“Seçim” denilen “Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü mü bu diktatörlüğü
engellemek mi?”; “savaş kaybetmek mi, savaşı kaybetmeyi engelleyecek bir
muharebeyi kazanmak mı?” plebisiti diyebileceğimiz sürece girildiğinden
beri ilk turda hedefin yüksek katılım, bunun için de muhalefetin içindeki
birbiriyle uzlaşmaz, birini kazandığında diğerini kaybettirecek çelişkilerden dolayı
bir paradigma değişimi de sağlayabilecek; olabildiğince çok ve çeşitli aday
göstererek her eğilimin olabildiğince yüksek oranda oy vermesinin sağlanmasına
yönelik bir strateji öneriyordum.
Buna karşılık partiler, yazarlar ve ortalama seçmenler
birinci turun bu özgül niteliğini göz ardı ederek ortak bir aday üzerinde
yoğunlaşmayı esas aldılar.
Şu an itibariyle bir ortak adayda anlaşılamayacağı
anlaşılmış ve neredeyse kesinleşmiş durumda görünüyor.
Tabii bu pozisyonlar aynı zamanda son ana kadar pazarlık
gücünü yükseltmekle ilgili de olabilir ama Akşener’in kendi adaylığında ısrarı,
Gül’ü Genelkurmay başkanının sivil elbiselerle gizli ziyareti ve Bahçeli’nin
tehdidi, bu olasılığın iyice azaldığını gösteriyor.
Aslında iyi düşünülürse bunlar Erdoğan’ın kendi ayağına
kurşun sıkması, muhalefeti bizim önerdiğimiz stratejiye istemeden zorlaması, dolayısıyla
hayırlı bir gelişme olarak da okunabilir ve değerlendirilebilir. Ortak aday çıkmaması aslında hayırlı
olmuştur.
Çünkü Gül ortak aday olsaydı bile ilk turda kazanamazdı.
Çünkü Selahattin Demirtaş da aday olduğunda Demirtaş hem Kürtlerin hem de Gül’ü
protesto eden Alevi ve laiklerin de oyunu alacağından Gül ilk turda
seçilemezdi.
Ama bunun bir yan ürünü daha olurdu Kırgınların büyük bölümü
oy vermeye de gitmezdi. Bu da Erdoğan’ın birinci turda kazanma olasılığını
arttırırdı.
Şimdiki durumda muhalefet ortak aday olmamasına rağmen yine
de yüksek bir katılım ve ikinci turda Erdoğan karşısında kazanacak bir aday
çıkarabilir. Hatta bu olasılık artmıştır.
Bunun için, partilerin, adaylarını belirlerken geniş kesimlerin oylarına alabilecek adaylar
belirlemesi, hem birinci turun atmosferini değiştirebilir.
Erdoğan’ın kutuplaştırıcılığı karşısında kutuplaştırmaya karşı bir söylemi ifade
eden birçok aday ve bu adayların farklı başat eğilimlerden de olması Erdoğan’ın
kutuplaştırıcılığına karşı olanlardan bir cephe oluşmasına ve bunlardan birinin
ikinci tura kalanın seçilme şansını arttırır.
Bu nedenle muhalefet Partilerinin, bu sefer ortak adayın kim
olacağını seçmenlere soran ve onların seçimine bırakan bir mantıkla adaylar
göstermeleri akıllıca ve Erdoğan’ın oyununu bozan bir hamle olur.
Örneğin CHP’nin Bekaroğlu gibi hem kendi partisinden olduğu
için hem ilk turda tüm rezervlerini harekete geçirebileceği hem de ikinci tura
kaldığı takdirde tüm kesimlerden aday olabilecek bir ismi önermesi hem kendisi
hem de Erdoğan’a karşı cephe açısından akıllıca bir hamle olabilir. Dileriz CHP
böyle akıllıca bir hamle yapabilir.
Ancak biz CHP’nin böyle bir hamle yapacak esnekliği
göstermeyebileceği varsayımından hareket ederek HDP’nin ne yapabileceğine
değinelim.
HDP öncelikle Selahattin Demirtaş’ı parti olarak aday
göstermelidir. Bu onun kendi seçmenini ilk turda harekete geçirecek azami
mobilizasyon ve motivasyonu sağlar. Bu işin başı. Ama iş burada bitmiyor.
Her parti kendi adayını gösteriyor ama bir de mecliste grubu
olan partilerden yirmi milletvekilinin imzalarıyla aday gösterme hakkı da var.
Buna göre tüm muhalefetin en azından toplamda dokuz kadar
bağımsız aday gösterme hakkı var. Bu bağlamda HDP de daha iki kişiyi bağımsız aday
gösterebilir.
Levent Gültekin’in bağımsız adaylığının gösterdiği gibi, ve
kendisinin de Madyascopa TV’de ayrıntılı bir şekilde de açıkladığı gibi, bağımsız
aday olmak fizik olarak olanaksız
kılınmış bulunuyor. Yani bağımsız adaylar için fiili ve fiziki bir
baraj koyulmuş bulunuyor.
Muhalefetin tıpkı sıfır baraj gibi bağımsız adayları
engellemeye yönelik bu barajı sıfıra yakın bir duruma indirebilecek bir silahı
var.
Muhalefet toplamda dokuz bağımsızın bu zorluğu aşmasına
yardımcı olabilir. Dokuz tana bağımsız aday daha çıkabilmesi için aktif bir çabaya
girebilir.
Ama biz muhalefetin böyle davranmayacağını var sayalım.
Bu durumda HDP en azından bu yönde bir adım atabilir.
Demirtaş’ın Parti olarak adaylığına ek olarak, adaylığını
ilan etmiş ama fiilen olanaksız olduğundan aday olamayan Levent Gültekin’in ve
başka birinin aday olmasını yirmişer milletvekilinin imzalarıyla sağlayabilir.
HDP’nin böyle bir hamle yapması ve olaya böyle yaklaşması tıpkı CHP’nin iyi partiye 15 vekil vermesi gibi çok olumlu bir etki yapar ve hem HDP’nin tecridi oyununu bozar hem de diğer partilerin de böyle hareket etmesinin yolunu açabilir.
HDP’nin böyle bir hamle yapması ve olaya böyle yaklaşması tıpkı CHP’nin iyi partiye 15 vekil vermesi gibi çok olumlu bir etki yapar ve hem HDP’nin tecridi oyununu bozar hem de diğer partilerin de böyle hareket etmesinin yolunu açabilir.
Bu durumda HDP 1) Demirtaş’ı kendi adayı olarak, 2) Levent
Gültekin’i bağımsız adayların engellenmesini engellemek için yirmi milletvekilinin
imzasıyla aday yaptığını varsayalım. Yine de bir kişiyi daha aday gösterme
hakkı kalıyor geriye kalan 20’den fazla vekilin.
“Bu nasıl bir aday olursa en iyisi ve birinci tur
stratejisine en uygun olabilir?” sorusu ortaya çıkıyor.
HDP, eğer CHP tüm kesimlerin ikinci turda oyunu alabilecek
bir aday göstermezse, CHP’li olup İslamcı kökenden gelen ve aynı zamanda insan
hakları alanındaki çabalarıyla Kürtlerden de oy alabilecek olan Mehmet
Bekaroğlu’nu bağımsız aday olarak göstermenin yollarını aramalıdır. Yani bir
anlamda CHP’nin yanlışını düzeltebilir.
Yok eğer CHP bağımsız aday olarak Bekaroğlu’nu göstermiş ise,
Hüda Par’a gidip isterlerse gösterebilecekleri birinin aday olmasını
sağlayabileceklerini söylemelidir.
Böylece hem Erdoğan’a Kürt muhafazakarlardan oy gitmesi
engellenebilir, hem de Kürtler arasında bir yakınlaşma sağlanmış, ön yargı ve
buzların eritilmesi için bir inisiyatif gösterilmiş o çok sözü edilen “Kürtlerin
Birliği” yolunda somut bir iş yapılmış olur.
Ama bunlar da olmazsa, yine de teslim olunmamalı örneğin AKP
kurucularından Abdüllatif Şener gibilere bu imkanı sağlamak da düşünülebilir.
Burada önemli olan savunduğumuz anlayışın hazmedilmiş olmasıdır.
Böyle bir davranışı HDP açık açık yaptığı ve savunduğu takdirde
soruna bir seçim değil, tek adam diktatörlüğü ile iyi kötü bir parlamenter
sistem arasında bir plebisit olarak bakılmasını sağlar, paradigma değişimi
yapar; gündeme oturur ve kartların yeniden karılmasını sağlayabilir. Tıpkı 7 Haziran
seçimi gibi tayin edici olabilir.
Böyle bir hamle hem Akşener’in de HDP’yi tecrit stratejisinin
boşa çıkmasını ve kendisinin tecrit olmasını sağlar, hem de Kılıçdaroğlu gibi ortalamaya
uygun bir aday yaklaşımındakilerin partileri içinde ve dışında pozisyonlarını
güçlendirir ve CHP’nin de fiilen çok ve çeşitli aday stratejisine gelmesini
sağlayabilir.
Böylece seçim değil, demokrasi mi diktatörlük mü paradigması
egemen kılınıp; olay demokrasi ve diktatörlük
referandumuna dönüştürülüp, referandumdaki gibi çokluk içinde birlik
sağlanabilir.
Bu ortamda muhalefetin meclis seçimlerinde AKP egemenliğine
son vermesi olasılığı daha da güçlenir.
*
Şimdi gelelim sıfır baraj konusuna ve Akşener’in HDP’yi
tecrit çalışmalarına.
Akşener’in bu oyunu da bozulabilir.
HDP açıktan şöyle diyebilir.
Evet bizi dışarda bırakmak ve baraj altına düşürmek için
Akşener’in çabasının bilincindeyiz ve bu partinin aslında diktatörlüğü
engellemek gibi bir birincil sorununun olmadığının en easlı göstergesidir bütün
bunlar.
Ama bizim için diktatörmüğün zagerini engellemek en acil ve
öncelikli görevdir.
Bu nedenle bizim dışarda bırakılmamız halinde bile kalan
bütün partilerin sıfır baraj ittifakı kurmasını istiyoruz. Böylece Erdoğan’a
karşı en yüksek oranda muhalefet vekili çıkarılmaya azami katkı sağlamış
olurlar.
Bizim dışarda bırakılmamız yanlış ve riskli bir hamle
olabilir ama hem biz barajı aşacak güce sahip olduğumuza inanıyoruz.
Ayrıca birçok insanın sırf bizim barajı aşmamızı
garantilemek için de bize uy vereceğini düşünüyoruz ve yurttaşları buna davet
ediyoruz diyebilir.
Böyle bir durumda HDP aslında 7 Haziran benzeri bir rüzgar
yakalar, çünkü HDP’nin barajı aşması ve sınıf baraj ittifakının mecliste
çoğunluğu alması için birçok insan HDP’ye oy verecek, en azından düşmanca bir
tavır almayacak ve böylece Kasım seçimlerinde olduğu türden bir tecrit engellenebilecek
demektir. O seçimlerde CHP ve MHP’lilerin HDP’ye nasıl bir destek ve sempati
gösterdikleri bilinmektedir. Bu sefer tümüyle sıfır baraj ittifakı da aynı
durumda olacaktır. Akşener’in tabanı bile kendisine karşı HDP’ye fiili bir
destek verebilir ve verecektir. Böylece HDP sıfır barajın ve iktidarın yanı
sora fiilen üçüncü bir parti olacak ve anahtar bir konum elde edecektir.
Aslında bu tam da çok iyi ve güzel bir bölünme olur. Bir landa
iktidarı ve muhalefetiyle düzen partileri, diğer yanda muhalefetteki düzen
partilerinin meclise girmesine ihtiyaç duydukları HDP. Halkın sağ duyusu 7
Haziran7ın üzerinde bile olabilecek bir destek verilmesini sağlayacaktır.
Bütün bu tedbirler alınırsa birinci turda hem mecliste
çoğunluğu almak ve Erdoğan’ın ilk turda seçilememesini sağlamak mümkündür.
Bu durumda Mecliste çoğunluğu kaptırmış bir Erdoğan için
ikinci tur çok daha büyük zorluklar içerir. Erdoğan karşısında genel kabul görecek
bir adayın kalması ve bunu da halkın seçmesi olasılığı çok artar.
Erdoğan’ın yapacağı yanlış hamlalar da cabası olacaktır.
Çünkü tehlikeyi görünce panikleyecek ve daha büyük hatalar yapacaktır.
*
HDP şimdiye kadar çok akıllıca davranmadı.
Ama en azından son günlerde tabanın baskısıyla daha akıllı
bir çizgiye gelindiğinin emareleri var.
Ahmet Türk’ün beyanları ile ilk kez bu aklın izleri görülmüştü.
Sonra Demirtaş’ın adaylığının daha kesin terimlerle ifade
edilmeye başlanması ikinci bir adım oldu.
Ve nihayet Ayhan Bilgen’in dünkü beyanatı ve özellikle de
ondaki şu satırlar epey bir yol kat edildiğini ve ifade ettiğimiz yaklaşıma
benzer bir pozisyonun savunulduğunu gösteriyor:
Ayhan bilgen dün şunları söylüyordu:
“Özellikle ana muhalefet partisini uyarıyoruz. Saadet Partisi’nin de arayışları devam ediyorsa, onlara da çağrıda bulunuyoruz: Hem milletvekilliği hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde ister ayrı ayrı girsinler, ister bir araya gelsinler, bize göre milletvekili seçiminde bir araya gelişin avantajı yüksek.
Ayhan bilgen dün şunları söylüyordu:
“Özellikle ana muhalefet partisini uyarıyoruz. Saadet Partisi’nin de arayışları devam ediyorsa, onlara da çağrıda bulunuyoruz: Hem milletvekilliği hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde ister ayrı ayrı girsinler, ister bir araya gelsinler, bize göre milletvekili seçiminde bir araya gelişin avantajı yüksek.
Cumhurbaşkanı
seçiminde kendi adayımızla, ki öne çıkan isim sayın Demirtaş’tır, yer alacağız.
CHP ve Saadet bugüne kadar kamuoyunu bir beklenti içinde tuttular. Bu beklenti
bugün itibarıyla imkansız gibi görünüyor. Bir somut irade beyanı yok. Geriye
kalan süreyi daha fazla kötüye kullanmayın, başka imkanların araştırılması
gerekiyor. Biz net söylüyoruz. Milletvekili
seçiminde ittifaklar muhalefetin lehine. Ama fazla Cumhurbaşkanı adayı olursa,
seçimlerin ikinci tura kalma ihtimali yüksek.
Diğer partiler de bu
hassasiyeti gösterirlerse. Herkesten demokrasi
ortak paydasında oy alma kapasitesi olan isimlerle bu yarışa girerlerse, bu
seçimi ya bizim adayımız kazanacak ya da bizim desteklediğimiz aday kazanacak.”
Bunlar çok başka bir ton, şimdiye kadar HDP’nin kendi içine
kapalı söyleminden çok daha farklı, tüm Türkiye çapında düşünülerek politika yapılmaya
başladığının emareleri olan ve aslında bizim de yukarıda savunduğumuza benzer
bir tavır.
Bu önemli ve olumlu bir gelişmedir. Sorun Bilgen’in ifade
ettiği anlayışın inisiyatif gösterilerek ve örnek davranışlarla yukarıda örneklerini
sunduğumuz biçimde uygulanmasıdır.
*
Olaylar sadece HDP’yi değil, kimi yazarları bile bu noktaya
getirmiş bulunuyor.
Örneğin, ABC gazetesinde
Deniz Yıldırım’ın, “Muhelefete bir tuzak kuruluyor”
yazısı;
Diken’de Murat
Sevinç’in “Yapmayın!” yazısı;
Ahval’de Abdullah Aydoğan’ın
“Her parti ilk tura kendi adayıyla katılmalı,
çünkü...”;
Yine Ahval’de
Baskın Oran’ın “Aday
işinde hata yapılmazsa, Tek Adam parantezi nihayet kapanıyor” yazıları
tam olmasa da bizimkine benzeri yaklaşımları içeriyor.
Birbirinden bağımsız olarak birçok yazarın benzeri noktalara
gelmesi bir rastlantı olmasa gerektir.
Ortak aday gösterilememesi kimilerinin sandığı gibi
umutsuzluk değil tam da yeni umutların vesilesidir.
Yeter ki büyük hatalar yapmayalım.
28 Nisan 2018 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder