29 Aralık 2015 Salı

Demokrasi Mücadelesinin ve/veya HDP’nin Sorunları (1) Radikal, Kapsamlı ve Sistematik Olma Gereği ve Sorunu

Gerek nesnel çıkarları, gerek doğrudan veya dolaylı ifade edilmiş eğilimleri ve politik talepleriyle, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de demokratik güçler nüfusun hiç de küçümsenemeyecek bir niceliğini, daha doğrusu büyük çoğunluğunu temsil ederler.
Ne var ki bu nesnel çıkarlar, eğilimler, doğrudan ifade edildiğinde bile yeterince radikal, yeterince kapsamlı ve yeterince sistematik olmadıkları için; yani demokrasiyi tutarlı olarak sonuna kadar savunmadıkları için, politik mücadele arenasında adeta buharlaşırlar, yok olurlar, ifadelerini ve temsilcilerini bulamazlar.
Ve daha da kötüsü, nesnel olarak çıkarları ortak olmasına rağmen, bu demokratik güçler yeterince radikal, kapsamlı  ve sistematik olmadıkları için, sadece yok olmazlar, bir eksiye dönüşürler; birbirlerinin gücünü nötralize ederek, Türkiye'nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik Oligarşinin egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracı olmaktan öteye gidemezler.

Demokratik çıkarlar ve eğilimler ile bunların politik eşdeğerinin olmaması ve hatta politik ifadesini bulduğu ölçüde bunların birbirinin gücünü nötralize edici bir işlev görmesinin temel nedeni: bu öznelerin demokrasiyi yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olarak programlaştırmamaları ve savunmamalarıdır.
*
Bir hastalığı yok etmek için onun nedenlerine inmek ve o nedenleri ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için de öncelikle o nedenlerin ortaya çıkarılması gerekir.
Biz diyoruz ki, demokrasi güçlerinin zayıflığının en önemli nedenlerinden biri: onların yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokrat olmamalarıdır.
Yani sorunu yeterince “Anti kapitalist”, “emekten yana” olmamakta; “Sosyal Cumhuriyet”, “Anti emperyalizm”, “İşçi Sınıfı” vs., vs. deyip dememekte değil; yeterince demokrat olmamakta görüyoruz.
Ayrıca sosyalistler içinden ve açısından konuştuğumuzda, tam da sorunu sözümona “Sosyalist”, “Sınıfçı”, “Emekten Yana” koymanın sorun olduğunu; yani yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokrat olmaktan kaçışın, bu gerici eğilimin, kendisini sosyalizm, işçicilik, anti-emperyalizm, anti-kapitalizm biçiminde ifade ettiğini söylüyoruz.
Şimdi bir iki örnekle, demokraside radikal, kapsamlı ve sistemli olmamanın nasıl demokrasi mücadelesine karşı çalıştığını görelim.
*
Örneğin, askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine; bu egemenliğin dayanağı ve sonucu olan; haklara değil; yardıma ve göz yummaya dayanan baskıcı sisteme; ve bunun zengin ve yoksul farklarının büyümesi ve dolayısıyla da toplumsal çürüme biçiminde özetlenebilecek sonuçlarına karşı, yüzde doksanıyla yoksulların eşitlikçi ve demokratik eğilimlerini yansıtan İslamcı Hareket, bu talep ve özlemlerini, yeterince radikal ve kapsamlı demokratik bir talepler manzumasi olarak ortaya koymadığı veya koyamadığı için, örneğin sadece giyim özgürlüğüyle sınırlandığından, yani diyanetin lağvı, imam hatiplerin kapatılması, din derslerinin kaldırılması gibi, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan taleplerle birleştirmediği için, şehir orta sınıflarını, Alevileri, Ateistleri ve diğer dinlerden olanları korkutmakta, onları Askeri Bürokratik Oligarşinin kucağına itmektedir.
Benzer şekilde, İslamcı harekete yöneliş, bilinçsiz de olsa ulusun bir dille, bir soyla tanımlanmasına karşı sağlıklı ve demokratik bir tepkiyi yansıtır ve bu gerici ulusçuluğun kanlı  sonuçlarından duyulan bir korkuyu ifade eder. Ama bu korku ve gerici ulusçuluğa karşı demokratik olarak tanımlanabilecek eğilim, ulusun her hangi bir dille, dinle, etniyle, soyla, tarihle, tanımlanmasına karşı kapsamlı ve radikal bir demokratik talebe dönüşmediği için, bu sefer bizzat kendisi, Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik özlemleri karşısında, ulusu Türklükle ve bir tür resmi Sünni İslamla tanımlayan Askeri Bürokratik Oligarşinin bir yedeği durumuna düşer.
Böylece İslamcı hareket, nesnel olarak, özünde bu Askeri Bürokratik Oligarşinin egemenliğine ve onun egemenliğinin toplumsal sonuçlarına bir tepkinin ifadesiyken; politik olarak, Askeri Bürokratik Oligarşinin Kürt hareketine karşı doğrudan yedeği olmakla kalmaz; o karşı olduğu Askeri ve Bürokratik oligarşinin, şehir orta sınıflarını ve Alevileri korkutup kendi yedeğinde tutmasının ve bizzat İslamcı Harekete karşı bir denge olarak oynamasının bir aracı olur.
*
Aynı sorun Alevi hareketinde (ve yaşamtarzı nedeniyle kendini baskı altında hisseden “laikler”de de) görülmektedir.
Alevilerin de bir bölümü, taleplerini gerçek bir laiklik yönünde (diyanetin kaldırılması, din derslerinin kaldırılması vs.) en ileri düzeyde formüle ettikleri noktada bile, bunu tüm kapsamı ve radikalliği ile savunamamakta, örneğin insanların istedikleri gibi giyinebilmesi özgürlüğünü savunmak bir yana, bunun karşısında Askeri Bürokratik Oligarşi'nin yasaklarının yedeği ve destekçisi durumuna düşmektedirler.
Yine büyük çoğunluğuyla Aleviler, Devletin bir dininin olmamasını, dinin tamamen özel bir şey olmasını savunduklarında, bu istemlerini Türklüğün de özel olmasına, yani bir dil, din, tarih, soy ile tanımlanmış bir ulusçuluğun da tıpkı din gibi, özele, inanca ilişkin olmasına, daha da somut olarak, ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı demokratik bir talebe doğru genişletememektedirler.
Tam da böyle oldukları için, kendileri Kürt hareketi karşısında devletin yedeği durumuna düşmektedirler.
Yani Alevi Hareketi yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli olmadığı için kendileri de birer demokratik tepkinin ifadesi olan İslamcı Hareket ve Kürt Hareketinin karşısında konumlanmış olmakta veya onları karşıya itmektedir.
*
Sanılanın aksine Kürt hareketinin de durumu farklı değildir. Onlar da son duruşmada demokratik özlemlerin ifadesi olan en örgütlü ve bilinçli hareket olmalarına rağmen, bunu yeterince radikal bir demokrasi çerçevesinde ifade edememektedirler. Örneğin, Alevilerin içinde görülen, Diyanetin Alevileri Tanıması talebi ile eşdeğer bir talepten öteye gidemeyip, devletin Kürtlüğü de tanımasını istemektedirler.
Elbet gerek Aleviliğin, gerek Kürtlüğün tanınması gibi talepler, sosyolojik olarak, demokratik özlemleri ve eğilimleri ifade ederler ama politik olarak özünde demokratik değildirler, gericidirler.
Devletin Alevileri tanıması demokratik değil, bu gerici sistemi esneten, onun ömrünü uzatan, toplumsal tabanını genişleten ve demokratik muhalefeti bölen bir taleptir. Demokratik talep: dinin tümüyle kişinin özel sorunu olması, devletin buradan el ayak çekmesidir.
Aynı şekilde demokratik talep, Kürtlüğün de tanınması (bugünlerdeki deyimiyle “statü”) değil, Türklüğün de aynen Kürtlük gibi özele ilişkin olması, ulusun tanımından dile, dine, soya, tarihe ilişkin tüm belirlemelerin kaldırıldığı Demokratik bir Cumhuriyet talebidir. Yani Türklüğün statüsünün de ortadan kaldırılmasıdır.
Yani Kürt hareketi de, söylem düzeyinde nisbeten daha demokratik ve radikal görünse ve bu eğilimler daha güçlü bir biçimde ifadesini bulsa da, yeterince radikal ve demokratik olamadığı için, Türkleri ve onun demokratik kesimlerini kazanamamaktadır. Aynı şekilde yeterince kapsamlı olmadığı için (Alevilerin, laiklerin ve İslamcıların talepleri) onların sempatisini ve güvenini kazanamamaktadır.
*
Burada sadece üçü (İslamcılar, Aleviler-Laikler, Kürtler) belirtilen bu öznelerin, aralarındaki ilişkiler, gierekli değişiklikler yapıldığında (mutatis mutandis) işçilerden, sosyalistlere, şehir orta sınıflarına, kadınlara kadar tüm diğer özneler için de geçerlidir.
Bunu örneğin işçilere de aynen aktarmak mümkündür. İşçiler özünde demokratik istemler olan sendikalaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü istediklerinde; sınf işçilere ilişkin ücret artışı vs. gibi talepler için mücadele ettiklerinde, sırf kendileriyle sınırlı kaldıkları için; demokratik eğilim ve özlemlerini yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli talpler haline getiremedikleri için, diğer demokratik eğilimli hareket ve öznelerden tecrit olmakta. Toplumda bir hiç mertebesine düşmektedirler.
Hatta işçilerin bu ekonomik veya sınıfla sınırlanmış talepleri bizzat demokratikleşme özlemlerinin karşısına, onların bir alternatifi imiş gibi çıkmakta ve çıkarılmaktadır.
*
O halde, demokratik eğilim ve özlemlerin radikal, olarak tanımlanması ile bunların diğer öznelerin demokratik özlemlerini de kapsayacak bir manzume halinde, yani kapsamlı ve sistemli, ifadesi ve bunlar için mücadele, demokratik eğilim ve güçlerin politik olarak bir karşlığının da ortaya çıkması ve Türkiye'de gerçekten demokratik dönüşümler başarılabilmesinin, Askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine son verilebilmesinin ön koşuludur.
*
Türkiye’de ekonomik iktidar burjuvazinin elindedir ama politik iktidar askeri bürokratik oligarşinin.
Bu oligarşi, egemenliğini sadece burjuvazinin korkaklığı sayesinde değil; aynı zamanda nesnel olarak demokratik eğilim ve çıkarlara sahip güçlerin yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokratlar olamamaları nedeniyle onları birbirine karşı kullanarak, Bonapartist bir şekilde (bunları birbirine karşı kullanarak ve bu dengeler üzerinde) egemenliğini sürdürebilmektedir.
Bu nedenle, sırf bu birbirine karşı kullanılan güçlerin birbirlerine karşı kullanılamaz olması bile, askeri bürokratik oligarşinin bütün hareket alanını sınırlar ve onun tecridine dolayısıyla gücünü yitirmesine yol açar.
Bu nedenle radikal, kapsamlı ve sistemli bir demokratik program ve bunun bütün öznelerce, güçlerce benimsenmesi, hayati önemdedir.
*
Bu hareket ve öznelerin her birinin içinde elbette radikal ve sistematik olarak demokratik eğilimleri ifade edenler bulunmaktadır. Ancak bunların her biri o hareketin dünyası içinde kaldığı ve o dili kullandığı sürece azınlıkta kalmaktadırlar. Halbuki tek tek her bir öznenin içinde azınlıkta ve güçsüz olan bu tutarlı ve radikal demokratlar, bir araya geldiğinde en büyük ve etkili güç haline gelebilir.
O halde, ilk yapılacak iş kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: her öznenin, her hareketin içindeki radikal, kapsamlı ve sistematik olarak demokrasi programını savunanlar bir araya gelmeli; güçsüzlüklerini bu şekilde aşmanın yollarını aramalıdırlar.
Yani Aleviler içinde, Diyanetin Alevileri tanıması, okullarda din ve Ahlak derslerinde Aleviliğin de okutulması gibi gerici taleplere karşı çıkıp, gerçek bir laikliği, yani diyanetin lağvını, din derslerinin kaldırılmasını, imam hatiplerin kapatılmasını isteyenler; ayrıca bu radikal demokratik talepleri sırf Alevilikle sınırlı tutmayıp; bunları kapsamlı ve sistemli hale getirdiklerinde, yani aynı şekilde devletin tüm kişisel alandan, inanç alanından elini eteğini çekmesini isteyen, örneğin insanların giyimlerine karışılmasına da karşı çıktıklarında; benzer şekilde, ulusun da Türklükle tanımlanmasına karşı çıkıp, Türklüğün, Kürtlüğün veya başka kültürel özelliklerin de tıpkı inanç veya din gibi kişilerin özel sorunu olmasını savunduklarında, diğer özneler için de benzerlerini savunanlarla bir araya gelebilirler ve gelme gereğiyle karşılaşırlar.
Benzer şekilde, zengin ve yoksul farkları ve bu farkların ortaya çıkardığı çöküşe, kapitalizmin her şeyi çıkar ve paraya bağlayışına, Bürokratik oligarşinin keyfiliğine ve anti demokratik karakterine; ulusun bir dille, bir dille tanımlanmasının gericiliğine ve darlığına tepki duyan ve bu tepkisini politik İslam biçiminde ifade edenler, bu demokratik özlemlerini yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olarak ifade ettiklerinde; yani, bütün inançların haklarını savunduklarında; Sünni İslam’ın imtiyazlarına son verilmesini istediklerinde; ulusun tanımından her türlü dil, din, tarih, soy belirlemesinin kaldırılmasını istediklerinde, hem diğerleriyle bir araya gelme olanağı ortaya çıkar hem bunun gereği.
Aynı durum Kürt hareketi için de söylenebilir. Kürt Hareketi de, Alevileri diyanetin tanıması talebi benzeri, Kürtlüğün de tanınması için değil; Türklüğün de tanınmaması için mücadele ettiğinde; ulusun Türklükle veya başka bir dil, din, tarih, soy etni ile tanımlanmasına karşı çıktığında, yani yeterince radikal olduğunda ve bu radikalliğini örneğin din alanına da yaydığında, yani diyanetin kaldırılması gibi giyim kuşama da karışılmamasını savunduğunda, hem diğerleriyle bir araya gelebilir hem de gelme gereğiyle karşılaşabilir.
Sosyalistler ve işçi hareketi de, sadece örneğin işçilerin ücretleri veya sendika özgürlük ve haklarıyla kendini sınırlamayıp, bu hedeflerini, tam fikir ve örgütlenme özgürlüğü alanına yayıp radikalleştirdiğinde, ama bununla da yetinmeyip, demokrasiyi tüm kapsamıyla savunduğunda, yani gerçek bir laikliği ve bir dille, bir dinle, bir tarihle tanımlanmamış, herkese ana dilinde eğitim hakkını savunan demokratik bir ulusçuluğu savunduğunda, hem diğer öznelerle bir araya gelme ihtiyacı duyabilir; hem de gelebilir.
Bütün bunların olabilmesi için, bu hareketlerin her birinin içinde, bu radikal, kapsamlı ve sistematik olarak demokrasiyi savunanların bunu savunmayanlara karşı ciddi bir ideolojik ve politik mücadele vermesi gerekmektedir.
Yani Kürt Hareketi; Alevi Hareketi; İsamcı Hareket; İşçi Hareketi; Kadın Hareketi; Ekoloji Hareketleri içinde programatik ve stratejik bölünmeler yaşamalıdırlar. Bu bölünmeler, o hareketlerin özgül sorunlarında böyle radikal, kapsamlı ve sistemli demokratik bir programı savunmayanlarla somut hedefler üzerinden iş ve güç birliği yapmayı dışlamaz.
Ama tam bu mücadeleyi verebilmek ve bu mücadelede başarıya ulaşabilmek için de, diğer özneler içinde kendisine benzer konumda olanlarla güçlerini birleştirmek zorundadır.
O halde demokrasi güçlerinin zayıflığına son vermenin ilk adımı, her özenin içinden radikal, kapsamlı ve sistematik bir demokrasi programını savunanların bir araya gelerek güçlerini birleştirebilecekleri ve ortak ideolojik ve politik mücadele verbilecekleri, bizzat bu birlikte eylemleriyle dediklerinin doğruluğunu kanıtlayabilecekleri bir ortak organlar yaratmalıdırlar.
HDP, bu eğilimlerin toplandığı bir siyasi biçim olduğunda Türkiye’yi yerinden oynatabilir.
Tüm öznelerin radikal, kapsamlı ve sistemli bir demokrasi programını savunanları bir araya gelip siyasi bir program ve hareket yarattıklarında, Türkiye’deki demokratik eğilimler ve güçler gerçek politik karşılıklarını bulabilirler.
Ama bu yol sanıldığı kadar kolay değildir ve “ayrı diller” gibi bir sorunu bulunmaktadır.
“Ayrı Diller” ne demektir, nasıl bir sorundur ve nasıl aşılabilir?
Bunu da gelecek yazıda ele alalım.
Demir Küçükaydın
29 Aralık 2015 Salı


Hiç yorum yok: