Gerek nesnel çıkarları, gerek doğrudan veya dolaylı ifade edilmiş eğilimleri
ve politik talepleriyle, bütün dünyada
olduğu gibi, Türkiye'de de demokratik güçler nüfusun hiç de küçümsenemeyecek
bir niceliğini, daha doğrusu büyük çoğunluğunu temsil ederler.
Ne var ki bu nesnel çıkarlar,
eğilimler, doğrudan ifade edildiğinde bile yeterince radikal,
yeterince kapsamlı ve yeterince sistematik olmadıkları için; yani
demokrasiyi tutarlı olarak sonuna kadar savunmadıkları için, politik mücadele
arenasında adeta buharlaşırlar, yok olurlar, ifadelerini ve
temsilcilerini bulamazlar.
Ve daha da kötüsü, nesnel olarak çıkarları ortak olmasına rağmen, bu demokratik
güçler yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olmadıkları için,
sadece yok olmazlar, bir eksiye dönüşürler; birbirlerinin
gücünü nötralize ederek, Türkiye'nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik
Oligarşinin egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracı olmaktan öteye gidemezler.
Demokratik çıkarlar ve eğilimler ile bunların politik
eşdeğerinin olmaması ve hatta politik ifadesini bulduğu ölçüde
bunların birbirinin gücünü nötralize edici bir işlev
görmesinin temel nedeni: bu öznelerin demokrasiyi
yeterince radikal, kapsamlı ve sistematik olarak programlaştırmamaları ve savunmamalarıdır.
*
Bir hastalığı yok etmek için onun nedenlerine inmek ve o nedenleri
ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için de öncelikle o nedenlerin ortaya
çıkarılması gerekir.
Biz diyoruz ki, demokrasi güçlerinin zayıflığının en önemli nedenlerinden
biri: onların yeterince radikal, kapsamlı ve
sistemli demokrat olmamalarıdır.
Yani sorunu yeterince “Anti kapitalist”, “emekten yana” olmamakta;
“Sosyal Cumhuriyet”, “Anti emperyalizm”, “İşçi Sınıfı” vs., vs. deyip dememekte
değil; yeterince demokrat olmamakta
görüyoruz.
Ayrıca sosyalistler içinden ve açısından konuştuğumuzda, tam da sorunu sözümona
“Sosyalist”, “Sınıfçı”, “Emekten Yana”
koymanın sorun olduğunu; yani yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli demokrat
olmaktan kaçışın, bu gerici eğilimin, kendisini sosyalizm, işçicilik,
anti-emperyalizm, anti-kapitalizm biçiminde ifade ettiğini söylüyoruz.
Şimdi bir iki örnekle, demokraside radikal, kapsamlı ve sistemli olmamanın nasıl demokrasi mücadelesine karşı çalıştığını
görelim.
*
Örneğin, askeri bürokratik oligarşinin egemenliğine; bu egemenliğin dayanağı
ve sonucu olan; haklara değil; yardıma ve göz yummaya dayanan baskıcı
sisteme; ve bunun zengin ve yoksul farklarının büyümesi ve dolayısıyla da
toplumsal çürüme biçiminde özetlenebilecek sonuçlarına karşı, yüzde doksanıyla
yoksulların eşitlikçi ve demokratik eğilimlerini yansıtan İslamcı Hareket, bu
talep ve özlemlerini, yeterince radikal ve kapsamlı demokratik bir talepler
manzumasi olarak ortaya koymadığı veya koyamadığı için, örneğin sadece giyim
özgürlüğüyle sınırlandığından, yani diyanetin lağvı, imam hatiplerin kapatılması,
din derslerinin kaldırılması gibi, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan
taleplerle birleştirmediği için, şehir orta sınıflarını, Alevileri, Ateistleri
ve diğer dinlerden olanları korkutmakta, onları Askeri Bürokratik Oligarşinin
kucağına itmektedir.
Benzer şekilde, İslamcı harekete yöneliş, bilinçsiz de olsa ulusun bir
dille, bir soyla tanımlanmasına karşı sağlıklı ve demokratik bir tepkiyi
yansıtır ve bu gerici ulusçuluğun kanlı sonuçlarından duyulan bir korkuyu ifade eder.
Ama bu korku ve gerici ulusçuluğa karşı demokratik olarak tanımlanabilecek eğilim,
ulusun her hangi bir dille, dinle, etniyle, soyla, tarihle, tanımlanmasına
karşı kapsamlı ve radikal bir demokratik talebe dönüşmediği için, bu sefer
bizzat kendisi, Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik özlemleri karşısında,
ulusu Türklükle ve bir tür resmi Sünni İslamla tanımlayan Askeri Bürokratik
Oligarşinin bir yedeği durumuna düşer.
Böylece İslamcı hareket, nesnel
olarak, özünde bu Askeri Bürokratik Oligarşinin egemenliğine ve
onun egemenliğinin toplumsal sonuçlarına bir tepkinin ifadesiyken; politik olarak,
Askeri Bürokratik Oligarşinin Kürt hareketine karşı doğrudan yedeği olmakla
kalmaz; o karşı olduğu Askeri ve Bürokratik oligarşinin, şehir orta sınıflarını
ve Alevileri korkutup kendi yedeğinde tutmasının ve bizzat İslamcı Harekete
karşı bir denge olarak oynamasının bir aracı olur.
*
Aynı sorun Alevi hareketinde (ve yaşamtarzı nedeniyle kendini baskı
altında hisseden “laikler”de de) görülmektedir.
Alevilerin de bir bölümü, taleplerini gerçek bir laiklik yönünde
(diyanetin kaldırılması, din derslerinin kaldırılması vs.) en ileri düzeyde
formüle ettikleri noktada bile, bunu tüm kapsamı ve radikalliği ile
savunamamakta, örneğin insanların istedikleri gibi giyinebilmesi özgürlüğünü
savunmak bir yana, bunun karşısında Askeri Bürokratik Oligarşi'nin yasaklarının
yedeği ve destekçisi durumuna düşmektedirler.
Yine büyük çoğunluğuyla Aleviler, Devletin bir dininin olmamasını, dinin
tamamen özel bir şey olmasını savunduklarında, bu istemlerini Türklüğün de özel
olmasına, yani bir dil, din, tarih, soy ile tanımlanmış bir ulusçuluğun da
tıpkı din gibi, özele, inanca ilişkin olmasına, daha da somut olarak, ulusun
Türklükle tanımlanmasına karşı demokratik bir talebe doğru
genişletememektedirler.
Tam da böyle oldukları için, kendileri Kürt hareketi karşısında devletin
yedeği durumuna düşmektedirler.
Yani Alevi Hareketi yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli olmadığı için
kendileri de birer demokratik tepkinin ifadesi olan İslamcı Hareket ve Kürt Hareketinin
karşısında konumlanmış olmakta veya onları karşıya itmektedir.
*
Sanılanın aksine Kürt hareketinin de durumu farklı değildir. Onlar da son
duruşmada demokratik özlemlerin ifadesi olan en örgütlü ve bilinçli hareket
olmalarına rağmen, bunu yeterince radikal bir
demokrasi çerçevesinde ifade edememektedirler. Örneğin, Alevilerin
içinde görülen, Diyanetin Alevileri Tanıması talebi ile eşdeğer bir talepten
öteye gidemeyip, devletin Kürtlüğü de tanımasını istemektedirler.
Elbet gerek Aleviliğin, gerek Kürtlüğün tanınması
gibi talepler, sosyolojik olarak, demokratik özlemleri ve eğilimleri ifade
ederler ama politik olarak özünde demokratik değildirler, gericidirler.
Devletin Alevileri tanıması demokratik değil, bu gerici sistemi esneten,
onun ömrünü uzatan, toplumsal tabanını genişleten ve demokratik muhalefeti
bölen bir taleptir. Demokratik talep: dinin tümüyle kişinin özel sorunu olması,
devletin buradan el ayak çekmesidir.
Aynı şekilde demokratik talep, Kürtlüğün de tanınması (bugünlerdeki
deyimiyle “statü”) değil, Türklüğün de aynen Kürtlük gibi özele ilişkin olması,
ulusun tanımından dile, dine, soya, tarihe ilişkin tüm belirlemelerin
kaldırıldığı Demokratik bir Cumhuriyet talebidir. Yani Türklüğün statüsünün de
ortadan kaldırılmasıdır.
Yani Kürt hareketi de, söylem düzeyinde nisbeten daha demokratik ve
radikal görünse ve bu eğilimler daha güçlü bir biçimde ifadesini bulsa da, yeterince radikal ve demokratik olamadığı için, Türkleri ve
onun demokratik kesimlerini kazanamamaktadır. Aynı şekilde yeterince kapsamlı
olmadığı için (Alevilerin, laiklerin ve İslamcıların talepleri) onların
sempatisini ve güvenini kazanamamaktadır.
*
Burada sadece üçü (İslamcılar, Aleviler-Laikler, Kürtler) belirtilen bu
öznelerin, aralarındaki ilişkiler, gierekli değişiklikler yapıldığında (mutatis
mutandis) işçilerden, sosyalistlere, şehir orta sınıflarına, kadınlara kadar
tüm diğer özneler için de geçerlidir.
Bunu örneğin işçilere de aynen aktarmak mümkündür. İşçiler özünde
demokratik istemler olan sendikalaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü
istediklerinde; sınf işçilere ilişkin ücret artışı vs. gibi talepler için
mücadele ettiklerinde, sırf kendileriyle sınırlı kaldıkları için; demokratik
eğilim ve özlemlerini yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli talpler haline
getiremedikleri için, diğer demokratik eğilimli hareket ve öznelerden tecrit
olmakta. Toplumda bir hiç mertebesine düşmektedirler.
Hatta işçilerin bu ekonomik veya sınıfla sınırlanmış talepleri bizzat
demokratikleşme özlemlerinin karşısına, onların bir alternatifi imiş gibi
çıkmakta ve çıkarılmaktadır.
*
O halde, demokratik eğilim ve özlemlerin radikal,
olarak tanımlanması ile bunların diğer öznelerin demokratik özlemlerini de
kapsayacak bir manzume halinde,
yani kapsamlı ve sistemli,
ifadesi ve bunlar için mücadele, demokratik eğilim ve güçlerin politik olarak bir karşlığının da ortaya çıkması
ve Türkiye'de gerçekten demokratik dönüşümler başarılabilmesinin, Askeri
bürokratik oligarşinin egemenliğine son verilebilmesinin ön koşuludur.
*
Türkiye’de ekonomik iktidar
burjuvazinin elindedir ama politik iktidar
askeri bürokratik oligarşinin.
Bu oligarşi, egemenliğini sadece burjuvazinin korkaklığı sayesinde değil;
aynı zamanda nesnel olarak demokratik eğilim ve çıkarlara sahip güçlerin
yeterince radikal, kapsamlı ve sistemli
demokratlar olamamaları nedeniyle onları birbirine karşı kullanarak,
Bonapartist bir şekilde (bunları birbirine karşı kullanarak ve bu dengeler
üzerinde) egemenliğini sürdürebilmektedir.
Bu nedenle, sırf bu birbirine karşı kullanılan güçlerin birbirlerine
karşı kullanılamaz olması bile, askeri bürokratik oligarşinin bütün hareket
alanını sınırlar ve onun tecridine dolayısıyla gücünü yitirmesine yol açar.
Bu nedenle radikal, kapsamlı ve sistemli bir demokratik program ve bunun
bütün öznelerce, güçlerce benimsenmesi, hayati önemdedir.
*
Bu hareket ve öznelerin her birinin içinde elbette radikal ve sistematik
olarak demokratik eğilimleri ifade edenler bulunmaktadır. Ancak bunların her
biri o hareketin dünyası içinde kaldığı ve o dili kullandığı sürece azınlıkta
kalmaktadırlar. Halbuki tek tek her bir öznenin içinde azınlıkta ve güçsüz olan
bu tutarlı ve radikal demokratlar, bir araya geldiğinde en büyük ve etkili güç
haline gelebilir.
O halde, ilk yapılacak iş kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: her öznenin, her hareketin içindeki radikal, kapsamlı
ve sistematik olarak demokrasi programını savunanlar bir araya gelmeli;
güçsüzlüklerini bu şekilde aşmanın yollarını aramalıdırlar.
Yani Aleviler içinde, Diyanetin Alevileri tanıması, okullarda din ve
Ahlak derslerinde Aleviliğin de okutulması gibi gerici taleplere karşı çıkıp,
gerçek bir laikliği, yani diyanetin lağvını, din derslerinin kaldırılmasını,
imam hatiplerin kapatılmasını isteyenler; ayrıca bu radikal demokratik
talepleri sırf Alevilikle sınırlı tutmayıp; bunları kapsamlı ve sistemli hale
getirdiklerinde, yani aynı şekilde devletin tüm kişisel alandan, inanç
alanından elini eteğini çekmesini isteyen, örneğin insanların giyimlerine
karışılmasına da karşı çıktıklarında; benzer şekilde, ulusun da Türklükle
tanımlanmasına karşı çıkıp, Türklüğün, Kürtlüğün veya başka kültürel
özelliklerin de tıpkı inanç veya din gibi kişilerin özel sorunu olmasını
savunduklarında, diğer özneler için de benzerlerini savunanlarla bir araya
gelebilirler ve gelme gereğiyle karşılaşırlar.
Benzer şekilde, zengin ve yoksul farkları ve bu farkların ortaya
çıkardığı çöküşe, kapitalizmin her şeyi çıkar ve paraya bağlayışına, Bürokratik
oligarşinin keyfiliğine ve anti demokratik karakterine; ulusun bir dille, bir
dille tanımlanmasının gericiliğine ve darlığına tepki duyan ve bu tepkisini
politik İslam biçiminde ifade edenler, bu demokratik özlemlerini yeterince
radikal, kapsamlı ve sistematik olarak ifade ettiklerinde; yani, bütün
inançların haklarını savunduklarında; Sünni İslam’ın imtiyazlarına son
verilmesini istediklerinde; ulusun tanımından her türlü dil, din, tarih, soy
belirlemesinin kaldırılmasını istediklerinde, hem diğerleriyle bir araya gelme
olanağı ortaya çıkar hem bunun gereği.
Aynı durum Kürt hareketi için de söylenebilir. Kürt Hareketi de, Alevileri
diyanetin tanıması talebi benzeri, Kürtlüğün de tanınması için değil; Türklüğün
de tanınmaması için mücadele ettiğinde; ulusun Türklükle veya başka bir dil,
din, tarih, soy etni ile tanımlanmasına karşı çıktığında, yani yeterince
radikal olduğunda ve bu radikalliğini örneğin din alanına da yaydığında, yani
diyanetin kaldırılması gibi giyim kuşama da karışılmamasını savunduğunda, hem
diğerleriyle bir araya gelebilir hem de gelme gereğiyle karşılaşabilir.
Sosyalistler ve işçi hareketi de, sadece örneğin işçilerin ücretleri veya
sendika özgürlük ve haklarıyla kendini sınırlamayıp, bu hedeflerini, tam fikir
ve örgütlenme özgürlüğü alanına yayıp radikalleştirdiğinde, ama bununla da
yetinmeyip, demokrasiyi tüm kapsamıyla savunduğunda, yani gerçek bir laikliği
ve bir dille, bir dinle, bir tarihle tanımlanmamış, herkese ana dilinde eğitim
hakkını savunan demokratik bir ulusçuluğu savunduğunda, hem diğer öznelerle bir
araya gelme ihtiyacı duyabilir; hem de gelebilir.
Bütün bunların olabilmesi için, bu hareketlerin her birinin içinde, bu
radikal, kapsamlı ve sistematik olarak demokrasiyi savunanların bunu
savunmayanlara karşı ciddi bir ideolojik ve politik mücadele vermesi
gerekmektedir.
Yani Kürt Hareketi; Alevi Hareketi; İsamcı Hareket; İşçi Hareketi; Kadın
Hareketi; Ekoloji Hareketleri içinde programatik ve stratejik bölünmeler
yaşamalıdırlar. Bu bölünmeler, o hareketlerin özgül sorunlarında böyle radikal,
kapsamlı ve sistemli demokratik bir programı savunmayanlarla somut hedefler
üzerinden iş ve güç birliği yapmayı dışlamaz.
Ama tam bu mücadeleyi verebilmek ve bu mücadelede başarıya ulaşabilmek
için de, diğer özneler içinde kendisine benzer konumda olanlarla güçlerini
birleştirmek zorundadır.
O halde demokrasi güçlerinin zayıflığına son vermenin ilk adımı, her
özenin içinden radikal, kapsamlı ve sistematik bir demokrasi programını
savunanların bir araya gelerek güçlerini birleştirebilecekleri ve ortak
ideolojik ve politik mücadele verbilecekleri, bizzat bu birlikte eylemleriyle
dediklerinin doğruluğunu kanıtlayabilecekleri bir ortak organlar
yaratmalıdırlar.
HDP, bu eğilimlerin toplandığı bir siyasi biçim olduğunda Türkiye’yi
yerinden oynatabilir.
Tüm öznelerin radikal,
kapsamlı ve sistemli bir
demokrasi programını savunanları bir araya gelip siyasi bir program ve hareket
yarattıklarında, Türkiye’deki demokratik eğilimler ve güçler gerçek politik
karşılıklarını bulabilirler.
Ama bu yol sanıldığı kadar kolay değildir ve “ayrı diller” gibi bir
sorunu bulunmaktadır.
“Ayrı Diller” ne demektir, nasıl bir sorundur ve nasıl aşılabilir?
Bunu da gelecek yazıda ele alalım.
Demir Küçükaydın
29 Aralık 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder