Sık sık Marks ve eserine karşı şöyle itirazlar yapıldığını
görüyoruz: Marks, en temel eseri olan Kapital’de kadın sorununu el almamıştır,
ulus sorununu ele almamıştır, ırkçılığı ele almamıştır, çevre sorununu ele
almamıştır vs., vs..
Evet olgu olarak bu doğrudur ama bu eleştiriyi yapanlar
farkına varmadan ne Marks’ı, ne Marksizmi (Toplum ve Tarih Bilimini) ne de Kapital’de neyin söz konusu olduğunu hiç
anlamadıklarını fark etmeden itiraf etmiş olurlar.
Aslında bu itiraz, bir biyoloğa neden fizik yasaları ve
fiziksel olgular hakkında bir şey söylemediği türünden bir eleştiri yöneltmek
gibidir.
Neden böyledir?
Daha önceki yazımızda provakatif bir şekilde Marksizm’i
Marks’ın “tek bilim” olarak tanımladığı Tarih’in (Toplum Bilimi = Sosyoloji )
karşılığı olarak kullanarak ve onun kısa adı olduğunu söyleyerek, Kapital’in Marksist bir kitap olmadığını
öne çıkarmamızın bir nedeni tam bu tür eleştirilerin yanlışlığını
gösterebilmekle ilgiliydi.
Çünkü bütün bunlar, yani kadının ezilmesi, ırkçı baskı,
ulusal devletler, uluslar, sömürgecilik vs. gibi neredeyse son yüz yılda tarihe
damgasını vuran bu olgular, bu unlara bağlı hareketler, toplumsal olgulardır ve
sosyolojinin konusudurlar.
Ama Kapital bir
Ekonomi Politiği ele alır. Ekonomi Politiğin konusu ise iki kabile veya insan
ellerinde iki ürünü trampa yaptıkları, değiştirdikleri noktada ortaya çıkar.
Ortaya çıkan yepyeni bir varoluş ve hareket biçimidir. Ekonomi politiğin konusu
kullanım değiri değil, değişim değeridir.
Değişim ile Emtia (Meta, Mal) halini alan ürünlerin kullanım değerleri, yani yararlılıkları, bu yararlılık da onların fiziki veya moral nitelekleriyle bağlı olduğundan,
dolayısıyla fiziksel veya moral özellikleri de Ekonomi Politiğin konusu
değildir. Tıpkı bir canlıyı oluşturan atomlar ve moleküllerin veya fizik
evrenin hareketinin biyolojinin konusu olmaması gibi.
Değeri, metayı, onun hareketini ve evrimini belirleyen
yasalar, tüm toplumsal yaşam üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olmalarına
rağmen, toplumsal yasalardan bambaşka yasalardır.
Kullanım değeri
ekonomi politiğin konusunu oluşturmaz.
Bunu Marks birçok kere ve yerde açıkça ifade eder:
Örneğin: “Bir şeyin
yararlılığı, onu kullanım değeri haline getirir. Ne var ki, bu yararlılık,
havada duran bir şey değildir. Meta cisminin özellikleriyle belirlendiğinden, o
olmadan var olamaz. (…)
Metaların kullanım değerleri, bir başka disiplinin, meta bilgisinin
malzemesini
sağlar”
Keza başka bir örnek:
“Şeylerin farklı
yönlerini ve dolayısıyla çok sayıdaki kullanım biçimlerini ortaya çıkarmak tarihin işidir.”
(Marks’ın Tarih’i esas olarak bugün bizim kullanımımızda
Sosyoloji, yani Toplum Bilimi anlamında kullandığını unutmayalım. Aslında Marks
ve Engels’in Alman İdeolojisi’ndeki,
bir önermelerinde, tek bilim vardır, tarih bilimi, o da doğa ve toplum tarihi
olarak ikiye ayrılır şeklinde dahiyane bir önerme ve öngörüde bulunurlar. Dahiyanedir
çünkü, bu önerme yazıldığında canlı ve cansız doğanın bir tarihi olduğu
bilinmiyordu. Daha sonra Darwin ile canlı doğanın bir evrimi olduğu yani bir tarih
bilimi olduğu noktasına varıldı ve 20. Yüzyılın ortasında galaksilerin
birbirinden uzaklaştığının fark edilmesiyle (Hubble) fizik alemin de özünde bir
tarih bilimi olduğu noktasına gelinmiştir. Biz Marksistler açısından Tarih ve
Toplum bilimi iki ayrı bilim yoktur, bu burjuva sosyolojisinin ve tarihinin bir
ayrımıdır. Toplum bilimi toplumsal hareketin, evrim yasalarını inceler. Yani “Tarihin
konusudur” önermesini onun kendi iç mantığı açısından okursak, o, kullanım
değerlerinin ve bunların biçimlerindeki değişimin Sosyoloji’nin (Marksizmin) alanında
olduğunu söylüyor.)
*
Yeni sosyal hareketlerin var oluşunu ve onları ortaya
çıkaran olgulara baktığımızda, onların problematiklerini kullanım değerlerinin
ve fiziksel özelliklerin ortaya çıkardığını görürüz.
Yani çevre sorununu yaratan, nesnelerin fiziki vs.
özellikleri, dünyanın sınırlılığı gibi olgulardır ama bunlar ekonomi politiğin
konusu değildir.
Ama konuya daha yakından bakalım.
Ekonomi politiğin kullanım
değeriyle ilgilendiği bir tek meta vardır: İşgücü.
Ama bu metanın kullanım değerinin de, bütün diğer metalardan
farklı olarak, onun fiziksel ve manevi özellikleriyle hiçbir ilişkisi yoktur.
Daha dakik olarak formülasyonu şöyle yapabiliriz. Bir tek
meta hariç metaların kullanım değerleri, yani fiziksel ve moral özellikleri
ekonomi politiğin konusuna girmez, kullanım değeri ekonomi politiğin konusuna
giren bir tek meta vardır, işgücü, onun ise kullanım değerinin fiziksel ve
manevi özellikleriyle hiçbir ilişkisi yoktur.
Ekonomi politik genelleşmiş meta üretiminde, bizzat insanın
iş gücünün de bir meta halini aldığını gösterir. Ve zaten Marks’ın en büyük
keşfi, işçinin emeğini değil, işgücünü sattığını, bunun kullanımıyla ortaya
çıkan şeyin emek olduğunu bulmasıdır. Kapitalist toplumun özü bu keşifte
gizlidir.
İşgücü, bu özgül meta, artı değeri, modern (kapitalist)
toplumun temel sınıflarını, dolayısıyla mücadele eden toplumsal güçleri anlamak
için en temel kavramdır.
Emek (değer), işgücü denen metanın kullanımıyla, yani
kullanım değerinin gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Ve bundan ücretler (İşçi
Sınıfı) çıkarıldığında, geriye kalan (Artı Değer) temel modern sınıfların
gelirinin kaynağını oluşturur. Sanayi Sermayesi (kar), Ticari Sermaye (kar),
Banka Sermayesi (faiz), Toprak Sahipleri (rant))
(“Emek’ten yana”
olmak aslında burjuvazinin bir sloganıdır. Çünkü Emek-Değerin içinde Ücretin
yanı sıra Kar, Faiz ve Rant vardır. Örneğin ÖDP’nin “Emeğin Avrupası” veya “Emek
Partisi” adı veya sendikacıların çok sevdiği “Emek en yüce değerdir” gibi sloganlar aslında anti Marksist,
burjuvazinin ideolojik egemenliğinin ifadesi olan kullanımlar ve sloganlardır.
Marksizm işte tam da bunun için çok gereklidir. Şeyleri kendi kendilerini
tanımlamalarıyla değil, gerçek tarihsel ve sosyolojik anlamlarıyla kavramak
için.)
İşgücü denen malın
kullanım değeri, tüketildiğinde kendisinin yeniden üretiminden daha büyük bir
değer yaratmasındadır.
Ama bu temel kullanım değerinin onun siyah mı, beyaz mı,
Türk mü Kürt mü, Kadın mı, Erkek mi, Eşcinsel mi, liberal mi, sosyalist mi,
faşist mi, yeşil gözlü mü, siyah saçlı mı olmasıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
İşgücü denen malın kullanım değerinin onun fiziki ve manevi
özellikleriyle ilişkisi olmadığı için bütün bunlar Ekonomi Politiğin konusu
dışındadırlar. Dolayısıyla Ekonomi Politiğin konusuna girmedikleri için, ne
malların fiziksel özelliklerinin sonucu olan çevre, vs.; ne de işgücü denen
malın tarihsel ve somut arka planından ortaya çıkan cins, ırk, ulus, kültür vs.
farkları da ekonomi politiğin dolayısıyla Kapital’in konusunu oluşturmaz.
Ama bunlar Tarih’in, yani Sosyolojinin veya Marksizm’in
konusunu oluştururlar.
Bu serideki ilk yazımızda, kapitalin zaman geçtikçe
tazeleştiğinden söz etmiştik. İşte bu tazeleşmenin sırrı da buradadır.
Kapitalizm yayıldıkça, derinleştikçe Kapital’de ele alınan Kapitalizme benzer,
tüm toplumu geçmişin kalıntılarından azade kılar.
İşte tam burada Kapitalizmin o muazzam esnekliğinin ve
aslında kapitalizme karşı mücadele ettiğini söyleyen sosyal hareketlerin nasıl
aslında kapitalizmin esnekliğini arttırarak onu giderek en ideal hale
getirdiğinin (dolayısıyla Kapital’in
analizine en yakın hale getirdiğinin) mekanizmasını anlama olanağı ortaya
çıkıyor.
Bu çok önemlidir. Örneğin kadın hareketini ele alalım. Saf
bir kapitalist toplumda bir kadın hareketi olmaz, kadınlar ezilmez. Kadın veya
erkek olmak işgücünün kullanım değeri, yani yarattığı artı değerde bir
değişikliğe yol açmaz. Sermaye cinsler karşısında nötraldir çünkü bu
kullanımında üretilen artı değerde bir farka yol açmaz. Aynı şekilde ırklar,
uluslar, kültürler vs. karısında da böyledir.
Örneğin, saf bir kapitalist toplumda uluslar olmaz, dolayısıyla
ulusal hareketler olmaz. Çünkü Kart, Türk, Fransız veya ulussuz olmak işgücünün
kullanım değerinde bir değişikliğe yol açmaz.
Sermayenin ve değerin iç mantığından bunlarım hiçbiri
çıkarılamaz. Aksine, bütün bu ayrımların ve baskı biçimlerinin olmadığı bir
toplum çok daha mükemmel bir kapitalist toplum olurdu.
İşte burada kendilerini antikapitalist olarak
tanımlamalarına rağmen bu hareketlerin çoğu durumda kapitalizm öncesi
kalıntıların tasfiyesinin, daha mükemmel bir kapitalizmin nesnel tarihsel
araçları olduğunu görürüz.
Örneğin kadınların mücadelesi başarıya ulaşsa, kadın ve
erkek arasındaki toplumsal farklar kalksa bu kapitalizmi zerrece etkilemez,
hatta o kapitalizm çok daha mükemmel bir kapitalizm olur.
Örneğin demokrasi mücadelesi veriyoruz, bu insanların
biçimsel eşitliği mücadelesidir. Yani dili, dini, cinsi, soyu, inancı, fikri,
ırkı, etnisi vs. nedeniyle diğer insanlardan ayrı olmaması mücadelesi özünde,
ideal bir kapitalist toplum oluşturma mücadelesinden başka bir şey değildir.
Aslında bizler hani şimdi şu post modernlerin dilinden
düşürmediği “ötekileştirmeme” gibi mücadeleler verirken, insanların bu özelliklerinin
hiçbir politik ayrıma yol açmaması mücadelesi, yani toplumun siyasi ve kültürel
üstyapısının işgücünün fiziksel veya manevi özellikleri karşısında tıpkı
sermaye gibi tarafsız olması mücadelesi, sermayenin gereklerine daha uygun bir
toplum mücadelesi vermiş oluruz. Ama bu mücadeleyi verenler veya verenlerin en
radikalleri söylemde kendilerinin anti kapitalist mücadele verdiğini söylerler
ve buna inanırlar.
Bütün “Yeni Sosyal Hareketler” (Kadın hareketi, cinsel
tercih özgürlüğü hareketleri, ulusal hareketler, Alevilerin, Kürtlerin ve hatta
Laiklerin hareketleri vs., Siyahların ırkçılığa karşı eşitlik hareketleri hepsi
özünde aynı zamanda ideal bir kapitalist topluma ulaşmanın, sermayenin, değer
yasasının mantığını daha uygun bir toplumsal düzene ulaşmanın mücadelesini
yaparlar.
Ve bu hareketlerin başını fiilen pratikte, sosyalistler ve Marksistler çekmişlerdir ve hala da büyük ölçüde çekerler
Ve bu hareketlerin başını fiilen pratikte, sosyalistler ve Marksistler çekmişlerdir ve hala da büyük ölçüde çekerler
O halde bundan şöyle bir sonuç çıkar: somut tarihte, anti kapitalistler,
sosyalistler, Marksistler, somut yaptıklarıyla (Demokrasi, toprak reformu,
kadın erkek eşitliği, ırk ayrımcılığına karşı mücadele, sömürgeciliğe karşı
mücadele, hatta işçilerin daha iyi haklar için mücadelesi vs.) daha mükemmel ve
ideal kapitalist ilişkilerin yerleşmesinin bilinçsiz araçları olmuşlardır ve
olmaktadırlar.
Kapitalizm, kendisine anti kapitalist diyenlerin
mücadeleleriyle daha hızlı ve derinliğine tüm toplumun gözeneklerine işler,
giderek daha mükemmel hale gelir. Kapitalizmin muazzam esnekliğinin sırrı,
kendisine karşı mücadeleleri bile kendisinin gençleşmesinin araçları haline
getirebilmesinin sırrı tam da burada ekonomi politiğin konusunun ne
olduğundadır.
*
Bu vesileyle Rojava’da kapitalizmin aşıldığı gibi, kimi
sosyalistlerin dilinden düşürmediği sözlere
de kısaca değinelim. Rojava’da savaşanlar ve mücadele edenler veya onların
mücadelesine sempati duyanlar oradaki mücadeleyi böyle anti kapitalist
hedeflerle tanımlıyorlar. İlk çağın amazonlarına benzetilen kadın gerillaların
resimleri anti kapitalist bir mücadelenin savaşçılarının resimleri gibi
algılanıyor. Onlar da kendileri kendilerini böyle değerlendiriyordur
muhtemelen. Ama yaptıkları ve yapacakları aslında sadece orada kapitalizmin
ihtiyaçlarına daha uygun bir sistemin oturmasına yarayacaktır.
Bu nesnel sonuçtan bu mücadelelerin desteklenmemesi gibi bir
anlam çıkarılmamalı.
Aksine bir sosyalist olarak desteklemek hatta başını çekmek gerekiyor
ve bunu yapmaya çalışıyoruz. Ama ne kendimizi ne de kimseyi kandırmadan, açıkça
ne olduğunu bilerek ve söyleyerek.
Biçimsel bir eşitliğin bile, yani kapitalizm öncesinin baskı
biçimlerini tasfiye etmeye yönelik bu çabanın bile önemli olduğunu bilerek.
Öte yandan bizzat bu mücadelenin kendisinin insanlarda ve
toplumda yaptığı değişimin, bıraktığı ve bırakacağı geleneklerin muazzam tarihsel
önemi nedeniyle.
(Bu vesileyle Abdullah Öcalan’ın çok temel bir yanılgısına
da değinelim. Çünkü Rojava’da savaşanların ve savaşa gidenlerin çoğu bu
yanılgıdan çıkan sonuçlar nedeniyle yaptıklarına böyle tarihsel ve anti
kapitalist bir anlam veriyorlar. Öcalan, kapitalizmi politik ve iradi olarak
ortaya çıkarılabilen bir ilişki olarak algılıyor. Şu an kitabı elimizin altında
yok ama bu yönde yığınla açık önermesi var. Hatta kapitalizmin doğuşunu bile
bir politikanın ürünü olarak algılar. Bu tamamen yanlıştır. Aksine yukarıda da
gösterdiğimiz gibi, kapitalizm, bizlerin anti kapitalist olarak nitelediğimiz
mücadele ve özlemlerimizi bile kendisinin egemenliğinin ve yayılmasının aracı
olarak kullanabilecek şekilde nesnel bir olgudur.)
Tabii burada şöyle bir sorun da vardır. Yapılanın nesnel
anlamını bilmemek ve ona böyle örneğin anti kapitalist anlamlar yüklemek
insanların mücadele gücünü arttırır. Yani yaptıklarının gerçek anlamını
bilmeyenler, bunu daha doğru olarak bilenlere göre, daha iyi mücadeleler verip
daha büyük fedakarlıklar yapabilirler. Ama burada sorun, sosyolojinin konusu da
olmaktan çıkar psikolojinin konusu olur. Elbette insan bir moral makinasıdır.
Gerçeklikte karşılığı olmasa da bir ideal hayata anlam verip en büyük
diğerkamlıkların yolunu açabilir, açıyor da. Ama biz burada insanların
psikolojileriyle değil, toplumun genel gidiş yasalarıyla ilgileniyoruz.
*
Marks eserini tamamlayabilseydi, ekonomi politik kısmını
bitirip, modern kapitalist toplumun daha somut olarak yapısını
inceleyebilseydi, modern kapitalist devletin, ulusların, dünya ticaretinin vs.
alanına da girecekti, yani tarihin ve sosyolojinin alanına girecekti.
Engels’in yayınladıklarıyla birlikte Kapital’in üç cildi bu
alanlara girmez. Marks’ın ilk planı tamamlanmadan kalmıştır.
Örneğin Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da planını
şöyle anlatır:
“1) Bütün toplum
biçimlerine az çok uyan (…) genel soyut belirlemeler; 2) Temel sınıfların
dayandıkları burjuva toplumun iç yapısını oluşturan kategoriler. Sermaye,
Ücretli Emek, Toprak mülkiyeti. Bunların arasındaki karşılıklı ilişkiler. Kent
ve köy. Üç Büyük toplumsal sınıf. Bunlar arasındaki değişim. Dolaşım. Kredi
(özel).”
Kapital’in
(Engels’in yayınladıklarıyla beraber) üç cildinin konuları aşağı yukarı
bunlardır denebilir. (Kaldı ki burada da eksik yanlar var. Kent, köy vs.)
Ne var ki, Marks’ın bu planında yer alan ama hiç giremediği
konular şunlardır: (Marks Devam ediyor)
“3) Devlet biçiminde
burjuva toplumun yoğunlaşması. Kendisiyle ilişki içinde ele alınması. “Üretici
olmayan sınıflar”. Vergiler. Kamu borçları. Kamu kredisi, Nüfus. Sömürgeler.
Göç. 4) Uluslararası Üretim İlişkileri. Uluslararası iş bölümü. Uluslararası
değişim. İhracat ve ithalat. Kambiyo kuru. 5) Dünya pazarı ve bunalımlar.”
Marks bu alanlarda yazamadı bile.
Elbette orada burada değinmeler değerlendirmeler var. Ama
Kapital’deki gibi sistemli bir inceleme yok.
Kaldı ki bu bir taslak plandır. Muhtemelen çalışmaya
başlayabilseydi çalışma içinde bu plan da tamamen değişebilirdi.
Dikkat edilirse, Marks, soyuttan somuta, somut kapitalist
devletlere, uluslara, somut dünyaya doğru gitmektedir.
Maalesef Marks’tan sonra gelenler de bu yarım kalmış işi
sistematik biçimde tamamlama yolunda bir yol kat etmemişlerdir.
Ama eksiklik sadece bu kadar da değildir somut toplumun
analizi söz konusu olduğunda. Dikkat edilirse, Marks henüz modern kapitalist
toplumlar alanındadır taslağında. Kapitalizm öncesi ile kapitalizmin ilişkileri
alanı planda bile yoktur.
Ne var ki, Kapitalizm beyaz bir kağıt üzerine yazılan yeni
bir yazı gibi ortaya çıkmaz ve gelişmez. Kapitalizm öncesinin var olduğu bir
dünyada doğar, yayılır ve derinleşir. Sermayenin
gerçek tarihsel hareketi böyle gerçekleşir.
Bu somut tarihsel hareketin analizini yapmak gerekir.
Bunu modern biyolojideki hayat birliklerine benzetebiliriz. Canlıların birbiriyle ortaklaşa karşılıklı ilişkisini kavramadan evrimi ve onların yapısını tam anlamıyla açıklamak mümkün değildir. Örneğin, çok hücreliler ortaya çıktığında tekhücreliler yok olmaz. Hatta çok hücrelilerin varlığı tek hücrelilerin varlığı ve evrimi için yeni nişler, yeni olanaklar da demektir. Örneğin bağırsaklardaki bakterileri ele alalım. Çok hücrelilerin bağırsakları aynı zamanda bakteriler için yeni bir yaşam alanıdır. Ve sadece bu kadar da değildir. Çok hücreli de o bağırsaklarındaki bakteriler, tek hücreliler olmadan da yaşayamaz. Onunla bir simbiyoz ilişkiye girer.
Bunu modern biyolojideki hayat birliklerine benzetebiliriz. Canlıların birbiriyle ortaklaşa karşılıklı ilişkisini kavramadan evrimi ve onların yapısını tam anlamıyla açıklamak mümkün değildir. Örneğin, çok hücreliler ortaya çıktığında tekhücreliler yok olmaz. Hatta çok hücrelilerin varlığı tek hücrelilerin varlığı ve evrimi için yeni nişler, yeni olanaklar da demektir. Örneğin bağırsaklardaki bakterileri ele alalım. Çok hücrelilerin bağırsakları aynı zamanda bakteriler için yeni bir yaşam alanıdır. Ve sadece bu kadar da değildir. Çok hücreli de o bağırsaklarındaki bakteriler, tek hücreliler olmadan da yaşayamaz. Onunla bir simbiyoz ilişkiye girer.
Kapitalizm ile kapitalizm öncesi toplumlar ve ilişkiler de
böyledir.
Marks, bunun nasıl bir yöntemle ele alınabileceğini ve alınması
gerektiğini Kapital’in üçüncü cildindeki Rant bölümü gösterir; bizlere
metodolojik bir örnek sunar.
Bilindiği gibi, Rant, (toprak geliri) kapitalist üretimin ve
değer yasasının kendisinin zorunlu bir varlık koşulu ve sonucu değildir. Bu
kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin, toprak üzerindeki özel mülkiyetin bir
sonucudur. Aslında saf kapitalizm açısından toprak hava gibi, su gibi bir üretim
koşulu olduğundan, kapitalizm açısından toprakların kamulaştırılması kapitalizm
için daha ideal bir koşuldur.
(Bu nedenle radikal demokratlar (burjuvalar) daima
toprakların kamulaştırılmasını, en azından büyük toprak sahiplerinin toprak
üzerindeki tekeline son verilmesini savunmuşlardır. Örneğin buna uygun olarak
ABD’de iç savaş batıdaki “bakir toprakların” ne yapılacağı savaşıydı da.
Osmanlı’nın hızlı yayılmasını sağlayan “toprak reformu” gibi, yani bir çift
öküzle bir aileyi geçindirecek toprağı üretici çiftçiye vermek gibi, bir toprak
dağılımı yapılmıştı ABD’de. İç savaş bunun savaşıydı. Marks’ın deyişiyle “bakir
toprakların” büyük toprak sahibine, köleciye fahişelik mi, küçük çiftçiye
karılık mı edeceği savaşıydı. Bugünkü ABD bütün dinamizmini bu iç savaşa da
borçludur. ABD hiçbir karşı devrim geçirmemiş, burjuva devrimini iki kez
yaşamış (hatta 50-ve 60’ların mücadelesiyle üç kez yaşamış) bir ülke olduğu
için kapitalizmin modeli ve idealidir.)
Ama bu sadece büyük toprak sahipleri ile de böyle olmaz. Örneğin
aynı zamanda kapitalizm öncesinin temel sömürü biçimi olan, artı ürüne ekonomi
dışı zorla el koyma ve bunu yapan Devlet ile de aynı simbiyoz ilişki oluşur.
Örneğin, Fransız devrimi Jakobenlerin tasfiyesinden sonra, Napolyon’un
karşı devrimi ile ezilince, büyük toprak sahipliği geri getirilemese de, eski
mutlak merkezci devlet yeniden ihya edilmiştir. Bu nedenle radikal demokratlar
(yani burjuvazinin genel ve tarihsel çıkarını savunanlar) tıpkı toprakların
kamulaştırılması gibi, ucuz devleti,
yani merkezi ve bürokratik olmayan bir devleti savunurlar. Aynı zamanda en
tutarlı ve radikal demokrat olması gereken sosyalistler de bunu savunurlar ve
de savunmalıdırlar. Marks Engels, Lenin zamanında böyleydi ama sonradan
Stalinizle birlikte bunlar unutuldu. Sosyalistler gerici merkezi ve bürokratik devletçilere
dönüştüler.
Tabii burada sınıf kavramına da gelinir. Sınıflar ekonomi
politiğin değil, sosyolojinin konusudurlar. Sınıflar bir kere ortaya çıkınca,
kendilerini ortaya çıkaran ekonomi politiğin yasalarına bağlı ilişkiler
üzerinde de karşı bir etkide bulunurlar. Yani sınıfın çıkarı ile, saf ekonomi
politiğin konusu olan değer yasasının genel eğilimi özdeş değildir. Keza bir
sınıfın alt zümresinin çıkarıyla sınıfın tümünün çıkarı, kısa vadeli çıkarla
uzun vadeli çıkar da özdeş değildir.
Yani o meta ilişkileri içinde bir kere burjuvazi ortaya
çıkıca, sınıfların çıkarları metanın kendi mantığına uygun çalışmaz. Sınıflar
bir kere ortaya çıkınca, sınıfların çıkarı tabiri caiz ise, kapitalist
ilişkilerde bir sürtünmeye yol açar. Örneğin, saf kapitalizm açısından en
azından büyük toprak mülkiyetini kaldırmak gerekirken, Burjuvazi işçi sınıfı
korkusundan, Toprak sahiplerine rant haracını vermeye razı olur. (Sonra da
elini verip kolunu kurtaramayınca işçileri ve köylüleri onlara karşı kışkırtıp
durumu kurtarmaya çalışır. İşçiler ve köylüler sokağa çıkınca da bu sefer
onları dizginleyebilmek için büyük toprak sahipleriyle tekrar ittifak yapar. 19.
Yüzyılın Avrupa’sının toplumsal mücadeleleri bu kısa özete indirgenebilir.) Ve
tabii bu da kapitalist topluma has ilişkilerin ve yine ona uygun bir üstyapının
yerleşmesinde bir sürtünmeye yol açar.
Yani kapitalist bir toplum ve kapitalist ilişkilerin
yayılması sadece kapitalizm öncesini tasfiye etmez, toplumu değer yasasının daha
sürtünmesizce işleyeceği bir hale getirmez, aksine aynı zamanda kapitalizm
öncesinin gerek sınıfları, gerek ilişkileri, gerek kurumları ile simbiyoz bir
ilişkiye girip aynı zamanda onları güçlendirir.
Örneğin ABD ve İngiltere gibilerin dışında, yani örneğin o
zamanın Almanya ve Fransa’sında aslında kapitalizm öncesinin, ekonomi dışı zorla
artı ürüne el koyan devletiyle ittifak yapar. Bu nedenle Marks, Prusya
devletine karşı mücadeleyi öne çıkarır ve Kapitalizme veya burjuvaziye karşı
sosyalist bir söylemle Prusya devletiyle uzlaşan (Türkiye’deki ulusalcıların
19. Yüzyıl Almanya versiyonu olun) Lassal’a karşı durur. Prusya Şark
despotluğunun oralardaki bir yankısıdır.
Hatta Türkiye gibi, Osmanlı gibi ülkelerde, yani eski
uygarlık beşiklerinde, Devlet burjuvazi ile ittifak yapar kendi ömrünü uzatmak
için.
Sadece devletle de olmaz bu karşılıklı bağımlılığın,
kapitalizm öncesi ile kapitalizmin bu simbiyoz yaşamının ilişkisi.
Kapitalizm öncesinin Tefeci Bezirgan sermayesi ile de olur.
Bunu en iyi gösteren Hikmet Kvılcımlı’dır.
Kapitaist sermaye ile kapitalizm öncesi sermaye arasında çok
temel bir zıtlık vardır. Kapitalizm öncesi sermaye üretimle ilgisizdir.
Dolayısıyla modern kapitalist sermayenin aksine bu sermaye güçlendikçe toplumda
üretim geriler. Prekapitalist Sermayenin güçlenmesi Toplumun bir bütün olarak
yoksullaşmasına yol açar. Tefeciler zenginleştikçe köylü yoksullaşır. Tüccarlar,
ürününün değerini bilmeyen kapalı köy ekonomilerinden ucuza alıp başka yerde
pahalı satar ve bir bütün olarak toplum zenginleşmeden değer tüccarların
ellerinde toplanır. Artı değerin veya karın kaynağı, değer transferidir, onun
yaratılması değildir.
Modern sermaye ise, işgücü denen meta sayesinde, artı değeri
üretim sürecinin kendisinde elde eder. Sömürü üretimde gerçekleşir. Bu nedenle
Kapitalist toplumda sermayenin egemenliği arttıkça toplum o ölçüde zenginleşir,
o ölçüde daha çok üretim yapmış olur bir bütün olarak. Elbette bu toplam
zenginlikten işçilerin aldığı nispeten geriler ama bu bile çoğu kez mutlak
değerler açısından bir zenginleşme anlamına gelir.
Aynı mekanizma, prekapitalist ilişkilerle modern
kapitalizmin simbiyoz ilişkisi örneğin kadının baskı altına alınması ve kadın
emeğinin çifte sömürüsünde; sömürgelerde vs. de ortaya çıkar.
Yani, Marks, Kapital’de, kapitalizmi nispeten saf biçimiyle ele
almayı bitiremediği gibi, kapitalin gerçek tarihsel hareketinin, yani modern
kapitalizmin, kapitalizm öncesiyle bu simbiyoz ilişkiye girişinin ve onunla
bambaşka bir sistem oluşturmasının analizine hiç giremedi. (Sadece İrlanda
sorununda olduğu gibi politik bağlamda ilgilenerek bazı dahiyane çıkarsamalar
yaptı.)
Bu eksiğe Ernest Mandel, Rosa’nın artı değerin
gerçekleşmesiyle ilgili teorisini eleştirirken değinir. Saf bir kapitalizmde
Rosa’nın değindiği sorunun olmayacağına dikkati çeker ama aynı zamanda bunun
gerçek tarihsel harekete, yani kapitalizmin gerçek tarihte kapitalist olmayan
bir çevreye doğru yayıldığına ve karşılık düştüğünü de belirtir. Hatta başka
bir bağlamda, konuyu bu yönde inceleme görevini önüne koyar. Ama kendisi de
yapamaz ve çağdaş kapitalizmin kimi görüngülerini açıklama yönünde yoğunlaşır (“Uzun Dalgalar”, “Geç Kapitalizm” gibi eserleri).
Yine de bu alanda, yani kapitalizmin kapitalizm öncesiyle
bir simbiyoz ilişkiye girmesi alanında tamamen bir boşluktan söz edemeyiz.
Kıvılcımlı özellikle, modern ve Finans-Kapital’e dönüşmüş
sermayenin ve antika sermayenin ilişkisini incelemiştir.
Yine Kıvılcımlı, “Devletçiliğimiz”
dediği, kapitalizm öncesi devletin modern kapitalizmle simbiyoz ilişkisini ele
almış ve bunun Türkiye’deki toplumsal mücadelelerde, strateji ve programda yol
açtığı değişikliklere ilişkin son derece önemli sonuçlar çıkarmıştır
Yine Kıvılcımlı, kadının ezilmesini ele alırken benzer
yaklaşımlar sergilemiştir. Özellikle “Türkiye’nin
Üç katlı Sosyal Ehramı Kadın Sosyal Sınıfı” gibi metinleri metodolojik bir
yol açıcıdır.
Tabii bu arada özellikle feminist hareket, Kıvılcımlı’dan bağımsızca,
kapitalizmin nasıl bir mekanizmayla, kapitalizm öncesinin kadının ezilmesi, ev
emeği ile ilişkisine, yani iş gücünün üretimi ve yeniden üretimi, dolayısıyla
kar oranlarının arttırılması bakımından ev emeğinin nasıl modern kapitalizm
tarafından aynı zamanda güçlendirildiğine ilişkin literatürü de burada
zikredilmelidir.
Toparlarsak, somut toplumun analizi yolunda, Marks’ınki gibi
sistematik ve bütünsel bir eser yoksa da, sonradan birbirinden bağımsızca
yapılmış katkılar bulunmaktadır.
*
Kapitalizm ve kapitalizm öncesi ilişkisinde genel tarihsel
eğilim ise söyle özetlenebilir:
Kapitalizm bir yandan tüm toplumsal yaşamı değer yasasının egemenliği altına alır, böyle genel ve ağırlıklı bir tarihsel eğilimi vardır. Bu nedenle, “Marks, gelişmiş bir toplum geri bir topluma geleceğini gösterir. Aldırmıyorsun ama bu anlattığım senin hikayendir” der.
Kapitalizm bir yandan tüm toplumsal yaşamı değer yasasının egemenliği altına alır, böyle genel ve ağırlıklı bir tarihsel eğilimi vardır. Bu nedenle, “Marks, gelişmiş bir toplum geri bir topluma geleceğini gösterir. Aldırmıyorsun ama bu anlattığım senin hikayendir” der.
Ama diğer yandan, kapitalizm öncesinin ilişkileri, sömürü ve
baskı biçimleri, üstyapısı devlet biçimleri ile bir tür simbiyoz ilişkiye
girerek onları güçlendirir. Birinci eğilimin tam tersine bir eğilimdir bu.
Böylece sermayenin gerçek tarihsel
hareketi de gerçekleşir. Bu eğilimin sonucunda ise, gelişmiş bir toplum geri bir
topluma geleceğini göstermez artık. Yani “az gelişmişliğin gelişmesi” ortaya çıkar.
Bu iki eğilim aynı zamanda ve bir arada bulunur.
Ancak hangi eğilimin ağırlıklı olduğu kapitalizmin tarihinde
değişir.
Kanımızca, 19. Yüzyıl Avrupa’sında, Marksların çağında
birinci eğilim baskındı.
Yirminci Yüzyılda Kapitalizm’in dünyaya yayılışında ikinci
eğilim baskın oldu (Emperyalizm, Az Gelişmişlik, Yeni Sosyal Hareketler)
Başında bulunduğumu yirmi birinci yüzyılda ise, tekrar
birinci eğilimin ağırlık kazandığı görülüyor.
Bunda Sovyetlerin çökmesinin de bir etkisi vardır elbette.
Ama Özellikle internetin ve Akıllı Telefonların (bilgisayarların) yayılması,
globalleşme (Dünya ticaretinin üretimden hızlı büyümesi) bu eğilimin ağırlık
kazanmasına yol açmış görünüyor.
Bu iki zıt eğilim, fizikteki, evrenin Big Bang sonrası
genişlemesine ve buna mukabil galaksilerin oluşmasına benzetebilir. Aslında Big
bang’tan sonra evrende maddenin beli yerlerde yoğunlaşması olmaması gerekir
çünkü bu farkı yaratacak bir neden yoktur.
Ama evren bir yandan genişlerken bir yandan da galaksiler
oluşmuştur. Yani saf hareket bir şekilde bozulmuştur. Neden nasıl olduğunu bilmiyoruz.
Birçok teori var.
Galaksilerin oluşması, evrenin genişlemesine zıt eğilim,
genel genişlemeyi ortadan kaldırmaz ama onunla birlikte var olur.
Kapitalizmin ortaya çıkışı ve gelişmesi de benzer biçimde
tanımlanabilir.
Türkiye gibi, eski uygarlık beşiği ülkelerde ikinci eğilim
daha baskındır. Bu nedenle, hem kapitalizm hem de kapitalizm öncesinin, yani
özüyle şark devletinin çifte kamburu bir aradadır.
Bu nedenle Türkiye, kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir
ülke olmasına rağmen önündeki devrimci görev sosyalizm değil, demokratik bir
devrimdir. Çünkü kapitalizmin gelişmesi kapitalizm öncesinin ilişkilerini ve
özellikle devleti tasfiye etmez, aksine onu güçlendirir ve en modern araçlarla
donatır.
*
Ama aslında yeryüzü ölçüsünde, kapitalizm son yıllarda
öylesine muazzam teknolojik ve bilimsel devrimlerin yapılmasına yol açmıştır
ki, eğer bu devrimlerin sonuçları yayılırsa, Marks’ın önceden göremediği ve
göremeyeceği, bizlerin bile hayal edemediği, ama teorik bir var sayım olarak
teorisinden çıkacak olan, kapitalizmin belli bir noktadan sonra var olamayacağı
şeklindeki bir gelişim yoluna girebilir bugünkü kapitalizm.
Evet yapay zeka, robotik gibi konulardan söz ediyoruz
Yani birkaç on yıl sonra robotlar giderek bütün üretimi yapabilir hale gelebilir.
Yani birkaç on yıl sonra robotlar giderek bütün üretimi yapabilir hale gelebilir.
Eğer insanlık bir atom savaşı vs. ile kendini yok etmezse,
kapitalizm ve ulusal devletlerin hatta kapitalizm öncesinin şark despotluklarının
bile egemen olduğu çağda, hiçbir değer yaratmayan robotların tüm toplumsal
zenginlikleri yarattığı, yani fiilen zenginliklerin gürül gürül akabileceği bir
durum ortaya çıkabilir.
Yani fiilen emek ve değer, yani ekonomi politiğin konusu yok
olmanın kıyısına gelebilir.
Bu durumda kapitalizm fiilen olanaksız hale gelir çünkü robotlar artı değer üretemez.
Kapitalizm komünist toplunun üst aşamasına den gelen bir
üretkenlik düzeyi ile bir arada bulanamayacağından kapitalizmin çöküşünü
yaşayabiliriz.
Bu muhtemelen hiç de tahmin edemeyeceğimiz,
öngöremeyeceğimiz biçimlerde gerçekleşebilir.
Kim bilir, böylece bizler gibi geri ülkelerin demokrat ve
sosyalistlerinin önündeki görevler olaylarca aşılmış olacaktır.
Kim bilir belki, teknik gelişmenin bir yan ürün olarak
kolayca halledilebildiği; yani fiziki olarak eskimeden moral yıpranmaya
uğrayarak kullanım değerini yitirmiş akıllı telefonlar gibi, kullanım tarihi
geçmiş, bir mücadeleye, çabaya ömrünü vermiş bir kuşak olarak sıramızı
savacağız.
Gelecek yazılarımızda biraz da bu konulara gireriz.
Demir Küçükaydın
5 Kasım 2017 Pazar
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı Blockchain tekniğiyle çalışan Steemit’te şu linkte
yayınlanmıştır:
2 yorum:
Teşekkürler. yazının devamını bekliyoruz.. yeni yazınızın redaksiyondan geçmesi dileğiyle:). zaten konu ağır... anlayışla karşılayacağınızı umuyorum
Teşekkür ederim. haklısınız aceleyle yazdığım ve yayınladığım için çok kötü. Daha kısa ve özenli yazmak için zamanım yok. Lütfen kusuruma bakmayın.
Dostlukla
Yorum Gönder