Konu HDP’nin bu hafta sonu toplanacak kongresi ve Selahattin
Demirtaş’ın eş başkanlığa yeniden seçilip seçilmeyeceğidir.
Peki açık bir partinin alacağı kararlar hakkında Kandil’e
açık ve acil bir mektup yazmak; Kandil’i muhatap almak yanlış bir davranış olmuyor
mu?
Hayır, olmuyor ve olmaz.
Olmaz, çünkü Kandil (ve İmralı), HDP’nin ve üzerinde
yükseldiği Kürt Özgürlük Hareketinin ne düşünüyor, ne diyor diye gözlerini
diktiği yerdir.
Olmaz, çünkü Kandil’de bu hareketin kıvılcımını çakmış,
savaşlarda pişmiş önderler ve bu hareketi oluşturan ulusal baskı altındaki bedel
ödeyen geniş yığınların oğulları, kızları bulunmaktadır.
Bu bütün politik analizlerde ve davranışlarda göz önüne
alınması gereken sosyolojik bir gerçektir.
Örgütsel ve biçimsel olarak HDP ve Kandil tamamen
birbirinden farklı ve bağımsız yapılar olabilirler.
Öte yandan bu farklı örgütlerden yasal olanı yeni baskılar
altına almak için böyle bir sosyolojik ve politik gerçeği dayanarak bir
davranış koymak hukuken sorunlu görülebilir. Ancak Türkiye gibi Şark
despotluklarında, hukuk diye bir şey olmadığı, hukukun politik çıkarlara uygun
davranışları kitabına uydurmaktan başka bir işlevi olmadığı ve hukukun
politikanın basit bir aracı olduğu açıktır. Hele şimdi hukukun H’sinin bile
adının anılamayacağı durumda, böyle kaygıların hiçbir anlamı da
bulunmamaktadır. Kaldı ki böyle bir sorun da yoktur. Çünkü herkes istediğini
söyleyebilir ve istediğine hitaben yazabilir. Bu kimseyi bağlamaz.
O halde, Kürt Özgürlük Hareketinin örgütsel ve hukuki olarak
farklı ve birbirinden bağımsız ifadelerinin, aynı toplumsal güçlere ve aynı
sorunlara dayanmaları nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerini izlemelerinden
ve birbirlerinden etkilemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Çünkü her birinin
kaderi diğerinin kaderini de belirlemektedir.
Buraya kadar bir sorun yok.
Ama sorun şurada çıkıyor: HDP’ye oy vermiş, gönül vermiş;
dışında veya içinde hemen hemen herkes ve büyük çoğunluk tarafından HDP’nin eş
başkanlığına yeniden Demirtaş’ın seçilmemesi yanlış bulunuyor.
Ancak bu gerçek eğilim hiçbir şekilde alınan kararlara
yansımıyor.
Neden böyle?
En önemli nedenlerinden biri şu:
En önemli nedenlerinden biri şu:
Böyle bir kararın yanlış olacağını söyleyen aynı insanlar,
aynı zamanda
“Bu Kandil’in seçimi.
Yapacak bir şey yok”;
“Hatta İmralı bunu
istemiş, Kandil ile İmralı’nın bağı vardır. Demek ki bir bildikleri vardır.
Bize düşen onların kararına uymaktır”
“Yanlış ama biz bilmiyoruz. Belki arka planda hükümetle bir
müzakere yürütüyorlardır, kim bilir belki yeni bir açılım olacaktır. Daha önce
de açılımlardan önce böyle sert dönemler olmuştu.”
gibi aynı mealde ve daha saymakla bitmeyecek gerekçelerin
ardına sığınarak; sorumluluğu kendi üzerlerinden Kandil ve İmralı’nın üzerine
atarak, Demirtaş’ın başkanlıktan alınmasına itiraz etmemekteler.
(Benzerini “hendekler” döneminde de yaşamıştık. Herkes
yanlış buluyor ama bir bildikleri vardır diyerek kimse sesini çıkarmıyordu.)
İşin kötüsü, sadece sıradan üye ve sempatizanlar değil, bizzat
HDP’nin veya Kürt Özgürlük Hareketinin önde gelenleri ve bunlara yakın kişiler
tarafından da bu yönde kimi saman imalarla, kimi zaman açıkça ifade edilerek “Kandil’in
böyle istediği, o nedenle Demirtaş’ın seçilmeyeceği” şeklinde sözler yayılmaktadır.
Böylece Kandil’in (ve İmralı’nın) prestijinin ardına
sığınılarak Demirtaş’ın yeniden seçilmemesini yanlış bulanların direnci daha
baştan engellenmektedir.
Bu durum özellikle Kürtler arasında çok yaygındır. Neredeyse
her Kürt atktivist Demirtaş’ın başkanlıktan alınmasını, Kandil’in görüşü ve
kararı olarak görerek, bir “kabine dayanışması” ile “o benim resmi görüşümdür”
fıkrasına olduğu gibi, gönülsüzce de olsa savunmakta, ama biraz altı kazınınca
bu kararın yanlış bulduğuna ilişkin görüşleri ortaya çıkmaktadır.
Bizim açtığımız Demirtaş’ın yeniden eş başkan seçilmesi imza
kampanyasına imza atan 5000’e yakın imzacının ağırlıklı bölümünü, batıda
yaşayan, şehirli Türkler oluşturmaktadır. Demirtaş’ın tekrar başkan
seçilmesinin doğru olacağını düşünen Kürtler imzalamaktan bile çekinmektedirler
İmzacıların genellikle batılı ve Türk olmasının ikin deneni
vardır.
Birincisi politiktir. Bu Türkler, Demirtaş’ın ey başkan
olarak kalmasını, Türkiye’nin ezilen ve demokratlarıyla ittifak ve onları
kazanma yani “Türkiyelileşme” stratejisinin bir ifadesi olarak görmektedirler
ve bu stratejiyi doğru bulmaktadırlar. Tam da bunun için bu imza kampanyasına
katılmaktadırlar.
Ama bir de kültürel ve sosyolojik diyebileceğimiz neden daha
var.
Bunların da büyük kısmı Demirtaş’ın yeniden başkan
seçilmemesini yaygın söylentiler nedeniyle Kandil’in eğilimi, olarak
görmelerine rağmen, gereğinde Kandil’e bile karşı çıkarak ve fikrini ve eğilimi
açıkça ifade eden bir toplumsal temele kültüre ve davranış kotlarına
sahiptirler.
Bu iki farklı davranış kodu, bu iki farklı kültür, kapitalizm
öncesi kültür ve davranış kotlarıyla modern kapitalizmin ortaya çıkardığı
modern bireyin kültürü ve davranış kotları arasındaki farkıdır.
Kürt hareketi şimdiye kadar hep bu kültürel sınırlılığın
acısını çekmiştir.
Şimdi HDP’nin eş başkanlığına kimleri seçeceği, yani nasıl
bir politik çizgi izleyeceği konusunda en temel karar alınırken bu geçmişin
kültürü ve davranış kotları en büyük riski oluşturmaktadır. Bu kodlara
dayanarak Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmesi engellenmektedir.
İnsanlar büyüklerimiz, yöneticilerimiz (yani Kandil) her
şeyi bizden iyi bilir kodları ve kültürüyle gerçek eğilim ve özlemleri farklı
olmasına rağmen, kendi görüşlerine göre düşüncelerini ifade etmemekte ve öyle
davranmamaktadır.
Bu nedenle o “büyüklerimiz veya yöneticilerimiz”e yönelik
olmak zorunda bu açık ve acil mektup.
İşin ilginci tam da bu yazıyı yazmaya başlamamızdan az önce
okuduğumuz Karayılan’ın
‘Erdoğan
ve El Kaideci güçler başarısızdır’ başlıklı söyleşisinde, başka bir
bağlamda olsa da, tamı tamına bu konuya değinmektedir. Bunun yarattığı sınırlılıkları
ve sorunları ifade etmektedir.
Burada bizzat Karayılan’ın dediklerini aktaralım (siyahlar
bizim vurgumuz):
“Fakat Kuzey Kürdistan’da 2 olgudan bahsetmek gerekiyor. Birincisi, ölçüsüz bir baskı ve faşizm söz konusudur. Bu konuda AKP’nin uyguladığı faşist bir sistem vardır. İkincisi ise, Kuzey’de halkımızın kendi kendine hareket etme geleneğinin az olma durumu vardır. Kendi başına hareket etme eğilimden ziyade, hep örgüt eğilimi öne çıkmıştır. Geçmişten beri halk hep bir öncünün ortaya çıkıp talimat vermesini ya bir kurumun ya da kadroların gelip örgütlemesini, başı çekmesini bekler. Böyle alışmış, böyle bir geleneği ön planda. Oysa bu tür faşist uygulamaların olduğu dönemlerde kadrolar veya kurumların öne çıkması risklidir. Nitekim çıkınca zaten tutuklanıyorlar. Dolayısıyla halk tabandan, kendiliğinden eylemlere yönelerek süreci götürmelidir. Aslında birçok ülkede, alanda halkların bu tür çıkışları vardır.” (…)
“Fakat Kuzey Kürdistan’da 2 olgudan bahsetmek gerekiyor. Birincisi, ölçüsüz bir baskı ve faşizm söz konusudur. Bu konuda AKP’nin uyguladığı faşist bir sistem vardır. İkincisi ise, Kuzey’de halkımızın kendi kendine hareket etme geleneğinin az olma durumu vardır. Kendi başına hareket etme eğilimden ziyade, hep örgüt eğilimi öne çıkmıştır. Geçmişten beri halk hep bir öncünün ortaya çıkıp talimat vermesini ya bir kurumun ya da kadroların gelip örgütlemesini, başı çekmesini bekler. Böyle alışmış, böyle bir geleneği ön planda. Oysa bu tür faşist uygulamaların olduğu dönemlerde kadrolar veya kurumların öne çıkması risklidir. Nitekim çıkınca zaten tutuklanıyorlar. Dolayısıyla halk tabandan, kendiliğinden eylemlere yönelerek süreci götürmelidir. Aslında birçok ülkede, alanda halkların bu tür çıkışları vardır.” (…)
“Belirttiğim gibi,
Kürdistan’da böyle bir gelenek zayıftır. Şimdi Kürdistan gençliğinin, kadınının
ve yurtseverlerin, varoşlarda, değişik mahallelerde korsan bir biçimde çıkışlar
yapması gerekmektedir. Yani kendi
inisiyatifini kullanarak, kendi imkanlarını devreye sokarak tanıdığı, gördüğü,
ulaştığı ve bulduğu insanları örgütleyerek, herkes grup oluşturabilir.
Herkes bir eylem ekibi örgütleyebilir. Her mahalle gençliği bir araya gelip
kendi kendilerini örgütleyebilirler. Yani bu dönemde tabanın bu biçimde inisiyatif kullanması gerekiyor. Şimdi olmayan ya da
az olan nokta budur; taban, tabanı bekliyor. Yani üstten birilerinin gelip
başı çekmesi bekleniyor. Oysa bu dönemde böyle bir beklentiye gerek yok. Belki
bazı siyasi, legal kurumlar var ama onların eylem yapma durumları zordur. Her
alanda bulunan yurtsever insanlar, özellikle gençlik, inisiyatifi almalı, herkes birer kadro gibi sorumlu davranmalı,
faşizme karşı değişik biçimlerde imkanlar oranında çıkışlar yapmalı, sessiz
kalmamalı. Bu önemlidir.”
“Biz de değişik
zeminlerde, bireysel ve yerel
inisiyatiflerimizi kullanarak buna karşı toplumsal tepkimizi gösterebilmeliyiz.
Yani halkımızın yaklaşımı böyle
olabilmeli. Bu konuda bazı yetersizliklerin yaşandığını söylemek mümkündür.
Biz halkımızın da neleri hissedip, yaşadığını iyi biliyoruz ama beklenti içinde olunduğundan dolayı o
hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyor. Oysa herkes kendisini bir örgüt yöneticisi gibi görmeli, kendisi sorumluluk
hissetmeli ve kendi çevresinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme
geçmeye yönelmelidir. Hareketimizin ilan ettiği seferberliğe, bu biçimde
iştirak olursa giderek tabandan gelişme yaşanır ve eylemselliğe dönüşür.
Unutmayalım ki, en çok şiddetin uygulandığı dönem 1989-90 dönemiydi. Halkımızın
direnişi, o zor faşist uygulama ve faili meçhul cinayetlere karşı mücadele
ederek serhildan geleneğini açığa çıkardı. Şimdi yeni dönemde bu geleneğe
benzer bir yerel inisiyatifin açığa
çıkmasıyla süreci bu biçimde canlandırabilmeli ve boyutlandıra bilmeliyiz.”
Karayılan’ın bu sözlerinde, sorunlar İslamcı-Türkçü Faşist
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne karşı mücadelenin sorunları bağlamında belirtilmiş
bulunuyor.
Ama bu kültürel ve
davranış kodlarına ilişkin sorunların sadece bu alan için geçerli olmadığı
çok açıktır. Her alanda bu sorunlar tekrar tekrar ortaya çıkarlar.
Aynı sorunlar HDP içindeki çalışmalarda da ve son olarak
Selahattin Demirtaş’ın eş başkan seçilmemesi bağlamında da aynen görülmektedir.
Hem de daha korkunç ve yıkıcı sonuçlarıyla.
Örneğin, harekete bedel ödemiş ve ödeyen en geniş kesimler, tam da Karayılan’ın söyleşisinden alıntılarla, Demirtaş’ın bir emrivakiyle tekrar başkan seçilmemesi karşısında “bireysel ve yerel inisiyatiflerini kullanarak buna karşı toplumsal tepkilerini” göstermiyorlar; “beklenti içinde olunduklarından dolayı o hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyorlar”; “kendilerini bir örgüt yöneticisi gibi görmüyorlar ve kendi çevrelerinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme geçmeye yönelmiyorlar”
Örneğin, harekete bedel ödemiş ve ödeyen en geniş kesimler, tam da Karayılan’ın söyleşisinden alıntılarla, Demirtaş’ın bir emrivakiyle tekrar başkan seçilmemesi karşısında “bireysel ve yerel inisiyatiflerini kullanarak buna karşı toplumsal tepkilerini” göstermiyorlar; “beklenti içinde olunduklarından dolayı o hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyorlar”; “kendilerini bir örgüt yöneticisi gibi görmüyorlar ve kendi çevrelerinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme geçmeye yönelmiyorlar”
Çünkü “kendi kendine hareket etme geleneği az”
Örneğin Demirtaş’ın yeniden başkan seçilmesi için imza kampanyalarını
başlatanların hepsi aslında Türk solcuları, demokratları, aydınları ve
sosyalistleri oldular. Bir tane bile Kürtlerden gelen böyle bir kampanya
görülmedi.
Bunun nedeni, tam da Karayılan’ın sözünü ettiği gelenektir.
Bu gelenek her şeyi “örgütten”, “büyüklerden”,
“yöneticilerden” bekler. Bu kapitalizm öncesi, hatta uygarlık öncesi
ilişkilerden çıkan bir gelenektir.
Buna karşılık modern insan, modern ücretliler yönetime
seçilene peşin bir güvensizlik duyar. Onu daha elindeki yetkiler tarafından
bayştan çıkarılmaya hazır olarak görür. Almanların sözüyle “güven iyidir ama
kontrol daha iyidir.”
Paris Komünü’nün bütün örgütlenme tedbirleri aslında bir tek
ilkeye indirgenebilir. Yöneticilerin, seçilmiş bile olsalar sırtından sopayı
eksik etme, şeytan azapta gerek, onları sürekli kontrol et. Modern
Proletaryanın devletinin ilkesi budur. Paris’te bu ilkelerle örgütlenmişlerdir.
Maalesef Rus devrimini izleyen karşı devrimden sonra uzun bürokratik
diktatörlük yıllarında bu güzel gelenekler tamamen tersi geleneklere yerini
bırakmıştır. Halkın İslam diye bildiği nasıl karşı devrime uğramış devletçi
Emevi İslam’ı ise, sosyalistlerin de sosyalizm diye bildiği devletçi karşı devrimci
bürokrat sosyalizmidir.
Mücadelesinin yükselişi Kürt özgürlük hareketini İşçi
hareketinin bu eski ve unutulmuş geleneklerini yeniden keşfetmeye
yöneltmektedir ve Karayılan’ın sözlerinin tarihsel anlamı da aslıda bu eğilimin
ifadesidir.
Kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin insanının “büyüklerimiz
iyi bilir”, “devletimiz iyi bilir”, “yöneticilerimiz iyi bilir” kültürü ve
davranış kotları üzerinde yükselir bütün şark despotlukları. Ve o
despotlukların binlerce yıllık egemenliğinde bu kültür yeniden ve yeniden
üretilmiştir.
Bu nedenle şark insanı medeni cesaret ve insiyatiften yoksun
kul ruhludur. Bu en modern gibi görünenlerin bile ruhunun derinliklerine
işlemiş davranış kodlarıdır. Ölmeyi iyi bilir gereğinde ama çoğunluğu
oluşturanlara karşı kendi fikrini savunamaz korkar. Cesaret ise ölmeyi bilmek
değildir, çoğunluğu oluşturanların kahkahalarına dayanabilmektir. Ne yazık ki
böyleleri en modern denecek kesimlerde bile mumla aranacak kadar azdır.
*
Ve işte HDP’nin bütün başarısızlığının ardında bu kodlara
dayamak, onlarla mücadele değil, onları güçlendirmek bulunuyor.
Özgürlük hareketi mücadelesi içinde elbet bu kodların ortaya
çıkardığı sıkıntıların bilincinde olduğu için bunlarla mücadele etmeye
çalışıyor ama aynı zamanda HDP’nin yapısal sorunlarına yönelmeyerek,sorunu
teknik bir örgütlenme sorunu gibi görerek aslında bu kültürün HDP’ye egemen
olmaya devam etmesine yo açıyor.
Tam da Karayılan’ın yanlışlığını vurguladığı kodlarla
insanlar, gönülleri Demitaş’ın eş başkanlığından yana olmalarına rağmen,
seslerini çıkarmıyorlar, direnmiyorlar, inisiyatif göstermiyorlar.
Ve sizin (Kandil’in) öyle düşündüğünüzü düşündükleri için,
onu yanlış bile bulsalar itiraz etmiyorlar.
Halbuki siz de davranışlarınızı insanların tepkilerine,
duruşlarına görüşlerine, eğilimlerine göre oluşturuyorsunuz. Bu nedenle sizlere
yöneliyorum.
En azından manevi ağırlığınız koyup HDP içinde açık bir
tartışmayı, insanların kendi görüşlerine göre davranmalarını ve oy vermelerini
teşvik edebilirsiniz.
En azından, “bizim böyle
bir görüşümüz ve eğilimimiz yoktur. Herkes özgür bireyler olarak özgürce
tartışmalı, farklı görüşler kongrede dile getirilmeli ve farklı öneriler gizli
oy açık sayımla oylanmalıdır” diyebilirsiniz.
Bu insanların yanlış gördükleri bir karara içleri kan
ağlayarak, sırf Kandil böyle istedi şeklindeki, ne derece gerçek veya doğru
olduğu bilinmeyen, bir karara oy vermek durumunda kalmalarını ortadan kaldırabilir.
Ve belki de ilk defa HDP kendisi özgürce bir tartışmayla bir
karar alma ve kelimenin gerçek anlamışla bir örgüt olma yoluna girebilir.
Bu nedenle bu mektup sizedir ve acildir.
*
Sizin istediğiniz yolundaki lafları, dedikoduları herkes
biliyor konuşuyor.
Devlet de biliyor ve kendince belli manipülasyonlar da
yapıyor.
Ama herkes sanki hiç böyle bir şey okmuş gibi yazıyor ve konuşuyor.
“Kral çıplak” demek gerekiyor.
Eğer bu gerçek ise, yani eğiliminiz Selahattin Demirtaş’ın
oradan uzaklaştırılması ve biri Türk solundan diğer Kürt ulusalcı çevrelerinden
politik profilden yoksun iki kişinin eş başkan yapılması ise bu eğiliminizi
açıkça belirtin.
Ama bu eğiliminiz belirtirken de herkesin kendi fikri ve
eğilimine göre davranması hakkı ve görevini de belirtin ve vurgulayın.
İnsanları tıpkı HDP içindeki tartışmalarda da, tıpkı Erdoğan diktatörlüğüne
karşı mücadelede olduğu gibi inisiyatifle; modern insanların davranış kodlarıyla
hareket etmeye davet edin.
Herkes sizin adınıza konuşur veya en azından bu yönde
izlenimler vererek konuşurken suskunluğunuz, bunlara daha da büyük bir güç
vermektedir.
Dün ilen edilen adayları ve bu adayların ilanına bağlı
politikayı benimsiyorsanız, bunu açıkça belertmek sadece hakkınız değil, aynı
zamanda görevinizdir.
Ama bu seçim karşısında özel bir duruşunuz yoksa, sizin
adınıza yapılan davranışlara son vermek gibi bir sorumluluğunuz da bulunmaktadır.
Bu gibi konuların, “herkesin bildiği sırların” açıkça
konuşulması her zaman hayırlıdır. Halkımız “Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım?”
der.
Devletin bildiğini halktan niye saklayalım.
Devlet böyle konuşmalar olduğunu bilmiyor mu?
Biliyor.
Herkes böyle konuşmuyor mu?
Konuşuyor.
Sizlerin de dünyanın sorunlarına, Türkiye’nin sorunlarına,
demokrasi mücadelesinin sorunlarına ilgi duyan insanlar olarak görüşlerinizi belirtme
hakkınız ‘ve de göreviniz) var mı?
Var
O halde bu en doğal hakkınızı kullanıp, görevinizi yerine
getirin.
*
Bizler modern insanlarız. Veya en azından öyle olmaya
çalışmalıyız.
Sizler o görüşlerinizi belirttiniz diye onları kabul edecek
veya eğer onları yanlış buluorsak, onlara karşı mücadele etmeyecek değiliz.
Ancak köylü ve kul ruhlu insanlar, şarklılar bunları bir
emir gibi telakki edip davranırlar.
Sizler hem eğilim ve görüşlerinizi açıkça belirterek ve
herkesi de kendi eğilim ve görüşlerini açıkça belirtmeye ve ona göre davranmaya
davet ederek bu içinde bulunulan çıkmazdan çıkışın yolunu açacak bir “kültürel
devrim”i başlatabilirsiniz.
*
Bu vesileyle sizin politikanızın bu dün ilan edilen, Demirtaş’ın
yeniden seçilmemesi ve Temelli ile Buldan’ın seçilmesi ihtimaline karşı temel
itirazları bir kez daha ifade edeyim
Elbette sizlerin istediği politika ile Demirtaş’ın istediği
politika arasında farkla olabilir. Demirtaş’ın
izlediği politik çizgiyi doğru bulmayabilirsiniz. Bunlar normaldir.
Ama bunu açık tartışma ile, örgütün çoğunluğunu
görüşlerinize kazanmaya çalışarak da yapabilirsiniz ve yapmalısınız.
Bileşen hukuku diyerek, idari ve bürokratik mekanizmalarla
fiili uygulaması ise (ki eğer bu sizin görüşünüz ise yapılan budur) olabilecek
en kötü ve yıkıcı yöntemdir.
HDP’de değişmesi gereken aslında tam da budur. HDP’nin haklı
olarak çok şikayet edilen yetersizliğinin ve inisiyatifsizliğinin nedeni tam da
(eğer sizden kaynaklanıyorsa) sizin bu uyguladığınız yöntemdir. Tedavi için
teşhisi doğru yapmak gerekir.
Selahattin demirtaş7ın yeniden eş başkan seçilmesi için en
çok destek bulmuş (5000’e yakın) imza kampanyasının başlatıcısıyım. Bu nedenle
benim Demirtaş’ı çok başarılı bulduğu sanılabilir. Sanılanın aksine Selahattin Demirtaş’ın
sanılanın aksine çok başarılı bir stratej, taktikçi ve örgütçü olduğu kanısında
değilim.
Bunları çeşitli defalar yazılarımda da yazdım. HDP projesine
başta sahip çıkmayıp, Diyarbakır’a giderek kendi koşullarını dayatması, hemen
sonra İlk cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesindeki kedini emrivaki ile aday
göstermesi ve daha geniş kesimleri toplayarak Erdoğan’ın önünü kesecek bir adayın
gösterilmesini engellemesi; Gezi patladığındaki yanlış beyanları, 7 Haziran
seçimleri sorasında, yakalanacak ana halkanın değişimini göremeyip pasif
kalışları ve Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaları bunlar arasında sayılabilir.
Kimse mükemmel değildir.
Ama Selahattin Demirtaş verili bir politikayı başarılı
olarak temsil etmekte çok başarılıdır.
Bu nedenle bir bayrak, bir sembol olmuştur.
Bayrakları yere düşürmemek gerekir.
Demirtaş aracılığıyla ilk kez Kürt hareketi Türkiye’nin Alevi
ve Laik kesimlerinden destek bulu hale gelmiştir.
Alevilerin, laiklerin, Mütedeyyinlerin Kürt özgürlük
hareketi ile barışmaları için bir vesile, bir tutamak noktasıdır.
Bu kesimler Demitaş’ın Eş başkanlığa yeniden seçilmemesini
Türkiyelileşme projesinin ve kişilikli ve bağımsız bir HDP projesinin terki
olarak göreceklerdir.
Bu durumda HDP’nin saten tecrit durumu daha da pekişecek ve
fiilen işi bitecektir.
Ayrıca Demirtaş, “seni başkan yaptırmayacağız” şiarıyla, Erdoğan
diktatörlüğüne karşı mücadelenin de bayrağı anlamı kazanmıştır.
Demirtaş’ın eş başkan seçilmemesi, Erdoğan’a Demirtaş’ı
kurban ederek örtülü bir uzlaşma çağrısı, “bak işte senin istediğin adamı
seçmiyoruz” mesajı olarak anlaşılacaktır.
Bu da zaten bu tür teorilere çok yatkın olan geniş Alevi ve
laik kesimlerin Kürt hareketinden iyice uzaklaşmasına da yol açacaktır.
Ve nihayet işin bir de ahlaki boyutu var.
Birisi hapisteyse ona daha sıkı sahip çıkmak, onu hapse atanlara meydan okumak gerekir.
Bu yapılmamış olacaktır.
Birisi hapisteyse ona daha sıkı sahip çıkmak, onu hapse atanlara meydan okumak gerekir.
Bu yapılmamış olacaktır.
Tekrar ediyorum. Demirtaş’ın yeniden başkanlığı sembolik bir
anlamı olan, fiilen örgütsel olarak bir sonucu olmayacak politik bir sorundur.
Demirtaş’ın başka seçilmemesi HDP’nin politik intiharı
olacaktır.
HDP’nin bu intiharı yapmaması için ne yapabiliyorsanız
yapın.
Afrin’in kazanması veya kaybetmesi HDP kongresinin
sonuçlarına bağıdır.
Türkiye’de bir demokratik devrim, bir Ortadoğu Demokratik Devrimi
İstanbul olmadan ve İstanbul’a rağmen mümkün değildir.
İstanbulu ise ancak daha kararlı bir strateji izleyen bir
HDP kazanabilir.
Türkiye aslında patlamaya hazır bir bombadır. Bunu bizzat en
iyi bilen Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüdür.
Böylesi kritik bir momentte böylesine kritik bir yanlış
korkunç yıkımlara, yenilgilere ve zaman kaybına yol açacaktır.
Bu yanlışı engellemek için sadece siz bir şeyler
yapabilirsiniz. Bunun için de birer insan, birer yurttaş, birer demokrat, birer
özgürlük savaşçısı olarak çok temel bir hakkınızı kullanmanız, yani açıkça bu
konudaki görüşlerinizi ifade etmeniz yeter.
Çünkü bu herkese aynı hakkı tanımak anlamına gelir.
Bu sadece hakkınız değil, görevinizdir de.
Bu sadece hakkınız değil, görevinizdir de.
9 Şubat 2018 Cuma
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder