Dün birçok yerde Duran Kalkan’ın Adil Bayram
mahlasıyla yazdığı, “Özeleştiri
başarının anahtarıdır” başlıklı yazı yayınlandı ve özellikle HDP’ye yönelik eleştirileri içeren
kısımlar birçok yerde iktibas edildi.
“Hamama giren terler”
derler; eleştiren de aynı şekilde
eleştirilmeyi göze almış demektir. Biz Duran Kalkan’ın bu metninden yola
çıkarak hem Duran Kalkan’ın bu somut eleştirisinin bir eleştirisini yapmak; hem
de bu bağlamda HDP ve PKK hakkındaki eleştirilerimizi kısaca da olsa ifade
etmek istiyoruz.
Ama önce eleştiri ve özeleştiri üzerine birkaç söz.
Sanılanın aksine eleştiri yapmak son derece zor bir
iştir. Şurada yanlış yapılıyor demek, zikredilenler somut olgular bile olsa,
kendi başına doğru bir eleştiri yapıldığı anlamına gelmez.
Çünkü çoğu kez, eleştirilerde yanlış olarak belirtilip
eleştirilen olgular, aslında gerçek yanlışlar değildir. Eleştiride yanlış
olanın doğru tespit edilmesi hayati önemdedir. Ama iş burada bitmez.
Yanlış olanın doğru tespit edilmesinden sonra da, o
yanlışın neden ortaya çıktığının, onun nedenlerinin tespit edilmesi gerekir.
Ama bu da yetmez.
Ve bu nedenler de “temel neden ekonomiktir” veya “yeterince fedakârca ve azimli çalışmıyoruz” türünden; tıpkı Türk mahkemelerinin “suçun mahiyeti göz önüne alınarak” diyerek tutuklama veya
ceza kararları vermeleri gibi kategorik cevaplar
olmamalıdır.
Somut neden sonuç ilişkileri zincirinin ilk ve son
halkalarını içermelidirler.
Eleştiri ya da özeleştiri özünde budur.
*
Şimdi somut olarak Duran kalkan’ın eleştirilerini
alalım: HDP’ye yönelik üç somut eleştiride bulunuyor:
1) “Örneğin, daha seçim gecesi HDP yönetiminin ‘Bazı oylarımız emanet’
demesi doğru değildi ve de hatalıydı. Doğru değildi, çünkü halkın emanet oyları
diğer partilerdeydi ve HDP’nin onlardan alacağı daha milyonlarca ve hatta on
milyonlarca oy vardı. Hatalıydı, çünkü bu değerlendirme seçim ardından çok önem
taşıyan siyasal etkinliği zayıflatıyordu.”
2) “Yine HDP yönetiminin ‘Toplum bize muhalefet görevi verdi’ belirlemesi
de doğru değildi ve hatalıydı. Aynı zamanda bu belirleme, ‘Seçimi HDP kazandı’
belirlemesiyle de çelişkiliydi. HDP seçimi kazandıysa, o halde yeni iktidar o
demektir. Burada oyun ve vekil sayısının azlığı veya çokluğu önemli değildir,
önemli olan siyasi etki ve gelişmenin yönüdür. Bunun da HDP’de olduğu açıktır.”
3) “HDP yönetiminin, yine AKP ile seçim sonrası o denli karşıtlaşması ve
‘CHP-AKP hükümet kursun, biz destek verelim’ demesi de hatalıydı. HDP olmadan
CHP ile AKP’nin bir hükümet kuramayacağı ve kursalar bile bu hükümetin
demokratik değerinin olmayacağı açıktı. Yani CHP-AKP hükümet kurma
çalışmalarının içinde HDP de olmalıydı ve de buna öncülük etmeliydi.”
*
Önce şunu belirtelim, bu alıntılarda dile getirilen
tespitler, özünde yanlış tespitler değildir. Aynı eleştirileri biz de, Duran Kalkan’dan
bağımsızca ve daha önce yapmıştık.
Örneğin birinci tespit olan emanet oy olmadığı
konusunu, daha seçimlerden bile önce HDP’ye “stratejik oy” verileceği tartışılırken
(ki bu aslında doğru ifadesiyle “taktik oy” denmesi gereken“stratejik oylar”
seçim öncesi terminolojide daha sonra “emanet oy” kavramıyla karşılananı ifade
ediyordu. Kastedilen de özünde CHP’lilerin HDP’ye bir önceki seçimde bazı
yerlerde MHP’ye yaptıkları gibi yüzde on barajını geçmesi için oy verecekleri öngörüsüydü),
biz seçimlerin hemen arifesinde ve sonrasında yazdığımız yazılarda CHP’den emanet
oy gelmeyeceğini ve de gelmediğini; aksine esas oyun AKP’ye oy vermiş Kürtlerden
geleceğini ve geldiğini yazıyorduk. Hatta bunu paradoksal gibi görünen bir
formülasyonla da şöyle ifade ediyorduk: “HDP
Türkiye Partisi olmak için hareket ettikçe, daha fazla Kürt Partisi olacaktır”.
Seçimler de bütünüyle bu öngörüyü doğruladı, HDP esas olarak
Kürtlerden ve aslında CHP’ye emanet oy veren liberal ve demokrat aydınlardan ve
ilk kez oy kullanan gençlerden oy aldı.
Sonradan kimi akademisyenlerin de ayrıntılı
incelemelerle kanıtladığı gibi CHP’den HDP’yi yüzde onu aşmasını sağlayalım
diye gelen oylar neredeyse hiç mertebesindedir. HDP’ye oy veren CHP’liler zaten,
başka alternatif olmadığı için önceleri CHP’ye oy vermiş bir kesimdir. Esas
büyük kayma, AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenlerde olmuştur.
Evet, HDP, daha doğrusu Sırrı Süreyya Önder, gerçek
karşılığı olmayan tamamen olgusal bir yanılgıya dayanarak; emanet oy verenleri
hıyanet etmeyeceğiz anlamına gelen bir sözler etmişti.
Ama bunu da öyle çok büyütmemek gerekirdi. Çünkü
insanlar ilişkide bulundukları toplum kesimlerinin etkisi ve baskısı
altındadırlar. CHP’lilerin bir kesimi ve özellikle ulusalcı veya bunlara yakın
kesimi (Hazirancılar) ve Alevilerin bir kısmı, genlerine işlemiş Kürtlere karşı
güvensizlikle, seçimden sonra HDP’nin AK Parti ile koalisyon yapıp, Erdoğan’ı
başkan yapacakları yönünde bir propaganda yürütüyorlardı. Sırrı Süreyya’nın o
sözleri de bu gibi propaganda ve baskıların önünü almaya yönelikti. Yani yanlış
bir olgudan hareketle ama doğru, bir karşı propagandayı etkisizleştirme
girişimiydi.
Eleştiri somut olmalıdır. Hatta eleştirdiğimizin
yanlış kullanımlarını bile görmezden gelip, onun temelindeki özü açığa
çıkarmalı; onu biçimsel veya başka hatalarından arındırıp saf özünü ortaya
çıkarıp eleştirmelidir.
Duran Kalkan’ın eleştirisi ise, Sırrı Süreyya’nın o
ifadesini hangi kaygılarla, hangi güçlerin baskısı altında edildiği ve o somut
şartlarda ne anlama geldiğini bir tarafa atarak eleştiriyor.
Sırrı Süreyya’nın o tür bir ifadesi yanlışlığı veya
doğruluğu bir yana başka bir sorunun semptomu olarak alınırsa bir anlam ifade
eder. Yoksa nihayetinde olgusal bir yanılgının ifadesidir ve olgusal yanılgılar
da çok önemli değildir.
Bu nedenle o semptoma yol açmış olan sorunu ele almak
gerekir. Ama bunu esas sorunu ele almadan olgunun bir ifadesi üzerinden yapınca
ve yanan kişi ve yapıldığı dönem göz önüne alınınca, eleştiri doğruyken bir
yanlışa dönüşmekte; adeta bir HDP’yi hizaya getirme davranışı gibi ortaya çıkmaktadır.
*
Örneğin şöyle bir eleştiri yapılabilirdi:
“Bu olgusal yanlış önemli
değildir ama bu olgusal yanlışı ifade etmeye yol açan başka bir sorun vardır”
“Örneğin HDP yöneticileri “emanet
oylar” derken, istatistiklerin de gösterdiği gibi, olgu düzeyinde yanılıyorlar.
Ancak bizim görüşümüze göre bu yanılgı başka bir sorunu yansıtmaktadır. HDP
egemen medyanın ve liberal aydınların dili ve düşünce kalıplarıyla düşünüp
davranmakta; ulusalcıların propagandif baskısı altında bulunmaktadır. Bu ifade
bunun yansımasıdır ve Türkiye’de ciddi sarsıcı ve etkili bir politika yapmak
için, bu çemberin dışına çıkmak; bu ideolojik hegemonyaya prim vermemek gerekir.
HDP, onların tartışma ve önceliklerine (gündemine) kapılmadan kendi tartışma ve
önceliklerini (gündemini) ortaya koymalıdır. Emanet oylar konusunda söylenenler
henüz böyle olmaktan çok uzak olunduğunu göstermektedir”.
Böyle bir eleştiri sorunun doğru bir tanımlaması
olurdu; ayrıntıya veya olgusal bir hataya takılmadan; sorunun özünü yakalamış
olurdu.
Aslında Duran Kalkan sorunun özünü yakalıyor ve özünde
çok akıllıca ve doğru bir noktadan eleştiriyor: “Doğru
değildi, çünkü halkın emanet oyları diğer partilerdeydi ve HDP’nin onlardan
alacağı daha milyonlarca ve hatta on milyonlarca oy vardı. Hatalıydı, çünkü bu
değerlendirme seçim ardından çok önem taşıyan siyasal etkinliği
zayıflatıyordu.”
Ama yine Duran Kalkan da doğru bir eleştiriyi yanlış
bir örnek üzerinden yapıyor; esas eleştiri noktasında bir örnek olarak
kullanılabilecek bir olguyu sanki temel bir eleştiri noktasıymış gibi sunuyor.
Örneğin şunu diyebilirdi ve demesi gerekirdi: “Sorun HDP yöneticilerinin var olan gündemin ve kavramların esiri
olmalarıdır: Aksine onları sorgulamaları gerekir. Örneğin seçim gecesi emanet
oylardan falan söz edildi. Bu olgusal olarak doğru bile olsa, HDP
yöneticilerinin emanet kavramını, anketçilerin kullandığı anlamda değil; bir
toplumu değiştirmek ve bunun için milyonlarca ezilenin kullandığı anlamda
kullanıp sorulara öyle cevap verebilir ve örneğin bizde emanet oy yok; bütün
diğer partilerdeki oylar emanettir diye cevap vermesi gerekirdi. Böyle bir
tavır ve yaklaşım, toplumun önünü açar ve ciddi bir politik yaklaşım olurdu.”
Ama ne yazık ki, Duran Kalkan da, sorunu doğru
tanımlamış olmuyor. Sorunu Emanet oy var mı ya da nasıl tanımlanacak düzeyinde;
eleştiriyi “emanet oy” kavramına ve egemen ve yaygın ideolojiye çekecek
yerde; farklı bir anlayışı “emanet oy”
olgusuna kurban ediyor. Dolayısıyla kendisi de o emanet oy paradigmasına
hapsoluyor.
Ama sorun, daha da genel formüle edersek, HDP’nin var
olan Türkiye’ye egemen olan paradigmalarla düşündüğü ve düşünerek hareket ettiği;
bunun dışına nasıl çıkılabileceğidir.
Duran kalkan sorunu o yanlıştan hareketle bu temel
noktaya çekecek yerde; temel noktayı olgusal yanlışa kurban ediyor.
*
Öte yandan, işi bir de biçim boyutu var.
Duran Kalkan, eleştirisini sıradan bir insan olarak
yapmamaktadır. Onun her yazdığı binlerce PKK militanı için de bir emir gibidir;
en azından yol göstericidir. Örneğin bu satırların yazarı, bir eleştiri
yaparken kafa göz yarabilir. İyi değildir ama bu kimseye bir zarar vermez. Çünkü
hiçbir idari ve örgütsel gücüm yoktur. Bütün gücü kalemimden dökülen
önermelerin gücüdür. Ama bir insan Ortadoğu’da en önemli gerilla örgütünün
komutanlarından biriyse ve eleştirdiği parti zaten bir de sürekli, kişiliksizlikle,
kendisi bir şey yapamamakla, postacılık yapmakla eleştiriliyorsa, o partiye
karşı daha saygılı, başkalarının da benzer şekilde kendilerini davranmak zorunda
hissedeceği bir dil tutturmak gerekir.
Bu şekilde eleştiri bir fırçalama olarak görülmekte ve
algılanmaktadır. Örneğin, şimdi tam hatırlamıyorum ama T24’ten bir yazar niye
böyle fırçalıyorsunuz diye yazılar yazmıştı. Sizin öyle bir niyetiniz olması
sonucu değiştirmez, algı öyleyse sizin bu algıyı değiştirecek bir davranış
içinde olmanız gerekir.
Öte yandan, bir de bunun HDP içindeki boyutunu düşünmek
gerekir. Her biri birer küçük Duran Kalkan olan örgüt gençleri, sizin fırçaları
görünce kendileri de kendi ölçülerinde ve boyutlarında benzer fırçalar atmaya
başlarlar.
Bir tanesini hemen burada somut bir örnek olarak ifade
edeyim. Örneğin, siz Türkiyelileşmek dendi, Selahattin Demirtaş’ın da
konuşmalar ve imajı, arayış içinde olan insanları etkiledi ve birkaç kuşaktır
şehirli; tamamen farklı ve modern bir kültür yapısı olan insanlar HDP’ye gelip
üye olmaya; toplantılara katılmaya başladılar. Ama pek ala bir genç gelip
toplantıda “burada bacak bacak üstüne
atılmaz, bedel ödenmiştir, şehitlerin anısı var” gibi sözler eder.
Ve yıllar sonra nihayet oraya binbir soru işaretiyle gelmiş insanlar bir daha
gelmez. Türkiyelileşme falan da havaya uçar Kürt gettosuna hapsedilmiş olarak
kalır HDP.
Özetle, bir sorunu görüyor, seziyor ama doğru
tanımlamıyor; bunun yanı sıra biçimsel olarak da aslında yeni sorunlar
yaratıyor Duran Kalkan’ın eleştirisi.
*
Kalkan’ın birinci eleştirisi hakkında şimdilik bu
kadar.
Gelelim ikinci eleştiriye.
Duran Kalkan’ın ikinci eleştirisi de doğrudur. HDP’nin
söylemlerinin birbiriyle iç tutarlılığı yoktur. Seçimi kazandım diyorsan, kazanan
gibi davran. Öte yandan daha baştan kendi hareket alanının niye daraltıyorsun.
Bize muhalefet görevi verildi diyerek kendini daha baştan oyun dışına düşürüyorsun.
Bu kendini bağlama konusunda benzeri eleştirileri biz
de daha önce yapmıştık. Örneğin seçimlerden birkaç gün önce yazdığımız “Türkler
(Birleşik Haziran Hareketi) Barajı Aşamıyor” balıklı yazıda
şunları yazıyorduk:
“Türklerin böyle bir katkıyı
sunmalarını kolaylaştırmak için Kürt hareketi elinden geleni de ardına koymadı.
Selahattin Demirtaş gibi, tam da
ağızlarına layık bir insanı eş başkan yaptılar.
Selahattin Demirtaş da, hep
onların duymak istediği şeyleri söyledi.
Hatta bu nedenle Kürtlerin duymak
istediklerini ikinci plana attı. (Onlar nasıl olsa uzun acılı yollarda
olgunlaşmışlardı; bu durumu anlayabilirlerdi; bu nedenle küsüp
uzaklaşmazlardı.)
Sadece bu kadar da değil. Neredeyse bütün Batı illerinde tam da Türklerin
hoşuna gidecek insanlarla doldurdular seçilebilir yerleri.
Türkler yine ikna olmadılar.
HDP’ye oy vereceğiz, verilsin demediler.
Rojava’da Kobani’de hala her gün
cenazeleri gelen çocuklarını IŞİD’e karşı savaşa yollayıp, Türkleri o savaştan
uzak tuttular.
AK Parti ile koalisyon kurmayacağız şeklinde,
aslında politik mücadele yürüten veya savaşan bir gücün yapmaması gereken bir şekilde ellerini,
kollarını bağlamayı bile kabullendiler. Böylece
ilerde karşılarına çıkabilecek büyük bir hata yaptılar. Politikada ilişkiler,
kişiler ya da örgütler üzerinden değil, somut talepler, hedefler üzerinden
kurulur ve kurulmalıdır.
Demirtaş’ın yaptığı gibi, böyle
elini kolunu bağlamak yanlıştır, mücadele içinde güçlerin konum ve çıkarlarında
öyle geçici dönüşler olabilir ki, birbiri ile en zıt güçler bile taktik
amaçlarla yan yana gelebilirler. Örneğin, Hitler Stalin’le saldırmazlık paktı
imzalamak zorunda kalır. Alman Genelkurmayı Lenin’in Rusya’ya gitmesini
sağlamak; Lenin Alman Genelkurmayıyla anlaşma yapmak zorunda kalır.
Bu tür uzlaşmaların en son ve
somut örneğini bizzat bu seçimlerde gördük. Bu seçimlerde fiilen MHP ile HDP
arasında bir zımni ittifak gerçekleşmiştir. Tamamen farklı amaçlarla bile olsa
böyledir. İkisinin de çıkarı aralarında bir çatışma çıkmamasındaydı. Bu nedenle
Erdoğan karşısında fiili bir ittifaka girerek onun elini kolunu önemli ölçüde
bağladılar ve provokasyon alanını daralttılar. Kimi MHP’liler bu durumu,
“HDP’nin barajı geçmesini isteyeceğimi rüyamda görsem inanmazdım” şeklindeki
ifade etmişlerdir.
MHP ve HDP gibi iki farklı ve
aslında amaçları birbirine karşı parti bile belli momentlerde bir araya
gelebiliyor ve fiili bir ittifak içine girebiliyorsa, pek ala AK Parti ile de
şimdi hiç öngörülemeyecek koşullarda benzer şeyler olabilir.
Ama Kürt hareketi sırf bu kendini
beğenmiş, son yirmi yılda iyice çürümüş Türklerin biraz olsun sempatisini
kazanmak için, elini kolunu bile bağladı; elinden geleni ardına koymadı.”
(Yanlış hatırlamıyorsak benzeri bir eleştiriyi sonra
Cemil Bayık da yaptı.)
Toplum bize muhalefet görevi verdi ifadesi, seçim öncesinde
edilmiş ve bizim tarafımızdan anında eleştirilmiş bu sözlerin sonucudur. Çünkü
seçimden önce AK Parti ile koalisyon yapmayacağı sözünü vermiş; sonrasında da
MHP zaten ben HDP ile yapmam demiş. Bu durumda muhalefetten başak ne kalıyor?
Şimdi, burada HDP’nin kendi elini kolunu bağlaması söz
konusudur. Biz seçimden önce bu durumu eleştirerek, bunun bir handikap olacağını
zaten yazmıştık.
Duran Kalkan, bunun ardındaki siyaset sanatı
bakımından yanlışın üzerinde durmalıydı bizim gibi. Sen elini kolunu bağlarsan
kendini ster istemez daha baştan oyunun dışına itmiş olursun yönünde bir
eleştir yapması, yani bir tür metodolojik eleştiri yapması gerekirdi.
Ama Duran kalkan, kendini muhalefete layık görmenin ardındaki
kendi elini kolunu bağlamanın daha önce yapılmış olduğunu görmüyor. Ve daha
önce bu konuda bir şey de ifade etmiş değil. Dolayısıyla o yanlış sanki
bulutsuz gökte çakmış bir şimşek gibi görünüyor.
Yani o yanlışın andındaki yanlış ve o yanlışın da
ardındaki yanlış (buna aşağıda geleceğiz) üzerinde durmuyor. Dolayısıyla
eleştirisi eleştiri olmuyor.
*
Üçüncü eleştiri de asında ikinci eleştirinin somut bir
görünümünden başka değildir. Yani HDP’nin AKP ve CHP hükümeti kursun demesi de
böyleydi; kendini pasif bir izleyici rolüne layık görme ve yine elini kolunu
bağlamaydı.
Yani aslında daha genel özellikleriyle baktığımızda,
HDP’nin her üç durumda da kendi elini kolunu bağladığını; daha seçim öncesinde
kendisini oyun dışına attığını; inisiyatifi kaybettiğini görüyoruz.
Duran Kalkan’ın eleştirileri, tam ve özlü olarak böyle
ifade edilmiş olmamakla birlikte, özünde HDP’nin kendi elini kolunu bağlamasına
ve inisiyatif gösterememesinedir. Özünde yanlış da değillerdir.
Ama eleştiri nedenlere inerse, o nedenleri ortaya
çıkarırsa eleştiridir.
O halde bu eleştiri konusu olan kendini bağlama ve
inisiyatif gösterememenin neden ortaya çıktığını anlamaya çalışalım.
Eleştiri konusu olan tavırlar: yani emanet oy, kendini
AK Parti ile koalisyon yapmayacağız diye bağlama ve kendini muhalefete mahkûm
edip olun dışına atma; inisiyatifi kaybetme; kendi ellerinle sokağa atma durumu
elbet politika ve savaş sanatının alfabesini bile bilmekten uzak olmakla
ilgilidir öncelikle.
Bu sanatı biraz bilen, elini kolunu bağlamamaya, hayatın
bin bir kombinasyonuna hazır olmaya alışır. Bu sorunun bir boyutudur.
Ama o zaman da şu soru ortaya çıkar. Neden en azından
şu iki dönemdir politikanın göbeğinde olanlar bu basit kuralları bile
öğrenemediler?
Bunun nedeni de aynı zamanda örgütün canlı bir örgütsel,
politik ve teorik hayatının olmaması; bir kukla gibi olmasıyla ilgilidir.
Hiçbir inisiyatif tanınmamıştır.
Bizzat Duran Kalkan’ın bu azarlamalarında görüldüğü
gibi, sürekli fırçalanış veya başkalarının emirleri karşısında kalmışlardı.
Böyle durumdakilerin kendilerini geliştirmesi mümkün olabilir mi?
Bir çocuğa zerrece inisiyatif tanımıyorsunuz;
çizdiğiniz sınırların dışına çıkmasına katiyen müsaade etmiyorsunuz; sonra da şartlar çocuğu ağır sorumlulukların
altına itince, niye onlarla baş edemiyorsun diye azarlıyorsunuz.
O halde, nedenler zincirinin temeline gidersek, HDP’nin inisiyatifsizliğinin nedenlerinden biri iste bu HDP’yi inisiyatifsizlikle eleştiridir. İnisiyatifsizliğin nedenlerine inmeyişin kendisidir. Yani aslında Kalkan, kendisinin de nedenleri arasında olduğu bir sonucu eleştirmektedir ve kendisini eleştirdiğinin farkında bile değildir.
O halde, nedenler zincirinin temeline gidersek, HDP’nin inisiyatifsizliğinin nedenlerinden biri iste bu HDP’yi inisiyatifsizlikle eleştiridir. İnisiyatifsizliğin nedenlerine inmeyişin kendisidir. Yani aslında Kalkan, kendisinin de nedenleri arasında olduğu bir sonucu eleştirmektedir ve kendisini eleştirdiğinin farkında bile değildir.
Bu eleştirinin bir yanıydı ama diğer bir yanı da var.
Eleştirilen üç noktaya da baktığımızda, hepsinin
aslında HDP’nin kendi dışındaki solun baskısına ve eleştirilerine bir cevap
verme, onların gönlünü kazanma veya onları serinletme çabaları oluğu görülür.
Bunun da aslında büyük ölçüde yağlamalara rağmen oyunu yine de HDP’ye vermemiş CHP’lilere
ve Haziran Hareketi gibi Ulusalcı Solculara bir mesaj olduğu görülür.
Ama bu da daha genel başka bir durum ve görev
belirlemesinin bir sonucu ve görünümüdür. HDP seçimlerde stratejik olarak esas
kazanılacak ve oy alınacak kesim olarak bunları hedeflemiştir.
Açın bakın HDP’nin bütün seçim broşürlerine; bütün
seçim propagandasına, orada da aynı şey görülür: bu kesimlerin hoşuna gidecek
renkler, söylemler, müzikler, sloganlar ve hatta işte böyle garantiler.
Peki, bu kesimleri kazamaya çalışmak yanlış mı?
Elbette tüm toplum kesimlerindeki memnuniyetsizler
gibi bunları da kazanmaya çalışmak gerekir. Ama tüm toplum kesimleri içindeki
oranları ve ağırlıkları kadar bunlara da bir değer verilmeliydi. Örneğin HDP
bunlara harcadığı enerjinin onda birini aynı zamanda Alevileri ve/veya Müslümanları
kazanmak için harcasaydı muhtemelen çok daha fazla oy da alabilirdi.
Ama sorun sadece bir tarafı kazanıp kazanmama sorunu
da değil; bu kazanmanın yöntemine; kazanmadan ne anlaşıldığına ilişkin bir
sorun da var. Ve de esas sorun burada. Burada bir reklamcı kafası,
pazarlamacının medüze kafası görülüyor. Belli bir kesimin eğilimlerini
okşayarak; ona uygun davranarak; söylemini kullanmak o kesimin kazanılabileceği
gibi yanlış bir yaklaşım var. HDP’nin seçim çalışmasının temel yanlışı da
buradaydı.
Devrimci bir anlayışa göre ise, bu kesimleri kazanmak
isteyen onların anlayışlarıyla mücadele etmelidir. Ancak böylece onları değiştirebilir.
Onları kazandığında da onlar tarafından kazanılmış olmaz, onları kazanmış olur.
Örneğin, Sırrı Süreyya’nın seçim gecesi, emanetleri de
düşüneceğiz diyecek yerde “biz bütün emanet oyları geri alacağız” dediğini;
seçimden önce Demirtaş’ın çıkıp da AK Parti ile koalisyon kurmayacağız diyecek
yerde, “siyasette hiçbir zaman elini kolunu bağlamayacaksın; biz gereğinde
şeytanla ve şeytanın annesiyle bile uzlaşmalar yapabiliriz ama bu uzlaşmaların
ne için yapılacağı ve bu uzlaşmaların gerçekten ezilenlere hizmet edip etmediği
önemlidir” deseydi, belki o kazanılmak istenen ve garanti verilmeye çalışılan
çevrelerde bir yankı bulmazdı ama insanları düşündürür, değiştirir, siyasi
olarak eğitirdi.
Keza seçim çalışmaları da öyleydi. Seçimler bana 1974
senesindeki Ecevit’in seçimini hatırlatıyordu. Benzeri bir hava vardı. O
zamanlar Şenay hayat bayram olsa diyordu, bütün şehir küçük burjuvaları ortaya
çıkmıştı. Tıpkı bu seçimin Demirtaş rüzgârı gibi bir Ecevit rüzgârı vardı.
Ama ortalıkta görünmeyen çok köklü bir dönüşüm
olmuştu; tıpkı bu seçimde Kürtlerin AK Partiden kopması gibi. O zamana kadar
AP’yi destekleyen işçiler; Ecevit’e yönelmişti. Orhan Gencebay’ın kasetçilerdeki
yükselişi bu dönüşümün müzikteki yansımasıydı. Ama CHP’nin bütün görünür
propagandasına Şenay’ın çocuksu şarkısı damga vuruyordu.
Bu seçim de öyleydi. “Bizler meclise”, “Yeni Yaşam”
gibi sloganları vardı. Şenay’ın şarkısı gibi. Hiçbir somut şey söylemiyordu.
HDP’nin propagandası olanın tam tersi olmalıydı. HDP
yeni bir yaşam olmayacağını; şu bürokratik ve keyfi rejimi bir parça
sarsabilirse bile çok başarılı bir iş yapmış olacağını söylemeliydi seçim
çalışmalarında örneğin. Evet, bu insanların hoşuna gitmez size kızabilirler.
Ama uzun vadede sizin söylediğinize değer verecek size güvenecek insanlar
ortaya çıkar.
Yani kazanmak istediğini onun görüşlerine giderek kazanma
dolayısıyla kendini kaybetme değil; kazanmak istediğinle savaş; onu dönüştürme
ve öyle kazanma stratejisi yoktu HDP’de.
İşte o eleştirilenler aslında bu daha temel yanlışın
görünümleridir.
*
Öte yandan HDP örgüsel olarak da tam bir fecaatti.
Esas işi yapanlar genellikle HDP örgütünde yer almayan dışarıdan gelen
gönüllülerdi ve çoğu yerde o gönüllüler kendilerine iş verecek bir sorumlu bile
bulamıyorlardı.
Bazı maçlar vardır, takımlardan biri açık farkla galip
gelebilir. Ama bu onun iyi oyun oynağı anlamına gelmez. Şans yardım etmiştir;
karşı taraf sizden de kötü oynamıştır vs.; bütün bunların sonucu bir sürü gol
atmışsınızdır. Ama aslında kötü bir oyun oynamışsınızdır. Netice oyunun gerçek
durumunu yansıtmaz. Bir sonraki maçta o takımın ne kadar kötü oynadığı bu sefer
alınan açık farklı bir yenilgiyle görülecektir.
HDP’nin seçim başarısı da böyledir. Olağanüstü bir
politik konjonktür; Demirtaş’ın Performansı; Tayyip’in her konuşmasının HDP’ye
yaraması vs. HDP’ye rağmen bir seçim zaferi getirmiştir. Ne propagandası, ne
programı, ne örgütsel çalışması ile başarılı bir örgüt yoktur aslında ortada.
Ve bu zaferin aslında onun kendi niteliklerinin değil;
özel koşulların ve rastlantıların ürünü olduğu seçim sonrası dönemde ortaya
çıkmıştır.
Demek ki, nedenleri araştırdığımızda aslında seçim
sonrası dağınıklığın tohumlarının hepsinin seçim öncesinde var olduğu
görülmektedir. Sorunları seçim öncesi tohumundan tanıyamayanlar; seçim
sonrasındaki acı meyvesinden tanıyabilirler.
*
Peki, Duran Kalkan’ın HDP’yi eleştirisi böyle
nedenlere gidiyor mu?
Hayır.
Sanki seçim sonrasında her şey birden kötüye gitmeye
başlamış gibi, seçim öncesine ilişkin bir tek söz bile yok.
Kadı ki, bütün bu ağırlığı şehir küçük burjuvalarını
kazanmaya verme; onları da yanlış bir yöntemle kazanma bunun sonucu olarak da
elini kolunu bağlamanın sonucu olarak ortaya çıkan zaaflar başka nedenlerin
sonucudur.
Programatik, stratejik, taktik ve örgütsel sorunları
vardır HDP’nin. Programı yanlıştır; Stratejisi yoktur. Örgütsel yapısı
yanlıştır.
Duran Kalkan bu sorunlara giriyor veya bu yönde bir
çift söz ediyor mu?
Hayır.
Bu satırların yazarı, aslında çok daha öncesi de var ama
ta “Çatı Partisi” girişiminden; “Demokrasi İçin Birlik Hareketi” tiyatrosundan;
HDK’nın kuruluşundan beri programatik, stratejik, taktik örgütsel sorunlara
yönelik olarak dört beş cilt kitap oluşturacak yazılar yazdı; bunları günü gününe
yayınladı; somut eleştiriler yaptı; somut öneriler yaptı girişimlerde bulundu.
Ama bu yazılardan hiç biri ne Kürt Özgülük yayınlarında;
ne o örgütlerin birinde; ne HDK’da; ne HDP’de en küçük bir ifade olanağı bile
bulamadı ve idari tedbirlerle engellendiler örneğin.
HDK veya HDP içinde, açık bir tartışma ve örgüt içi
her bir üyenin tüm üyelere doğrudan hiçbir engelleme olmadan ve fiilen ulaşma
onları görüşlerine kazanma, çoğunluk olma ve bunu örgütün biçimsel yapısının
işleyişi içinde örgüt çizgisi haline getirme yansı yoktur.
Böyle bir örgütte hiçbir şey olmaz.
Bu sorunu esas sorun olarak koyuyor mu Duran Kalkan?
Hayır.
Bugün HDP nasıl bir örgüttür? Aslında bir örgüt
değildir bir ittifaktır. Birbirine su geçirmez odalardan (bileşenler) ibaret
bir ittifaktır ve bu ittifakın hamalı da bir şeylerin değişeceğini umup gelen
ve bir süre sonra buradan bir şey çıkmaz diye pasifleşen, sürekli bir rotasyon
yaşayan “bağımsızlar”dır.
Örgütlerin zaten kontenjanları bellidir. Arkadan, var
olan güçleri ve dengeleri hesaplayarak kilerin ne olacağını hesaplayan bir akıl
vardır. Sol örgütler zaten güç ilişkilerinde muazzam eşitsizlikten dolayı
kendilerine verilecek bir rolü veya vekilliği bilmektedirler. O açıdan bir
adaletsizliğe uğramayacaklarını; hatta Kürt hareketinin bonkörce davrandığını bilirler.
Örgütler de HDP’de çalışmak ve orada görünmek üzere birkaç elemanlarını
görevlendirirler. Esas olarak yine önceki “Kürt Partisi”nin elemanları ve güçleridir.
Böyle Türkiye Partisi olunmaz.
Ama elbet böyle bir partiyi istediğiniz gibi
yönlendirebilir; postacı olarak kullanabilir; istediğiniz zaman bir günah
tekesi yaparak eleştirebilir ensesinden tokadı eksik etmeyebilirsiniz.
Ama böyle bir parti ile Türkiye’nin Batı’sında şehirli
ve modern ücretliler arasında etkili bir örgütlenme yaratabilmeniz; geniş
kesimlerin örgütlenip hakları için mücadeleye gireceği bütün bu mücadeleleri
birleştiren bir deniz yaratabilmeniz olanaksızdır.
Yani bu gibi sorunlara girmeden, HDP’yi eleştirmek,
bir günah tekesi bulup günahlardan kurtulmaktan faksızdır. O söylenenlerin tek
tek olgusal olarak doğruluğu hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü eleştirilen
davranışların temel nedenlerini tartışmamaktadır. Aksine ortadaki kendini bir
eleştiri ve özeleştiri çabasıymış gibi gösterip gerçek bir eleştiri ve
özeleştirinin yani gerçek sorunların tartışılmasının önünü tıkamaktadır; bu
yöndeki tartışma çabalarını boğmakta, eleştirileri susuş uğratmaktadır.
HDP’nin o eleştirilen suçlarının gerçek suçlusu bizzat Duran Kalkanlardır.
Ama aslında Duran Kalkanların da suçu yoktur.
Türk sosyalistleridir gerçek suçlu. PKK’yı ve Kürt özgürlük hareketini ileri götürecek en küçük bir ne teorik, ne programatik, ne örgütsel önerileri yoktur. Yapanları engellemek tecrit etmekten başka bir iş yapmazlar. Hâlbuki Kürt Hareketi, duran kalkanlar, öğrenmeye, kendilerini yenilemeye eğilimli olduklarını şu son yıllarda geldikleri yerle göstermişlerdir.
HDP’nin o eleştirilen suçlarının gerçek suçlusu bizzat Duran Kalkanlardır.
Ama aslında Duran Kalkanların da suçu yoktur.
Türk sosyalistleridir gerçek suçlu. PKK’yı ve Kürt özgürlük hareketini ileri götürecek en küçük bir ne teorik, ne programatik, ne örgütsel önerileri yoktur. Yapanları engellemek tecrit etmekten başka bir iş yapmazlar. Hâlbuki Kürt Hareketi, duran kalkanlar, öğrenmeye, kendilerini yenilemeye eğilimli olduklarını şu son yıllarda geldikleri yerle göstermişlerdir.
Evet, burada genel olarak Türk Sosyalisti denen
bileşenler de olağanüstü suçludur. Onlar zaten bütün yaratıcılıklarını yitirmiş
küçük bürokratik aparatçıklardır. PKK’nın kapatıldığı gettodan çıkmak; Türkler
asanında küçük de olsa köprübaşları edinmek için belki belli bir dönem işlevleri
olmuş olabilir ama onların dayandıkları teori, PKK’nın az çok Marksizmci eleştirerek
aydınlanma ideallerine dönme çabalarından bile daha geri bir dogmatik
marksizmdir. Programları yoktur ve yok olduğunu bile bilmezler. En temel sorun
olan uluslar sorunu konusunda zaten PKK’nın nallarını toplar durumdadırlar.
Ama bunlar zaten veridir. PKK’nın onların bu
gerilikleriyle mücadele edecek yerde, onları olduğu gibi alıp Kürt hareketinin
mesanelerinde yaşama şansı vermesi; bu parazit haline gelmiş küçük bürokratik
aparatlara yeni yaşam alanları sunmakta ve onları bugün dünden daha de etkili
yapmaktadır. Ve onlar yeni kuşaklara da zehirlerini akıtıp, devrimciliğin
yerine bürokratik küçük örgütlerin kültürünü bulaştırmaktadırlar.
Duran Kalkan’ın bu konularda sözü var mı?
Yok.
Evet, eleştiri ve özeleştiri bizi geliştirir. Ama eleştiri
ve özeleştiri temel nedenlere inmelidir. Temel nedenler değiştirilmelidir.
Biz örneğin bu yazımızda bir takım temel nedenler koyuyoruz.
Bu temel nedenleri ortadan kaldıracak teorik, pogramatik ve örgütsel yapıya
ilişkin somut öneriler yapıyoruz.
Peki, Duran kalkan’ın eleştirileri bu temel nedenlere
giriyor mu?
Örneğin bu temel nedenler konusunda ne düşünüyor?
Temel nedenleri ortadan kaldırmak için somut önerileri
neler?
Bu konuların HDK ve HDP ve hatta PKK içende
tartışılması için önerileri var mı? Bunlar nasıl bir biçim altında olabilir?
Eleştiride bunların hiç biri yok.
*
Kalkan’ın HDP eleştirisi konusunda daha çok şeyler söylenebilir,
ama bu kadar yeter.
HDP’yi eleştirmek kolay. Şamar oğlanı olmuş bir
postacı.
HDP’lilerin hiç birinden ses çıkıyor mu?
Neden çıkmıyor?
Bir tek biraz Demirtaş itiraz etmeye çalışıyor.
HDP’liler neden kendini savunmuyor. Eleştirileri haklı
mı görüyorlar? Sanmıyoruz.
Ya da onların PKK’ya veya Duran kalkan’ın yazdıklarına eleştirileri yok mu?
Ya da onların PKK’ya veya Duran kalkan’ın yazdıklarına eleştirileri yok mu?
Kesinlikle vardır.
Ortada bir taraf istediği gibi konuşurken diğer
tarafın ağzını açamadığı ve eşitsiz bir durum olduğu açık.
Bir tane bile HDP’li çıkıp en azında bir blog açıp
“Vur fakat dinle” diye bu eleştiriler karşısında bir söz edemiyorsa Hamlet’in
dediği gibi, “burada çürüyen bir şeyler var”dır.
*
Onun için biz de burada Duran kalkan’ı ve onun şahsında
PKK’yı eleştirelim.
Peki, HDP dediğiniz hataları yaptı. İnisiyatif
gösteremedi.
Peki, siz ne yaptınız?
Bu eleştirdiğiniz olguların temel nedenlerini araştırdınız mı?
Bu eleştirdiğiniz olguların temel nedenlerini araştırdınız mı?
Bunun üzerine açık, hiçbir sansüre uğramayan bir
tartışma başlattınız mı?
Hayır?
Peki, neler yapıldı?
HDP’li yöneticilerin, kabaca eleştirileri yapıldı.
Bunlar kamuoyu tarafından HDP’lilerin fırçalanması olarak algılandı.
Eleştiri elbette yapılır alma elinde güç ve silah
bulunanların eleştirilerini bu gücü dengeleyecek ve karşıya kendisine de aynı
eleştiri hakkını tanıyacak bir üslupla imkânlar tanınarak yapılması gerekir.
Bunun böyle eleştiri yapmanın özeleştirisini yaptınız
mı?
Ama şu HDP’nin eleştirdiği konuya gelelim. Aynı yanlışı
yaptığınızın farkında mısınız? HDP’de ne yapacağını bilmemeye yol açan yeni
durumu doğru algılayamama PKK’nın şu son yanlışlarıyla aynı nedenlere
dayanmaktadır ve aynı madalyonun iki yüzüdür.
Örneğin HDP de PKK da temel bir durum yargılaması
yanlışı yaptı ve yapıyor.
Seçimlerden sonra birkaç gün sonra Erdoğan’ın zaten
seçimlerden önce fiilen kalktığını ilan ettiği “barış sürecini” bitireceği
açıktı. Artık sorun, çizgiyi “barış sürecini sürdürmek” değil;
ateşkesi olsun sürdürmek, Erdoğan’ın
savaş isteğine ateşkesi sürdürerek, tıpkı seçimlerden önce yapılan taktiği
sürdürerek cevap vermek gerekirdi ve ateşkesi sürdürmek çizgisi hem Erdoğan’ı
tecrit etme olanağı veriyordu; hem de Erdoğan tecrit edildikçe ve hareket alanı
daraldıkça ateşkesi sürdürme olanağı güçleniyordu
Örneğin ne HDP ve ne de PKK, Erdoğan’ın kendini
kurtarmak için savaş çıkaracağı; bunun için de her şeye rağmen ateşkesi sürdürmek
gerektiği ve ateşkesi sürdürerek, Erdoğan’ın temel hedef olarak konulması
şeklinde bir yeni durum ve görev belirlemesi yapmadı.
Her iki taraf da eski barış görüşmelerini sürdürme
söylemine ve o dönemin alışkanlıklarına bağlı kaldı.
Bunun sonucu olarak PKK hemen misillemeler yapmaya
başladı. Tek taraflı ateşkes yapmayacağını ilan etti. Fiziki savaşla hükümeti
veya devleti barış görüşmelerini zorlama çizgisini seçti.
HDP de benzer şekilde bütün müdahalelerini ve stratejisini yine Barış müzakerelerinin sürdürülesi üzerinden oluşturdu.
HDP de benzer şekilde bütün müdahalelerini ve stratejisini yine Barış müzakerelerinin sürdürülesi üzerinden oluşturdu.
PKK’da ateşkesi bitiren de; HDP’de inisiyatifsizliğe
yol açan da durumun yanlış değerlendirilmesi; eski koşulların devam ettiğinin
var sayılmasıdır. Yani hem HDP hem de PKK aslında yanı yanlışı yaptılar.
Sorun barış müzakerelerini sürdürme değil; yeni durumda
seçim sonuçlarını tanımayarak darbe yapan ve isyan eden Erdoğan’ı oradan uzaklaştırmak;
o oradan uzaklaşmadan bırakalım barış sürecini, ateşkesi bile sürdürmenin
mümkün olmadığı şeklinde bir durum ve görev belirlemesi yapılsa; her iki
cephede de farklı taktikler ve stratejiler izlenirdi.
Böyle bir görev belirlemesiyle, Erdoğan ne yaparsa
yapsın, tek taraflı ateşkes sürdürülmeye çalışılır; misillemeler yapılmaz;
böylece her şehit cenazesi Erdoğan’a karşı bir protesto gösterisine
dönüştürülürdü.
Böyle bir durum ve görev belirlemesiyle hem HDP’nin
önü açılır; hem de yeni durum değerlendirmesi HDP’li politikacıların girişim ve
yaratıcılığına yeni imkânlar sunardı. Hedef Ateşkesi sürdürmek ve Erdoğan’ı
tecrit olunca HDP birçok inisiyatif geliştirebilirdi. Selahattin Demirtaş eski
Kıvraklığına ve performansına kavuşurdu.
Böyle bir çizgi, CHP ve MHP’yi de Erdoğan’a karşı daha
net tavırlar almaya zorlar ve böylece Erdoğan’ın hareket alanı tıpkı seçim
öncesinde olduğu gibi daraltılabilirdi.
Bunları niye yapmadı PKK?
Öte yandan HDP şamar oğlanı gibi eleştiriyor. Ama ya o
komik ve çocukça demokratik özerklik ilanları; tehlikeli oyunlar.
Bunları eleştiren bir tek ifade oldu mu?
Hayır olmadı. Aksine, mahalli birimlerin kendi inisiyatifleri denerek anlayışla karşılanarak cesaretlendirildiler.
Bunları eleştiren bir tek ifade oldu mu?
Hayır olmadı. Aksine, mahalli birimlerin kendi inisiyatifleri denerek anlayışla karşılanarak cesaretlendirildiler.
O halde ilk elde PKK da HDP de şu tespiti yapmalıdır.
Barış sürece yoktu. Biz o barış sürecini zaten fiilen yokluğuna rağmen tek
taraflı bir barış süreci olarak sürdürüyorduk. Barış süreci sözü bir diplomatik
formüldü ama nedense biz sanki bu diplomatik formül gerçeği yansıtıyor gibi
onun gerçek olduğuna kendimizi de inandırmışız.
Erdoğan, varlığın sürdürmek için o başkanlık mevkiinde
durmak; durmak için de fiili gaspını meşrulaştırmak durumundadır. Bunun için de
barışın kendi aleyhine çalıştığını gördüğü için savaş başlatmak zorundadır.
Onun bu oyununa gelmemek için PKK’nın ateşkesi her ne olursa olsun tek taraflı
da olsu sürdürmeye çalışması; bunun kamuoyuna açıkça ilan edilmesi; HDP’nin de
bundan sonra bütün politikalarını esas olarak ateşkesin sürdürülmesi ve
Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması üzerinden oluşturması gerekir.
Önce bu değişikliği yapmalıdır HDP de PKK da.
Bunan yanı sıra yukarıda sıralanan sorunları
giderebilmek için, HDP’nin modern ve canlı bir örgüt olması; arkadan komiserlerin
direktifleriyle yönlendirme (bunu polis de biliyor, devlet de ama halkımız
bilmiyor) ve bileşen denen ittifaklar yapısına son verilmelidir.
HDP derhal bireysel üyelik hukukuna geçmelidir. Komiserler
ya da bileşenler ancak birey olarak; üyeler olarak; örgütün kendi organlarının
kararları üzerinde etkili olabildikleri ölçüde örgüt politikasında etkili
olabilmelidirler.
Her bir üyenin her konuda tüm örgütün üyelerine görüş
ve eleştirilerini, yukarı bir organın kontrolü veya denetimi olmadan, doğrudan
iletebilme hakkı olmalı ve bu hak da fiilen kullanılabilecek araçlara da sahip
olmalıdır.
Bu çerçevede HDP derhal Program, Strateji ve Örgüt
yapısını tartışmaya açmalı ve özgür bir tartışmayla; billurlaşan eğilimlerin
güçleri oranında temsil edildiği organlar oluşturulmalıdır.
Ancak böyle köklü reformlardan sonra HDP ciddi bir
politik güç ve alternatif umut haline gelebilir.
Bizim önerilerimiz biliniyor. Ayrıca buradan PKK’ya da
üzerine düşünülecek bir öneri yapmış olalım. PKK kendini bir Kürt ve Kürdistan
hareketi olarak tanımlamayı bırakmalı, bütün din ve etni isimlerini terk
etmeli, Ortadoğu demokrasi güçleri gibi bir isim almalıdır.
HDP’de bir Ortadoğu Partisi olmalıdır.
Her ikisi de Ortadoğu ölçüsünde Programlar
oluşturmalıdır.
Aşağıda somut program önerimiz bulunuyor:
Bu program Kürtlüğün tanınması programı değildir;
Türklüğün de tanınmaması programıdır.
Sorun Kürt sorunu değil; Türk Sorunu’dur.
Aşağıda önerdiğimiz Program taslağı HDP’nin Programı olmadıkça
HDP bir Türkiye ve Ortadoğu Partisi olamaz.
·
Gerçek bir
eşitlik için, ulusun tanımından her türlü, dil din, tarih, etni, soy, kültür,
ırk belirlemesi kalkmalı, demokratik ulus bunlarla tanımlanmaya karşı
tanımlanmalıdır. Bu somut olarak şu tedbirlerle gerçekleşebilir.
o Herkese
istediği dili anadil olarak seçme ve anadilinde eğitim hakkı olmalıdır. (Ana
dilini öğrenme hakkı değil. Bu farklıdır dillerden birine üstünlük sağlayıp
eşitsizliği arttırır.)
o Ortak
bir konuşma ve yazışma dili gerekip gerekmediğine; gerekiyorsa bunun hangi dil
olacağına demokratik ulusun yurttaşları tartışarak ve oylayarak karar verirler.
Bu ortak konuşma dilini öğrenmek, anadilde eğitim hakkını ortadan kaldırmaz.
o Okullarda
herkes ana dilinde, ama aynı ortak tarihi ve edebiyatı okumalıdır. Bu tarih ve
edebiyat, ülkedeki ve komşularındaki bütün dillerden, etnilerden, dinlerden,
kültürlerden, cinslerden eşit miktardaki temsilciler tarafından ortaklaşa
yazılmalıdır.
o Eğer
okullarda okutulmasına karar verilirse, din ve ahlak dersleri, yeryüzündeki tüm
büyük din ve inançlardan ve inançsızlardan eşit sayıda temsilciler tarafından
ortaklaşa yazılmalıdır.
o Devletin
tüm inançlar karşısında eşit ve tarafsız olması için, Diyanet lağvedilmeli,
imam hatipler normal okullara çevrilmelidir.
o Diyanet
gibi kurumlarda şimdiye kadar çalışanların mağdur olmaması için geçimleri
gönüllü olarak cemaatler tarafından karşılanmayanlar veya bu olanağı
seçmeyenlerin mağduriyeti engellenip toplumun başka işlerine
yerleştirilmelidir.
o Devlet
sadece inançlar arasında eşitliği sağlamak ve azınlık inançta olanlar aleyhine
oluşacak fiili eşitsizlikleri gidermekle yükümlü olmalıdır.
·
Yurttaşların
en geniş şekilde örgütlenebilmesi, hakkını koruyabilmesi, haksızlıklara ve
eşitsizliklere karşı mücadele edebilmesi için.
o Sınırsız
bir düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü derhal uygulamaya geçmeli, bunları
sınırlayan tüm yasalar derhal ve otomatik olarak geçersiz olmalıdır.
o Devletin,
firmaların, örgütlerin, partilerin ve bunların bütün organlarının bütün
kararları, bütün tartışmaları tüm yurttaşların bilgisine açık olmalıdır.
·
Demokrasinin
gerçekleşebilmesi, yurttaşların doğru kararlar verebilmesi için her şeyden önce
doğru bilgilenme gerekir. Doğru bilgilenme için ise, medyanın devlet ve
sermayenin tekelinden ve egemenliğinden kurtulması gerekir. Bunun için de
o Tüm
medya ve yayın faaliyeti, matbaalar, frekanslar, kanallar, kâğıtlar
toplumsallaştırılmalı; devletin ve sermayenin elinden alınmalı, yurttaşların ve
örgütlerinin emrine verilmelidir.
o Medya
olanakları, tüm örgütler, partiler, inançlar, fikirler, akımlar, meslekler,
cinsler, yaşlar, bölgeler vs. arasında üye sayılarına ya da nüfus içindeki
oranlarına göre dağıtılmalıdır.
o Bu
dağılımın gerçek oranları yansıtmaları için sık sık ayarlamalar yapılmalıdır.
·
Yurttaşların
üzerinde yükselmeyen, onlardan bağımsızlaşmayan, ama onlara itaat ve hizmet
eden bir devlet cihazı için:
o Tüm
düzeylerde yetki ve sorumluluk seçilmiş organlarda olmalıdır. Osmanlı artığı,
Firavun ve Nemrutlar zamanından kalma valilik, kaymakamlık gibi merkezi olarak
atanan ve belirlenen tüm makam ve organlar lağvedilmedir.
o Tüm
emniyet, asayiş ve savunma kuvvetleri bu seçilmiş organların emrinde ve
kontrolünde olmalıdır.
o Tüm
seçilmiş yöneticiler ve organlar kendilerini seçenlerin beşte birinin oyuyla
geri alınabilmeli ve seçim yenilenmelidir.
o Tüm
seçilenler seçildikleri süre içinde ve çalışmaları esasında ortalama bir
çalışanın gelir düzeyinde ücret almalıdır.
o Memurların
tayin, terfi, seçim ve emeklilik işlemlerinde bağımsız memur sendikalarının
tuttukları siciller esas alınmalıdır.
o Asker
sivil adalet ikiliği ve memurlar hakkında dava için izinler kalkmalı. Kanun ve
yasalar karşısında mutlak eşitlik olmalıdır.
o Mahkemelere
jüri usulü gelmelidir.
·
Bu biçimsel
eşitliği ve demokrasiyi sağlayan tedbirlerin yanı sıra, asgari ölçüde ekonomik
ve sosyal eşitsizlikleri kaldırmak için:
o Devlet
her yurttaşa iş bulmak, bulamıyorsa, sendikaların ve bağımsız tüketici
teşekküllerinin tespit edeceği, asgari geçim endeksine uygun gelir sağlamakla
yükümlü olmalıdır.
o Tüm
yurttaşlar için genel sağlık ve emeklilik sigortası olmadır. Sigorta, doğrudan
sigortalı yurttaşların seçilmiş temsilcileri tarafından yönetilmeli ve
denetlenmelidir.
o Gelecek
nesiller arasında kültür, eğitim ve iktisadi farklardan doğan eşitsizlikleri
asgariye indirmek için, her çocuk için parasız kreş ve anaokulu sağlanmalı; tüm
eğitim ve araçları parasız olmalı, düşük gelirli ailelerin çocukları ekstra
desteklenmelidir.
o Tüm
azınlıkların gerçek hayatta fiilen ortaya çıkacak bizzat matematik bir azınlık
olmaktan doğan dezavantajlarını bir ölçüde ortadan kaldırabilmek için kotalar
ve pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
Tartışılması
dileğiyle.
Demir Küçükaydın
01 Eylül 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder