Önce aşağıdaki haberi ve haberdeki bildiriyi okuyunuz:
“Aydınlardan 4
maddelik yeni bildiri: Erdoğan rejimi Kürtleri öldüremez; PKK kör terörle
sivillere zarar veremez!
Güneydoğudaki
çatışmaların bir an önce durdurulmasını talebiyle "Suça ortak
olmayacağız" bildirisine imza atan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
tarafından 'ihanet'le suçlanan 1128 akademisyen hakkında başlatılan
soruşturmalar ve evlerine polis baskınları eşliğinde gözaltlılara tepkiler
sürerken 4 maddelik yeni bir bildiri daha geldi.
Ankara Düşünceye
Özgürlük Girişimi ve aralarından Prof. Baskın Oran'ın da bulunduğu 100'den
fazla aydın, sanatçı, yazar ve aktivist tarafından hazırlanan bildiride
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik tepki, 12 Eylül hatırlatması ve PKK'ya
kör terör uyarısı var. "Erdoğan rejimi
bizzat yarattığı kargaşayı bahane
ederek Türk halkına 12 Eylül'ü aratacak bir baskıyı asla uygulayamaz"
bildiride, "PKK ise Kürtlerin imha edilmesi politikası ile mücadele
ederken kör teröre kayarak sivillere zarar veremez" ifadeleri yer aldı.
Akademisyenlerin 4
maddelik yeni bildirisi şöyle:
1. Erdoğan rejimi
bizzat yarattığı kargaşayı bahane ederek resmi ideoloji dışındaki farklı
düşüncelerini ifade eden akademisyenler başta olmak üzere Türk halkına 12
Eylül'ü aratacak bir baskıyı asla uygulayamaz.
2. Hendekler ve
barikatlar denilen olay bugünkü kargaşanın sebebi değildir. Kürtlere 1919'dan
bu yana verilip tutulmayan sözlerin, son olarak da müzakere masasının
devrilmesinin yarattığı hayal kırıklığının ve Kürtlere uygulana gelmiş boğucu
baskının günümüzdeki koşulları sonucudur.
3. Erdoğan rejimi
bunları bahane yaparak kendi Kürt vatandaşlarını öldüremez, zulmedemez,
onurlarını ayaklar altına alamaz, cenazelerini zırhlı araçlar arkasında
sürükleyemez, kentlerini harabeye çeviremez.
4. PKK ise Kürtlerin
imha edilmesi politikası ile mücadele ederken kör teröre kayarak sivillere
zarar veremez, kendi halkını çaresiz bırakamaz, iktidara daha büyük baskı uygulama
fırsatı yaratamaz.
Bildiriye imza atan
isimler şöyle:
Abud Can Adnan
Cangüder Adnan Chalma Kulhan Adnan Genç
Ahmet Aykaç Akın Atauz Ali Çimen
Ali Fuat Karaöz Ali Gökkaya Arif Ali Cangı Attila Tuygan
Aziz Tunç Baskın Oran Bora Kılıç
Bülent Tekin Cennet Bilek Deniz Aslan
Dursun Kahraman Eflan
Topaloğlu Emin Keşmer Ercan İpekçi
Erdal Doğan Erdal Yıldırım Erdoğan Aydın
Ergun Kuzenk Erkan Arslan Erol Özkoray
Fatime Akalın Fatma Dikmen Ferdan Ergut
Fikret Başkaya Fikri Shakho Fuat Çelik Gabriel Oussi Garbis Hatemo
Garo Kaprielyan Gökhan Kaya Gül Gökbulut
Gülcan Koçer Gün Zileli Güngör Şenkal
Hakkı Aksak Haldun Açıksözlü Halil Poyrazlı Halil Savda
Hanna Beth-Sawoce Hasan
Burgucuoğlu Hasan Cemal Hasan Zeydan
Hovsep Hayreni Hüseyin Habip
Taşkın İbrahim Seven İbrahim Yurtsever İsmail Cem Özkan İsmail Özşahin Kadir Cangızbay Kadriye Barsamian Kamil Aksoylu
Kazım Genç Kazım Kalo Altun Kenan
Yılmaz Lale Dilligil Mahmut Cantekin Mahmut Konuk
Mebuse Tekay Mehmet Aydoğdu Mehmet Uluışık Memik Horuz
Meral Saraç Seven Mesut
Gerez Murat Kuseyri Mustafa Sütlaş Mükerrem Peyker Nadya Uygun
Necati Abay Necmiye Alpay Nesrin Korkusuz Nesrin Nas
Nidal Hawari Nur Sürer Oktay Etiman
Orhan Oğuz Özcan Metin Özcan Soysal
Pınar Ömeroğlu Rabia Mine Raffi A. Hermon Ramazan Gezgin Recep Maraşlı
Rüstem Ayral Sabri Yıldız Sait Çetinoğlu Sait Eser
Sennur Baybuğa Serdar Koçman Serhat Alpar
Sinan Canlı Suzan Samancı Şanar Yurdatapan Tuncay Ayaz Vahan Altıparmak Yener Orkunoğlu Yılmaz Demir
Zeynep Tozduman” (link)
Bu imzalar içinde, Oktay Etiman gibi çok değer verdiğim birçok
isim var. Bu isimleri görmeseydim, bu bildiri hakkında aşağıdaki satırları yazma
gereği görmezdim.
Bu imzalar şunu düşündürüyor: Türkiye’nin en kalburüstü
aydınları ve devrimcileri bile hala demokrasinin, yurttaşlığın en temel bazı
özellikleri ve kavramları hakkında açık bir anlayıştan yoksunlar. Çok farklı
kategorilerden sorunları birbirine karıştırıyorlar. Bilerek ya da bilmeyerek,
bu devletin anti demokratik kavrayışını onaylamış ve benimsemiş bulunuyorlar.
Bu bildiride yanlış olan ne?
Her şeyden önce kategoriler
karıştırılıyor. Hukuki
kategorilerle politik kategoriler
karıştırılıyor.
Hukuki bir sorunla; politik bir sorunu karıştırıyor.
Bir hakkın savunusuyla
ve kullanımıyla; politik bir tavrı
karıştırıyor.
Ve bu karıştırma, bu bildiri somutunda, nesnel olarak, PKK’nın
da kınanmasını isteyen ve dayatan faşist Erdoğan-Ergenekon ittifakının
anlayışını kabullenmeyle sonuçlanıyor.
Yani politik olarak bir hakkın savunusuymuş gibi yaparken o
hakkın gasp edilmesini, bilerek veya bilmeyerek ama nesnel olarak, onaylıyor.
Ne demek bütün bunlar. Biraz açalım.
Hükümetin “PKK’yı niye
kınamıyorlar” eleştirileri ve buna dayanan tehditleri karşısında her zaman
şunun denmesi gerekirdi:
“PKK bizden vergi almıyor.
Bizler onun politikalarını ve yaptıkları işleri belirleme durumunda değiliz, o
kendini bizlere bir hukukla bağlamış değil. Bizler PKK’nın yurttaşları değiliz.
Ama bu hükümet bizlerden aldığı vergilerle yaşıyor. Bu devlet aygıtı bizlerden
alınan vergilerle bütün bu hükümetin uygulamalarının ve politikalarının aracı
olabiliyor. Bu devlet ve hükümet, kendisinin yasalarla bağlandığını kabul
ediyor. Bütün bunlara dayanarak, bir yurttaş olarak bunlar hakkında konuşma
hakkım ve görevim vardır. Bu yurttaşlık görevimi yapıyorum. PKK karşısında bir
hakkım ve görevim yoktur. PKK bize karşı kendini hukukla bağlamamıştır. O benim
vergilerimle yaşamıyor.
PKK’yı kınamamızı
istemenin kendisi de ayrıca, yurttaşların fikir özgürlüğüne bir saldırıdır.
Çünkü devletin görevi
insanların PKK hakkında en farklı görüşleri bile ifade edebilmesini garantiye
almak; bu hakkı savunmaktır. PKK hakkında herkesin politik veya ideolojik
farklı bir görüşü olabilir. Bu bizim temel yurttaşlık hakkımızdır. Kınama
isteme belli bir görüşün benimsenmeye zorlama anlamına gelir. Dolayısıyla PKK’nın
kınanmasını istemeyi de temel yurttaşlık haklarına bir tecavüz olarak görüyor,
kabul etmiyor ve protesto ediyorum.”
İşte doğru tavır ancak böyle bir tavır olabilirdi. Buna en
yakın akıl yürütmeyi sadece Ahmet İnsel’de görebildik.
Ahmet İnsel, PKK’yı neden eleştirmiyorsunuz sorusuna şu
cevabı vermiş:
"PKK'nın yaptığı
eylemlerin eleştirilmesiyle devletin yaptığı eylemlerin eleştirilmesi aynı
düzlemde ele almamak gerekir. PKK terör yöntemlerini kullandığı sürece TCK'nın
öngördüğü suçları işleyen kişilerin bulunduğu bir örgüttür. Benim PKK ile bir
ilişkim yok, ama devletle var. Ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak devletin
ona çizilmiş olan yasalar ilkeler temel hak ve özgürlükler sınırlaması içinde
davranmasını beklerim."
(link)
*
Biliyorum, genellikle bir metni imzalayanlar ona bakmadan,
üzerine düşünmeden imzalarlar. Sözün nereye gittiğine pek bakmazlar, önemli
olan belli bir durumda bir tavır göstermek veya destek çıkmak olur.
Ama bütün bunlara rağmen, bu bildiri somut olarak, tam da
hükümetin istediğini yapmak; Hükümeti ve
PKK’yı birlikte kınamak anlamına gelmektedir.
Bunu yaparken de hükümetin bunu isterkenki temel mantığının
nasıl faşist bir anlayışı yansıttığını es geçmektedir. Bütün o ilk üç maddedeki
kabadayılıklar, o son cümle ile fos çıkmaktadır.
Karıştırılan temel sorun şudur.
Hükümeti protesto etme veya onu benimseme bir yurttaşlık hakkı ve görevidir. Bu hakkı
kullandığı için kimse suçlanamaz.
Bu hukuki bir hakkın
kullanılmasıdır.
Hükümet bu hakkın kullanılmasını engellemeye; bunu koşula
bağlamaya çalışmaktadır. Yani fiilen hakkı gasp etmektedir böyle yaparak.
PKK’nın şu veya bu şekilde eleştirisi ise, bir hukuki hakkın
kullanılması anlamına gelmez.
Bu politik bir tavır
olabilir. Örneğin, PKK’nın mücadele ettiği amaçları benimseyen, Türk devletinin
yenilgisini isteyen bir insan da pek ala, bugünkü PKK’nın izlediği stratejinin
Türk devletini güçlendirdiği; Türkiye’deki demokratik hareketin yenilgisine yol
açacağı gibi bir noktadan PKK’yı eleştirebilir. Ama bu politik ve stratejik bir
eleştiridir.
Keza, PKK karşısında hükümetin politikasını, PKK’ya hizmet
ettiği için de eleştirebilir bir Türk devletinin ve milletinin bekasını isteyen
biri. Ama bu da politik bir eleştiri olur.
Bunlar ancak içerikleri bakımından farklı tarafların içinde
tartışılabilirler ama bir hakkın kullanılmasıdırlar; içerdikler hakkın
kendisini ortadan kaldırmaz. Hukuk biçim üzerinden iş görür ve görmek
zorundadır.
Ya da tam tersine, Türk devleti ve hükümetini savunan biri,
bırakalım PKK böyle yapmaya devam etsin, böylece tecrit olurlar ve onlara karşı
daha kolay, daha az kayıpla zafer kazanabiliriz diyebilir ve tam a bu nedenle
PKK’nın politikasını savunabilir.
Bütün bunlar içerikleriyle, hukuki bir hakkın kullanımı
anlamına gelmezler, belli bir politik çizginin savunusu anlamına gelirler; ama
eylem olarak, yani yazı ve söz olarak, bir hakkın kullanımıdırlar. Devletin
görevi içeriğinden bağımsız olarak bu hakkı ve kullanımını garanti etmektir.
Devletin kendini bağladığı görev bu farklı politik
görüşlerin tamamen serbestçe ifadesini sağlamaktır.
(Bu arada şunu da belirtelim. Buradaki sorun sosyolojik olarak devletin ne olduğu da
değildir. Kimi Marksistler devletin görevinden söz eden yukarıdaki satırlar
karşısında “Devlet hakim sınıfın baskı
aracıdır. Böyle yapması normaldir” diyerek, farklı kategorileri karıştırma
yanlışını başka türlü yaparlar genellikle. Hukuki bir sorun ile sosyolojik bir
sorunu; yurttaşın hukuki olarak hak
ve görevleri ile sosyolojik olarak
devletin ne olduğu konularını karıştırırlar ve en temel hakların kullanılması
ve savunulmasından keskin sözlerin ardına gizlenerek kaçmış olurlar.)
PKK’nın politikasını hükümete karşı; hukuki haklardan doğan
bir bildiri içinde onu aynı şekilde kınamak; politik bir tavrı hukuki bir hak
ve görevmiş gibi ele almaktır.
Eğer böyle ise, bunun da mantık sonuçlarına götürülmesi
gerekir.
Görev olmadan hak, hak olmadan görev olmaz.
PKK’yı kınamak için, PKK’ya da vergi vermek; PKK’nın
politikalarını belirleyecek mekanizmalar (PKK’nın yöneticilerini seçmek için
seçimler yapmak falan gibi) olması vs. gerekir. PKK’nın kınanmasını istemek
bundan daha az saçma değildir. Bu saçmalık karşısında boyun eğilmektedir.
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin bu kadar zayıf olmasının nedeni
maalesef bu en temel ayrımların bile yapılamamasıdır.
İşte CHP de tam da bu ayrımı yapmadığı için hükümetin
karşısında sessiz kalmakta ve sesini çıkaramamaktadır.
Demokrasi her şeyden önce yurttaşın devletten hesap sorma
hakkıdır.
Bu hak, belli politik tavır alışlara bağlandığında orada
demokrasiden değil; diktatörlükten söz edilebilir.
Demir Küçükaydın
16 Ocak 2016 Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder