Demokrasinin biricik karar alma yöntemi olduğu sanılan Evet
ve Hayır’a, çoğunluk ve azınlığa dayanan oylama aslında yapısı gereği, tabiatı
(fıtratı) icabı anti demokratiktir, yani toplumun kendi kendini yönetmesi
amacıyla yapısal bir çelişki içindedir.
Bu önerme bir çoklarına ilk anda şaşırtıcı, iddialı ve yanlış gelebilir. Ama biraz üzerine düşünülürse, Demokrasinin uygulanması için çoğunluk ve azınlık, evet ve hayır yöntemlerinin kötü bir araçtan başka bir şey olmadığı görülebilir. Ne var ki, garip bir şekilde kimse bu yöntemin kendisini sorgulamaz.
Bu önerme bir çoklarına ilk anda şaşırtıcı, iddialı ve yanlış gelebilir. Ama biraz üzerine düşünülürse, Demokrasinin uygulanması için çoğunluk ve azınlık, evet ve hayır yöntemlerinin kötü bir araçtan başka bir şey olmadığı görülebilir. Ne var ki, garip bir şekilde kimse bu yöntemin kendisini sorgulamaz.
Çoğunluk-Azınlık, evet-hayır yöntemi savaşın mantığına dayanır.
Savaşın fiziksel ve öldürücü araçlar yerine oylarla yapılmasından başka bir şey
değildirler.
Evet ve Hayır’a, çoğunluk ve azınlığa dayanan bu
“demokratik” karar alma yöntemlerinin bu demokratik olmayan karakteri eski
Yunanlılardan beri dikkati çekmiş ve bu sorunları giderecek çözüm denemeleri
olmuştur. Ama bu çözüm denemelerinin hepsi de bu yöntemin dayandığı mantığı
sorgulamadan, onun çerçevesinde kalarak uyumsuzluğun kimi semptomlarını
gidermeye yönelik olmuştur.
Örneğin çok önemli değişiklikler için mutlak çoğunluk veya
nitelikli çoğunluk hatta oy birliği aramak (veto hakkı), nispi temsil vs. gibi
Ama bunların her biri çözdüğü sorun kadar yeni sorunları da
ortaya çıkarmışlardır. Tıpkı ilaçlardaki gibi yan etkileri sağlayıcı etkilerinden
daha fazla olmuştur.
Bütün bu düzeltme çabalarının hiç birisi Evet ve Hayır’a
dayanan, çoğunluğu bulmaya dayanan yöntemin ve ilkenin kendisini hiçbir zaman
sorgulamamışlardır.
Bugün neredeyse bütün demokratik ülkeler ve örgütlerde bu
yöntem sorgusuz ve sualsizce uygulanmakta, ihtiyaca göre bu azınlık ve
çoğunluk, evet hayır ilkesini geçerli ve kullanışlı kılacağı varsayılan
varyasyonlar uygulanmaktadır.
En devrimci veya sosyalist bilinen örgütler bile bu yöntemin
kendisini sorgulamış değillerdir.
(HDP güya “müşavere”
ile karar alma yöntemini izlediğini söylüyor ama onun yaptığı aslında sıradan evet-hayıra,
azınlık-çoğunluğa dayanan demokrasi ve oylamayı bile devre dışı bırakıp,
arkadan yönetme ve maniple etmeye dayanan bir uygulamadır ve bu yöntemi
sorgulamakla ilgisi yoktur. Aslında HDP Türkiye’deki en anti demokratik
işleyişi olan partilerden biridir.)
Evet veya hayırla, çoğunluğu bularak karar alma yöntemi
özünde savaşın mantığına dayanır; savaşın öldürücü ve fiziksel silahlarla
değil, oylarla yapılmasıdır dedik. Kısaca bunu görelim.
Bu öntemde de, genellikle tıpkı savaşta olduğu gibi, kazanan
neredeyse hepsini alır; yenilen de neredeyse her şeyi kaybeder.
“Demokrasi” denen rejimler, bu savaşın belli periyotlarla
nispeten sıfırlanmış ve eşitlenmiş koşullarda, (bir anlamda reset tuşuna
basılarak bilgisayarın tekrar çalıştırılması gibi, tabii bu teorik olarak
böyledir, gerçekte kazananlar iktidar olmanın avantajlarını kullanarak tekrar
kazanmalarını sağlayacak değişiklikleri de her zaman yaparlar)
tekrarlanmasından başka bir şey değildir.
Temel sorun bir savaş yöntemini (oylama ve çoğunluk) bir
çözüm ve özyönetim yöntemi olarak kullanmaktan kaynaklanmaktadır.
Bu karar alma yani aslında savaş yöntemi ile demokrasi, yani
toplumun kendini yönetmesi arasında uzlaşmaz, yapısal bir çelişki vardır ve bu
çelişki üzerinde hemen hemen hiç durulmamış, ya bu yöntem çerçevesinde onu
düzeltmeye yönelik çözümler aranmıştır ya da bu çelişkinin olumsuz sonuçlarının
açıklaması hemen daima sosyolojik, toplumsal yapıdaki eğilim ve süreçlerde
aranmıştır.
Örneğin, neredeyse bütün demokrasilerde geniş yığınların politikadan
uzaklaşmaları, oy vermeye ilgisizlikleri ve oy verme oranlarının giderek
düşmesi gibi bir genel eğilim görülür.
Bu eğilimin ardında genellikle, ezilenlerin sınıf
mücadelelerindeki yenilgileri ve bunların sonuçları, partilerin bürokratik
yapılara dönüşmesi, politikacılar vs. ile, yani sosyolojik düzeyde nedenler
araştırılmaktadır.
Keza neredeyse bütün “Batı demokrasilerinde” görülen ve
neredeyse bütün “demokrasilerde” genel bir eğilim olan iki partili bir sistem vardır.
Halbuki toplumda çok farklı eğilimler oluğu en kör göze bile batar.
Bunun da yine sebepleri sosyolojik yapıda ve değişikliklerde
aranmaktadır bunun bu karar alma yönteminin adeta matematiksel denebilecek bir kesinlikle
sonucu olabileceği gibi bir ihtimal akla bile getirilmemektedir.
*
İşte demokrasi ile onun bir aracı olarak evet-hayır’a,
çoğunluk-azınlığa dayanan karar alma yöntemi arasında bir çelişki olup
olmadığını, başka bir yöntem olup olmadığını sormanın zamanı gelmiş bulunuyor. Örneğin
bu Cumhurbaşkanlığı seçimi bunu en kör göze bile bata şekilde ortaya koyuyor
ama bunun üzerine düşünen ve sorun yok.
Evet-hayır, çoğunluk-azınlık yöntemi, çoğunluğu kazanmaya
dayanır.
Çoğunluğu kazanmak ise, çoğunluğu kazanmak için bir savaş
ile mümkün olabilir.
Ama bir savaş başladığı andan itibaren, bu savaş ister
silahlarla, ister sözlerle, ister fikirlerle, ister oylarla yapılsın, hedef karşı
tarafı yenmek bunun için de belli bir ülkenin, fikrin, partinin, örgütün,
çoğunluğun kazanması olduğu andan itibaren, savaşın
kendi yasaları devreye girer.
Savaşın insanların iradesinden bağımsız kendi yasaları
vardır. Bizzat biyolojik evrim bile bu savaşan yasalarına bağlı olarak gelişir.
Dikanlar, sivri dişler, kıvraklık, görünmeyi engelleyen adaptasyon, sürüler, iş
birliği vs. gibi yüzlerce görünüm savaşın bu nesnel yasalarının seleksiyonla
türleri belirlemesinden başka bir şey değildir
Savaşın en temel yasası ise karşı tarafın en zayıf, en can
alıcı ve en yaralanabilir yanına güçlerin en irisini yığmak, bunun için karşı
tarafı tecrit etmek, güçlerini bölmek, yanıltmak vs. gibi yöntemlerin adeta bir
fizik yasası gibi devreye girmesidir.
Her iki taraf da böyle davranacağından bir süre sonra
toplumda ister istemez iki büyük kutup ortaya çıkar. Toplum polarize olur
(Kutuplaşır). Bu da iki partili bir sisteme tekabül eder genellikle.
Aslında bunu yaratan sosyolojik yapıdan ziyade bu yöntemin
kendisidir.
Yöntem çözümün aranmasına, gri tonların kendini ifadesine ve
ortaya çıkmasına olanak sunmaz. Örneğin sırf karşı tarafın kazanmaması için hiç
de benimsenmeyen adaylar desteklenir, partilere oy verilir.
Bir süre sonra kutuplaşmış geniş yığınların politikaya
ilgilerinin azaldığı, her türlü savaş hilesinin yapıldığı bir ortam egemen
olur.
Neredeyse iki yüz yıldır bütün dünya en sosyalist
örgütlerden en kapitalist ve burjuva örgüt ve devletlere kadar hep bu ilkeye
göre kararlar alıyorlar, seçimler yapıyorlar ve her seferinde defalarca aynı
sonuç ortaya çıkıyor.
Bu yöntem, çoğunluğu
bulmaya yöneliktir, çözümü değil.
Bunun ardında şöyle bir varsayım var. Çoğunluğun istediği
genellikle toplumun çoğunluğu istediğinden genelin istediğidir.
İşte bütün sorun burada başlıyor.
Çoğunluğun istediği farklı kesimler tarafından en az
reddedilen midir?
Hayır.
Çoğunluğun istediği en uygun çözüm müdür?
Hayır.
Çoğunluğun istediği ne en az reddedilen ne de en uygun çözümdür.
Çoğunluk yöntemi bunların özdeş olduğu gibi bir varsayıma
dayanmaktadır.
*
Peki en az reddedileni, çoğunluğu değil çözümü
bulmaya yönelik, tamamen başka bir mantığa, başka bir paradigmaya dayanan bir
yöntem var mıdır?
Vardır.
Vardır.
Çözümü bulmaya dayanan yöntem evet-hayır mantığıyla
çalışmaz. Bunu bir iç gözlem ile, kendi zihninin çalışmasını gözleyerek herkes
görebilir.
Zihnimizdi herhangi bir konuda akıl yürütürken, birçok olanak
ya da olasılık içinde kendimiz için en doğru olanı bulmaya çalışırken bu farklı
alternatifler arasında kafamızın içinde oylama yapmayız, bunları birbiriyle
mücadele ettirmeyiz, bizim için en az
zararlı olanı, en kabul edilebilir
olanı, optimum olanı bulmaya çalışırız. Bunun için de bizim için en az
zararlı olanı, yani bizim için en az direnç kat sayasına sahip olanı bulmaya
çalışırız.
Sadece kendi sorunlarımızda da değil, eğer bir küçük grupta
isek, insanlarla ilişkilerimizde, belli kararları alır ve desteklerken, eğer o
insanlarla ilişkilerimizi sürdürmek istiyorsak veya buna mecbursak, herkes için
en kabul edilebilir, en az dirençle karşılaşacak olanı bulmaya çalışırız.
Çünkü bir sonucu sırf çoğunluğa dayanarak diğerlerine
dayatmak, küçük gruplar içinde çoğunluk için azınlıkla bir arada yaşamayı
olanaksız hale getirebilir ve bu herkesin zararlı çıkacağı dağılmalara yol
açabilir.
İyi idareciler, önderler aslında hiç de bilincinde olmadan
herkes için en az dirençle karşılaşılacak olanı bulup o sonucu uygulayanlardır.
*
Bizler çözümü bulma yöntemini, sadece düşünürken değil,
farkına bile varmadan çoğu durumda önerilerimizi yaparken de uygularız.
Bu yöntem öylesine kendiliğinden, öylesine bilinçsiz ve öylesine
yaygın ve aslında öylesine eskidir ki, tam da bu nedenlerle bunun adı bile yoktur.
Diyelim ki birkaç arkadaş güzel bir gece geçirmek, iki lafın
belini kırmak için bir lokantaya gitmek istiyoruz ve hangi lokantaya gidelim
diye bir karar alacağız
Böyle bir durumda, diyelim ki, iki kişi Çin, bir kişi,
İtalyan, bir kişi Fransız, bir kişi de Yunan lokantasına gidelim diyor.
Böyle bir durumda demokratik oylama ile basit bir çoğunluk
üzerinden bir karar aldığımızı düşünelim.
Bu durumda Çin lokantası en çok oyu aldığından, Çin’e gidilir.
Burada aslında çoğunluğun istemediği bir seçim yapılmıştır.
Basitleştirmek için mutlak çoğunluk ile karar almakta
anlaşıldığını var sayalım.
Bu durumda tıkanma olur.
Tıkanmayı aşmak için Çin’e gitmek isteyenler diğerlerinden
birini kendi safına kazanmak zorundadır, örneğin, bizi desteklersen akşam
içtiğin içkilerin parası bizden diyebilirler.
Veya Çin’i tercih edenlerin karşısında diğerleri bizler ne
kadar ayrı olsak da Akdeniz lezzetleriyiz ve birbirimize yakınız gelin biz
ortak bir öneriyle çıkalım diyebilirler.
Bu basit örnekte bile, çoğunlukla karar almanın sorunları
ortaya çıkmaktadır. Kutuplaşma, çoğunluğu sağlamak için hileler veya ideolojik
mücadeleler vs. gibi.
Ama lokantaya giderken böyle davranmayız, yani evet-hayır’a
çoğunluk azınlığa dayanan yöntemle davranmayız.
Çünkü eğer bir arkadaşımız bile çoğunluğu kazanacak olan mutfağın
yemeklerini sevmiyorsa ve oraya gidildiğinde mutsuz olacaksa, onun mutsuzluğu
hepimizin mutsuzluğuna yol açacağından, somurtan bir arkadaşla aynı masada
oturmak bizim gecemizi de berbat edeceğinden, farkına bile varmadan çoğunluğu
değil, en az dirençle karşılaşacak olanı, çözümü bulma yöntemini uygularız.
Herkesin kendini çok iyi hissetmese bile kötü de
hissetmeyeceği başka alternatifler ararız. Böylece belki hiç kimsenin çok
sevmediği ve birinci tercihi olmayan ama kimsenin de çok kötü hissetmeyeceği
Hint mutfağı bir çözüm olarak ortaya çıkabilir.
Görüldüğü gibi, çoğunluk ile çözüm ve en az direnç aynı
şeyler değildir.
Bizler bu yöntemi küçük gruplarda, zihnimizin işleyişinde farkına bile varmadan bilinçsiz biçimde uygularız.
Bizler bu yöntemi küçük gruplarda, zihnimizin işleyişinde farkına bile varmadan bilinçsiz biçimde uygularız.
Tabii bunu herhangi bir oylama ile, hatta konuşma ile bile
yapmayız, küçük gruplarda herkes herkesi iyi tanıdığından bizler daha önerimizi
yaparken kendi birinci tercihimiz açısından değil, herkes açısından en kabul
edilebilir olan nedir diye önceden düşünerek bir öneride bulunuruz ve aslında
grup içinde bir oylama ile ulaşılacak sonucu kafamızın içinde simule ederek
sunarız ve muhtemelen isabetli hesaplamışsak önerimiz sanki hiçbir oylama
yapılmadan kabul edilmiş gibi olur ve dolayısıyla böyle bir yöntem ve bunun adı
bile bilinmez kalır.
Yani böyle bir yöntem vardır. Bu yöntem kendiliğinden, en
eski ve en yaygın yöntemdir ama tam da bu nedenle ismi bile yoktur.
Bu çoğunluğu değil çözümü, en az dirençle karşılaşacak olanı
bulma yöntemidir.
Peki bu yöntem nasıl nesnel, ölçülebilir ve büyük gruplara,
örgütlere, hatta ülkelere bile uygulanabilir bir yöntem haline getirilebilir;
bu mümkün müdür?
Evet mümkündür.
Biz bu yönteme OYDAŞMA diyoruz OYLAMA yönteminden farkını da
ifade edebilmeye çok uygun olduğu giçin.
Bu yöntemi iki Avusturyalı bilim adamı geliştirmiştir. Onlar
buna Sistemli Uzlaşma diyorlar. Biz tam tercümesi olmayan ama daha basit ve
güzel olduğunu düşündüğümüz OYDAŞMA sözünü kullanıyor ve öneriyoruz
Bu yöntem kutuplaştırmıyor aksine çözümde buluşturuyor. Azınlığı
sıfıra indirmiyor, aksine azınlığın da ağırlığını yansıtmasına olanak tanıyor. Bu
nitelikleri nedeniyle bir rekabet ve savaş atmosferinin gidip bir ortak çözüm
bulma ve uzlaşma atmosferinin yerleşmesine yol açıyor.
Bu yöntemin üstünlükleri saymakla bitmez.
Bu yöntemde olabildiğince az aday ve öneri arasından
çoğunluğu alanı bulmak değil, olabildiğince çok öneri ve aday arasından en
az dirençle karşılaşanı, yani çözümü bulmak esastır.
Öneri ve alternatif ne kadar çoksa doğru olanı, en küçük
nüansları bile puanlamaya katarak en doğru, en az dirençle karşılaşanı bulma
olanağı o kadar artar.
Bunda herkes kendi partisine, görüşüne veya adayına bir oy
vermez, herkes tüm adaylara, partileri, görüşlere direnç puanı verir.
Direnç puanları örneğin sıfır ve on arasında olur. On (10)
benim için kabul edilmez, sıfır (0) itirazım yok, aradaki rakamlar da bizim
kişisel itiraz derecemizi yansıtır.
Bu durumda tüm aday ve önerilere herkes direncini yansıtan
puanlar verdiğinde en az dirençle karşılaşan öneri veya aday benimsenmiş olur.
Bu yöntemde herkes her şeyi ilmek zorundadır. Çünkü ona şu
veya bu şekilde bir direnç puanı verecektir.
Bu yöntemde evet-hayır’ın tersine, alternatifler ne kadar az olursa değil, ne kadar çok olursa o kadar sağlıklı bir karar vermek en küçük nüanslrı bile ayrı bir aternatif olarak sunmak mümkündür.
Bu yöntemde evet-hayır’ın tersine, alternatifler ne kadar az olursa değil, ne kadar çok olursa o kadar sağlıklı bir karar vermek en küçük nüanslrı bile ayrı bir aternatif olarak sunmak mümkündür.
Ayrıca bu yöntemde puanlamalar sonucuna göre herkesin önerilerini
yeniden formüle etmesi veya yeni önerilerin getirilerek yeniden puanlamaya
gidilebilmesi yani giderek daha hassas ve doğru giderek daha az bir direnci
bulacak kararlar bulma yolu da kapalı değildir.
Keza bu yöntemi bir ülkenin tüm seçmenleriyle veya yüz
kişiye kadar gruplarda bile daha pratik olarak kolaylıkla uygulamak da
mümkündür.
Küçük gruplarda, (örneğin iki elin havaya kalkması, benim
için kabul edilmez yani 10 puan direnç, bir elin havaya kalkması beş puanlık
bir direnç, hiçbir ele kaldırmamak da itirazım yok şeklinde) kolaylıkla ve seri
olarak oylamalar yapılabilir.
Sorular da itiraz var mı diye sorulabilir bir toplantıdaki
usul sorunlarında örneğin. İtiraz yoksa devam edilir ve zaman kaybedilmez.
İtiraz varsa yine bu şekilde oylanır.
Biz bu yöntemi yıllardır savunuyoruz.
Gezi döneminde gezicilerin karar almayı ve oylama yapmayı
reddetmelerine bir çözüm ararken bu yöntemle karşılaşmıştık.
Başkanlık seçimi bu kadar hızlı bir şekilde gündeme gelmeseydi
bu konuda bir kitap hazırlıyorduk ve demokratik güçlere hem kendi
çalışmalarında uygulamaları için hem de Türkiye’deki tüm seçimlerde bu yöntemin
kullanılmasının demokratik güçlerin gündeme almasını savunacaktık. Bunu daha
önce 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bir yöntem olarak önermiştik.
Bakınız “Cumhurbaşkanlığı Adayı ve Seçim Yöntemi
Üzerine HDP’ye Bir Öneri”
*
Şimdi bu kısa açıklama ışığında Cumhurbaşkanlığı seçiminin
bu yönteme göre yapıldığını var sayalım.
Bu durumda küçük bir azınlığın direnç bile sonuca büyük etki
yaptığından, Erdoğan’ın seçilmesi gibi bir ihtimal bile bulunmazdı. Çünkü
nüfusun en az yüzde ellisinin ona kabul edilmez itirazı bulunmaktadır.
Böyle az adayda birleşelim hesapları olmazdı
Böyle az adayda birleşelim hesapları olmazdı
Ne kadar çok adaş olursa o kadar isabetli bir seçim
yapılacağından en az direnç puanını belki Levent Gültekin veya Demirtaş veya
hiç hesaplanmamış biri bile alabilirdi.
Çünkü bu yöntemin çoğunluk ve savaş mantığına göre davrananları
onların hiç de kabul etmeyeceği seçenek ile cezalandırmaktadır.
Örneğin ben karşı tarafın önerisi kabul görmesin diye yüzde
yüz ret verdiğimde, yani stratejik olarak savaşın mantığına göre davrandığımda karşı
taraf da aynı şekilde davranacağından birbirini yüzde yüz reddeden taraflar
birbirini götüreceğinden, arada kalan küçük azınlıkların daha az direnç
gösterdikleri aday veya öneriler kazanır. Küçük bir azınlığın çok küçük bir daha
az reddi esas belirleyici olmakta, aslında çoğu kez hiç istenmeyenin
kazanmasına ve seçilmesine yol açmaktadır.
Bu yöntem aslında bir bakıma Kılıçdaroğlu ve muhalefet’in
yapmaya çalıştığını, yani en az direnç görecek kişiyi aday olarak bulma ve
gösterme çabasını tüm ülke ölçüsünde, nesnel olarak denetlenebilir ve nicel ölçülerle
yapmaktan başka bir şey değildir. Bunu muhalefet deil, tüm ülke yurttaşları
yapmış olur.
Bizim olabildiğince çok aday gösterip ikinci tura kalacak adayı partilerin değil halkın belirlemesine imkan tanıma önerimiz de aslında birinci turu biraz olsun en az reddedilebilir olanı bulma yönünde bir seçime dönüştürme çabası, yani en azından muhalefet için çözümü bulma önerisiydi.
Bizim olabildiğince çok aday gösterip ikinci tura kalacak adayı partilerin değil halkın belirlemesine imkan tanıma önerimiz de aslında birinci turu biraz olsun en az reddedilebilir olanı bulma yönünde bir seçime dönüştürme çabası, yani en azından muhalefet için çözümü bulma önerisiydi.
*
Bu yöntem, Oydaşma, Toplumun sorunları daha sancısız, daha
genel olarak kabul edilebilir yollardan çözülmesinin yolunu açmaktadır.
Örneğin bu yöntemle herkesin her partiye ve herkesin her adaya direnç puanı verdiği bir biçimde seçimlerin yapıldığını var saysak Kürtlere karşı baskıcı ve inkarcı politikaları savunan parti veya adayların seçilmesi olasılığı neredeyse sıfır olur.
Örneğin bu yöntemle herkesin her partiye ve herkesin her adaya direnç puanı verdiği bir biçimde seçimlerin yapıldığını var saysak Kürtlere karşı baskıcı ve inkarcı politikaları savunan parti veya adayların seçilmesi olasılığı neredeyse sıfır olur.
Benzeri şekilde Kürtlerin ayrılmasını savunanlarınki de bu
sefer Türklerin direnç oyları nedeniyle benzer bir akıbetle karşılaşır.
Bunlara karşılık gerek Türkler gerek Kürtler içinde daha
ılımlı ve her iki taraf açısından kabul edilebilir politika ve çözümleri
önerenler daha az direnç puanı alacaklarından ağırlık bunlara geçer.
Aynı şekilde İslamcılar ile Alevi ve laikler için de benzeri
sonuçlar olur.
Bu yöntem toplumsal kutuplaştırmayı engellemekle kalmaz aynı
zamanda rekabet ve savaş ortamının yerine bir çözüm arama ortamının
yerleşmesine yol açar.
Şu an kutuplaşmış ve bir iç savaşa doğru evrilme eğilimi taşıyan bu ülkede aslıda bunu engelleyecek en akılcı yöntemdir de, yani sadece genel olarak demokrasinin sorunlarını çözmez, şu anki durumun da acil çözümünü sunar.
Şu an kutuplaşmış ve bir iç savaşa doğru evrilme eğilimi taşıyan bu ülkede aslıda bunu engelleyecek en akılcı yöntemdir de, yani sadece genel olarak demokrasinin sorunlarını çözmez, şu anki durumun da acil çözümünü sunar.
Bu konuda hazırladığımız ve Gezi sonrasında Don Kişot’ta
sunduğumuz eski bir görsel şuradan indirilebilir ve izlenebilir: https://yadi.sk/d/Raw_FKCk3K7sCn
25 Nisan 2018 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder