Bugün Diken’de “Alanson, Sertab’ın birinciliğini ABD’nin
Irak işgaline bağladı: Avrupalı sırtımızı sıvazladı”
başlığı altında şöyle bir haber vardı:
“Alanson, Sertab
Erener’in 2003’teki Eurovision birinciliği içinse “Avrupa ülkeleri politiktir,
birbirlerini tutarlar. Evet Sertab çok güzel bir şov sundu. Fakat o sene biz
Amerika’nın Irak’a girmesine müsaade etmedik. Avrupalı sırtımızı sıvazladı,
aferin dediği bir seneye rast geldi Sertab’ın birinciliği” diye konuştu.”
Evet aynen böyle oldu. O zamanlar, 2003 yılı 27 Mayıs
tarihli “Eurovizyon, Modernleşme ve
Demokratikleşme” yazımızda
liberallerin AKP’den demokratikleşme beklediği ve ulusalcıların da aslında
Genelkurmay’ın şimdi Afrin’de ne yapıyorsa aynı amaçla el altından
destekleyerek Irak tezkeresine hayır çıkarmasını antiemperyalist bir şahlanış
gibi gördüğü günlerde ikisinin de özünde aynı olduğunu söylüyorduk ama her iki
tarafın da sahte hayalleri yaymasına karşı çıkan bu yaklaşım yok sayılıyordu ve
hala da yok sayılıyor.
Ulusalcılar şimdi Erdoğan
ile ittifak halindeler, Liberallerin ise pabucu dama atılmış hapishaneleri
dolduruyorlar. Bunda şaşırtıcı bir yan yoktur. Çünkü ne AKP’nin
demokratikleşmek gibi bir derdi vardı, ne de Genelkurmayın manipülasyonu ve sözüm
ona sosyalistlerin anti-emperyalizminin önünü açmasının anti-emperyalizmle
ilgisi vardı. O zamanlar ağacı tohumundan tanımayanlar şimdi meyvelerinden
tanıyabilirler.
15 yıl önce yazılmış ve şimdi neredeyse bir kehanet gibi duran o yazıyı aşağıya aktarıyoruz.
15 yıl önce yazılmış ve şimdi neredeyse bir kehanet gibi duran o yazıyı aşağıya aktarıyoruz.
1 Şubat 2018
Perşembe
Demir Küçükaydın
Eurovizyon, Modernleşme ve Demokratikleşme
“Her zaman politikayla
yaşanmaz” derler. Eğer politikayı dar
anlamda alırsanız bir ölçüde doğru bir sözdür bu.
Ama örneğin, “artık politikamızın esası gücümüzü politikaya
değil kültür ve eğitime vermektir” sözlerini sarf eden bir politika kavrayışını
kastediyorsanız, baştan aşağı yanlıştır. Kültürle ilgilenme, politikadan uzak
durmak bile bir politikadır. Siz politikayla ilgilenmediğinizi düşünseniz bile
politika sizinle hiç ara vermeksizin ilgilenmeye devam eder.
Örneğin, Eurovizyon şarkı yarışması, Avrupa’yı oluşturan
ulusların kültürel olarak birbiriyle yaklaşmaları, birbirlerini daha iyi
tanımaları için oluşturulmuştur. Ama bu amacın kendisi bile politiktir. Bu
yarışmaya katıldığınız an, sırf kültürel kaygılardan söz etseniz bile bir
politik seçim yapmış olursunuz. Avrupalı ulusların birbirini kültürel olarak
tanıma ve kavrama politikasından yanasınız demektir.
Eurovizyon, Avrupalıların yarışmasıdır. Ona katılmak demek
onlar gibi, onlardan biri olmayı politik bir hedef olarak seçmenin ifadesidir.
Kimse bu hedefin kendisini sorgulamıyor. Avrupalı olmak bugünün dünyasında
gerici bir programdır. Yer yüzündeki, ulusçuluğa dayanan yeni ırkçı sistemi
savunmak ama bu ırkçı düzende imtiyazlıların arasında yer almak demektir.
Sosyalistin politikası, hem de uzak değil acil politikası, Avrupalı olmak onlar arasına katılmak değil,
Avrupalılığı yok etmek olabilir.
Böyle bir programın Avrupa’nın işçilerinden yankı bulup
bulmayacağı, ayrı bir sorundur ve zaten sosyalizmin en büyük çıkmazı da
buradadır. Bir yankı bulur veya bulmaz, önemli olan bu değildir. Önemli olan
doğru olanın ne olduğudur. Doğru olan Avrupalılığı yok etmektir. Bu bakımdan, bir
sosyalist açısından, örneğin Eurovizyon’a katılmanın kendisi gerici bir
politikanın uygulanmasıdır.
Yani bu yarışma her türlü politik hesabın dışarıda
bırakıldığı, insanların gerçekten sadece estetik ve kültürel kaygılarla oy
verdiği bir yarışma olsaydı bile politik bir yarışma olmaktan çıkmazdı.
*
Ama Kültür dar anlamıyla bile, politikayla yakından bağlı
olmaya devam eder. Dar anlamıyla politik hesaplar bile bu olması gereken kültürel
ve estetik kaygıların önüne geçerler.
Dünyadaki bütün yarışmalar da böyledir. İster Oscar, ister
Nobel, ister Cannes, İster Eorovizyon olsun, isterse Türkiye veya her hangi bir
ülkedeki başka bir yarışma olsun, doğa bilimleri haricinde (ki orada bile durum
karışıktır) tüm yarışmalar ve ödüller belli politikaları ve güç ilişkilerini
yansıtırlar ve onlara hizmet ederler.
Elbette, katılan film veya başka eserlerin en azından bir
skandal yaratmayacak kadar, yani o politik amaca hizmet edecek belli bir kalite
taşıması temel koşuldur. Bundan
sonrasını, politik ilişkiler belirler.
Yani Türkiye Eurovizyon’a çok iyi bir eğitimden geçmiş çok
kalite bir sesi ve fiziği olan bir şarkıcıyı seçmese, ona zamanın ruhuna uygun,
biraz Madonna, biraz Britney Spears kırması bir hava vermese
(yani orijinal bir şey de yoktur, sözde kültürleri kaynaştıracak bu yarışmaya
katılımda, baştan aşağı pop ikonlarının taklidi) yine şu sıralar moda olan Shakira’vari oryantal havası olmasa, en
iyi kareograf, dansçılar ve müzisyenleri devletin tüm imkanlarını zorlayarak
bir araya getirmese bu asgari, skandal yaratmayacak düzey koşulunu yerine
getirmiş olamazdı.
O halde Eurovizyon sonuçlarını da bütün dünyada olduğu gibi,
skandala yol açmayacak esereler arasında bütünüyle politik kaygılar
belirlediğine göre, Eurovizyon sonuçları bize politik ilişkiler hakkında bir
fikir verebilir.
*
Avrupa’daki Türkiye asıllı göçmenleri, Türk devleti, tıpkı
bir zamanlar Sovyetler’in komünist partileri ve işçi hareketini dış politika ve
diplomatik manevralarının bir aracı olarak kullanması gibi, dış politikasının
ve diplomasisinin bir aracı olarak kullanmaya çalışır. Bunun için Avrupa’da
çıkan Türk gazetelerinden derneklere kadar muazzam yönlendirici bir aygıt
vardır. Yine bu tür bir kullanımın sonucu olarak Hollanda, Belçika gibi Türkiye
asıllı göçmenlerin yoğun olduğu ülkelerden oy alındı.
Yunanistan ve Kıbrıs’ın tıpkı Türkiye’deki politik İslam ve
Kürtlerin bir kısmı gibi, Türkiye’yi Avrupa birliğine katılım aracılığıyla liberalleştirme
çabasına, Irak savaşında ABD önergesine ABD Kürtleri ezmek için yeterince
güvence vermediği için biraz da bir kaza olarak hayır oyu verilmesinin bir
karşılığı olarak diğer Avrupa ülkelerinden gelen oylar da eklenince böyle bir
sonuç ortaya çıktı.
Bu politik olarak şu demektir: ABD’nin Irak işgaline kadar,
Türkiye ABD’nin dengesiydi ve Avrupa bu büyük ülkeyi üye almaz, kapısında
bekletirdi. Ama ABD’nin Irak işgali ile dengeler değişmiş bulunuyor ve Avrupa
Türkiye’ye, oyunun dışında kalmamak için biraz daha açık kapı bırakabilir.
Berlusconi’nin fikir jimnastikleri, Eurovizyon’da alınan birincilik ve
Cannes’te “Uzak”a verilen ödül, bu
tür göz kırpmalar anlamına gelmektedir.
Avrupa ABD’ye karşı yeni ittifaklar ve stratejiler arayışı
içine girmiş bulunuyor. Eurovizyon’da alınan ödül, bu arayışlarda opsiyonları
geniş tutmanın bir ifadesi. ABD’nin yanında saf tutan doğu Avrupalılara, bakın
Türkiye bile sizden bize daha yakın politik mesajı.
*
Ama en iyi koşulda bile bu Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi veya kelimenin
gerçek anlamında Avrupalılaşması anlamına gelmez. Avrupa ancak kelimenin gerçek
anlamında Avrupalı değil, şarklı bir Türkiye’ye kapılarını açar. Modern
görünüşlü ama şarklı. Tıpkı şarkı yarışması birincisi gibi, bütün o taklitler Modernleşmeyi
demokratikleşme ile karıştıran şarklılığın bir yansımasından başka bir şey
değildir.
Eğer Avrupalılık, sadece modernleşme değil, demokratik
gelenekler ve burjuva uygarlığının son
beş yüz yılda biriktirdiği kültür birikimi anlamında anlaşılırsa, Türkiye’nin
bu Avrupalılıkla hiç bir ilişkisi yoktur.
Bir Çehov, bir Tolstoy, bir Çaykovsky veya Şostakoviç, bir
Pavlov hatta bir Lenin olmadan Avrupa, yani Burjuva uygarlığı tasavvur edilemez.
Bu anlamda Rusya Avrupa kültürünün, bu uygarlığın bir parçasıdır.
Ama Türkiye’nin ve Türklerin bir tek sanatçı, bilim adamı
veya düşünürü yoktur, Avrupa, yani burjuva uygarlığının, olmasa bugün
eksikliğini hissedebileceği. Ama bunun yokluğu Avrupa’yı Avrupa yapan devrimci
ve demokratik bir geleneğin Türkiye’deki yokluğudur.
Rus köylüsünün Narodniklerden Sosyalist Devrimcilere kadar
uzanan devrimci demokratik gelenekleri veya geç ve güçlü doğmuş işçilerinin
dünyayı allak bullak eden partileri ile Tolstoy veya Sostokoviç’ler arasında
derin bağlar vardır. Türkiye’de ne devrimci demokratik bir köylü hareketi
vardır ne diğeri.
Yani kültürel olarak Avrupalı olmak, Avrupalılaşmak demek
radikal demokratik hareketleri yaratan ve besleyen bir toplumsal yapı demektir.
Ancak bu çerçevede onun kültürel ifadeleri de ortaya çıkarlar ve toplumun
kültürel hayatının derinliklerinde, iktidara gelememiş olsalar bile, bir yer
edinirler.
Yunan İç savaşı, İki savaş arasının büyük komünist
direnişleri, bu toplumsal mücadelelerin birikiminin ürünü olan Theodorakis’ler,
Angelopulos’lar Yunanistan’ı Avrupalı yaptı.
Aksi takdirde Yunanistan da tıpkı Türkiye gibi, batıda
yaşayan bir şarklı olmaya devam ederdi.
Türkiye’de Ermeni ve Rum katliamları ve sürgünleri, ya da
komünist kovuşturmaları her türlü toplumsal muhalefetin acımasızca bastırılması
onun tüm demokratik toplumsal tabanını dolayısıyla kültürel değişimini de
engellemiştir.
Türkiye’yi biçimsel olarak batılılaştıran her adım,
demokrasinin köklerini yok eden bir adımla beraber gider.
Bütün modernleşme çabalarına Ermeni ve Rum katliamları eşlik
eder. Katledecek kimse kalmayınca bu sefer her batılılaşma adımına “komünist
tevkifatları” ya da Kürt katliamları eşlik eder.
Türkiye modernleştikçe, demokratik bir hareketten
dolayısıyla kelimenin gerçek anlamında burjuva uygarlığının kültürel bir
parçası olmaktan, onu özümlemekten uzaklaşır.
1960’ların işçi hareketleri ve yetmişlerin güçlü demokratik
karakterli politikleşmesi olmasaydı, Türkiye bu gün olduğu kadar bile bir parça
Avrupa kültürüyle bağlantı kurmuş olamazdı.
Burjuva uygarlığının
kültürü Türkiye’ye Marksizm aracılığıyla girmiştir. Ya da şöyle diyelim
Politik programlarının aksine Sosyalistler kadar Türkiye’nin kültürel olarak da
batılılaşmasına ve burjuva uygarlığıyla bağlar kurmasına büyük katkı yapmış
başka bir güç yoktur.
*
Türkiye’nin bu alandaki son şansı Kürt ulusal hareketidir.
Bu hareketin bir başarısı, güçlü demokratik dönüşümler ve bu anlamda kelimenin
gerçek anlamıyla batılılaşma yani gerçek anlamıyla burjuva uygarlığının bir
parçası olma anlamına gelir.
Ama öyle görünüyor ki, bu son fırsatı da Türkiye kaçıracak.
Avrupa birliği için paketler, demokratikleşme anlamına
gelmez. Gerçek iktidar bürokrasinin elinde olmaya devam eder. Sadece ipleri
gevşetmiş olur.
Politik İslam da bir demokratik hareket değil bir
modernleşme hareketidir. Hükümetin ordu ile çekişmesinin konusu demokratikleşme
değil, modernleşmenin farklı yollarıdır.
Bu kayıkçı dövüşünün nasıl bir batılılaşma sonucu vereceğini
merak ediyorsanız, stilize şark şalvarıyla İngilizce her şeyi yapmaya hazır
olduğunu söyleyen şarkıcıya bakınız. Bunun için Avrupa’ya, ta Baltık denizi
kıyılarına gitmeye gerek yok. İstanbul’da Tekbir Defilesine gidin. Göreceğiniz
aynı şeydir.
27 Mayıs 2003 Salı
(Bu yazı Özgür Politika
gazetesinde yayınlanmıştı.)
*
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder