2 Şubat 2018 Cuma

HDP Kongresi Gelirken Özgürlük Hareketine Açık Mektup

Bu açık mektup ciddi sonuçları olacak bir hatayı engellemek için son bir uyarıdır. Ciddiye alınacağını da pek sanmıyoruz ama kayda geçmesi gerekir. Yeni bir şey de söylemeyeceğiz, yılladır söylediklerimizi kısaca özetlemekle yetineceğiz.
Bir hastalığı tedavi için önce doğru teşhis gerekir. Yani nedenler kaldırılmadan sonuçlar ortadan kaldırılamaz.
HDP’nin çok ciddi sorunları olduğu ortadadır. HDP başarısız bir politika izlemektedir.
Bunların temelinde sosyolojik denebilecek, yani onun dayandığı toplumsal güçlerin konum, çıkar ve karakterlerinden kaynaklanan ve ancak uzun vadeli çözülebilecek olanlar vardır. Bu ayrı bir bahistir ve uzun vadeli tedbirlerle (ama önce bu sorunların neler olduğu da açıkça ortaya koyularak ve bunun için mekanizmalar yaratarak) çözülebilir. Bu nedenle bunlara girmiyoruz.

HDP’nin bir de yapısal sorunları (yani son duruşmada tüzüksel sorunları) vardır. Bugünkü sorunlarının kaynağında örgütsel düzeyde bu yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bu yapısal sorun “bileşen hukuku” denen hukuktur, tüzüktür.
Ne yazık ki, Özgürlük Hhareketi’nin HDP’nin sorunlarının nedeni olarak HDP’nin bu yapısının olduğu yönünde teşhis ve tedavi arayışı olduğuna dair en küçük bir emare görülmemektedir. Şu ana kadar Özgürlük Hareketi’nden hiç kimsenin HDP’nin sorunlarının kaynağında bileşen hukukunun bulunduğuna ilişkin bir teşhis yaptığı görülmüş değil.
HDP’nin kendisi bu teşhisi yapamaz ve tedaviye geçemez, çünkü bizzat kendisi bu yapısal sorunun ürünüdür.
Bu teşhisi yapıp tedaviyi ancak Özgürlük Hareketinin dinamizmi ve prestiji uygulayabilir.
Bu nedenle bu mektubumuz Özgürlük hareketinedir.
Prestij siyasi mücadelede muazzam bir öneme sahiptir. Muazzam bir zaman ve güç kaybını engelleyebilir.
Örneğin Öcalan’ın prestiji ve ağırlığı olmasaydı, kimse Özgürlük Hareketi’nin stnatejik ir dönüşüm yapmasını sağlayamazdı. Örneğin Türkiyelileşme projesi, HDP’nin kuruluşu vs. onlarca yıllık arayışlarla enerji ve zaman kayıplarıyla mümkün olabilirdi.
Sorunların kaynağındaki yapısal sorun, “bileşen hukuku”dur. “Bileşen Hukuku” derhal terk edilip birey hukukuna geçilmelidir.
*
Ancak bir de çok acil olarak çözülmesi gereken ve çözülebilecek ve birbirinden şu momentte ayrılamayacak, politika ve personel (hangi göreve kimin getirileceği, İslamcıların terminolojisiyle “işi ehline vermek”) sorunları vardır.
Ne var ki, kişilerin kazandığı çok özel politik anlamlar, personel ve politika sorunlarını iç içe geçirmiş ve kopmazcasına birbiriyle bağlamış bulunuyor.
Yani aslında politika, stratejiden bağımsızca ele alınması gereken personel sorunları şu an politik bir sorun olarak ele alınmak durumundadır.
Selahattin Demirtaş’ın tekrar başkan seçilip seçilmeyeceği, bu nedenle bir personel sorunu değil, bir politika sorunudur ve bir politika sorunu olarak tartışılmalıdır.
*
En acil ve en önemli sorun olarak Selahattin Demirtaş’ın eş başkan olarak tekrar seçilmesi sorununu ele alalım.
Gazetelere yansıyan haberler ve kulis dedikodularına bakıldığında öyle görülüyor ki, Selahattin Demirtaş’ın tekrar eş başkan olarak seçilmesi şeklindeki öneriler bir kenara itilmiş ve yerine yeni eş başkanlar aranıyor. (Örneğin özellikle HDP’ye oy verenlerin imza attığı, farklı girişimler tarafından toplanan ve toplamı 5000’i çoktan aşmış imzalar (Sadece bizim başlattığımıza, Afrin’in gündemin başına yerleşmesi nedeniyle hızı azalmış olmasına rağmen 4533 kişi tarafından imzalanmış durumda) hiç kimse tarafından ciddiye bile alınmış değil. Tabandan böyle bir istek var ne yapalım diye tartışıldığına dair bir satır bile okumadık şu ana kadar.)
Anlaşılan sorun Demirtaş’ın yerine kimlerin hangi dengelere göre seçileceğine kalmış.
Bu korkunç bir yanlış olacaktır. Emin olun bunu en fazla isteyen Erdoğan’dır ve yaptığı planlarda HDP’nin böyle bir yanlış yapacağını kesinlikle hesaplıyordur.
*
Selahattin Demirtaş’ın tekrar eş başkan seçilmemesi, HDP’nin yapacağı en büyük politik ve stratejik yanlış olacaktır.
Çünkü Selahattin Demirtaş’ın eş başkan seçilmesi örgütsel ya da hangi görevin hangi kişi tarafından en başarılı biçimde yapılacağına ilişkin, yani bir personel sorunu, yani “işi ehline verme” sorunu değildir. Bu politik bir sorundur.
Selahattin Demirtaş, Türkiye’nin “yaşam tarzından” (ki çoğunu Kemalistler ve CHP’liler oluşturmaktadır) ve “inancından” (çoğunu da yine esas olarak Aleviler oluşturmaktadır) dolayı, aslında İslamcı diktatörlüğe karşı tamamen ikinci bir ulusal karakterde bir direniş için bir bayrak arayan kesimler tarafından, Türkiyelileşme, (yani Türkiye’nin diğer ezilenlerinin sorunlarına da sahip çıkarak onlarla ittifak kurma; onları kazanma, önyargılarını yıkma) politikasının terki olarak anlaşılacaktır.
Bu nedenle tarihi düzeyde, sonuçları “hendekler” veya “özyönetim ilanları”ndan daha ağır ve olumsuz olacaktır.
Bu politik yanlış nesnel olarak Erdoğan’a diktatörlüğü kendi elleriyle sunmak anlamına gelecektir.
Kürt ulusal hareketi ile Alevi ve “laik şehirli” ulusal hareketin Türkçü-İslamcı diktatörlük karşısında birleşmesini engelleyecektir. Türkçülerin ve İslamcı’ların bir diktatörlük kurmak için birleştiği bu durumda, Türkçülüğün baskısı altındaki Kürtlerin; İslamcılığın baskısı altındaki Alevi ve “Laiklerin” birleşmesi hayati önemdedir.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, Selahattin Demirtaş’ın eş başkan seçilmemesi, Öcalan’ın bizzat kendi önderi bulunduğu harekete bile karşı sürekli mücadele ederek kabul ettirdiği ve her adımda bu stratejiye karşı olanlarca sabote edilen çizginin, yani “Türkiyelileşme” çizgisinin terki anlamına gelir.
Burada şunu iyi kavramak gerekir. Selahattin Demirtaş, bu çizgiyi yeterince kavrayıp kavramadığından veya savunup savunmadığından bağımsız olarak, bu çizgiyi temsil eden bir bayrak olmuştur. Türkiye’nin Alevileri, “laikleri” bunu böyle kabul etmiş bulunuyorlar. Bu bir nesnel gerçekliktir.
Bu kesimler Türkiye’nin yüzde otuz veya kırkını oluşturmaktadır. Bu güçleri kazanmak, onlardan tecrit olmamak diktatörlüğe karşı mücadelede hayati önemdedir. Böylece bir hareket alanı, bir Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü Faşist diktatörlüğünü dengeleyecek bir karşı ağırlık oluşturulabilmektedir.
*
Ayrıca Selahattin Demirtaş, Erdoğan’a karşı mücadelenin de bir sembolü olmuştur.
Erdoğan-Ergenekon ittifakının en güçlü ve en zayıf yeri Erdoğan’dır.
Demirtaş “Seni başkan yaptırmayacağız” porolasıyla özdeşleşmiştir.
Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmemesi, bu (laik ve Alevi) kesimlerin Kürt hareketinin Erdoğan ile anlaşacağı ve kendilerini terki olarak yorumlanacaktır zaten şimdiden de böyle yorumluyorlar. Onlar zaten böyle düşünmeye meyillidirler ve bu eğilimlerini iyi bilen Ergenekon-Erdoğan ittifakı bunu kolayca bu şekilde istismar edip, ancak uzun yıllarca çok zaman ve enerji kaybıyla telafi edilebilecek bir sonuca yol açacaktır.
Şunu unutmayın, Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda okunan bildirisinde, Alevilerden söz etmek, Alevilere duyduğu sempatiyi zaten kitaplarında defalarca ifede etmiş olması nedeniyle “malumu ilan” olarak görülür diye sınırlı zaman ve olanakları, toplumun daha uzak, daha Sünni ve Türkçü kesimlerinin ön yargılarını yıkmak için yaptığı kimi vurgular bile Alevilerde kendilerinin satıldığı yönünde çok taraftar bulan yorumlara yol açmıştı. Ve Öcalan bunları hemen ciddiye alarak yanlış anlamayı gidermeye çalışmıştı.
İşte bu nedenlerle Demirtaş’ı tekrar başka seçmek gerekiyor. Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmesi politik bir mesajdır ve öyle olacaktır.
Demirtaş’ın tekrar başkan seçilmesinin örgütsel veya personel olarak fiili bir anlamı zaten olmayacaktır.
O elbette bulunduğu yerden örgütü yönetemez, taktiklerini belirleyemez ve onun politikalarını belirleyici bir etkisi olamaz.
Demirtaş’ın tekrar eş başkan seçilmesi, “laiklere” ve Alevilere biz, yani ulusu “İslam” ile tanımlamak isteyen Erdoğan’a karşı, biz Kürtler sizlerle ittifak kurmak istiyoruz, Türkiyelileşme projesini terk etmedik, biz Erdoğan’la hiçbir şekilde uzlaşmayı düşünmüyoruz mesajı olacaktır.
Bu yapılmadığı takdirde HDP’nin tecridi daha da büyüyecektir. Bu sadece HDP’yi zayıflatmayacak, aynı zamanda demokrasi cephesinin esas gücü HDP olduğundan, demokrasi cephesinin çöküşüne de yol açacaktır. HDP’nin böyle bir zayıflaması, CHP içinde durumdan rahatsız olup baş kaldırmaya başlayan laik ve Alevilerin de gerilemesini ve seslerinin kısılmasını getirecektir: bu da Erdoğan’ın önünü iyice açacaktır.
Demirtaş tekrar eş başkan seçildikten sonra kendisi istifa mı eder yoksa kalır mı? Buna kendisi karar verir, ama mesaj verilmiş olur.
Kalı ki, Demirtaş’ın biraz politika ve görev bilinci varsa istifa etmez ve kendisine yüklenen politik anlamı olan görevinde işlevini görmeye devam eder.
*
HDP’nin sorunlarının kaynağı yapısaldır, kişilere ilişkin değildir dedik. Yapısal sorunlara geçmeden önce eş başkanlıklar konusunu yani gerçekten personel sorununu ele alalım. Çünkü bu da politik bir anlama sahip olacaktır.
Demirtaş’ın eş başkan olduğunu var sayarsak, en azından  üçer tane, her biri diğerinin yedeği olan eş başkan yardımcılığı tesis edilmelidir.
Filli eş başkanlar elbette bu eş başkan yardımcılarının birinci konumunda bulunanlar olacaklardır.
Tüzüksel olarak eş başkan yardımcıları ama fiilen eş başkan olacaklarda da aynı şekilde politik olarak seçilecek kişilerin ifade ettikleri semboller ve politik mesajlar büyük önem taşımaktadır.
Selahattin Demirtaş bir bakıma, nasıl hem Kürt, hem laik hem de Alevi kesimlerin bir ittifakını temsil eden, ama Kürt hareketinin ortaya çıkardığı, onun dinamizmini temsi eden bir sembolse, diğer eş başkan yardımcıları da aynı şekilde canlı hareketleri temsil eden sembollerden seçilmelidir
Son yirmi yılda iki canlı hareket görülmüştü Kürt hareketin dışında. Kadın hareketi ve Politik İslam.
Politik İslam iktidarı ele aldıktan sonra bu özelliklerini yitirdi elbet ama onun geçmişteki demokratik özlemlere dayanan karakterini sürdüren hiç de küçümsenmeyecek bir politik İslam’dan gelen bir kesim bulunmaktadır. Bunlar Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne karşı en önce mücadele vermektedirler.
İkinci bir canlılık gösteren hareket de Kadın hareketidir. Aslında Kürt hareketi de özünde bir kadın hareketidir. Bu hareketin dinamizmi ve etkileri şu eş başkan uygulamasında bile görülmektedir.
O halde her üçer eş başkan yardımcılarının politik İslam’dan ve kadın hareketinden olmaları gözetilymelidir. Çünkü son duruşmada Erdoğan-Ergenekon Türkçü-İslamcı diktatörlüğe karşı başarıyı, İslamcılar ve kadınların direnişe katılmaları belirleyecektir.
O halde somut olarak politik İslam’dan gelen Ayhan Bilgen ile yine kadın hareketinden gelen, özellikle Kürt kadın hareketinden gelen bir ismin olması çok önemlidir.
Bunların da yedekleri, yedeklerinin de yedekleri tesis edilmeli ve benzeri ölçülerle seçilmelidir.
Hukuken Figen Yüksekdağ seçilemeyeceğine göre, eğer hukuken olanak varsa, kadın eş başkanlık boş bırakılmalı ve böylece Erdoğan’a karşı kararlılık ve savaş azmi sembollerle ifade edilmelidir. (Bunu partinin hukukçuları inceleyebilirler. Her halde bir formül bulunur. Yetir ki kararlılık mesajları verilmeye karar verilsin.)
Böyle bir çözüm tamamen politik karakterde olacaktır: bu açıkça Erdoğan’a bir meydan okuma olacak ve öyle kavranacaktır. Böyle bir kararlılık muhalefet cephesini güçlendirecektir.
Üçer eş başkan yardımcılığının tesisi, haydi tutukla, her tutuklananın yerine yenisi ve yedeği gelecektir mesajı verilmiş olacaktır.
Bütün bu hukuki çözümler ve personel seçimleri esas olarak politik bir anlama sahip olacaktır.
Bu nedenle Personel sorunlarının izlenecek politika başlığı altında tartışılması gerekmektedir.
Bunlar şikayet edilen tutarlı ve radikal bir politikanın izlenmemesi sorununu en azından semboller düzeyinde giderecek ilk ve acil tedbirlerdir.
*
Ama gelelim yapısal sorunlara.
HDP başarısızdır. Ama bu başarısızlığının nedeni yapısaldır. Bileşen hukuku ile HDP’nin başarılı olma şansı bulunmamaktadır.
Bileşen hukuku HDP’nin tıpkı büyük güçlerin elinde dengelere göre şekillerdirilen bir Lübnan gibi olmasına yol açmaktadır.
Dikkat edin dünyadaki bütün demokratik ülkeler hiçbir zaman içlerinde bileşen hukuku uygulamazlar, birey hukuku uygularlar.
Ama bütün üçüncü dünya ülkelerinde, egemenlik alanlarında bileşen hukuku uygularlar. Irak’ta Şiiler, Kürtler, Sünniler; Lübnan’da saymakla tükenmeyecek bileşenler; Yugoslavya’da da aynı “bileşen hukuku”.
Bileşen hukuku eşit bireylerin eşit yurttalar olarak katılımını değil, dile dine vs. göre tanımlanmış birimler aracılığıyla katılımını esas alır. Bu onları yaralanabilir yapar. Bu sistemin demokrasiyle ilişkisi yoktur.
Aslında bugünkü ulusal devletler sistemi bile “bileşen hukukunun” dünya ölçüsünde uygulanmasıdır. İnsanlar ancak ulusal devlet denen politik birimler aracılığıyla temsil edilebilmektedirler. Halbuki Aydınlanma’nın ideali, bir dünya cumhuriyetinde insanların doğrudan birey hukukuyla doğrudan eşit dünya yurttaşları olmasıydı.
Bu nedenle uluslar ve ulusçuluk bir karşı devrimdir. İnsanların eşitliğinin yerini ulusların eşitliği almıştır ve insanlar politik olarak böylece bölünmüşlerdir. Burjuvazi tam da uluslar ve ulusçuluk denen aslında dünya ölçüsünde bir “bileşen hukuku”ndan başka bir şey olmayan sistem aracılığıyla dünya ölçüsünde egemenliğini sürdürebilmektedir.
Ama burjuvazi en azından gerçekten iktidarı elinde bulundurduğu ülkelerde, hiçbir zaman bileşen hukuku uygulamaz. Orada eşit bireyler olan yurttaşların hukuku vardır.
Buna karşılık, Lübnan gibi, Irak gibi ülkelerde, sözde eşitlik (ki o da eşitlik değildir ağırlıklarına göredir) dillerin, dinlerin politik temsilcileri aracılığıyla sağlanmaya, yani bileşen hukukuna dayanır ve bu nedenle bu ülkelerde eşit bir yurttaşlık bilinci gelişmez. Bu ülkeler her türlü dış müdahaleye ve bunların arasındaki dengelere bağlı ve bu tür etkilere açık olurlar.
İşte HDP Lübnan gibidir. HDP’nin esas sorunu budur. HDP bileşen hukukunu ve yapısını terk etmeli, birey hukukuna geçmelidir.
Böyle bir HDP’de tartışmalar açıkça üye toplantılarında olur. İnsanlar üyelerin çoğunluğunu kazanmak için mücadele ederler. Sorunlar “komisyonlar”da görüülmez. Açıkça toplantılarda, farklı görüşler arasındaki çoğunluğu kazanmaya yönelik fikir mücadeleleriyle tartışılır ve sonuca bağlanır. Böylece “komisyonlar”dan çıkan bürokratların HDP’nin tüm yönetim organlarını doldurması da engellenmiş olur.
böyle bir HDP’de dengeler göre sözde müzakerelerle değil, açık tartışmalarla seçimler yapılır.
böyle bir dinamik örgüt bütün bugünkü sorunlarını aşma yeteneği gösterebilir ve toplumun en canlı en diri kesimlerini kendi saflarına çekebilir.
Şu an ise, bütünüyle dengelere ve pazarlıklara dayanan bir Lübnan hukuku geçerlidir. Bu hukuk demokratik bir cumhuriyetin hiçbir dolayıma uğramadan karar veren eşit yurttaşlarının hukuku değildir.
Eğer HDP’nin bir parça düzelmesi isteniyorsa, onun gerçekten bir muhalefet partisi olması ve Türiye’deki muhalefeti toparlaması isteniyorsa, teşhisi doğru yapmalı ve bu kongrede bileşen hukukunun, bu Lübnan hukukunun ilga edileceği, bir demokratik cumhuriyetin eşit yurttaşlarının birey hukukunun geçerli olacağı bir tüzükten yana ağırlık koyulmalı.
Bunu yapabilecek tek güç Kürt özgürlük hareketidir.
Ama bu aynı zamanda kararlılık ve irade gerektirmektedir.
Çünkü Küt Hareketinin içinde hiç de küçümsenmeyecek bir kesimin aslında Türkiyelileşme projesini yanlış bulduğu ve buna açıktan karşı çıkamadığı için sorunu hep Kürtlük ve Türklük düzeyinde ele alıp içinden sabote ettiği görmezden gelinemez.
Ne var ki, Öcalan olmadığında bu mücadelenin hep tavsadığı da görülmektedir.
*
Toparlarsak, acil olarak yapılması gerekenler şunlardır:
1)      Demirtaş’ı eş başkan olarak seçmek. (Eğer hukuken imkan varsa diğer eş başkanı seçmemek ve boş bırakmak.)
2)      Eş başkan yardımcılıkları diye Erdoğan’a meydan okuma anlamında en az üçer tane her biri diğerinin yedeği olacak biçimde eş başkan yardımcılıkları oluşturmak.
3)      Bu eş başkan yardımcılıklarına politik İslam ve Kürt hareketinden gelen insanları seçmek.
4)      Derhal bileşen hukukuna son vermek, birey hukukunu geçerli kılmak ve birey hukuku üzerinden en kısa zamanda tekrar tüm kongreleri yapmak. Tüzüğü ve Programı gözden geçirmeyi gündeme almak.
İlk elde yapılması gerekenler bunlardır.
Bunlar özünde politik bir mesaj olacaklar ve sorunun kaynağına yönelme anlamına geleceklerdir.
Esas önemli değişiklikler ise bu yapısal değişikliklerden sonra yapılabilecektir.
Bunları da diğer yazılarımızda ele alırız.
Çünkü yapılması gereken programatik, stratejik, mücadele ve örgüt biçimlerine ilişkin çok köklü değişiklikler bulunmaktadır.
Ancak bunlardan sonra HDP bırakalım Türkiye’yi Ortadoğu’yu değiştirecek bir hareket olabilir.
Günün karanlığına bakmayalım. Büyük bir devrimci yükseliş mümkündür.
Buna hazırlanmak da gerekiyor.
Gerçek köklü ve başarı getiren değişiklikler böyle zor zamanlarda yapılır.
Örneğin Öcalan örneğin, yakalandığı, en ağır koşullar altında bulunduğu koşullarda bugünkü başarıyı getiren stratejik değişiklikleri yapmıştı.
Devrimcilik böyle olur.
Burada bir zamanların bir sözünü tekrarlayalım:
“İdare-i maslahatçılar esaslı derim yapamazlar”
2 Şubat 2018 Cuma
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: