz.
Evet “tipping point’e 300 hafta var.
Bu bonkörce verilmiş bir süredir.
13 Kasım 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
2 yorum:
Bu yazıda katılmadığım yerler var. Dünyanın ilk ve tek uzay üssü yapanların araba üretmeleri düşünülebilir mi? Bu bir tercih meselesidir. Koçetov'un Yerşov Kardeşler romanı buna değinir. Parti, tüketim maddeleri mi yoksa büyük üretim için mi yatırım yapalımı tartışmış ve tercihini 2.ciden yana kullanıyor. Sonuç bir dönem dünyanın en büyük ve kaliteli demir çelik fabrikaları Sovyetler'de...
Bu yazının ana fikri doğrudur, komünizme teknolojiyle ulaşılacaktır ana Sovyetler de zaten bu fikirdeydi. 1952 yılında yazılan Jurbinler romanını okuyun...
Hani ne oldu daha fabrikası bile yok. Bu da yalan oldu.
Yorum Gönder