Bu seçimler ikinci bir Kobani Zaferi olmak zorundadır. Ama
zafer öyle kolay gelmez. Dişle, tırnakla, terle ve savaşlarda kanla kazanılır.
Kobani Zaferinde, Kürt Özgürlük Hareketi en kıvrak ve esnek
taktikle, dengelerdeki en küçük çelişkilerden yararlanarak Türk Hükümetini ve
IŞİD’i tecrit edip, aynı zamanda tüm güçlerini Kobani Savaşına yığarak (Yani Türkiye
ve Kürdistan’ın şehirlerinde sokağa çıkıp, Türk Hükümetinin direncini kırarak.)
neredeyse umutsuz bir durumdan, (birkaç gün daha yardım gelmeseydi cephane de bitmişti
ve neredeyse bir imha kaçınılmazdı) bir zaferle çıktıysa; bu seçimlerde de aynı
esnekliği ve güç yığılmasını başarmak zorundadır.
Ama taktik esneklikler, bir noktaya yoğunlaşmalar vs. yetmez,
bunlar olmadan hiçbir şey olmaz ama sadece bunlarla da bir şey olmaz. Milyonlarca
insanın görünmeyen fedakârlıklarını, enerjilerini harekete geçirmek gerekir. Bu
ise her şeyden önce canlı ilişkiler, iş ve güç birlikleri, yani örgütlenme
demektir.
HDP’nin yüzde on barajını aşması için, akıllıca aday
seçimleri; izlenen söylem; Demirtaş’ın önde görünümünün devamı vs. gibi birçok
öneri yapılıyor. Bunlar doğru da olabilir ve önemlidir. Ancak örgütsel güç ve
çalışma olmadan bunlar hiçbir anlam taşımazlar. Demirtaş’ın en güzel imajları,
en akıllıca söylemleri, en akıllıca aday seçimleri bile eğer örgütlü bir
çalışma yoksa yüzde onu aşmaya yetmez.
O halde, seçim sürecinde nasıl bir örgütlenme olabileceği,
bunun sorunları üzerine açıkça konuşmak ve harekete geçmek gerekmektedir.
*
Önce sorunlardan başlayalım.
Kürt Özgürlük Hareketi başından beri, Batı’da örgütlenmeyi
hedeflemiş, bu alanda elinden geleni ve hatta gelmeyeni yapmaya çalışmıştır.
Ancak bu girişimlerin neredeyse hepsi başarısız olmuştur ve başarısız olmaya
devam etmektedir.
Özgürlük Hareketi, Batı’daki Türklere ulaşmak bir yana; Batı’daki
Kürtleri bile örgütlemekte uzun süre başarısız kalmıştı. Ancak son zamanlarda
Batı’daki Kürtler arasında küçük köprübaşları tutup gelişmeler sağlamaya
başladı denebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın aldığı oylar, daha
derinliğinde, bölgesel ayrıntılar düzeyinde incelendiğinde, Demirtaş’ın Türkler
veya Batılılar arasında uyandırdığı sempatiye rağmen onlardan oy alamadığı;
esas oy artışının şehirlerdeki Kürtlerin bir kısmının AKP’den kopuşundan ve HDP’ye
yönelişinden geldiği görülmektedir.
Bu bile yetersiz olmakla birlikte, Kürtler arasında
örgütlenmenin fazla bir sorun olmadığını; var olan sorunların daha kolay
aşılabileceğini söylemek mümkündür.
Ancak Batı’daki tüm Kürtleri örgütlese ve desteğini alsa
bile kendini Kürt olarak tanımlayanlar nüfusun yüzde yirmisini aşmazlar. Kürtlerin
yarısı da AKP’ye destek vermektedir. Çünkü onlar hem toplumun en alt
kesimleridir ve AKP iktidarı döneminde durumlarında belli bir düzelme
yaşamışlardır; hem de dinsel bağlılıklarıyla kültürel olarak laik HDP’den ziyade
AKP’ye yakındırlar. Yüzde dokuz HDP’nin Kürtler arasındaki Kültürel sınırları
gibi görünmektedir. Büyük bir kıta kayması olmadıkça, bunun devam edeceği
varsayılabilir.
Nüfusun yüzde sekseni isi, hala Kürt hareketinin çağrılarına
şerbetli bir biçimde yerinde durmaktadır. Kendi öncelikleri ve hassasiyetleri
vardır. Bu yüzde seksenin içindeki Aleviler ve Yaşam tarzı farklı olanlar bile,
koskoca Kobani zaferinin kendileri için büyük anlamı ve önemini kavramaktan dahi
çok uzaktırlar ve muhtemelen büyük çoğunluğu Kobani’nin adını bile duymamıştır
veya orada ne olduğunu bilmemektedir. Yani durum böylesine fecaattir.
Oylarda yüzde biri artışın seçmenlerin bu yüzde sekseninden nasıl
alınabileceğinde toplanmaktadır seçimin ve hatta Ortadoğu’nun kaderi.
*
Kürt Özgürlük Hareketi, şimdilik, Batı’nın en “marjinal”
kesimlerine ulaşabilmiş, oralarda birer köprübaşı tutabilmiş ve onlardan bir
destek alabilmiştir. Bunlar, küçük sol parti ve grupların bazıları; çevreciler,
feministler, LGBTİ’ler, bazı “azınlık” veya “etni”lerin en politik ve sol
kökenli kesimleri. Hepsi budur. Ama bunların hepsi bir araya gelse bile henüz o
gereken yüzde biri sağlamaktan çok uzaktırlar.
Hatta bu kesimlerin, kültürel kotlarıyla, bizzat Batı’daki
geniş ve yoksul kesimlere ulaşmanın bile önünde bir engel olma özellikleri de
vardır. Çünkü bu gibi kesimler, aslında iyi kötü daha hallice, hatta üst
sınıflara yakın insanlardır. Bunların giyinişleri,
halleri, dilleri, bulundukları veya yaşadıkları yerler vs. ezilen geniş kitlelerde
hem uzaktır hem de onlarda sempati uyandırmamakla kalmaz, kuşkuları ve mesafeli
duruşlara neden olurlar.
Hatta HDP’nin esas Kürt tabanı ile bu kesimler arasında bile
kesin bir kültürel ve sınıfsal doku uyuşmazlığı vardır. Bir HDP toplantısına ya
da kongresine gidin şunu görüsünüz. Kürtler son derece yoksul kesimlerdir, özelikle
gençler proletaryanın en alt kesimleridir. Bir de onların yanında orta sınıf
hatta üst sınıf Türk sosyalistler, feministler vs. ve “azınlık” “Marjinaller”
vardır. Arada da koca bir uçurum.
Bu küçük köprübaşına dayanarak geniş yüzde seksene ulaşmak
bir yana, şu ana kadar HDP bunları içinde kaynaştırabilmiş değildir. Kaynaşabilecekleri
de şüphelidir hatta bu örgüt yapısıyla kaynaşmaları olanaksızdır.
Neden?
*
Bu sorunla Komünist hareket de tarihinde karşılaşmıştı. Bir
yanda kendi sınıfına yüz çevirmiş, onda bir gelecek göremeyen burjuvaziden
gelen aydınlar; diğer yanda en insanlık dışı koşullarda yaşadığı için radikalize
olan ve aynı zamanda modern üretim tarafından ortaçağın köylülerinden farklı
olarak modern bir biçimde örgütlenebilen bir işçi sınıfı vardı.
Aslında Lenin’in Kautsky’den aldığı İşçi Sınıfına bilincin dışarıdan
götürüleceği, bu bilincin taşıyıcısının da aydınlar olduğu düşüncesi, bu sorun
ve bunun çözümüyle ilgilidir.
Bugünkü HDP bazı bakımlardan 60’ların TİP’ine benzemektedir.
TİP’de başlangıçta sendikacıların kurduğu bir işçiler partisi olarak ortaya
çıkmıştı. Sonra böyle yürümeyeceği görülünce aydınlara yönelmiş ve Aydınların
TİP’e muazzam bir akışı olmuştu. Bu muazzam akışla, bu akışın bir ifadesi olan Çetin
Altan’ların TİP’ten aday olmalarıyla TİP 15 milletvekili çıkarmıştı. Bugün
önümüzde 65 seçimleri var diyebiliriz. TİP’in 15 milletvekilinin karşılığı yüzde
on barajının aşılmasıdır.
HDP de bir Kürt partisiydi, şimdi TİP’in aydınlara yönelmesi
gibi, Türkiyelileşmek diyor ve Aydınların gerçekten bir akını başlamış
bulunuyor.
Ama TİP bu ikisini kaynaştırmayı başaramadı. Çünkü İşçiler partisiyken
Sendikacıların partisi oldu. Aydınların egemenliğine karşı bütün organlarda
işçilere çoğunluk diyerek sendikacı bürokratlar ve burjuva sosyalisti
aydınların tencere ve kapağı gibi birbirini tamamladığı parti olabildi. (Benzer
sorunlar HDP’nin de önünde bulunmaktadır.)
Bu aydınları ve işçileri, 60’ların TİP’inde olduğu gibi farklı
kotalarla bir arada tutma çabası bunların ezel ve ebediyen ayrı kalmaları
sonucunu yaratıyordu. Sosyalist hareketin tarihsel deneyi ise bunları bir tek
sosyalist bilinç içinde kaynaştırmanın; bir amalgam haline getirmenin tek çözüm
olduğunu bulmuştu.
Kıvılcımlı’nın güzel benzetmesiyle, aydın kalaya benzer,
işçi bakıra ikisi de tek başına yumuşak metallerdir ve bir işe yaramazlar;
ancak bunlar aynı potada eriyip tunç olduklarında insanlığı cilalı taş devrinden
tunç devrine geçiren çağ atlatan bir manivela olabilirler.
Bu büyük tarihsel deney, geçerliliğini hala korumaktadır.
Ve dünya ölçeğinde baktığımızda işimiz yüz yıl öncesinden
çok daha kolaydır. Bugünün aydınları büyük ölçüde iktisadi ilişkiler içindeki
konumlarıyla bir burjuva olmaktan çıkmış, bir ücretliye dönüşmüşlerdir. (Örneğin
Gezi’nin demokratik karakterini veren bunlardı) Öte yandan daha alt
tabakalardaki ücretliler de medyanın yaygınlaşmasıyla giderek modern toplumun
alışkanlıklarını vs. benimsemekte; kültürel kopukluklar aşınmaktadır. Hem de bu
süreç dünya çapında işlemektedir.
Ancak dünya çapında genel eğilim böyle birlikte, kısa vadede
ve Türkiye’de bu kopukluk HDP’de katmerlenmiş ve kangrenleşmiş halde varlığını
sürdürmektedir.
*
Birincisi HDP’de hala bireysel üyeliğe dayanan bir örgütsel hayat
yoktur. Üyeler büyük ölçüde örgütleri aracılıyla temsil edilmektedirler. Bunların
yazılı olmayan kotaları bulunmaktadır. Yani İşçi hareketinin tarihsel deneyine
bile henüz çok uzak bir durumda, 60’ların TİP’i durumundadır HDP.
Öte yandan tüm bu örgütlerin bir tek parti üyeliğinde
kaynaşması bizzat bu örgütlenme modeli nedeniyle olanaksızdır. Tıpkı Hindistan’ın
kastları gibi bir durum vardır. Hindistan’da dokunulmazlar aslında bir kast
değildir, ama kast sistemi içinde fiilen bir kast durumunu alırlar. HDP içinde
de bir de bireysel üyeler veya “münferitler” vardır ama bunlar da münferitler
veya örgütsüzler örgütü gibi bir örgüt muamelesine uğramaktadırlar.
Geçen yaz, HDK ve HDP’de bireysel üyeliğe yönelik ve
özellikle bireysel üyelerden çok olumlu yankılar alan bir imza kampanyası
başlatmıştık HDP’nin kuruluşundan az önce, ama örgütler bunu kendilerine karşı bir
tehdit ve saldırı olarak gördüklerinden karşı tavırlar aldılar ve uygulanmak
bir yana tartışılma olanağı bile olmadı. Kürt hareketi bunu istese belki olur ama
böylece kişiliksiz örgütlerle uğraşmak daha kolay olduğundan, onları birbirine
karşı dengelemek daha mümkün olduğundan, onlar da kısa vadeli çıkarları düşünüp
kıllarını kıpırdatmıyorlar.
*
Varsayalım ki, böyle örgütsel ve tüzüksel engeller olmasaydı
bile, bu kaynaşma olur muydu ve Türkler bu örgüte çekilebilir miydi?
Bu durumda bile şüphelidir. Çünkü aynı programda anlaşmak yetmez; iktisadi ilişkiler bakımından aynı sınıfsal konumda olmak yetmez; aynı kültürel kotlar ve politik kültüre ilişkin kotlar da önem taşımaktadır.
Bu durumda bile şüphelidir. Çünkü aynı programda anlaşmak yetmez; iktisadi ilişkiler bakımından aynı sınıfsal konumda olmak yetmez; aynı kültürel kotlar ve politik kültüre ilişkin kotlar da önem taşımaktadır.
Tipik bir örnek verelim. Kürt hareketi içinde Öcalan dokunulmaz
tabudur. Her şeyi tartışabilirsiniz, ama Öcalan’ı değil. Onu tartıştığınız an her
şey biter. Kürt hareketi açısından bunun anlaşılmayacak bir yanı yoktur:
denenmiş ve uzak görüşlü önderler kolay çıkmaz ve hareketin başarısında bu tür
önderlerin varlığı çoğu kez tayin edici olur. Öte yandan Özgürlük Hareketine düşman
olanlar da bunu en çok Öcalan üzerinden yaparlar. Bütün bunlar nedeniyle Öcalan’ın
bir Bayrak işlevi vardır ve onun kutsallığı ve tartışılmazlığı aslında Türkler
için Türk bayrağının kutsallığı gibidir.
Ancak elbet biz bunu böyle görebiliriz tarihsel deneye
dayanarak ve sosyolojik bir bakış açısıyla ama normal vatandaşlar; Batı’daki
şehirliler için, her hangi bir kişi veya fikrin tartışılmaz olması kabul
edilemezdir. Bu noktada kesin bir uzlaşmazlık ortaya çıkar. İçerik olarak Öcalan’ın
görüşlerine, programına, stratejisine yakın duranlar, destekleyenler bile sırf
bu nedenle uzak dururlar.
Başka bir örnek. HDP’nin bir ilçesi açıldığında, yoksul Kürt
gençleri, hem sınıfsal radikalliklerinin ve hınçlarının; hem de Kürt olarak
ezilmişliklerinin bir ifadesi olarak oraya hemen bir Öcalan resmi koyuyorlar.
Bu o Kürt gençleri için anlaşılabilir; ama “Türkiye Partisi” olmak için
ulaşılmak istenen kesimlerin en ileri ve anlayışlı olanlarının bile kabul
edeceği bir şey değildir. Haydi, örgüt içindeki üç beş Türk ses çıkarmayıp görmezden
geldiler diyelim. Ama Öcalan’ın resminin olduğu yere Batı’nın insanlarını bugün
getirmek olanaksızdır.
Başka bir örnek. Toplantıda şehir orta sınıfları ve kadınlar
diyelim ki bacak bacak üstüne atıp öyle konuşuyor. Bu son derece normal bir şey.
Oradan bir Kürt genci çıkıp bacak bacak üstüne atmayın deyince, diğerlerinin “hop
nereye geldik, ne oluyoruz” demesinden daha doğal bir şey olmaz.
Şimdi bununla örgütlerin kotalarından ve örgütler aracılığıyla
karar verme yapısı; bu nedenle Türk sol örgütlerinin esas olarak zaten HDP’nin
örgütsel hayatına katılmadıkları; diğer “marjinal” kesimlerin örgütlerinden
gelenlerin de orada kendilerini evlerinde hissetmediklerini göz önüne alındığında,
HDP de önceli gibi, aslında bir Kürt örgütü olarak kalmaya mahkûmdur ve
öyledir. Az çok bu iki farklı kesimin aynı örgütte çalıştığı yerlerde bile Kürtler
ve diğerleri zeytinyağı ve su gibi birbirilerinden ayrı durmaktadırlar.
Bu iki kesim arasında bu alanda nispeten deneyli Türk
solcuları bir yandan bireysel üyelik zorunluluğu nedeniyle örgütsel hayata
katılsa; diğer yandan Kürtler içindeki oldukça geniş ve radikalleşmiş üniversite
öğrencileri kesimi yer alsa belki bu kopukluk ilerde bilinçli ve uzun vadeli
bir çabayla bir ölçüde giderilebilir ve Tunçlaşılabilir. Ama şimdilik, hele
seçim dönemi hay huyu içinde bunun uygulanması mümkün görülmemektedir.
*
Bu durumda şu sonuç ortaya çıkıyor. Dışarıda Demirtaş’ın ve
söylemin oluşturduğu imajın verilen mesajın aksine, HDP örgüt olarak Türkiye’nin
batısındakilere ulaşacak örgütsel bir asgari taban ve yapıdan yoksundur; esas
olarak bir Kürt örgütü olarak kalmaya devam etmektedir. Hoş olmasa da verili
durum budur.
Öte yandan şunu görüyoruz, birçok insan bu imajdan ve söylemden
ve mesajlardan etkilenerek hem HDP’nin kazanmasını istemekte, hem de ona destek
vermek için kendiliğinden örgüte gelmektedir. Ama orada kendi beklentilerini
karşılayacak bir örgütse yapı bulamamaktadır.
Bu çok kötü durumu, hiç çekinmeden açıkça ortaya koyup neler
yapmak gerektiğini tartışmak ve çözüm yollarını aramak; deneme yanılma yoluyla
denemeler yapmak gerekebilir. Ama bunar uzun vadeli işlerdir. Şu ara seçim var
ve zaman hızla akıyor. Bu durumda en azından geçici olarak ne yapılabilir?
Soru budur.
Soru budur.
*
Bizim önerimiz şudur. HDP örgütü fiilen Kürtlere yönelik ve
onlara dayanan bir örgüt olduğuna göre, Türkler arasında yaşayan ve oradan HDP’ye
oy akışı sağlamak isteyenlerin, HDP örgütsel disiplini ve inisiyatifinin dışında,
HDP’ye destek veya yüzde on barajını aşma için çalışma girişimleri veya
komiteleri kurmalıdırlar.
Elbet fiili çalışmada HDP ve örgütleriyle eşgüdüm ve yardımlaşmayı
dışlamaz bu. Ama kısa vadede zaafı bir ölçüde olsun gidermek; elleri kolları serbest,
öncelikleri ve stili başka bir çalışma yürütmek için başka yol yoktur.
Özellikle Batı’da (Kürdistan’da da Türkler arasında) HDP’nin
örgütsel olarak Türklere ulaşma şansı
yoktur ve yolları tıkalıdır. Öte yandan örgütsel
olarak insanlara ulaşmadan yüzde onun aşılması çok zordur.
Bu komitelerde veya girişimlerde HDP’ye sempati bile
duymayan ama Erdoğan’ın diktatörlüğe gidişini durdurmak için HDP’nin yüzde onu
aşması gerektiğini düşünenler bile çalışabilmelidir.
Bu çok mu ütopik bir görüş? Sanmıyoruz. Bunu destekleyen iki
örnek bizzat Kürt Hareketinin tarihinde var.
Birinci örnek. Biliniyor 2007 seçimlerinde, “Bin Umut Adayları” vardı. Bu adaylar esas olarak Batı’daki Kürtlerin oylarıyla seçilmişlerdi: Ancak bunlar içinde Ufuk Uras’ı desteklemek için, Ufuk Uras’ı desteklemeyen ÖDP’den ve Kürtlerden bağımsız bir destekçiler hareketi ve örgütlenmesi oluşmuştu. Ve bu örgütlenmenin çalışmalarının kazandırdığı, Kürt oylarına eklenmiş beş on bin oy sayesinde Ufuk Uras seçimi kazanabilmişti.
Birinci örnek. Biliniyor 2007 seçimlerinde, “Bin Umut Adayları” vardı. Bu adaylar esas olarak Batı’daki Kürtlerin oylarıyla seçilmişlerdi: Ancak bunlar içinde Ufuk Uras’ı desteklemek için, Ufuk Uras’ı desteklemeyen ÖDP’den ve Kürtlerden bağımsız bir destekçiler hareketi ve örgütlenmesi oluşmuştu. Ve bu örgütlenmenin çalışmalarının kazandırdığı, Kürt oylarına eklenmiş beş on bin oy sayesinde Ufuk Uras seçimi kazanabilmişti.
HDP’nin bugün elbet işi daha kolay ve HDP’ye lazım olan da
yüzde bir ikilik bir artış sağlamak. Böyle girişimler ve örgütlenmelerin böyle
bir artışı sağlayabileceğini gösteriyor u deney.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, bu girişimin çalışmaları
sayesinde politikleşen ve radikalleşenler HDP içinde neredeyse ona en tutarlı
desteği sunan sol örgütün (Yeşiller ve Sol Gelecek) temelini oluşturmuşlardır.
Bir diğer örnek Mersin’de 2011 Seçimlerinde Ertuğrul Kürkçü’nün
seçim kampanyasıdır. Bu kampanyaya, sadece Ertuğrul’un içinde bulunduğu
örgütten değil, yüzlerce insan sadece Ertuğrul’un sembolik ismi ve sosyalist kimliği
nedeniyle uzak yerlerden gelip çalışmalara katılmışlardır. Elbette Ertuğrul’un
kazanmasının temelinde de Kürtlerden gelen oylar vardır. Ama bu gibi
çalışmaların da hiç küçümsenmeyecek bir katkısı olduğu görülmüştür.
*
Bu seçimlerde, bu iki örneğin tecrübelerinden hareketle benzer
biçimde davranılabilir. HDP’nin yüzde onu aşması için çalışmak isteyenler bir
araya gelip sadece bu hedefe yönelik olarak komiteler, girişimler kurmalı ve
çalışmalara başlamalıdırlar.
HDP ile elbette işbirliği olanakları aranmalıdır ve HDP
isterse bunlara yardım etmelidir ama bunlar HDP’lilik üzerinden değil, HDP’nin
yüzde onu aşması hedefi üzerinden daha geniş bir kitleyi kapsayıcı ve seçim çalışmasını
bu yönden yürütücü olmalıdır.
Böyle bir çerçeve, pek ala bir Marksist’in, hatta bir CHP’linin
bile, “ben CHP’liyim ama bu seçimde HDP‘nin yüzde ona aşması, Erdoğan’ın
diktatörlük heveslerini kırmak için şarttır. Bu nedenle HDP’ye oy verilmelidir”
diyebileceklerin de bu çalışmalarda yer almalarını sağlayabilir.
HDP kendi açısından elbette, “biz yüzde onu aşmak için
dilenmiyoruz, bizde gönlünüz varsa verin” tarzında kendi propagandasını
yapabilir. Doğrusu da budur kendisi açısından. HDP’nin diğerini söylemesi de
zaten doğru olmaz
Böylece birbirlerini bağlamadan ve engel olmadan fiili ve
nesnel bir işbirliği içinde çalışabilirler.
Yani bu komiteler HDP’nin seçim çalışmaları için değil; HDP’nin
yüzde onu aşması için komiteler olmalıdır.
Böylece çok geniş kesimler bir araya getirilebilir.
Böylece çok geniş kesimler bir araya getirilebilir.
Haydi göreve.
Demir Küçükaydın
10 Mart 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder