Kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan ırkçılar,
başkalarını yabancı veya dış güçlerin ajanı olmakla suçlarlar. Örneğin en son
Erdoğan, “1 Kasım'da 550 tane yerli ve milli milletvekili
istiyorum” dedi.
Ancak bu suçlamayı yapanların kendilerini tanımladığı
milliyetçilik denen şey; yani milli ve yerli olma iddiasının kendisi bizzat bir
yabancı icadıdır; “yabancı bir ideoloji”dir.
Fransa’dan, Almanya’dan gelmiştir. Eskilerin deyişiyle Frenk imalatıdır.
Bu durumda kendilerini milliyetçi olarak tanımlayanların,
başkalarını “milli” ve “yerli” olmamakla suçlamaları; sürekli kıçı görünen keçinin,
zıplarken kuyruğu kalkan koyuna “kıçı göründü” diye sataşmasına benzer.
Ya da başka bir deyişle: “Dinime küfreden bari
Müslüman olsa.”
Erdoğan’ın ifadesinin gerçek karşılığı şudur:
milliyetçileri seçmeyin.
Çünkü milliyetçiliğin kendisi “milli” ve “yerli”
değildir.
*
Madem “milli ve yerli” olmaya bakacağız, bakalım milli
ve yerli olan ne vardır?
Örneğin devlet düşmanlığı
artık neredeyse unutulmuş bir yerli ve milli özelliktir.
Eskiden bu millet devletten ne gelirse gelsin şüpheyle
karşılardı; devlet düşmanıydı. Devleti kutsal ve dokunulmaz gösteren her şeye
şüpheyle yaklaşırdı.
Deniz Gezmiş niye çok sevilmiştir?
Niye dağlardaki “eşkıya” denen “sosyal isyancılar” çok
sevilirdi?
Niçin Çakırcalı için türküler yakılırdı?
Çünkü Devlete baş kaldırmışlardı.
Devleti sevmez, ondan sadece korkardı halk. Ve korktuğu
için de korkmayana sevgi ve saygı duyar; onu korurdu.
O halde, yerli ve milli vekillerin gerçekten
öyleyseler, devlet düşmanı olması gerekir.
*
Eskiden bu halk, davalarını devletin mahkemelerine
taşımazdı; kendi arasında hallederdi. Örneğin Aleviler, kendi cemlerinde, bir
suç işleyeni bir tür halk mahkemesinde yargılarlar ve cezalandırırlardı. Buna “Dar”
denirdi.
Aslında Sünniler bile mahkemeye gitmekten
çekinirlerdi. Bilirlerdi düşmanı oldukları devletin keyfiliğini. “Kadıyı kime şikâyet
edeceksin” derlerdi.
Yani bunlar “yerli”, “milli” olan hasletlerdi.
O halde, bugünkü mahkemelerin karşısında, yurttaşların
kendi kuracakları mahkemeler kurmaya çalışan vekilleri seçmek gerekir ki “yerli
ve milli” olsunlar.
Yani aslında şu özyönetim denen şeyi savunanları; şu
merkezi ve bürokratik mekanizmaya karşı olanları seçmek gerekir ki “yerli ve
milli” olsunlar.
*
“Yerli ve milli” olacak vekillerin milliyetçi
olmamaları gerekir. Hele hele Türk milliyetçisi hiç olmamaları gerekir.
Eskiden şu yabancı ve “gavur icadı” milliyetçilik ve
Türk milliyetçiliği ortaya çıkmadan önce, Türk, bir kaba görgüsüz anlamına
gelen bir sıfattı. Türk’ün, dile ya da
soya ilişkin bir anlamı bulunmuyordu.
Örneğin, Yakup Kadri, Yaban romanında
bunun bir örneğini anlatır. Yabancı ülkelerde çıkan milliyetçiliği almış ve
Anadolu’ya getirmiş Türk Milliyetçisi aydınla; yüzde yüz “yerli ve milli”
köylünün konuşması buna örnektir.
“– Biz Türk değiliz ki, beyim.
– Ya nesiniz?
– Biz İslamız, Elhamdülillah… O senin
dediklerin Haymana’da yaşarlar”
Yani Türklük sadece dışarıdan gelmiş Frenk icadı
değildir. Türkçe konuşan köylüler, (Ankara’nın Haymanası’nda iç Anadolu
Kürtleri yaşar ve orada Kürtçe konuşulur) Kürtçe konuşanlara, Türk
demektedirler, çünkü Türk kaba ve cahil anlamındadır.
O halde, Türk’ü kaba ve cahil anlamında bir sıfat
olarak kullanan milletvekilleri seçelim ki tıpkı o iç Anadolu'nun Türkçe
konuşan yüzde yüz “yerli ve milli” köylüleri gibi, “yerli ve milli” olsunlar.
*
Eskiden bu milletin İslam’ı da devlet İslamı değildi. Hele
Türklük falan, yine yukarıdaki alıntıdan anlaşılacağı gibi, Kavmiyetçilik diye
reddedilirdi.
Eskiden insanlar, devlet desteğiyle inşa edilmiş
camilerde devletin memuru; devletin kulu, kapıkulu olan imam ve müezzinler yoktu.
Çünkü İslam Allah ve Kul arasına başkasını sokmazdı. Bu
nedenle cemaat içinden birini imim olarak benimser ve onun arkasında saf
dururdu. Yani imamlar diğer Allah’ın kulları gibiydiler. Allah’ın
kullarıydılar. İnsanlar Allah’ın kulları olarak Allah’ın kullarının ardında saf
tutarlardı örneğin.
Ama şimdi, devletin kulları, devletin memurlarının
ardında saf tutuyorlar. Bu namazlar Allah için değil; devlet için kılınıyor.
Eskiden camiler, bir tür özyönetim organlarıydı,
cemaatin sorunlarını tartıştığı ve konuştuğu, sonunda karar bağlayıp
uyguladığı. Şimdi ise, devletin daireleridir. Devletin tepesindekilerin
hazırladığı, vaaz denen genelgeleri okuyan veya anlatan devlet memurlarına imam
denmektedir. Yani camiler şimdi birer özyönetim organı değil, merkezi devletin
halkı kontrol altında tutma ve yönetme organlarıdır.
O halde devletin atadığı, devletin kapıkulu imamların
arkasında değil; Allah’ın kulu olan; devletten para ve maaş almayan imamların
arkasında namaz kılan; devletin maaşlı memuru olan imamların arkasında namaz kılmayı
reddeden Müslüman vekiller seçelim ki, “yerli ve milli” olsunlar.
*
Eskiden bu insanlar para için değil, Allah, yani
toplum için yaşarlardı. Para için yaşayana hor gözle bakarlardı. “Çok laf
yalansız, çok mal haramsız olmaz” derlerdi. Bu halkın “yerli ve milli” bir
özelliği buydu.
O halde, çok konuşanlara itibar etmeyen; çok malı ve
parası olanlara hırsız gözüyle; haram yemiş gözüyle bakan ve onların çaldıklarının
hesabını soran vekiller seçelim ki, “yerli ve milli” olsun.
*
Evet, yerli ve Milli vekiller seçelim.
Yerli ve milli olmanın ilk şartı, milliyetçi
olmamaktır. Hele hele Türk milliyetçisi olmamaktır.
Milliyetçilik de, Türklük de bir “gavur icadı”dır.
Türkiye adı bile milli ve yerli değildir.
Buranın yerli ve milli adı: Rumeli, yani Roma Ülkesi’dir.
Roma Bizans’tır. Bizans Yunan kültürünün egemen olduğu
bir Roma’dır.
Osmanlı sultanı kendine “Sultan’ı Rum”,
diyordu. “Yerli ve milli” Osmanlı, kendini Roma İmparatoru
olarak görüyordu.
O halde, “yerli ve milli” olarak ülkenin adını Türkiye
değil; Rumeli olarak belirleyecek; Okullarda Osmanlı imparatorluğunun bir Türk imparatorluğu
olduğunu değil; üçüncü Roma imparatorluğu olduğunu okutacak tarih anlayışını
savunacak “yerli ve milli” vekiller seçelim.
*
Bu listeyi herkes bu bakış açısıyla uzatabilir.
22 Eylül 2015 Salı
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder