25 Nisan 2018 Çarşamba

Çoğunluğu Bulma ve Çözümü Bulmanın Farkı: Oylama ve Oydaşma Yöntemleri Üzerine


Demokrasinin biricik karar alma yöntemi olduğu sanılan Evet ve Hayır’a, çoğunluk ve azınlığa dayanan oylama aslında yapısı gereği, tabiatı (fıtratı) icabı anti demokratiktir, yani toplumun kendi kendini yönetmesi amacıyla yapısal bir çelişki içindedir.
Bu önerme bir çoklarına ilk anda şaşırtıcı, iddialı ve yanlış gelebilir. Ama biraz üzerine düşünülürse, Demokrasinin uygulanması için çoğunluk ve azınlık, evet ve hayır yöntemlerinin kötü bir araçtan başka bir şey olmadığı görülebilir. Ne var ki, garip bir şekilde kimse bu yöntemin kendisini sorgulamaz.   
Çoğunluk-Azınlık, evet-hayır yöntemi savaşın mantığına dayanır. Savaşın fiziksel ve öldürücü araçlar yerine oylarla yapılmasından başka bir şey değildirler.
Evet ve Hayır’a, çoğunluk ve azınlığa dayanan bu “demokratik” karar alma yöntemlerinin bu demokratik olmayan karakteri eski Yunanlılardan beri dikkati çekmiş ve bu sorunları giderecek çözüm denemeleri olmuştur. Ama bu çözüm denemelerinin hepsi de bu yöntemin dayandığı mantığı sorgulamadan, onun çerçevesinde kalarak uyumsuzluğun kimi semptomlarını gidermeye yönelik olmuştur.

Örneğin çok önemli değişiklikler için mutlak çoğunluk veya nitelikli çoğunluk hatta oy birliği aramak (veto hakkı), nispi temsil vs. gibi
Ama bunların her biri çözdüğü sorun kadar yeni sorunları da ortaya çıkarmışlardır. Tıpkı ilaçlardaki gibi yan etkileri sağlayıcı etkilerinden daha fazla olmuştur.
Bütün bu düzeltme çabalarının hiç birisi Evet ve Hayır’a dayanan, çoğunluğu bulmaya dayanan yöntemin ve ilkenin kendisini hiçbir zaman sorgulamamışlardır.
Bugün neredeyse bütün demokratik ülkeler ve örgütlerde bu yöntem sorgusuz ve sualsizce uygulanmakta, ihtiyaca göre bu azınlık ve çoğunluk, evet hayır ilkesini geçerli ve kullanışlı kılacağı varsayılan varyasyonlar uygulanmaktadır.
En devrimci veya sosyalist bilinen örgütler bile bu yöntemin kendisini sorgulamış değillerdir.
(HDP güya “müşavere” ile karar alma yöntemini izlediğini söylüyor ama onun yaptığı aslında sıradan evet-hayıra, azınlık-çoğunluğa dayanan demokrasi ve oylamayı bile devre dışı bırakıp, arkadan yönetme ve maniple etmeye dayanan bir uygulamadır ve bu yöntemi sorgulamakla ilgisi yoktur. Aslında HDP Türkiye’deki en anti demokratik işleyişi olan partilerden biridir.)
Evet veya hayırla, çoğunluğu bularak karar alma yöntemi özünde savaşın mantığına dayanır; savaşın öldürücü ve fiziksel silahlarla değil, oylarla yapılmasıdır dedik. Kısaca bunu görelim.
Bu öntemde de, genellikle tıpkı savaşta olduğu gibi, kazanan neredeyse hepsini alır; yenilen de neredeyse her şeyi kaybeder.
“Demokrasi” denen rejimler, bu savaşın belli periyotlarla nispeten sıfırlanmış ve eşitlenmiş koşullarda, (bir anlamda reset tuşuna basılarak bilgisayarın tekrar çalıştırılması gibi, tabii bu teorik olarak böyledir, gerçekte kazananlar iktidar olmanın avantajlarını kullanarak tekrar kazanmalarını sağlayacak değişiklikleri de her zaman yaparlar) tekrarlanmasından başka bir şey değildir.
Temel sorun bir savaş yöntemini (oylama ve çoğunluk) bir çözüm ve özyönetim yöntemi olarak kullanmaktan kaynaklanmaktadır.
Bu karar alma yani aslında savaş yöntemi ile demokrasi, yani toplumun kendini yönetmesi arasında uzlaşmaz, yapısal bir çelişki vardır ve bu çelişki üzerinde hemen hemen hiç durulmamış, ya bu yöntem çerçevesinde onu düzeltmeye yönelik çözümler aranmıştır ya da bu çelişkinin olumsuz sonuçlarının açıklaması hemen daima sosyolojik, toplumsal yapıdaki eğilim ve süreçlerde aranmıştır.
Örneğin, neredeyse bütün demokrasilerde geniş yığınların politikadan uzaklaşmaları, oy vermeye ilgisizlikleri ve oy verme oranlarının giderek düşmesi gibi bir genel eğilim görülür.
Bu eğilimin ardında genellikle, ezilenlerin sınıf mücadelelerindeki yenilgileri ve bunların sonuçları, partilerin bürokratik yapılara dönüşmesi, politikacılar vs. ile, yani sosyolojik düzeyde nedenler araştırılmaktadır.
Keza neredeyse bütün “Batı demokrasilerinde” görülen ve neredeyse bütün “demokrasilerde” genel bir eğilim olan iki partili bir sistem vardır. Halbuki toplumda çok farklı eğilimler oluğu en kör göze bile batar.
Bunun da yine sebepleri sosyolojik yapıda ve değişikliklerde aranmaktadır bunun bu karar alma yönteminin adeta matematiksel denebilecek bir kesinlikle sonucu olabileceği gibi bir ihtimal akla bile getirilmemektedir.
*
İşte demokrasi ile onun bir aracı olarak evet-hayır’a, çoğunluk-azınlığa dayanan karar alma yöntemi arasında bir çelişki olup olmadığını, başka bir yöntem olup olmadığını sormanın zamanı gelmiş bulunuyor. Örneğin bu Cumhurbaşkanlığı seçimi bunu en kör göze bile bata şekilde ortaya koyuyor ama bunun üzerine düşünen ve sorun yok.
Evet-hayır, çoğunluk-azınlık yöntemi, çoğunluğu kazanmaya dayanır.
Çoğunluğu kazanmak ise, çoğunluğu kazanmak için bir savaş ile mümkün olabilir.
Ama bir savaş başladığı andan itibaren, bu savaş ister silahlarla, ister sözlerle, ister fikirlerle, ister oylarla yapılsın, hedef karşı tarafı yenmek bunun için de belli bir ülkenin, fikrin, partinin, örgütün, çoğunluğun kazanması olduğu andan itibaren, savaşın kendi yasaları devreye girer.
Savaşın insanların iradesinden bağımsız kendi yasaları vardır. Bizzat biyolojik evrim bile bu savaşan yasalarına bağlı olarak gelişir. Dikanlar, sivri dişler, kıvraklık, görünmeyi engelleyen adaptasyon, sürüler, iş birliği vs. gibi yüzlerce görünüm savaşın bu nesnel yasalarının seleksiyonla türleri belirlemesinden başka bir şey değildir
Savaşın en temel yasası ise karşı tarafın en zayıf, en can alıcı ve en yaralanabilir yanına güçlerin en irisini yığmak, bunun için karşı tarafı tecrit etmek, güçlerini bölmek, yanıltmak vs. gibi yöntemlerin adeta bir fizik yasası gibi devreye girmesidir.
Her iki taraf da böyle davranacağından bir süre sonra toplumda ister istemez iki büyük kutup ortaya çıkar. Toplum polarize olur (Kutuplaşır). Bu da iki partili bir sisteme tekabül eder genellikle.
Aslında bunu yaratan sosyolojik yapıdan ziyade bu yöntemin kendisidir.
Yöntem çözümün aranmasına, gri tonların kendini ifadesine ve ortaya çıkmasına olanak sunmaz. Örneğin sırf karşı tarafın kazanmaması için hiç de benimsenmeyen adaylar desteklenir, partilere oy verilir.
Bir süre sonra kutuplaşmış geniş yığınların politikaya ilgilerinin azaldığı, her türlü savaş hilesinin yapıldığı bir ortam egemen olur.
Neredeyse iki yüz yıldır bütün dünya en sosyalist örgütlerden en kapitalist ve burjuva örgüt ve devletlere kadar hep bu ilkeye göre kararlar alıyorlar, seçimler yapıyorlar ve her seferinde defalarca aynı sonuç ortaya çıkıyor.
Bu yöntem, çoğunluğu bulmaya yöneliktir, çözümü değil.
Bunun ardında şöyle bir varsayım var. Çoğunluğun istediği genellikle toplumun çoğunluğu istediğinden genelin istediğidir.
İşte bütün sorun burada başlıyor.
Çoğunluğun istediği farklı kesimler tarafından en az reddedilen midir?
Hayır.
Çoğunluğun istediği en uygun çözüm müdür?
Hayır.
Çoğunluğun istediği ne en az reddedilen ne de en uygun çözümdür.
Çoğunluk yöntemi bunların özdeş olduğu gibi bir varsayıma dayanmaktadır.
*
Peki en az reddedileni, çoğunluğu değil çözümü bulmaya yönelik, tamamen başka bir mantığa, başka bir paradigmaya dayanan bir yöntem var mıdır?
Vardır.
Çözümü bulmaya dayanan yöntem evet-hayır mantığıyla çalışmaz. Bunu bir iç gözlem ile, kendi zihninin çalışmasını gözleyerek herkes görebilir.
Zihnimizdi herhangi bir konuda akıl yürütürken, birçok olanak ya da olasılık içinde kendimiz için en doğru olanı bulmaya çalışırken bu farklı alternatifler arasında kafamızın içinde oylama yapmayız, bunları birbiriyle mücadele ettirmeyiz, bizim için en az zararlı olanı, en kabul edilebilir olanı, optimum olanı bulmaya çalışırız. Bunun için de bizim için en az zararlı olanı, yani bizim için en az direnç kat sayasına sahip olanı bulmaya çalışırız.
Sadece kendi sorunlarımızda da değil, eğer bir küçük grupta isek, insanlarla ilişkilerimizde, belli kararları alır ve desteklerken, eğer o insanlarla ilişkilerimizi sürdürmek istiyorsak veya buna mecbursak, herkes için en kabul edilebilir, en az dirençle karşılaşacak olanı bulmaya çalışırız.
Çünkü bir sonucu sırf çoğunluğa dayanarak diğerlerine dayatmak, küçük gruplar içinde çoğunluk için azınlıkla bir arada yaşamayı olanaksız hale getirebilir ve bu herkesin zararlı çıkacağı dağılmalara yol açabilir.
İyi idareciler, önderler aslında hiç de bilincinde olmadan herkes için en az dirençle karşılaşılacak olanı bulup o sonucu uygulayanlardır.
*
Bizler çözümü bulma yöntemini, sadece düşünürken değil, farkına bile varmadan çoğu durumda önerilerimizi yaparken de uygularız.
Bu yöntem öylesine kendiliğinden, öylesine bilinçsiz ve öylesine yaygın ve aslında öylesine eskidir ki, tam da bu nedenlerle bunun adı bile yoktur.
Diyelim ki birkaç arkadaş güzel bir gece geçirmek, iki lafın belini kırmak için bir lokantaya gitmek istiyoruz ve hangi lokantaya gidelim diye bir karar alacağız
Böyle bir durumda, diyelim ki, iki kişi Çin, bir kişi, İtalyan, bir kişi Fransız, bir kişi de Yunan lokantasına gidelim diyor.
Böyle bir durumda demokratik oylama ile basit bir çoğunluk üzerinden bir karar aldığımızı düşünelim.
Bu durumda Çin lokantası en çok oyu aldığından, Çin’e gidilir.
Burada aslında çoğunluğun istemediği bir seçim yapılmıştır.
Basitleştirmek için mutlak çoğunluk ile karar almakta anlaşıldığını var sayalım.
Bu durumda tıkanma olur.
Tıkanmayı aşmak için Çin’e gitmek isteyenler diğerlerinden birini kendi safına kazanmak zorundadır, örneğin, bizi desteklersen akşam içtiğin içkilerin parası bizden diyebilirler.
Veya Çin’i tercih edenlerin karşısında diğerleri bizler ne kadar ayrı olsak da Akdeniz lezzetleriyiz ve birbirimize yakınız gelin biz ortak bir öneriyle çıkalım diyebilirler.
Bu basit örnekte bile, çoğunlukla karar almanın sorunları ortaya çıkmaktadır. Kutuplaşma, çoğunluğu sağlamak için hileler veya ideolojik mücadeleler vs. gibi.
Ama lokantaya giderken böyle davranmayız, yani evet-hayır’a çoğunluk azınlığa dayanan yöntemle davranmayız.
Çünkü eğer bir arkadaşımız bile çoğunluğu kazanacak olan mutfağın yemeklerini sevmiyorsa ve oraya gidildiğinde mutsuz olacaksa, onun mutsuzluğu hepimizin mutsuzluğuna yol açacağından, somurtan bir arkadaşla aynı masada oturmak bizim gecemizi de berbat edeceğinden, farkına bile varmadan çoğunluğu değil, en az dirençle karşılaşacak olanı, çözümü bulma yöntemini uygularız.
Herkesin kendini çok iyi hissetmese bile kötü de hissetmeyeceği başka alternatifler ararız. Böylece belki hiç kimsenin çok sevmediği ve birinci tercihi olmayan ama kimsenin de çok kötü hissetmeyeceği Hint mutfağı bir çözüm olarak ortaya çıkabilir.
Görüldüğü gibi, çoğunluk ile çözüm ve en az direnç aynı şeyler değildir.
Bizler bu yöntemi küçük gruplarda, zihnimizin işleyişinde farkına bile varmadan bilinçsiz biçimde uygularız.
Tabii bunu herhangi bir oylama ile, hatta konuşma ile bile yapmayız, küçük gruplarda herkes herkesi iyi tanıdığından bizler daha önerimizi yaparken kendi birinci tercihimiz açısından değil, herkes açısından en kabul edilebilir olan nedir diye önceden düşünerek bir öneride bulunuruz ve aslında grup içinde bir oylama ile ulaşılacak sonucu kafamızın içinde simule ederek sunarız ve muhtemelen isabetli hesaplamışsak önerimiz sanki hiçbir oylama yapılmadan kabul edilmiş gibi olur ve dolayısıyla böyle bir yöntem ve bunun adı bile bilinmez kalır.
Yani böyle bir yöntem vardır. Bu yöntem kendiliğinden, en eski ve en yaygın yöntemdir ama tam da bu nedenle ismi bile yoktur.
Bu çoğunluğu değil çözümü, en az dirençle karşılaşacak olanı bulma yöntemidir.
Peki bu yöntem nasıl nesnel, ölçülebilir ve büyük gruplara, örgütlere, hatta ülkelere bile uygulanabilir bir yöntem haline getirilebilir; bu mümkün müdür?
Evet mümkündür.
Biz bu yönteme OYDAŞMA diyoruz OYLAMA yönteminden farkını da ifade edebilmeye çok uygun olduğu giçin.
Bu yöntemi iki Avusturyalı bilim adamı geliştirmiştir. Onlar buna Sistemli Uzlaşma diyorlar. Biz tam tercümesi olmayan ama daha basit ve güzel olduğunu düşündüğümüz OYDAŞMA sözünü kullanıyor ve öneriyoruz

Bu yöntem kutuplaştırmıyor aksine çözümde buluşturuyor. Azınlığı sıfıra indirmiyor, aksine azınlığın da ağırlığını yansıtmasına olanak tanıyor. Bu nitelikleri nedeniyle bir rekabet ve savaş atmosferinin gidip bir ortak çözüm bulma ve uzlaşma atmosferinin yerleşmesine yol açıyor.
Bu yöntemin üstünlükleri saymakla bitmez.
Bu yöntemde olabildiğince az aday ve öneri arasından çoğunluğu alanı bulmak değil, olabildiğince çok öneri ve aday arasından en az dirençle karşılaşanı, yani çözümü bulmak esastır.
Öneri ve alternatif ne kadar çoksa doğru olanı, en küçük nüansları bile puanlamaya katarak en doğru, en az dirençle karşılaşanı bulma olanağı o kadar artar.
Bunda herkes kendi partisine, görüşüne veya adayına bir oy vermez, herkes tüm adaylara, partileri, görüşlere direnç puanı verir.
Direnç puanları örneğin sıfır ve on arasında olur. On (10) benim için kabul edilmez, sıfır (0) itirazım yok, aradaki rakamlar da bizim kişisel itiraz derecemizi yansıtır.
Bu durumda tüm aday ve önerilere herkes direncini yansıtan puanlar verdiğinde en az dirençle karşılaşan öneri veya aday benimsenmiş olur.
Bu yöntemde herkes her şeyi ilmek zorundadır. Çünkü ona şu veya bu şekilde bir direnç puanı verecektir.
Bu yöntemde evet-hayır’ın tersine, alternatifler ne kadar az olursa değil, ne kadar çok olursa o kadar sağlıklı bir karar vermek en küçük nüanslrı bile ayrı bir aternatif olarak sunmak mümkündür.
Ayrıca bu yöntemde puanlamalar sonucuna göre herkesin önerilerini yeniden formüle etmesi veya yeni önerilerin getirilerek yeniden puanlamaya gidilebilmesi yani giderek daha hassas ve doğru giderek daha az bir direnci bulacak kararlar bulma yolu da kapalı değildir.
Keza bu yöntemi bir ülkenin tüm seçmenleriyle veya yüz kişiye kadar gruplarda bile daha pratik olarak kolaylıkla uygulamak da mümkündür.
Küçük gruplarda, (örneğin iki elin havaya kalkması, benim için kabul edilmez yani 10 puan direnç, bir elin havaya kalkması beş puanlık bir direnç, hiçbir ele kaldırmamak da itirazım yok şeklinde) kolaylıkla ve seri olarak oylamalar yapılabilir.
Sorular da itiraz var mı diye sorulabilir bir toplantıdaki usul sorunlarında örneğin. İtiraz yoksa devam edilir ve zaman kaybedilmez. İtiraz varsa yine bu şekilde oylanır.
Biz bu yöntemi yıllardır savunuyoruz.
Gezi döneminde gezicilerin karar almayı ve oylama yapmayı reddetmelerine bir çözüm ararken bu yöntemle karşılaşmıştık.
Başkanlık seçimi bu kadar hızlı bir şekilde gündeme gelmeseydi bu konuda bir kitap hazırlıyorduk ve demokratik güçlere hem kendi çalışmalarında uygulamaları için hem de Türkiye’deki tüm seçimlerde bu yöntemin kullanılmasının demokratik güçlerin gündeme almasını savunacaktık. Bunu daha önce 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bir yöntem olarak önermiştik. Bakınız “Cumhurbaşkanlığı Adayı ve Seçim Yöntemi Üzerine HDP’ye Bir Öneri
*
Şimdi bu kısa açıklama ışığında Cumhurbaşkanlığı seçiminin bu yönteme göre yapıldığını var sayalım.
Bu durumda küçük bir azınlığın direnç bile sonuca büyük etki yaptığından, Erdoğan’ın seçilmesi gibi bir ihtimal bile bulunmazdı. Çünkü nüfusun en az yüzde ellisinin ona kabul edilmez itirazı bulunmaktadır.
Böyle az adayda birleşelim hesapları olmazdı
Ne kadar çok adaş olursa o kadar isabetli bir seçim yapılacağından en az direnç puanını belki Levent Gültekin veya Demirtaş veya hiç hesaplanmamış biri bile alabilirdi.
Çünkü bu yöntemin çoğunluk ve savaş mantığına göre davrananları onların hiç de kabul etmeyeceği seçenek ile cezalandırmaktadır.
Örneğin ben karşı tarafın önerisi kabul görmesin diye yüzde yüz ret verdiğimde, yani stratejik olarak savaşın mantığına göre davrandığımda karşı taraf da aynı şekilde davranacağından birbirini yüzde yüz reddeden taraflar birbirini götüreceğinden, arada kalan küçük azınlıkların daha az direnç gösterdikleri aday veya öneriler kazanır. Küçük bir azınlığın çok küçük bir daha az reddi esas belirleyici olmakta, aslında çoğu kez hiç istenmeyenin kazanmasına ve seçilmesine yol açmaktadır.
Bu yöntem aslında bir bakıma Kılıçdaroğlu ve muhalefet’in yapmaya çalıştığını, yani en az direnç görecek kişiyi aday olarak bulma ve gösterme çabasını tüm ülke ölçüsünde, nesnel olarak denetlenebilir ve nicel ölçülerle yapmaktan başka bir şey değildir. Bunu muhalefet deil, tüm ülke yurttaşları yapmış olur.
Bizim olabildiğince çok aday gösterip ikinci tura kalacak adayı partilerin değil halkın belirlemesine imkan tanıma önerimiz de aslında birinci turu biraz olsun en az reddedilebilir olanı bulma yönünde bir seçime dönüştürme çabası, yani en azından muhalefet için çözümü bulma önerisiydi.
*
Bu yöntem, Oydaşma, Toplumun sorunları daha sancısız, daha genel olarak kabul edilebilir yollardan çözülmesinin yolunu açmaktadır.
Örneğin bu yöntemle herkesin her partiye ve herkesin her adaya direnç puanı verdiği bir biçimde seçimlerin yapıldığını var saysak Kürtlere karşı baskıcı ve inkarcı politikaları savunan parti veya adayların seçilmesi olasılığı neredeyse sıfır olur.
Benzeri şekilde Kürtlerin ayrılmasını savunanlarınki de bu sefer Türklerin direnç oyları nedeniyle benzer bir akıbetle karşılaşır.
Bunlara karşılık gerek Türkler gerek Kürtler içinde daha ılımlı ve her iki taraf açısından kabul edilebilir politika ve çözümleri önerenler daha az direnç puanı alacaklarından ağırlık bunlara geçer.
Aynı şekilde İslamcılar ile Alevi ve laikler için de benzeri sonuçlar olur.
Bu yöntem toplumsal kutuplaştırmayı engellemekle kalmaz aynı zamanda rekabet ve savaş ortamının yerine bir çözüm arama ortamının yerleşmesine yol açar.
Şu an kutuplaşmış ve bir iç savaşa doğru evrilme eğilimi taşıyan bu ülkede aslıda bunu engelleyecek en akılcı yöntemdir de, yani sadece genel olarak demokrasinin sorunlarını çözmez, şu anki durumun da acil çözümünü sunar.
Bu konuda hazırladığımız ve Gezi sonrasında Don Kişot’ta sunduğumuz eski bir görsel şuradan indirilebilir ve izlenebilir: https://yadi.sk/d/Raw_FKCk3K7sCn
25 Nisan 2018 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:


Hiç yorum yok: