9 Şubat 2018 Cuma

Kandil’e Acil ve Açık Bir mektup

Konu HDP’nin bu hafta sonu toplanacak kongresi ve Selahattin Demirtaş’ın eş başkanlığa yeniden seçilip seçilmeyeceğidir.
Peki açık bir partinin alacağı kararlar hakkında Kandil’e açık ve acil bir mektup yazmak; Kandil’i muhatap almak yanlış bir davranış olmuyor mu?
Hayır, olmuyor ve olmaz.
Olmaz, çünkü Kandil (ve İmralı), HDP’nin ve üzerinde yükseldiği Kürt Özgürlük Hareketinin ne düşünüyor, ne diyor diye gözlerini diktiği yerdir.
Olmaz, çünkü Kandil’de bu hareketin kıvılcımını çakmış, savaşlarda pişmiş önderler ve bu hareketi oluşturan ulusal baskı altındaki bedel ödeyen geniş yığınların oğulları, kızları bulunmaktadır.
Bu bütün politik analizlerde ve davranışlarda göz önüne alınması gereken sosyolojik bir gerçektir.

Örgütsel ve biçimsel olarak HDP ve Kandil tamamen birbirinden farklı ve bağımsız yapılar olabilirler.
Öte yandan bu farklı örgütlerden yasal olanı yeni baskılar altına almak için böyle bir sosyolojik ve politik gerçeği dayanarak bir davranış koymak hukuken sorunlu görülebilir. Ancak Türkiye gibi Şark despotluklarında, hukuk diye bir şey olmadığı, hukukun politik çıkarlara uygun davranışları kitabına uydurmaktan başka bir işlevi olmadığı ve hukukun politikanın basit bir aracı olduğu açıktır. Hele şimdi hukukun H’sinin bile adının anılamayacağı durumda, böyle kaygıların hiçbir anlamı da bulunmamaktadır. Kaldı ki böyle bir sorun da yoktur. Çünkü herkes istediğini söyleyebilir ve istediğine hitaben yazabilir. Bu kimseyi bağlamaz.
O halde, Kürt Özgürlük Hareketinin örgütsel ve hukuki olarak farklı ve birbirinden bağımsız ifadelerinin, aynı toplumsal güçlere ve aynı sorunlara dayanmaları nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerini izlemelerinden ve birbirlerinden etkilemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Çünkü her birinin kaderi diğerinin kaderini de belirlemektedir.
Buraya kadar bir sorun yok.
Ama sorun şurada çıkıyor: HDP’ye oy vermiş, gönül vermiş; dışında veya içinde hemen hemen herkes ve büyük çoğunluk tarafından HDP’nin eş başkanlığına yeniden Demirtaş’ın seçilmemesi yanlış bulunuyor.
Ancak bu gerçek eğilim hiçbir şekilde alınan kararlara yansımıyor.
Neden böyle?
En önemli nedenlerinden biri şu:
Böyle bir kararın yanlış olacağını söyleyen aynı insanlar, aynı zamanda
Bu Kandil’in seçimi. Yapacak bir şey yok”;
Hatta İmralı bunu istemiş, Kandil ile İmralı’nın bağı vardır. Demek ki bir bildikleri vardır. Bize düşen onların kararına uymaktır
“Yanlış ama biz bilmiyoruz. Belki arka planda hükümetle bir müzakere yürütüyorlardır, kim bilir belki yeni bir açılım olacaktır. Daha önce de açılımlardan önce böyle sert dönemler olmuştu.”
gibi aynı mealde ve daha saymakla bitmeyecek gerekçelerin ardına sığınarak; sorumluluğu kendi üzerlerinden Kandil ve İmralı’nın üzerine atarak, Demirtaş’ın başkanlıktan alınmasına itiraz etmemekteler.
(Benzerini “hendekler” döneminde de yaşamıştık. Herkes yanlış buluyor ama bir bildikleri vardır diyerek kimse sesini çıkarmıyordu.)
İşin kötüsü, sadece sıradan üye ve sempatizanlar değil, bizzat HDP’nin veya Kürt Özgürlük Hareketinin önde gelenleri ve bunlara yakın kişiler tarafından da bu yönde kimi saman imalarla, kimi zaman açıkça ifade edilerek “Kandil’in böyle istediği, o nedenle Demirtaş’ın seçilmeyeceği” şeklinde sözler yayılmaktadır.
Böylece Kandil’in (ve İmralı’nın) prestijinin ardına sığınılarak Demirtaş’ın yeniden seçilmemesini yanlış bulanların direnci daha baştan engellenmektedir.
Bu durum özellikle Kürtler arasında çok yaygındır. Neredeyse her Kürt atktivist Demirtaş’ın başkanlıktan alınmasını, Kandil’in görüşü ve kararı olarak görerek, bir “kabine dayanışması” ile “o benim resmi görüşümdür” fıkrasına olduğu gibi, gönülsüzce de olsa savunmakta, ama biraz altı kazınınca bu kararın yanlış bulduğuna ilişkin görüşleri ortaya çıkmaktadır.
Bizim açtığımız Demirtaş’ın yeniden eş başkan seçilmesi imza kampanyasına imza atan 5000’e yakın imzacının ağırlıklı bölümünü, batıda yaşayan, şehirli Türkler oluşturmaktadır. Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmesinin doğru olacağını düşünen Kürtler imzalamaktan bile çekinmektedirler
İmzacıların genellikle batılı ve Türk olmasının ikin deneni vardır.
Birincisi politiktir. Bu Türkler, Demirtaş’ın ey başkan olarak kalmasını, Türkiye’nin ezilen ve demokratlarıyla ittifak ve onları kazanma yani “Türkiyelileşme” stratejisinin bir ifadesi olarak görmektedirler ve bu stratejiyi doğru bulmaktadırlar. Tam da bunun için bu imza kampanyasına katılmaktadırlar.
Ama bir de kültürel ve sosyolojik diyebileceğimiz neden daha var.
Bunların da büyük kısmı Demirtaş’ın yeniden başkan seçilmemesini yaygın söylentiler nedeniyle Kandil’in eğilimi, olarak görmelerine rağmen, gereğinde Kandil’e bile karşı çıkarak ve fikrini ve eğilimi açıkça ifade eden bir toplumsal temele kültüre ve davranış kotlarına sahiptirler.
Bu iki farklı davranış kodu, bu iki farklı kültür, kapitalizm öncesi kültür ve davranış kotlarıyla modern kapitalizmin ortaya çıkardığı modern bireyin kültürü ve davranış kotları arasındaki farkıdır.
Kürt hareketi şimdiye kadar hep bu kültürel sınırlılığın acısını çekmiştir.
Şimdi HDP’nin eş başkanlığına kimleri seçeceği, yani nasıl bir politik çizgi izleyeceği konusunda en temel karar alınırken bu geçmişin kültürü ve davranış kotları en büyük riski oluşturmaktadır. Bu kodlara dayanarak Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmesi engellenmektedir.
İnsanlar büyüklerimiz, yöneticilerimiz (yani Kandil) her şeyi bizden iyi bilir kodları ve kültürüyle gerçek eğilim ve özlemleri farklı olmasına rağmen, kendi görüşlerine göre düşüncelerini ifade etmemekte ve öyle davranmamaktadır.
Bu nedenle o “büyüklerimiz veya yöneticilerimiz”e yönelik olmak zorunda bu açık ve acil mektup.
İşin ilginci tam da bu yazıyı yazmaya başlamamızdan az önce okuduğumuz Karayılan’ın
‘Erdoğan ve El Kaideci güçler başarısızdır’ başlıklı söyleşisinde, başka bir bağlamda olsa da, tamı tamına bu konuya değinmektedir. Bunun yarattığı sınırlılıkları ve sorunları ifade etmektedir.
Burada bizzat Karayılan’ın dediklerini aktaralım (siyahlar bizim vurgumuz):
“Fakat Kuzey Kürdistan’da 2 olgudan bahsetmek gerekiyor. Birincisi, ölçüsüz bir baskı ve faşizm söz konusudur. Bu konuda AKP’nin uyguladığı faşist bir sistem vardır. İkincisi ise, Kuzey’de halkımızın kendi kendine hareket etme geleneğinin az olma durumu vardır. Kendi başına hareket etme eğilimden ziyade, hep örgüt eğilimi öne çıkmıştır. Geçmişten beri halk hep bir öncünün ortaya çıkıp talimat vermesini ya bir kurumun ya da kadroların gelip örgütlemesini, başı çekmesini bekler. Böyle alışmış, böyle bir geleneği ön planda. Oysa bu tür faşist uygulamaların olduğu dönemlerde kadrolar veya kurumların öne çıkması risklidir. Nitekim çıkınca zaten tutuklanıyorlar. Dolayısıyla halk tabandan, kendiliğinden eylemlere yönelerek süreci götürmelidir. Aslında birçok ülkede, alanda halkların bu tür çıkışları vardır.” (…)
Belirttiğim gibi, Kürdistan’da böyle bir gelenek zayıftır. Şimdi Kürdistan gençliğinin, kadınının ve yurtseverlerin, varoşlarda, değişik mahallelerde korsan bir biçimde çıkışlar yapması gerekmektedir. Yani kendi inisiyatifini kullanarak, kendi imkanlarını devreye sokarak tanıdığı, gördüğü, ulaştığı ve bulduğu insanları örgütleyerek, herkes grup oluşturabilir. Herkes bir eylem ekibi örgütleyebilir. Her mahalle gençliği bir araya gelip kendi kendilerini örgütleyebilirler. Yani bu dönemde tabanın bu biçimde inisiyatif kullanması gerekiyor. Şimdi olmayan ya da az olan nokta budur; taban, tabanı bekliyor. Yani üstten birilerinin gelip başı çekmesi bekleniyor. Oysa bu dönemde böyle bir beklentiye gerek yok. Belki bazı siyasi, legal kurumlar var ama onların eylem yapma durumları zordur. Her alanda bulunan yurtsever insanlar, özellikle gençlik, inisiyatifi almalı, herkes birer kadro gibi sorumlu davranmalı, faşizme karşı değişik biçimlerde imkanlar oranında çıkışlar yapmalı, sessiz kalmamalı. Bu önemlidir.
“Biz de değişik zeminlerde, bireysel ve yerel inisiyatiflerimizi kullanarak buna karşı toplumsal tepkimizi gösterebilmeliyiz. Yani halkımızın yaklaşımı böyle olabilmeli. Bu konuda bazı yetersizliklerin yaşandığını söylemek mümkündür. Biz halkımızın da neleri hissedip, yaşadığını iyi biliyoruz ama beklenti içinde olunduğundan dolayı o hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyor. Oysa herkes kendisini bir örgüt yöneticisi gibi görmeli, kendisi sorumluluk hissetmeli ve kendi çevresinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme geçmeye yönelmelidir. Hareketimizin ilan ettiği seferberliğe, bu biçimde iştirak olursa giderek tabandan gelişme yaşanır ve eylemselliğe dönüşür. Unutmayalım ki, en çok şiddetin uygulandığı dönem 1989-90 dönemiydi. Halkımızın direnişi, o zor faşist uygulama ve faili meçhul cinayetlere karşı mücadele ederek serhildan geleneğini açığa çıkardı. Şimdi yeni dönemde bu geleneğe benzer bir yerel inisiyatifin açığa çıkmasıyla süreci bu biçimde canlandırabilmeli ve boyutlandıra bilmeliyiz.”
Karayılan’ın bu sözlerinde, sorunlar İslamcı-Türkçü Faşist Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne karşı mücadelenin sorunları bağlamında belirtilmiş bulunuyor.
Ama bu kültürel ve davranış kodlarına ilişkin sorunların sadece bu alan için geçerli olmadığı çok açıktır. Her alanda bu sorunlar tekrar tekrar ortaya çıkarlar.
Aynı sorunlar HDP içindeki çalışmalarda da ve son olarak Selahattin Demirtaş’ın eş başkan seçilmemesi bağlamında da aynen görülmektedir. Hem de daha korkunç ve yıkıcı sonuçlarıyla.
Örneğin, harekete bedel ödemiş ve ödeyen en geniş kesimler, tam da Karayılan’ın söyleşisinden alıntılarla, Demirtaş’ın bir emrivakiyle tekrar başkan seçilmemesi karşısında “bireysel ve yerel inisiyatiflerini kullanarak buna karşı toplumsal tepkilerini” göstermiyorlar; “beklenti içinde olunduklarından dolayı o hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyorlar”; “kendilerini bir örgüt yöneticisi gibi görmüyorlar ve kendi çevrelerinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme geçmeye yönelmiyorlar”
Çünkü kendi kendine hareket etme geleneği az”
Örneğin Demirtaş’ın yeniden başkan seçilmesi için imza kampanyalarını başlatanların hepsi aslında Türk solcuları, demokratları, aydınları ve sosyalistleri oldular. Bir tane bile Kürtlerden gelen böyle bir kampanya görülmedi.
Bunun nedeni, tam da Karayılan’ın sözünü ettiği gelenektir.
Bu gelenek her şeyi “örgütten”, “büyüklerden”, “yöneticilerden” bekler. Bu kapitalizm öncesi, hatta uygarlık öncesi ilişkilerden çıkan bir gelenektir.
Buna karşılık modern insan, modern ücretliler yönetime seçilene peşin bir güvensizlik duyar. Onu daha elindeki yetkiler tarafından bayştan çıkarılmaya hazır olarak görür. Almanların sözüyle “güven iyidir ama kontrol daha iyidir.”
Paris Komünü’nün bütün örgütlenme tedbirleri aslında bir tek ilkeye indirgenebilir. Yöneticilerin, seçilmiş bile olsalar sırtından sopayı eksik etme, şeytan azapta gerek, onları sürekli kontrol et. Modern Proletaryanın devletinin ilkesi budur. Paris’te bu ilkelerle örgütlenmişlerdir.
Maalesef Rus devrimini izleyen karşı devrimden sonra uzun bürokratik diktatörlük yıllarında bu güzel gelenekler tamamen tersi geleneklere yerini bırakmıştır. Halkın İslam diye bildiği nasıl karşı devrime uğramış devletçi Emevi İslam’ı ise, sosyalistlerin de sosyalizm diye bildiği devletçi karşı devrimci bürokrat sosyalizmidir.
Mücadelesinin yükselişi Kürt özgürlük hareketini İşçi hareketinin bu eski ve unutulmuş geleneklerini yeniden keşfetmeye yöneltmektedir ve Karayılan’ın sözlerinin tarihsel anlamı da aslıda bu eğilimin ifadesidir.
Kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin insanının “büyüklerimiz iyi bilir”, “devletimiz iyi bilir”, “yöneticilerimiz iyi bilir” kültürü ve davranış kotları üzerinde yükselir bütün şark despotlukları. Ve o despotlukların binlerce yıllık egemenliğinde bu kültür yeniden ve yeniden üretilmiştir.
Bu nedenle şark insanı medeni cesaret ve insiyatiften yoksun kul ruhludur. Bu en modern gibi görünenlerin bile ruhunun derinliklerine işlemiş davranış kodlarıdır. Ölmeyi iyi bilir gereğinde ama çoğunluğu oluşturanlara karşı kendi fikrini savunamaz korkar. Cesaret ise ölmeyi bilmek değildir, çoğunluğu oluşturanların kahkahalarına dayanabilmektir. Ne yazık ki böyleleri en modern denecek kesimlerde bile mumla aranacak kadar azdır.
*
Ve işte HDP’nin bütün başarısızlığının ardında bu kodlara dayamak, onlarla mücadele değil, onları güçlendirmek bulunuyor.
Özgürlük hareketi mücadelesi içinde elbet bu kodların ortaya çıkardığı sıkıntıların bilincinde olduğu için bunlarla mücadele etmeye çalışıyor ama aynı zamanda HDP’nin yapısal sorunlarına yönelmeyerek,sorunu teknik bir örgütlenme sorunu gibi görerek aslında bu kültürün HDP’ye egemen olmaya devam etmesine yo açıyor.
Tam da Karayılan’ın yanlışlığını vurguladığı kodlarla insanlar, gönülleri Demitaş’ın eş başkanlığından yana olmalarına rağmen, seslerini çıkarmıyorlar, direnmiyorlar, inisiyatif göstermiyorlar.
Ve sizin (Kandil’in) öyle düşündüğünüzü düşündükleri için, onu yanlış bile bulsalar itiraz etmiyorlar.
Halbuki siz de davranışlarınızı insanların tepkilerine, duruşlarına görüşlerine, eğilimlerine göre oluşturuyorsunuz. Bu nedenle sizlere yöneliyorum.
En azından manevi ağırlığınız koyup HDP içinde açık bir tartışmayı, insanların kendi görüşlerine göre davranmalarını ve oy vermelerini teşvik edebilirsiniz.
En azından, “bizim böyle bir görüşümüz ve eğilimimiz yoktur. Herkes özgür bireyler olarak özgürce tartışmalı, farklı görüşler kongrede dile getirilmeli ve farklı öneriler gizli oy açık sayımla oylanmalıdır” diyebilirsiniz.
Bu insanların yanlış gördükleri bir karara içleri kan ağlayarak, sırf Kandil böyle istedi şeklindeki, ne derece gerçek veya doğru olduğu bilinmeyen, bir karara oy vermek durumunda kalmalarını ortadan kaldırabilir.
Ve belki de ilk defa HDP kendisi özgürce bir tartışmayla bir karar alma ve kelimenin gerçek anlamışla bir örgüt olma yoluna girebilir.
Bu nedenle bu mektup sizedir ve acildir.
*
Sizin istediğiniz yolundaki lafları, dedikoduları herkes biliyor konuşuyor.
Devlet de biliyor ve kendince belli manipülasyonlar da yapıyor.
Ama herkes sanki hiç böyle bir şey okmuş gibi yazıyor ve konuşuyor.
“Kral çıplak” demek gerekiyor.
Eğer bu gerçek ise, yani eğiliminiz Selahattin Demirtaş’ın oradan uzaklaştırılması ve biri Türk solundan diğer Kürt ulusalcı çevrelerinden politik profilden yoksun iki kişinin eş başkan yapılması ise bu eğiliminizi açıkça belirtin.
Ama bu eğiliminiz belirtirken de herkesin kendi fikri ve eğilimine göre davranması hakkı ve görevini de belirtin ve vurgulayın. İnsanları tıpkı HDP içindeki tartışmalarda da, tıpkı Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadelede olduğu gibi inisiyatifle; modern insanların davranış kodlarıyla hareket etmeye davet edin.
Herkes sizin adınıza konuşur veya en azından bu yönde izlenimler vererek konuşurken suskunluğunuz, bunlara daha da büyük bir güç vermektedir.
Dün ilen edilen adayları ve bu adayların ilanına bağlı politikayı benimsiyorsanız, bunu açıkça belertmek sadece hakkınız değil, aynı zamanda görevinizdir.
Ama bu seçim karşısında özel bir duruşunuz yoksa, sizin adınıza yapılan davranışlara son vermek gibi bir sorumluluğunuz da bulunmaktadır.
Bu gibi konuların, “herkesin bildiği sırların” açıkça konuşulması her zaman hayırlıdır. Halkımız “Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım?” der.
Devletin bildiğini halktan niye saklayalım.
Devlet böyle konuşmalar olduğunu bilmiyor mu?
Biliyor.
Herkes böyle konuşmuyor mu?
Konuşuyor.
Sizlerin de dünyanın sorunlarına, Türkiye’nin sorunlarına, demokrasi mücadelesinin sorunlarına ilgi duyan insanlar olarak görüşlerinizi belirtme hakkınız ‘ve de göreviniz) var mı?
Var
O halde bu en doğal hakkınızı kullanıp, görevinizi yerine getirin.
*
Bizler modern insanlarız. Veya en azından öyle olmaya çalışmalıyız.
Sizler o görüşlerinizi belirttiniz diye onları kabul edecek veya eğer onları yanlış buluorsak, onlara karşı mücadele etmeyecek değiliz.
Ancak köylü ve kul ruhlu insanlar, şarklılar bunları bir emir gibi telakki edip davranırlar.
Sizler hem eğilim ve görüşlerinizi açıkça belirterek ve herkesi de kendi eğilim ve görüşlerini açıkça belirtmeye ve ona göre davranmaya davet ederek bu içinde bulunulan çıkmazdan çıkışın yolunu açacak bir “kültürel devrim”i başlatabilirsiniz.
*
Bu vesileyle sizin politikanızın bu dün ilan edilen, Demirtaş’ın yeniden seçilmemesi ve Temelli ile Buldan’ın seçilmesi ihtimaline karşı temel itirazları bir kez daha ifade edeyim
Elbette sizlerin istediği politika ile Demirtaş’ın istediği politika arasında farkla  olabilir. Demirtaş’ın izlediği politik çizgiyi doğru bulmayabilirsiniz. Bunlar normaldir.
Ama bunu açık tartışma ile, örgütün çoğunluğunu görüşlerinize kazanmaya çalışarak da yapabilirsiniz ve yapmalısınız.
Bileşen hukuku diyerek, idari ve bürokratik mekanizmalarla fiili uygulaması ise (ki eğer bu sizin görüşünüz ise yapılan budur) olabilecek en kötü ve yıkıcı yöntemdir.
HDP’de değişmesi gereken aslında tam da budur. HDP’nin haklı olarak çok şikayet edilen yetersizliğinin ve inisiyatifsizliğinin nedeni tam da (eğer sizden kaynaklanıyorsa) sizin bu uyguladığınız yöntemdir. Tedavi için teşhisi doğru yapmak gerekir.
Selahattin demirtaş7ın yeniden eş başkan seçilmesi için en çok destek bulmuş (5000’e yakın) imza kampanyasının başlatıcısıyım. Bu nedenle benim Demirtaş’ı çok başarılı bulduğu sanılabilir. Sanılanın aksine Selahattin Demirtaş’ın sanılanın aksine çok başarılı bir stratej, taktikçi ve örgütçü olduğu kanısında değilim.
Bunları çeşitli defalar yazılarımda da yazdım. HDP projesine başta sahip çıkmayıp, Diyarbakır’a giderek kendi koşullarını dayatması, hemen sonra İlk cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesindeki kedini emrivaki ile aday göstermesi ve daha geniş kesimleri toplayarak Erdoğan’ın önünü kesecek bir adayın gösterilmesini engellemesi; Gezi patladığındaki yanlış beyanları, 7 Haziran seçimleri sorasında, yakalanacak ana halkanın değişimini göremeyip pasif kalışları ve Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaları bunlar arasında sayılabilir.
Kimse mükemmel değildir.
Ama Selahattin Demirtaş verili bir politikayı başarılı olarak temsil etmekte çok başarılıdır.
Bu nedenle bir bayrak, bir sembol olmuştur.
Bayrakları yere düşürmemek gerekir.
Demirtaş aracılığıyla ilk kez Kürt hareketi Türkiye’nin Alevi ve Laik kesimlerinden destek bulu hale gelmiştir.
Alevilerin, laiklerin, Mütedeyyinlerin Kürt özgürlük hareketi ile barışmaları için bir vesile, bir tutamak noktasıdır.
Bu kesimler Demitaş’ın Eş başkanlığa yeniden seçilmemesini Türkiyelileşme projesinin ve kişilikli ve bağımsız bir HDP projesinin terki olarak göreceklerdir.
Bu durumda HDP’nin saten tecrit durumu daha da pekişecek ve fiilen işi bitecektir.
Ayrıca Demirtaş, “seni başkan yaptırmayacağız” şiarıyla, Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadelenin de bayrağı anlamı kazanmıştır.
Demirtaş’ın eş başkan seçilmemesi, Erdoğan’a Demirtaş’ı kurban ederek örtülü bir uzlaşma çağrısı, “bak işte senin istediğin adamı seçmiyoruz” mesajı olarak anlaşılacaktır.
Bu da zaten bu tür teorilere çok yatkın olan geniş Alevi ve laik kesimlerin Kürt hareketinden iyice uzaklaşmasına da yol açacaktır.
Ve nihayet işin bir de ahlaki boyutu var.
Birisi hapisteyse ona daha sıkı sahip çıkmak, onu hapse atanlara meydan okumak gerekir.
Bu yapılmamış olacaktır.
Tekrar ediyorum. Demirtaş’ın yeniden başkanlığı sembolik bir anlamı olan, fiilen örgütsel olarak bir sonucu olmayacak politik bir sorundur.
Demirtaş’ın başka seçilmemesi HDP’nin politik intiharı olacaktır.
HDP’nin bu intiharı yapmaması için ne yapabiliyorsanız yapın.
Afrin’in kazanması veya kaybetmesi HDP kongresinin sonuçlarına bağıdır.
Türkiye’de bir demokratik devrim, bir Ortadoğu Demokratik Devrimi İstanbul olmadan ve İstanbul’a rağmen mümkün değildir.
İstanbulu ise ancak daha kararlı bir strateji izleyen bir HDP kazanabilir.
Türkiye aslında patlamaya hazır bir bombadır. Bunu bizzat en iyi bilen Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüdür.
Böylesi kritik bir momentte böylesine kritik bir yanlış korkunç yıkımlara, yenilgilere ve zaman kaybına yol açacaktır.
Bu yanlışı engellemek için sadece siz bir şeyler yapabilirsiniz. Bunun için de birer insan, birer yurttaş, birer demokrat, birer özgürlük savaşçısı olarak çok temel bir hakkınızı kullanmanız, yani açıkça bu konudaki görüşlerinizi ifade etmeniz yeter.
Çünkü bu herkese aynı hakkı tanımak anlamına gelir.
Bu sadece hakkınız değil, görevinizdir de.
9 Şubat 2018 Cuma
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:


Hiç yorum yok: