“Kâbus görmektense
uyanık kalmak yeğdir” diye bir söz vardır. Yazının başlığında dile
getirilen ve aşağıda ele alınan tahminler gerçekleşmese bile (inşallah
gerçekleşmez); en azından kâbus görmekten ve daha kötü durumlarda hazırlıksız
yakalanmaktan yeğdir.
Erdoğan’ın Açmazı
Erdoğan’ın şimdiye kadar
yaptıklarına bakarsak, yapılanların anlamı üzerine düşünürsek, çıkan sonuç başlıktaki
önermeden başka bir şey olamaz.
Çünkü Erdoğan’ın önünde iki
seçenek vardır ve kendini bu iki seçeneğe mahkûm eden de bizzat kendisidir:
Ya başkanlık rejimi ile
başkanlık sarayında oturmaya devam etmek; bu fiili başkanlık rejiminin
olabildiğince sürdürerek aynı zamanda bu fiili başkanlık rejiminin olanaklarını
kullanarak buna yasal bir çerçeve hazırlamanın yollarını bulmak ve fırsatını
kollamak zorundadır;
Ya da mahkemeye çıkarılacak,
hapishane veya tımarhaneye veya (intihar da edebilir) mezara gidecektir.
Çünkü isyan etmiştir. Yani
devletin yasalarını çiğnemiştir ve işin kötüsü bunu devletin belli mevkilerinde
yapmıştır. İşlediği suç çok büyüktür. Sorun maddi çıkarlar falan olmanın
ötesindedir. Maalesef Partiler bunu anlamamıştır ve sorunu hala ahlaki düzeyde;
akrabaları, yakınları kayırma zengin etme vs. gibi ele almaktadırlar.
Erdoğan’ın Yaptığı Nedir?
Erdoğan’ın yaptığının
anlamını biraz açıklamayı deneyelim.
En basitinden alalım. Vergiler
devlete verilir. Ne kadar vergi alınacağına, vergilerin nereye nasıl
harcanacağına biçimsel olarak yurttaşlar seçtikleri vekiller aracılığıyla karar
verir. Bu modern parlamenter sistemin temelindeki anlayıştır. Zaten devlet
demek vergi demektir; o vergiyi toplayan memur; vermeyeni içeri tıkan ya da
ezen silahlı adam demektir. Bunlar en azından ön kabuller olarak böyledir; biçimsel
ve hukuki olarak böyledir. Zaten devlet demek; örgüt demek: biçim demektir
Bu durumda, vatandaşın
verdiği vergiler veya devlete vergi olarak verilmesi gereken paralar, birilerinden bağış olarak toplanıp, havuzda
biriktirilip; ne kadar kutsal olursa olsun başka bir dava için kullanılamaz. Ve
bu bağışlar vergi gibi sayılamaz. Bu suçtur. Hem de anayasa suçudur. Bu kadar
basit. Erdoğan bu suçu işlemiştir ve işlemektedir.
Bu suçu işleyen de er veya
geç mahkemeye çıkar. Bir kere kayda geçti bunlar. Bütün savcıları, hâkimleri de
değiştirse bundan kaçmanın yolu yoktur.
Belki kaçabilmenin olmasa da
geciktirmenin tek yolu vardır: ölünceye kadar o başkanlık sarayında oturmak ve
fiilen başkanlık rejimini sürdürmek.
(PKK bu günlerde verbal özyönetimler
ilan edip duruyor. Aslında hiç de ilan falan edip kimseyi ürkütmeden gerçek
özyönetim kurmuş bulunan Erdoğan’dır. PKK’nın Erdoğan’dan “Özyönetim nasıl kurulur”
dersi alması gerekir. Erdoğan fiilen isyan etmiş, kendi bağımsız devletini
kurmuştur. PKK’nın aksine bunu ilan etmiyor ama isyanın gereklerine uygun
davranıyor. İsyanın tek parolası vardır. Hücum. Tereddüt ya da duraksama
ölümdür. Ve teslim etmek gerekir ki Erdoğan bunu doğru uyguluyor.
Erdoğan’ın Özerkliği ya da
Özyönetimi
Evet, Erdoğan çoktan
özyönetimini ilan etmeden gerçekleştirmiş bulunuyor; hem de Ankara’nın tam orta
göbeğinde. Erdoğan devlet başkanı olarak farklı gelirleri, farklı aygıtları,
karar organları olan, tamamen kendine bağlı ikinci bir devlet örgütlüyor. O saray
ikili iktidarın bir organıdır.
Erdoğan, var olan devleti, yani TC’yi de, bu kurduğu devletin basit bir
eklentisi ve avadanlığı olarak kullanıyor.
Erdoğan’ın Saray’a yerleşmesi
Çankaya’daki binadan; daha geniş ve
olanakları fazla olan bir başka binaya taşınması değildir.
O külliye denen saray başka
bir rejim, başka bir devlet aygıtı demektir. Sarayda
somutlaşan devlet, var olan devletin kontrolünün dışında ama var olan devleti
kontrol eden ikinci ve paralel bir devlettir.
Saraydaki binlerce oda; oralarda
çalışan danışmanlar; Cumhurbaşkanlığının özel bütçeleri; örtülü ödenekler vs;
bu özerk devletin kendisidir.
Bunun ayrı bir yapı olduğunu
maalesef kimse anlamıyor. Belki bir benzetme daha iyi açıklayabilir.
Devletin Paraziti bir Devlet
Bir parazit düşünün
bağırsaktaki solucanlar veya tenyalar gibi. Sizin kanınızı emiyor. Ama sizin
gibi karmaşık yapılara, organlara ihtiyacı yok. Çünkü yiyeceğini hazır olarak
alma olanağı var. Parazitler tersine evrim geçirirler, diğer canlılar
karmaşıklaşırken; parazitler basitleşirler. İşte böyle bir mekanizma, Türk devletinin
ve ulusunun kanını; yani bütçe ve devlet olanaklarını kullanıyor. Bu parazitin
vergi memurlarına, jandarmalara ihtiyacı yok; zaten beynine yerleştiği devlet
bunları ona sağlıyor vs., vs..
Bu parazit bağırsağa değil,
beyne yerleşmiş bir parazit; beyne yerleştiği için organizmanın tüm kontrolünü de
ele almış bir parazit. Cemaatin tüm vücuda yayılarak, tüm organları kontrol
altına alarak, binlerce memurla yaptığını veya yapmaya çalıştığını; doğrudan beyne
yerleşerek yapmış ve Cemaat parazitini şimdi o organizmadan dışlamaya çalışan
bir parazit. (Ama parazitlerde yaşayan parazitler de olabilir. Cemaatin kendi
açısından yapacağı en akıllı iş, bu parazitin paraziti olmaktır.)
Özgül Niteliği Kavramamanın Sonuçları
Durumun bu özgül niteliğini;
Saray’ın somut işlevini maalesef ne HDP ne de CHP anlamış değil ve bu tahlili
yapamadıkları için, hala eski sistemin sürdüğü varsayımı üzerinden politika
yapıyorlar. Bu da durum ve görevleri yanlış belirlemelerine yol açıyor. Bu nedenle,
bizzat kendileri de Erdoğan’ın politikalarının basit bir aracına dönüşüyorlar.
CHP hükümet müzakereleri
sürerken; kendisine başbakanlık verilmesini beklerken hep bu durumdaydı. Erdoğan’ın
politikalarının basit bir aracı; bu darbenin görülmesini engelleyen; “ayıbı
örten bir asma yaprağı” oldu. Ancak şimdilerde, biraz anlar gibi olup daha sert
bir muhalefete geçti.
Ama sorun muhalefetin dozu,
yani sert ya da yumuşak muhalefet değildir; bu nitelikçe farklı bir politik
mücadele gerektirir. Sorun bir parazitin beyni kontrol altına aldığının teşhiri
ve vücuttan atılmasıdır. Bu başka bir politika ve strateji gerektirir. Burada geniş
kitlelerin sokağa çıkarak anayasal hakları temelinde protestosunu; bu paraziti
kabul etmediğini ilanı; bu paraziti vücuttan atmaya çalışması gerekir. Parlamenter
manevralarla bu olmaz. Orada bu parazit dururken adil ve tarafsız bir seçim
mümkün değildir.
Aynı hataları HDP de yaptı ve
maalesef yapmaya devam ediyor. HDP hala barış için küçük gösterilerden ötesine
gidemiyor. Barış’ın yolu Erdoğan’ın gitmesinden geçer o halde hedef barış
değil, Erdoğan olmalıdır. Onun hükümeti olmalıdır. Hem o hükümette yer alarak
hem de Erdoğan’ı ve onun hükümetini ele alan bir mücadele verilemez. HDP’nin gecikmeden
kitleleri Erdoğan’a karşı, demokratik haklarını kullanarak ve kullanmak için
sokağa, protestoya çağırması gerekir. Erdoğan hükümetindeyken ise bu hiç de
ikna edici olamaz; kaldı ki yapamaz.
Marks bir zamanlar, hiçbir yetkisi
olmayan göstermelik Prusya Parlamentosu için “mutlakıyetin ayıbını örten asma yaprağı” demişti. Bugün HDP ve CHP,
politikalarıyla Erdoğan’ın ikili iktidarını; gizli ve özerk devletini gizleyen
bir asma yaprağı işlevi görmektedir maalesef. Gerçeklik somuttur. HDP’nin şu
anki politikası, olağan bir parlamenter sistem içinde anlamlı olabilirdi belki.
Ama durum öyle değil; bu nedenle o koşulda doğru olabilecek olan bu koşulda
öldürücü bir yanlışa dönüşmektedir. HDP tam da bu hatası nedeniyle yüzde onun
altına düşebilir.
Baştaki yanlışları HDP’yi
buraya getirmiştir. Muhtemelen, daha da kötü yerlere düşürecektir.
Örneğin, bir süre sonra bu
hükümet fiilen bir savaş hükümeti olarak çalışmaya başladığında suça ortak
olmamak veya protesto için ayrılmak zorunda kalacaktır. Ama bu sefer, onun
basit bir aracı olduktan sonra, iyice itibarsızlaşmış olarak.
Eğer baştan, daha seçimin
ertesi günü, Erdoğan Çankaya’ya gitmedikçe ve eski kanunlarla belirlenmiş yetki
ve görevlerine dönmeyi kabul etmedikçe tanımıyoruz deseydi; yine kabine
dışında, aynı yerde olurdu ama en azından Erdoğan’ın darbesine karşı
mücadelenin bayrağını ele alıp; olacakları doğru olarak önceden görüp
mevzilenmiş ve herkesi uyarmış bir parti olarak. O zaman Erdoğan’a karşı
direnişin öncülüğünü de yapabilirdi belki.
Erdoğan’ın parolası: “Ya
devlet başa, ya kuzgun leşe”
İşte bu özgül durum nedeniyle,
yani Erdoğan filen anayasa suçu işleyip ikinci bir gizli ve otonom devlet
cihazı kurduğu için, Erdoğan’ın gideceği üçüncü bir yol yoktur.
Bu nedenle Erdoğan’ın tek
yapacağı, savaş gibi bir bahane bulup seçim yaptırmamak ve bu hükümetle gitmek;
bu arada yine bu hükümeti kullanarak aynı zamanda kendisinin kazanacağı bir
seçim hazırlamak olabilir.
Erdoğan’ın şimdi varlığına
yön veren ikilemi en iyi “ya devlet başa,
ya kuzun leşe” sözü ifade eder.
Bunun bir tek sonucu ortaya çıkar: bu hükümet, bir seçim hükümeti değil; Erdoğan’a gereğinde uzun dönem bakanlık yapacak bir AK Parti hükümetidir.
Bunun bir tek sonucu ortaya çıkar: bu hükümet, bir seçim hükümeti değil; Erdoğan’a gereğinde uzun dönem bakanlık yapacak bir AK Parti hükümetidir.
Seçim değil, Ak Parti, daha
doğrusu Erdoğan Hükümeti
Davutoğlu, “Bu hükümet bir AK Parti hükümeti değil”
demiş.
Buradaki “AK Parti hükümeti” kavramı, resmen AK
Partili bakanların bütün bakanlıkları doldurduğu bir hükümet anlamını taşıyor; bakanların
hepsinin, (sadece oraya girmiş ve AK Parti Hükümeti olduğunu gizlemeye ve ona
meşruiyet kazandırmaya yarayan, iki HDP’li bakan hariç) ruhça AK Partili; hatta
Erdoğancı olmadığı anlamına gelmiyor.
AK Parti hükümeti olmayan bir
hükümetin başkanı önce AK Partili olmaz ve olmaması gerekir.
Eğer gerçekten AK Parti
hükümeti kurmayacaksa, örneğin en azından CHP eğilimli bakanlar seçmesi, kritik
bakanlıklara gerçekten kafaca da tarafsız kişileri getirmesi; bakanlığı kabul
etmeyen HDP’linin yerine yine başka bir HDP’li ataması gerekirdi. Tarafsızlık en
azından böyle olur.
Elbette bu hükümetin ilk
adımda göstere göstere Erdoğan Hükümeti olarak kurulması olmazdı. Bu tepkilere
yol açar büyük bir direnişle karşılaşırdı. Erdoğan’ın bütün hüneri, hiçbir vaat
ve söz vermeden tereddütte bırakmak böylece direnişleri engellemektir.
Bunun için, adı seçim
hükümeti olarak kondu ve görünüşte kurallara uyar görünüldü.
Ancak Erdoğan’ın bakanları
ben atarım kuralı, yine görünüşe göre bir yetkinin kullanılması iken aslında,
bir AK Parti hükümetinin kuruluşunun sis örtüsü ve aracı oldu. CHP’yi dışarıda
bırakmak için bahane oldu. HDP’nin hükümete her halükarda katılacağını
açıklamış oluşu ise bu oyunu kolaylaştırdı.
Hükümetin Bileşimi
Böyle bir hükümetin mümkünse
en tarafsız elemanlardan kurulması gerekir
Eski İstanbul kadıları adil
ve doğru bir karar vermemizi engelleyebilir diye lodos havalarda karar
vermezlermiş.
Ali tam öldüreceği sıra
kendine hakaret eden adamı, kendisi için öldürdü derler dile öldürmezmiş.
Biraz bu taraklarda bezi olanın
“ya bu adam devlet başkanı, şimdi
başkanlığını kendini seçtirmek için kullanıyor demesinler” diye düşünüp,
kendi partisinden bile birini başbakan olarak atmaması; tamamen toplumun
tanıdığı, tarafsızlığı bilenen birini ataması; onun da partilerle görüşerek;
her partinin ağırlığı oranında ama özellikle de tarafsızlığa ve hukuka dikkat
edeceği düşünülen kişilerden bir bakanlar kurulu kurması beklenir.
Böyle biri mi Erdoğan. Yaptıkları
ortada. Kendi partisinden başbakan atar; bakanları ben seçeceğim der. Bunlar da
yetmez:
Yapılan şunlar. İşte iki
haber:
“2
HDP’liyle zorunlu olarak MHP’den de Tuğrul Türkeş’i transfer ederek kurduğu
seçim hükümetinde, ‘bağımsız’ statüsünde atanan 11 isim AKP’nin bakan
yardımcıları, bürokratları ve eski milletvekillerinden oluştu.”
*
“Hile ile
3 AKP'li bağımsız bakan yapıldı.
Ali Rıza Alaboyun, Kutbettin Arzu ve Vecdi Gönül
bağımsız bakan yapılmak için Ak Parti'den istifa ettirildi ve aynı gün
"bağımsız bakan" yapıldılar.”
O halde, bu hükümetin amacı
tarafsız seçimler değildir; böyle bir amaç tamamen farklı bir yapılanma ve
bileşim gerektirirdi.
Önemli Kararlar Alacağını
Söyleyen Bir Seçim Hükümeti
Yani bir adil seçim
amaçlanmış olsa, en azından tarafsız bir başbakan atanır; tarafsız başbakandan,
kanunun gördüğü koşullara uygun olarak tüm partilerden katılımı sağlayarak ve
dengeleri gözeterek bir hükümet kurması beklenir ve nihayet seçim hükümeti bir
emanetçi olduğunu bildiğinden normal olarak önemli kararlar almaz, tabiri caiz
ise, motoru işler durumda tutmaya çalışır.
Ama bu hükümetin öyle
çalışmayacağını bizzat yeni hükümette Erdoğan’ın komiseri olarak yer alan Yalçın
Akdoğan “geçici bir hükümet gibi değil 4
yıllık bir hükümet olarak elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz”
diyerek de açıkça ifade ediyor. Yani amaç motoru işler durumda tutmak değil;
önceki hükümetlerin yaptığını yapmaya devam etmek.
(Akdoğan’ın sözleri
semptomatiktir. “4 yıllık bir hükümet gibi” diyecek yerde; (kaldı ki o da
itiraf olmaktan; yani bir seçim hükümeti olmayacaklarını söylemekten başka bir
anlama gelmez) “4 yıllık bir hükümet olarak”
diyor. Yani uzun kalacağız anlamına gelecek bir hata yapıyor. Bu bir “dil
sürçmesi” olsa bile, (halkımızın dediği gibi, “dil ağrıyan dişi kurcalar” veya “Allah
konuşturuyor”. Gerçek niyetin bilinçsiz bir ifadesi.)
Özetle bu hükümet kısa
kalmayacak ve önemsiz kararlar almakla yetinmeyecek.
Yani hükümetin yapısı ona
düşünülen işleve göre oluşturulmuştur. Bu yapı ile adil ve tarafsız iki ay
sonra hükümeti bırakacak bir hükümet değil; Erdoğan’ı orada tutmanın aracı
olacak bir hükümet amaçlanmıştır.
Erdoğan ne yapıp edip ya
seçimi engelleyecek ve götürebildiği kadar bu hükümetle götürecektir; ya da öyle
koşullarda bir seçim yapacaktır ki, seçimden başka her şeye benzeyecektir.
Erdoğan ancak seçimi
kaybetmeyeceğinden emin olduğu koşullarda bir seçim yaptırır.
Bu da daha çok kan dökülecek,
çok can yanacak demektir.
30 Ağustos 2015 Pazar
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder