Erdoğan, başkanlığa geçip tek adam olabilmek ve Ortadoğu’da düştüğü
tecrit durumundan çıkabilmek için:
·
Türkiye’de toplumu germek; bunun için de
Kürt-Türk çatışmasını kışkırtmak; bunun için de HDP’ye karşı provokasyonlar
yapmak zorundadır;
·
Ortadoğu’da da tecritten kurtulmak için
(Lojistik desteği ilen eder etmez, Obama tarafından arandı) Suudi Arabistan’ın
Sünni cephesinde, doğrudan veya lojistik destekle yer alarak; Şii-Sünni çatışmasında
Sünnilerin safında yer tutarak, Türkiye’yi “mezhep savaşlarının” bir alanına
dönüştürmek zorundadır.
Bu iki plan birbirinden hem bağımsızdır; hem de içsel bir
bağ içindedir.
Çünkü hem HDP’yi yüzde onun altına itebilmek için; hem de Kürt
Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu’daki yükselişini durdurmak için iki hamleyi de
yapmak zorundadır. Kürt Özgürlük Hareketinin (dolayısıyla Türkiye ve Ortadoğu’daki
demokrasi mücadelesinin) Ortadoğu ve Türkiye’de durdurulması ve Erdoğan’ın
kaderi birbirine bağlanmış durumdadır. Ve düğümü çözecek olan 7 Haziran
Seçimleridir.
Tehlike çok büyüktür.
Erdoğan’ın bu planlarına karşı, en küçük olanak bile
değerlendirilmeli; tüm toplumsal kesimler ve güçler harekete geçmeli; direnmeli;
Erdoğan’ın bu hedeflerine ulaşması engellenmelidir.
Tehlike neden büyüktür; gelen felaketin işaretleri nelerdir
ve ne yapmak gerekir?
*
Önce bir “fikri takip” ve hafıza tazeleme:
24 Şubat’ta, yani “tarihi adımlar”ın atıldığından söz
edildiği; en azından seçimlere kadar barışın süreceği rahatlığına girildiği bir
zamanda; yani şimdi asırlar kadar uzak görünen ama bir ay önce yazdığımız “Magna
Carta, Firavunlaşma, Erdoğan ve Fidan’ın İstifası Üzerine Mantıksal
Çıkarsamalar” başlıklı yazıda şöyle diyorduk:
“Bizim Fuat Avni gibi,
ya da politika kulislerini bilen kimi gazeteciler gibi haber kaynaklarımız yok.
Olağan bir gazete okuyucusuyuz. Gazetelerdeki veriler ve mantıki
çıkarsamalardan başka bir aracımız yok. Ama bu çıkarsamalardan çıkan bir tek
sonuç var:
·
Başbakan
ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir çatışma kaçınılmazdır.
·
İkinci bir
sonuç da şudur: Erdoğan’ın Anayasayı değiştirecek sonuca ulaşabilmesi için,
HDP’nin yüzde on barajının altında kalması gerekmektedir. HDP’yi barajın altına
tıkabilmek için de HDP’ye karşı saldırı ve provokasyonlar yapmak; bunun için de
Ergenekon’la işbirliğinden başka bir yolu bulunmamaktadır. Ama biz bu yazıda birinci sonuç üzerinde
duralım”
Yazıda ilk sonuç üzerinde duruluyor ve çeşitli akıl
yürütmelerle Hükümet ve Erdoğan arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu
öngörülüyordu.
Öngörülenler gerçekleşti Arınç’ın çıkışı ile görünür oldu.
Şu an üstü örtülmüş ve bastırılmış gibi görünse de,
çatışmayı ortaya çıkaran nedenler ortadan kalkmadığı; Başbakan ve Erdoğan’ın
kendi hedef ve çıkarları nesnel olarak çatıştığı için tekrar alevlenmesi; bunun
da muhtemelen adayların belirlenmesi sırasında ve sonrasında patlaması beklenebilir.
Şimdi yazıda ön görülen ama ele alınmayan ikinci sonuca
bakalım: “HDP’ye karşı saldırı ve provokasyonlar”.
Bugünlerde o öngörü de gerçekleşmeye başladı. Sadece olayları
alt alta dizmek ve noktalar arasında bir çizgi çekmek bile nereye gidildiğini
görmeye yetiyor.
Erdoğan peş peşe:
·
“Kürt
sorunu yok”;
·
“Dolmabahçe
buluşması yanlış”
·
“On madde
tartışılamaz”
·
“İzleme
heyeti kurulamaz”
Şeklinde açıklamalar yaptı.
Hükümet’in başarı olarak gördüğü ve tarihi olarak tanımladığı
“barış süreci” denen tüm binayı bu açıklamalarıyla yıktı.
Buna hükümet Bülent Arınç’ın ağzından, cılız bir itirazdan
başka bir direniş gösteremedi.
Erdoğan ayrıca:
·
Askeri Akademi’de yaptığı konuşmada subayların
önünde “kandırıldık” diyerek “özeleştiri” yaptı.
Yani bir yandan yukarıdaki açıklamalarıyla “Barış Süreci”ni dinamitlerken; aynı
anda Ergenekon’a, darbecilere barış
yapalım diye elini uzattı.
“Askeri Vesayet”i sonlandırma diye atılmış bütün adımları
bir kandırmanın ürünü olarak tanımladı ve fiilen “askeri vesayet” diye bir şey
olmadığını söylemiş oldu. Asker’in vesayeti altına girmeyi kabul ettiğini
fiilen ilan etti.
Erdoğan’ın yukarıda dediklerine paralel işler Ordudan da
gelmeye başladı:
·
“Teröristbaşı”
kavramı ordu bildirisinde tekrar kullanıldı.
·
Sembolik olarak Roboski’deki katırlar “kaçakçılıkta
kullanıldığı” iddiasıyla katledildi. Yani imha siyasetine geri dönüldüğü katırlar
üzerinden ilan edildi.
·
Bir bildiriyle YPG ile işbirliği yapıldığı
reddedildi; “eşme ruhu”na karşı
çıkıldı.
·
PKK’nın IŞİD’e karşı koalisyonda yer alması
vesilesiyle ABD’ye çatıldı. PKK’dan uzak dur mesajı verildi.
·
Mardin kırsalında “tahkim edilmiş eylemsizlik” koşullarını ihlal eden operasyon
başlatıldı.
·
Ve nihayet, “iyi saatte olsunlar”ın tekrar aktif
olduğunun ilanı anlamına gelen Adımlar dergisine
yapılan bombalamayı da unutmamak gerekiyor.
İktidara yakın kimi köşe yazarları, bu gelişmeleri, “milliyetçi
oyları” geri çekmek için meşru ve anlaşılabilir bir seçim manevrası olarak
gösterip “kontrollü gerginlik” diye adlandırarak
tepkileri azaltmaya ve direnişi bölmeye çalışıyor.
Şu an fiilen “Barış Süreci”nin bittiği ilan edilmiş
bulunuyor. Tüm anlaşılmış noktalar ayaklar altına alınıp çiğnenmiş durumda.
Ama olayların bu noktada kalacağı sanılmamalı.
Ama olayların bu noktada kalacağı sanılmamalı.
Erdoğan, daha da ileri gitmek zorundadır. Olayların kendi
mantığı vardır.
*
Olayların mantığını tekrar izleyelim:
Erdoğan Başkan olabilmek için MHP ve HDP’ye giden oyları
durdurmak ve özellikle HDP’nin yüzde onu aşmasını engellemek zorunda.
Bunun için sadece “kontrollü gerginlik” yetmez. Kaldı ki bu
bir kumardır ve her an gerginlik kontrol dışına çıkabilir. Özellikle “iyi
saatte olsunlar” kendi gününün gelmesi ve işlerin kontrolden çıkması için hiçbir
fırsatı kaçırmayacaktır.
Öte yandan Erdoğan Kürt Siyasal Hareketini Sokağa çekmek
zorundadır. Onun üzerine gidip, köşeye sıkıştırıp çaresiz bırakıp, kendini
savunmaya zorlama siyaseti izleyecektir.
Çünkü HDP’nin yüzde onu aşmasını engellemenin tek yolu budur.
Bu konuda elinde bir de deney var. Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Demirtaş yüzde 9,8 oranında oy almıştı. Ama Kürt Hareketi, Kobani’de
çaresiz kalıp da sokağa çıkınca (ki Kobani Zaferi bu sayede mümkün oldu, bu
sayede ABD’ Kobani’ye silah ve bomba atmaya başladı) anketlere göre büyük
ölçüde oy kaybına uğramıştı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kazanılmış bütün oylar
bir anda yok olmuş, seçmen eski pozisyonlarına dönmüştü.
Erdoğan’ın şimdi tekrar Kürt Hareketi’ni benzeri bir duruma
zorlaması; bunun benzerini yapması gerekiyor. Böylece hem HDP’yi barajın
altında tutabilir hem de MHP’ye kayan oyları tekrar geri alabilir. Böylece de
kendine tek adamlık yolunu açabilir.
Muhtemelen önümüzdeki dönemde Ermeni Katliamının 100. Yılı olması
nedeniyle özel bir önem de kazanmış 24 Nisan; yine Taksim meydanı vesilesiyle
de ayrıca özel bir önem kazanmış 1 Mayıs gibi tarihler bu provokasyonlar için
de uygun noktalar olabilir.
Buna karşı ne yapmalı?
*
“Politik mücadelede
asla “asla” demeyin” diye bir kural vardır.
Kısa vadeli çıkarlar ile uzun vadeli çıkarlar; parçanın çıkarıyla
bütünün çıkarı çelişkisiz değildir. Hatta çoğu zaman birbirine zıt görünümler
içinde ortaya çıkarlar. Kısa vadeli çıkar sizi uzun vadede yüzde yüz karşı olduğunuz;
varlığı sizin varlığınızla çelişen bir güçle yan yana getirebilir. Zaten politika
sanatının özü de buradadır.
Erdoğan’ın Başkanlık için Ergenekon’la ittifakı ve bunun
sonuçlarını; provokasyonların önünü kesmenin yolu var mı?
Evet, var ve en azından bu yol denenebilir.
Nedir bu yol? HDP’nin MHP’ye seçimlerin fikir mücadelesi
düzeyinde şiddetsiz yapılması için karşılıklı bir ortak bildiri yayınlanması ve
bu amaca yönelik bir ittifak yapma teklifi götürmesi
Programatik olarak HDP ve MHP birbirine 180 derece zıt
programlara sahip partilerdir. Ancak, şu an her ikisinin de yükselen güç olması
ve Erdoğan’ın her iki partiye giden oyları durdurmak zorunluluğu ve bunun tek
yolunun da bu partileri sokak çatışmalarına çekmek olduğu çok açıktır. (Bu
tehlikeye zaten daha önce Demirtaş değinmişti.)
Bu takdirde iki partiyi de baraj altına düşürüp o çok ütopik
gibi görünen 400 Milletvekili hedefine varabileceğini düşünmektedir. Bunun için
her şeyi yapmaya hazırdır ve yapacaktır. Sadece yukarıda barış sürecinin bütün uzlaşma
noktalarını reddedip havaya uçurması: Asker’in önünde eğilmesi ve Ergenekon'la
barış yapması bile bunun kanıtıdır.
Bu durumda Erdoğan’ın bu stratejisi karşısında bu iki
partinin Seçimlere kadar olan dönemde kısa vadeli ve taktik çıkarları
çakışmaktadır. İkisinin de barışçıl; provokasyonların olmadığı; her türlü seçim
faaliyetinin özgürce yapıldığı; gerginlikten uzak bir politik ortama ekmek
kadar su kadar ihtiyaçları vardır.
Bu nesnel durumdan hareketle, Selahattin Demirtaş veya HDP,
MHP’ye Erdoğan’ın planlarına karşı ortak açıklama önermelidir.
Hem kamuoyu önünde, hem de iki parti arasındaki resmi
kanallar aracılığıyla MHP’ye şöyle bir çağrı veya davet yapılmalıdır.
“Erdoğan’ın hedefi bizleri birbirimizle çatıştırıp kendi
diktatörlük rejimini kurmaktır. Seçimlerin her türlü provokasyondan uzak;
tamamen demokratik ve barışçıl bir biçimde yapılması için ittifak yapmalıyız.
Birbirimize zıt program ve hedeflerimizi, tamamen özgür bir
ortamda, hiçbir tehdit ve baskı altında olmadan vatandaşlara anlatıp onların
görüşlerini kazanmak; fikre karşı fikirle mücadele esas ve biricik yol
olmalıdır.
Birbirimize fiziki saldırıda bulunmayacağımıza; bu
saldırıların bizlerin dışından yapılmış sayılması gerektiğine kamuoyu önünde
taahhütte bulunalım.
Karşılıklı olarak, tamamen birbirine zıt görüşlerimizi
özgürce açıklamamız, mitingler yapabilmeniz için, güçlü olduğumuz yerlerde
saldırılara karşı etten duvarlar örelim.
Böyle bir çağrı ve eğer mümkün olursa MHP’nin bunu kabul
etmesi; Erdoğan’ın bütün planlarını bozmaya yeter. Öte yandan bu iki partinin alacağı
oy oranını yükseltir.
MHP’nin böyle bir çağrıya bu konjonktürde olumlu bir cevap
verme olasılığı bulunmaktadır.
Eğer MHP böyle bir çağrıya cevap vermezse veya reddederse, bu
yine de onun kaybı olur. HDP en azından bu provokasyonlara dikkati çekmiş ve
bunlara gelmemek için her yolu denediğini göstermiş olur. Bu da yine oyunu
büyük ölçüde bozabilir.
Evet, şu an siyasi cesaret gerektiren, ezberleri bozun bir
hamlenin zamanı.
HDP ve Kürt Siyasal Hareketi ve Türkiye’nin demokratik
güçleri, bu hamleyi yapmalı ve Erdoğan’ın oyununu bozmalıdır.
27 Mart 2015 Cuma
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder