Uygarlık demek, Para, Yazı ve Devlet demektir. Ama uygarlığın
gerçekten keşif beratını elinde bulundurduğu tek şey aslında devlettir. Çünkü yazı
ve para henüz uygarlaşma olmadan; devletten önce bulunmuştur. Devlet demek uygarlık
demektir. Uygarlık demek halkın örgütsüz ve savunmasız bırakılması; devlet
denen aygıtın tepeden tırnağa örgütlü olmasıdır.
Tarih bir bakıma devletsiz toplumların, yani komünlerin,
kandaş kardeşlik topluluklarının uygarlaşmalarının, yani o çürüyen uygarlığın
devletini ele geçirmelerinin ve onun tarafından ele geçirilmelerinin tarihidir.
Devleti ele geçirenler, iyi kötü eşit kandaşlardır. Herkes silahlıdır.
Otorite gönüllü bir kabule dayanır. Ama uygarlığı feth edenler, bir süre sonra
onun kurumları tarafından feth edilirler. Eşitler arasında birinci olanlar bir
süre sonra başlangıçtaki yoldaşları ve silah arkadaşları gibi eşit ve silahlı
olmayan kölelerden (Örneğin Osmanlı’da Devşirmeler, Yeniçeriler) bir ordu ve
iktidar aygıtı oluşturmaya başlar; buna direnen eşit kandaşlar birer birer
kardeş cinayetleriyle, komplolarla tasfiye ederler.
Osman Bey, amcası Dündar Alp’i öldürür. Fatih Kardeşlerini
boğazlamayı meşru kılan yasalar çıkarır. İstanbul alınana kadar Osmanlı
Padişahı eşitler arasında birincidir. Çandarlı'lar hep vezirdir. İstanbul’u
aldıktan sonra, Çandarlı’nın başı gider, ondan sonra bütün vezirler de
kölelerden çıkar. Korkunç İvan, boyarları yok eder. Stalin, çarlıktan miras
kalan kapıkullarından oluşan polis aygıtına, dönek ve kişiliksiz Menşeviklere dayanarak
devrimi yapan Bolşevikleri katleder. Atatürk ilk olarak kendini zor günlerinde
destekleyen Karabekir’leri, Rauf Orbay’ları tasfiye edip kendine sadık, köle
ruhlu üç Ali’lerle kendi egemenliğini kurar. Muaviye ve Yezit, Peygamber’in sahabelerini
katleder. Kişilikli, eşit, güce ve egemenliğe direnme potansiyeli olan her şeyi
ve herkesi yok ederler. Buna paralel olarak da kendi tarihlerini yazarlar.
Mekanik ve sözde Marksist tarihlerin anlattığının aksine,
köleler antik tarihin egemen sınıfıdırlar. Çünkü Firavunlar, Nemrutlar,
kölelerden oluşan ordu ve avadanlıklara dayanarak devletleşirler ve Devlet
özünde kölelerden (kapı kullarından) oluşur. Ve Antik Tarih’te sömürünün temeli
devletin artı ürüne el koymasıdır. Bunun temel biçimi de üretmenlerden zorla
alınan vergilerdir. Yani Devlet aynı zamanda Egemen Sınıftır. Ve devlet de özünde
kölelerdir.
Tarih bir bakıma komünlerin uygarlaşmalarının; yani
fatihlerin Nemrutlaşmalarının; Firavunlaşmalarının; yani devletleşmelerinin; kölelere
dayanan bir aygıtı örgütlemelerinin ya da var olan böyle aygıtlar tarafından ele
geçirilmelerinin tarihidir.
Şark özetle budur. Şark’ta insanların hakkı yoktur. Çünkü
halk örgütsüz ve silahsızdır. Devlet’in “hoşgörüsü”, kıyağı”, gebe bırakması
vardır.
Peygamberler ve Allah, son duruşmada, Devlet’e, yani o devletin
sembolü olmuş, Nil boyu uygarlığının Firavunu ile Dicle Fırat uygarlığının Nemrutuna
karşı, ezilenlerin “senden büyük Allah var” diyerek, bu sınırsız gücü sınırlama;
sıradan ölümlü insanları Firavun ve Nemrutlarla Allah’ın kulluğunda eşitleyerek,
Firavunların ve Nemrutların mutlak iktidarını sınırlama ve Devleti, insanlara
bir takım haklar tanımaya zorlama girişimlerinden başka bir şey değildirler.
Ama Uygarlık ve onun devleti nasıl kendini feth eden kandaş komünü
feth edip kendine benzetirse; eşitliğin ve direnişin bayrağı olan Allah’ı da
Firavun ve Nemrut’ların birer baskı aracına dönüştürmüştür. Osmanlı padişahları
kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak tanımlıyorlardı. Örneğin İslam’ın
ilk yıllarında Emevi saltanatı kuruluş yıllarının tarihi, aslında insanların
eşitliğinin ve haklarının aracı olan Allah’ın devletin, Firavunluğun, Nemrutluğun
bir aracına dönüştürülmesinin tarihidir.
Ama egemenlerin resmi dini ve Nemrutlaşmış ve Firavunlaşmış
Allah’ı karşısında ezilen halkın da kendi dini, tarikatları; sevgi dolu ve merhametli,
dayanışmacı ve eşitlikçi bir Allah’ı da hep olagelmiştir. Ama o merhametli ve
eşitlikçi Allah, saraylarda, kentlerde değil; yoksul insanların evlerinde;
uygarlığın bulaşmadığı köylerde; emekçilerin dayanışma örgütleri olan loncalarda
varlığını sürdürebilmiştir.
Bu eşitlikçi ve merhametli, korku değil sevgi salan Allah’ın;
ezilenlerin, yaşamını emeğiyle kazananların Allah’ının binlerce yıldır oluşturduğu
gelenekler olmasa, kendilerinden insani ilişkiye ilişkin hiçbir ahlaki ilkenin
çıkarılamayacağı; ulusun ve karın biricik amaç olduğu bu dünya, çoktan soluk bile
alınamaz bir yer olurdu.
İnsanlık bugün hala yaşıyorsa bu geleneklerin yüzü suyu
hürmetine yaşıyor ve bir gün kurtulursa bu geleneklerin katalizatörlüğü ile onlara
dayanarak kurtulabilecektir.
*
Batı ve Doğu gelişim zıtlıkları, firavunlaşma noktasında;
devletin keyfiliği karşısında; hakların tanınması ve tanımlanmasında toplanır.
İngiltere’nin kapitalizme geçişinin, İngiliz demokrasisinin, Batı’daki refahının
sırrı da buradadır.
Bu yıl imzalanmasının 800’üncü yılı kutlanacak olan ve Batı
Demokrasisinin kökenindeki belge olarak kabul edilen Magna Carta, aslında “eşitler
arasında birinci” olan Kral’ın, Nemrutlaşmasına; silahlı komün ya da aşiret
şefleri olan baronların izin vermemesidir. Yani Şark’ta hep Firavunlara,
Nemrutlara yenilmiş ve altta güreşmek zorunda kalmış Allah, ilk kez, yine komün
geleneklerinin katalizatörlüğü ile Britanya adalarında Kralın Firavunlaşmasının
yolunu kesmiştir. Vergiyi bize danışmadan ve bizim iznimiz olmadan alamazsın;
bizim şu haklarımız vardır, bunları çiğneyemezsin demiştir. Yani Kral’ın
baskıcı ve bürokratik, kapı kullarına ve kölelere dayanan bir ordu ve devlet
aygıtı kurmasının yolunu tıkamıştır.
Bu nedenle, İngiltere kralının sıradan ölümlülerinin kaderi
üzerinde söz söyleme hakkı; Doğu’da, yani antik uygarlık beşiklerinde, yani
örneğin Türkiye’de bir karakol polisi veya Jandarma’nın gücü karşısında sıfır
mertebesindedir. Türkiye’de bir karakol polisi bile insanların can, mal
emniyeti ve onuru karşısında bir İngiliz kralından bin kat daha güçlüdür.
Bu nedenle, Türkiye’de veya Şark’ta demokratikleşme demek,
bu binlerce yıllık pahalı, merkezi,
bürokratik cihazın parçalanması demektir. Bu nedenle devlet düşmanı
olmadan demokrat olunamaz.
*
Firavunlaşma sürecinin; devleti ele geçirirken devletleşme
sürecinin bir benzeri AKP ve Erdoğan’da da görülüyor. Erdoğan, başlangıçta, eşitler
arasında birinci idi. Şimdi ise kendisine hınk deyicilerden derlediği;
kendisine laf söyleyecek cesareti ve niyeti de olmayan bir kapıkulları aygıtına
dayanıyor. Bütün eski yol arkadaşlarını tasfiye etti. Bütün firavunlar, devasa
gösterişli yapılar ile egemenliklerini pekiştirmeye korku salmaya çalışırlar. Bütün
bu gigantomani aynen Erdoğan’da da görülüyor.
Erdoğan bir Firavun veya Nemrut olacak, bunun için yolu
üzerindeki bütün engelleri temizliyor. Bunun için dün düşman olarak gördükleriyle,
Ergenekon ile işbirliğine yöneliyor.
Ancak Erdoğan’ın bu amacına ulaşması giderek zor görünüyor. Fidan’ın İstifası üzerine düşününce, mantıki çıkarsamalar Erdoğan’ın bu hedefine ulaşmasının çok zor olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki günlerde başbakan ile Erdoğan arasında bir çatışmanın başlaması kaçınılmaz görünüyor.
Ancak Erdoğan’ın bu amacına ulaşması giderek zor görünüyor. Fidan’ın İstifası üzerine düşününce, mantıki çıkarsamalar Erdoğan’ın bu hedefine ulaşmasının çok zor olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki günlerde başbakan ile Erdoğan arasında bir çatışmanın başlaması kaçınılmaz görünüyor.
*
Bizim Fuat Avni gibi, ya da politika kulislerini bilen kimi
gazeteciler gibi haber kaynaklarımız yok. Olağan bir gazete okuyucusuyuz. Gazetelerdeki
veriler ve mantıki çıkarsamalardan başka bir aracımız yok. Ama bu çıkarsamalardan
çıkan bir tek sonuç var: Başbakan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir çatışma
kaçınılmazdır.
İkinci bir sonuç da şudur: Erdoğan’ın Anayasayı değiştirecek
sonuca ulaşabilmesi için, HDP’nin yüzde on barajının altında kalması gerekmektedir.
HDP’yi barajın altına tıkabilmek için de HDP’ye karşı saldırı ve provokasyonlar
yapmak; bunun için de Ergenekon’la işbirliğinden başka bir yolu bulunmamaktadır.
Ama biz bu yazıda birinci sonuç üzerinde duralım. Neden ve
nasıl?
Kritik olay Fidan’ın istifasıdır.
*
MİT başkanı olmak demek, bir ülkedeki en büyük istihbarat kaynaklarının
başında olmak demektir. Bu mevkideki bir kişi; seçmenlerin yarısının oyunu ve
desteğini almış ve seçimlerden sonra yürütmenin de başına geçmeyi planlayın;
ülkenin politik, ekonomik, medyatik, istihbarat vs. olarak en güçlü kişisinin
en güvendiği kişi, “sır küpü”; aynı zamanda ülkenin en önemli kritik iki
sorununda Ortadoğu ve Kürt sorununda en kritik görevdeki kişi birden istifasını
veriyor ve AK Partiden aday adayı oluyor?
Bu çok kritik ve önemli; doğru açıklaması yapılması ve
anlaşılması gereken bir olaydır.
Bu olayın, en azından bilinen verilere göre, mantıki
çelişkilerden azade bir açıklamaya kavuşturulması gerekir. Aşağıda böyle mantıki
çıkarsamalar yer alacaktır. Verilere göre çelişkilerden azade bir açıklamanın
tek sonucu Hükümet ile Erdoğan arasında bir çatışmanın yaklaştığı ve kaçınılmaz
olduğudur.
*
Şunlar bir veridir:
Recep Tayyip Erdoğan bu seçimlerde anayasayı değiştirecek
çoğunluğa ulaşıp, devlet başkanlığının yanı sıra yürütmenin de başına geçmeyi
planlamakta ve istemekte bunu açıkça ifade etmektedir.
Ayrıca olayın mantığı gereği kendisini seçebilecek bir
çoğunluk ve bu yönde o çoğunlukta bir meclis iradesi ve çoğunluğu varsa
yürütmenin başı da olabileceğinden; bu yürütmenin başı olması fiilen yasamaya
da egemen olması anlamına da gelecektir.
Tabii yargıçları da esas olarak yürütme ve yasama
seçtiğinden ve zaten geçen zaman içinde istenen değişiklikler yapıldığından,
Erdoğan yargıyı da şimdi bile fiilen kontrolü altına almış bulunmaktadır ve
zaten kendisi de yargı bağımsızlığını istemediğini ifade etmiştir.
Yani seçimlerde istediği çoğunluğu alır ve Anayasayı
değiştirirse, Türkiye tarihinde hiç kimsenin olmadığı ölçüde güçlü, hiçbir fren
ve denge mekanizması olmayan, tek kişi egemenliği sistemi kurulacaktır. Bu
devletin yapısının kökten değişmesi demektir ve böylesine bir güç birikiminin
riskleri hem burjuvazinin genel; hem de devletin uzun vadeli çıkarlarını düşünen
kesimler için çok yüksektir.
Kaldı ki bu kişi birikimsizliği, ihtirasları, dengesiz
tavırları ile daha büyük bir risk oluşturmaktadır.
Bunlara ek olarak, bu gücün aynı zamanda kuşa çevrilmiş en
temel fikir ve örgütlenme özgürlüğü gibi haklar bir yana; bir yana yaşam
hakkını bile ihlal eden son güvenlik yasasının geçtiği bir ülkede olduğu
düşünüldüğünde nasıl bir cehennemi kişi diktatörlüğünün toplumu boğacağı tahmin
edilebilir.
Tabii bunlara ek olarak yolsuzluk ithamları da vardır ve bu
iddialar karşısında her uygar politikacı gibi mahkeme huzurunda aklanmayı bir
yol olarak seçememiştir ve muhtemelen yargılandığı takdirde ciddi sonuçlarla
karşılaşacak durumdadır.
Erdoğan hedeflerine ulaştığı takdirde, izlediği gerilim
politikasıyla Ordu’nun darbesi için uygun koşullar oluşacak ve nüfusun şimdiden
yarısı olan ve giderek artan bir kesimi böyle bir gelişmeyi denize düşenin
yılana sarılması gibi olumlu karşılayabilecektir.
Bu durumda Erdoğan büyük olasılıkla Menderes veya Mursi’nin
durumuna düşecek ama aynı zamanda eski kısır bölünme daha sert ve keskin olarak
daha yıllarca sürecek demektir.
Bu aslında hem burjuvazinin özellikle şimdi nemalanan
kesimleri hem de Ordu içindeki darbeci güçlerin bir kısmının işine gelir.
Burjuvazi ordunun darbesine karşı demokrasi bayrağı ile kitleleri yedeğinde
tutabilir. Ordu kaybettiği mevzileri yine geri alır. Kayıkçı dövüşü daha
yıllarca sürer. O halde, darbecilerin, Ergenekoncuların, inkârcı ve faşist
çizginin uzun vadeli çıkarı ile Erdoğan’ın başkanlık hedefi bugün stratejik
olarak çakışmaktadır. Ayrıca Erdoğan’ın istediği orana ulaşmak için gerilim
politikası izleme niyeti ve bu zorunluluğu duyması (HDP’ye yapılan saldırılar)
kısa vadede de Ergenekoncuları ve Erdoğan’ı ayna safa dizmektedir.
Böyle bir durumda, burjuvazi ve devletin uzun
vadeli ve genel çıkarını düşünen ve savunanlar, birtakım direnişler
gösterirler.
İlk direniş mevzii, bunun gerçekleşmesini engellemek
olabilir. Yani Erdoğan’ın o yetkilerle donanmasını engellemek.
Bunun için de Erdoğan’ın seçimlerde gereken çoğunluğu
kazanamaması bir yoldur; aynı zamanda bir darbeye göre an az riskli yoldur.
Ama iktidar partisi kendi elleriyle çoğunluğu kaybetmek
istemez. Ayrıca bunun bir garantisi de yoktur.
Şöyle bir ara yol bulunmamaktadır. Erdoğan’ın sembolik bir
cumhurbaşkanı olarak kalması ve Meclis grubu ve Hükümetin ondan bağımsız olarak
bulunması. Erdoğan için bu düşüşün başlaması demektir. Erdoğan sonuna kadar
gitmek zorundadır. Ama sonuna kadar gitmek zorunda olması, onun şimdiden AKP’den
seçilecek vekillerin kimler olacağını belirlemesinden geçmektedir. Yani Erdoğan’ın
istediği çoğunluğu sağlaması yetmez, o çoğunluğun aynı zamanda onun dediklerini
yapacak, onun aracı olarak bir çoğunluk olması gerekmektedir. Yani adayları
Davutoğlu veya AKP’nin değil Erdoğan’ın belirlemesi Erdoğan’ın amaçları
açısından hayati önemdedir.
*
Şimdi Fidan’ın istifasına Erdoğan’ın hedefleri açısından
bakalım.
Erdoğan, seçimlerden sonra anayasayı değiştirecek çoğunluğu
alır ve başkanlık sistemine geçerse, bakanlar kurulunu kendine bağlı bir kurul
olarak düşündüğüne göre, kendisine “ihanet” etmiş; güvenini sarsmış bir kişiyi bakan
veya başbakan yapmayacağı veya önemli bir mevkie getirmeyeceği açıktır.
Eğer seçilecek milletvekili listelerini Erdoğan yapacak ise,
Fidan’ı milletvekili de yapmayacağı tahmin edilebilir.
Erdoğan’ın şu an, AKP
üzerinde hukuki ve idari bir yetkisi olmadığından; bunu ancak manevi
otoritesiyle, ama bunun somut ifadesi olarak de dediklerini harfiyen
uygulayacak bir AKP yönetimi ve başbakanla sağlayabilir.
*
Şimdi bu durumda ortaya şu soru çıkmaktadır? Fidan gibi, devletin
kara kutusu nasıl olur da istifa eder?
Şu iki varsayıma dayanmalıdır:
Şu iki varsayıma dayanmalıdır:
a)
Listeleri Erdoğan oluşturmayacaktır veya
oluşturamayacaktır;
b)
Erdoğan Başkanlık sistemine geçemeyecektir.
Ancak bu iki koşul varsa Fidan’ın istifası Fidan açısından
mantıklı olabilir.
Yakından bakılınca bu iki koşulun da birbirine bağlı olduğu
görülür. Yani Listeleri Erdoğan oluşturamazsa, istediği çoğunluğu elde etse
bile başkanlık sistemine de geçemeyebilir. Çünkü Kendisinin oluşturmadığı
listeler zaten bir zaaf ifadesidir. Kendisinin istemediği listeler oluşturan
bir başbakan ve AKP başkanı niye aynı zamanda başbakanlık gibi bir mevkii kendi
elleriyle Erdoğan’a sunsun; kendi mezarını kazsın.
*
Şimdi olaya Davutoğlu açısından bakalım. Eğer listeleri
kendisinin belirlemesi ve sonra da Başbakan olarak devam etme niyeti ve gücü yoksa
Fidan’a böyle ayrıl gel aday adayı ol demesinin bir manası yoktur. Bunu ancak Erdoğan’ın
isteği ile yapabilir ki, eğer Erdoğan öyle bir şeyi isteseydi kendi yapardı,
Fidan zaten sır ortağı idi.
Demek ki, Davutoğlu, hem listeleri kendisinin
belirleyeceğini he de başbakan olarak kalmayı düşünmekte, planlamakta ve bunun
için çaba harcamaktadır.
Ama eğer böyle ise, bu Erdoğan’ın aynı zamanda yürütmenin
başında olamayacağının öngörüldüğü veya varsayıldığı anlamına gelir. Yani
Erdoğan bugünkü biçimiyle sembolik yetkilerle bir Devlet Başkanı olarak kalacak
diye öngörülmektedir Davutoğlu tarafından.
*
Şimdi bir de Fidan açısından bakalım. Devletin en güçlü
istihbaratına sahip kişi, böylesine belirsiz bir durumda, niye böyle bir riske
girsin?
Kendisi devletin en kritik görevinde iken ve Türkiye’nin en
güçlü olacak adamının tam bir güvenine sahipken, onun sır ortağı iken, o kendisi
için kanunları değiştirmiş, neredeyse bir dokunulmazlık kazanmış iken, en
önemli konuların (Ortadoğu ve Kürt Sorunu) doğrudan özel yürütücüsü iken ve tek
adam olduğu takdirde Erdoğan üzerinde büyük bir etki sağlayabilecek, aslında
ülkenin en güçlü ve görünmez adamı olabilecek iken neden böyle bir riske girip
görevinden ayrılmakta ve aday adayı olmaktadır?
Kendisine yapılan bir vekillik ve bakanlık teklifi bunun
açıklaması olamaz. Bakan olmak için vekil olmak gerekmez. Yerinde kalarak
hiçbir riske de girmeden her iki olasılıkta da (Yani olduğu takdirde Erdoğan’ın
başkanlık sisteminde de; Davutoğlu’nun Erdoğan’ı terk etmiş başbakanlık
sisteminde de) en etkili kişi olması mümkündü. Bunun için hiç de istifa etmesi
ve riske girmesi gerekmiyordu.
Bunun bir tek açıklaması vardır:
A) Bizzat kendisi durumdan rahatsızdır; kendi kişisel
geleceği açısından Erdoğan’ın kaderi ile kendi kaderini ayırmak istemiş ve
gemiyi terk etmiştir. Bu terk edişte Erdoğan’ın yolsuzlukları hakkında kimsede
bulunmayan bilgilerin elinde olması gibi hukuki veya tamamen politik kaygılar
mı veya ikisi birden mi belirleyici olmuştur bilemeyiz. Ama bu istifanın bir
tek anlamı vardır. Kaderini Erdoğan’ın kaderinden ayırma ve sorumluluğa ortak
olmama.
B) Erdoğan’ın bunca güç sahibi olmasından rahatsızdır ve
bunun devlet için de büyük risk olduğu düşüncesindedir. Devlet’in stratejik
çıkarlarını göz önüne alarak, Erdoğan’ın politikalarına karşı tavır alma.
Ama Erdoğan’ı çok güçlü olarak görseydi, muhtemelen ayrılmayabilirdi.
Çünkü eni sonu kendisi bir devlet memurudur ve bir politik sorumluluğu yoktur.
Yasalarla belirlenmiş bir çerçevede kalmış ise çekinmesi ve kaderini
Erdoğan’dan ayırması için bir neden yoktur.
Demek sadece Erdoğan’dan kaderini ayırmıyor, başarısızlığına
da ortak olmak istemiyor değil; aynı zamanda onun başarısını ve tek adam rejimi
kurmasını da istemiyor demektir bu istifa.
Çünkü Erdoğan’ın esas hedefi Kürt Sorununda “Barış Süreci”ni
seçimlere kadar sürdürmek ve bunu silah olarak kullanıp seçimlerden muzaffer
çıkmaktır. Ortadoğu politikasında ise yine Erdoğan’ın en güvendiği kişidir.
Böylesine kritik iki görevden ve “Başarılı” olduğu söylenen; Erdoğan’ın
geleceğini adeta ipotek ettiği iki kritik görevden çekilmesi aynı zamanda bu
işlerin “ehil ellerde” olmaması demektir; yani daha da büyük başarısızlıklar
demektir.
Hele seçimlere kadar olan kritik bir dönemde bu görevden çekilme, seçimlerin başarısı bu politikalarla da bağlı olduğundan, başarı umudu görmemek veya izlenen politikanın veya Erdoğan’ın başarısızlığını istemekle de ilgisiz olamaz. İstifanın, öznel niyetler ötesinde nesnel anlamı budur.
Hele seçimlere kadar olan kritik bir dönemde bu görevden çekilme, seçimlerin başarısı bu politikalarla da bağlı olduğundan, başarı umudu görmemek veya izlenen politikanın veya Erdoğan’ın başarısızlığını istemekle de ilgisiz olamaz. İstifanın, öznel niyetler ötesinde nesnel anlamı budur.
Yani Fidan’ın istifası için Davutoğlu’nun daveti, yetmez ve
doyurucu bir neden olamaz. Bu davet, Erdoğan’ın yetkisiz bir Cumhurbaşkanlığı
ile yetinmesi olasılığı dışında hiçbir değer taşımaz. Erdoğan’ın yetkisiz bir
cumhurbaşkanlığı ise, aday listelerini Davutoğlu’nun yapmasına bağlıdır.
Listeleri Erdoğan yaparsa, Davutoğlu bir korkuluk olur ve Fidan boşta kalır.
Yani sadece Davutoğlu’nun Erdoğan’ın başkanlığını engelleme niyeti yetmez MİT
başkanının istifası için, bunu büyük olasılıkla gerçekleşebilecek bir hedef
olarak görmesi ve kendisin de bu yönde bir isteği ve niyeti olması gerekmektedir.
Tekrar edelim, Hakan Fiden açısından istifa, Erdoğan’ın
gücünü ve etkisini koruması veya tek adam yönetimini kurabilmesi koşullarında,
fiilen hiçbir gelecek garantisi olmadan en etkili pozisyonu terk etmek, birden
bire sıfıra düşmek anlamına gelmektedir.
Eğer Davutoğlu kabinesinde yer gibi şeyler ise, bunlara
istifa etmeden de ulaşabilirdi. Hem de kimseyi de kırmadan ve hiçbir şeyi riske
atmadan.
Demek ki, Fidan istifa ederek ve aday adayı olarak, sadece
Erdoğan’ın geleceğini iyi görmüyor ve ondan kendini ayırıyor değil; onun
karşısında da bir tavır alıyor demektir.
Aslında Erdoğan’ın konumu ya da mantığı, herkesi ya benden
yanasın ya da benden karşısın konumu ve mantığına zorlamaktadır. En küçük bir
nüans bile karşı olma noktasına varmaktadır.
Bu durumda şöyle bir öngörüde bulunulabilir: Yakında AKP
içinde ve Hükümet ile Erdoğan arasında muazzam bir güç mücadelesi başlayacak
demektir.
Bu her ikisi için de muhtemelen bir ölüm kalım savaşı
olacaktır.
Çünkü olayların iç mantığıyla, Erdoğan’ın başkanlık
sistemine geçememesi düşüşünün başlangıcı olur. Bunun için de listeleri kendisinin
belirlemesi hayati önemdedir.
Davutoğlu da eğer Erdoğan’ın ihtiraslarca bir dur deyip onu
bir kenara itemezse kendi sonu olur. Bunun için de listeleri kendisinin
belirlemesi hayati önemdedir.
Bu mücadelede MİT’in eski başkanı Türkiye’nin en güçlü
adamının karşısında yer almış ve aday adayı olarak fiilen istese de istemese de
ona karşı mücadeleye girmiş bulunuyor.
Olayların kendi mantığı vardır.
Bu durum, Fidan’ın istifasını isteyip aday olmasını isteyen Davutoğlu’nun
Erdoğan’ın kafasındaki modele karşı olduğunu göstermektedir. Erdoğan’ın
pirelenmesi hiç de yersiz değildir
Davutoğlu, büyük bir olasılıkla, üç dönüm kuralı nedeniyle
zaten çoğu fiilen tasfiye olacak kurucu kuşaklardan ayrı kendi ekibini AKP ve
Hükümet içinde kurmayı hesaplamakta ve Erdoğan’ı sembolik bir cumhurbaşkanlığı
görevinde düşünmektedir.
Bu arada, muhtemelen eski kadroları da
memnuniyetsizlikleriyle yedeğine alıp onların prestijinden yararlanmak
istemektedir.
Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir gerilim ve çatışma kaçınılmazdır.
Hakan Fidan’ın istifası ve Davutoğlu’nun onu istifaya davet
edip aday olarak göstermesinin çelişkisiz başka bir açıklaması bulunmamaktadır.
Öte yandan Hakan Fidan’ın sadece AKP’li olarak
değerlendirilmesi de yanlıştır. O aynı zamanda “Devlet Aklı” denen, yani bu
devletin uzun vadeli çıkarlarını savunan aklı temsil eder. İstihbarat
örgütlerinin görevi devletin stratejik çıkarlarını belirlemek ve savunmaktır.
Yani bizzat devletin uzun vadeli çıkarlarını düşünen akıl da
Erdoğan’ın büyük bir risk olduğu noktasındadır büyük bir olasılıkla
Buna ek olarak bölgedeki diğer devletlerin ve büyük
devletlerin de Erdoğan’dan sıdkının sıyrıldığı açık olduğuna göre, Erdoğan
fiili güçler bağlamında kendisi açısından çok tehlikeli bir tecrit içine
girmiştir.
Aslında şimdi geri çekilse, hedeflerini küçültse, köşesinde sembolik
olarak durmayı kabul etse kedisi için bir çıkış yolu ve uzlaşma kapısı
bulabilir.
O şimdi muazzam bir idari, ekonomik, medyatik ve siyasi gücü
elinde bulundurmaktadır. Ama bunca güç bile o iktidarı korumaya yetmez.
a)
Bizzat Bülent Arınç’ın dediği gibi kendisinden nefret
eden bir yüzde elli var
b)
Dünya’da ABD, Fransa, Almanya; bölgede Mısır, Suriye ve
büyük ölçüde de İran kendisine karşıdır.
c)
Kürt Hareketi karşıdır.
d)
Kendi partisindeki eskiler karşıdır
e)
Bizzat atadığı başbakan karşıdır
f)
Devlet aklı karşıdır
g)
Cemaat karşıdır
Erdoğan’ın tek adam yönetimine ulaşma olasılığı çok
zayıftır. Böylesine büyük stratejik güçleri karşıya alan bir gücün ayakta
kalması ve hedeflerine ulaşması zordur.
Erdoğan ya ileriye gitmek zorundadır ya da düşer. Bisikletteki bir adam gibidir. Duramaz. İleriye gitmek için ise kendisiyle en küçük farka bile müsamahasız olmak ve onu karşıya itmek dolayısıyla karşı cepheyi büyütmek zorundadır.
Erdoğan ya ileriye gitmek zorundadır ya da düşer. Bisikletteki bir adam gibidir. Duramaz. İleriye gitmek için ise kendisiyle en küçük farka bile müsamahasız olmak ve onu karşıya itmek dolayısıyla karşı cepheyi büyütmek zorundadır.
Hedefine ulaşamadığı takdirde ise düşüş zorunludur. Bu düşüşün
bir noktada durması da zordur çünkü öylesine keyfi bir yönetim ve akçeli işler
vs. vardır ki, sonu ancak hapiste biter.
Bunları muhtemelen kaldıramayabilir uğradığı tecrit ve
“ihanet” zinciri sonunu görmeden sağlığının bozulmasına yol açabilir.
Eğer Erdoğan böyle düşmezse, hedeflerine ulaşırsa, bu
toplumu öylesine gerecektir ki, bir süre sonra askeri darbeyi bile toplum mumla
arayacaktır. O zaman da yine düşecektir.
Erdoğan’ın düşüşü kaçınılmazdır.
Eğer birinci yoldan düşerse, daha reformcu ve tecridi
olabilir. Daha az gerilim ve can kaybı demektir.
Erdoğan’ın Maymunlardan öğrenmesi gereken bir ders vardı.
Maymunlar bir elleri veya ayaklarıyla bir dalı tutmadan diğer dalı bırakmazlar.
İki eli ve iki ayağı da hiçbir zaman boşlukta kalmaz.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve seçimler veya başkanlık
sistemine geçmesi arasındaki dönem boşlukta kaldığı dönemdir. Cumhurbaşkanıdır
ama henüz başkanlık sistemine geçilmemiştir; yetkileri yoktur. Ve artık hukuken
AKP’nin ve Hükümetin başında değildir; istifa etmiştir. Yani boşlukta bulunduğu, bir dalı bıraktığı
ama diğer dalı henüz tutmadığı seçimlere veya başkanlık sistemine geçinceye
kadar olan bir dönem vardır.
Bunun riskini muhtemelen gördü. Ama çareyi yanlış yerde
aradı. Tipik şarklı kafasıyla davrandı. Açık ve kişilikli ilişki yerine
bağımlılık ilişkilerine dayanmak. Güçlü ve kişilikli gördüğü bir başbakanla
açık bir pazarlıkla bunu yapabilirdi. Ama bu onun aynı zamanda gücü ve iktidarı
paylaşması anlamına gelirdi. Bunun için, güçsüz ve kendisine bağımlı ve muhtaç ve
kendi kontrolünde olabileceğini sandığı Davutoğlu ile bu boşluktaki dönemi doldurmayı
denedi.
Şunu unuttu, en güçsüz, en bağımlı, en az kişilikli
insanlar, genellikle ellerine ilk yetki geçirdiklerinde birikmiş kompleks ve
ihtiraslarıyla hareket ederler. Kölelik ve firavunluk aynı madalyonun iki
yüzüdür. En sıradan ve korkak askere çavuş pırpırını takarsanız karşınıza bir
canavar çıkar. İşkencede en çok konuşanlar diğer konuşanlara karşı en acımasız
olanlardır.
Böyle durumlarda kişilikli insanlarla sağlam ilişkiler
gerekir ama kişilikli insanlar ise öyle pozisyonlara düşmezler ve gelmezler.
*
Özetle, sınırlı verilerden ve onları açıklamak üzere
çelişkisiz bir açıklamaya yönelik mantıki çıkarsamalardan çıkan şudur: Erdoğan
önümüzdeki günlerde ihanete uğradığını düşünecek ve aday listelerini kimin
belirleyeceği üzerine Davutoğlu ile mücadeleye girecektir. Davutoğlu ise açıktan
savaşan değil, yüze gülüp arkadan çalışan bir yapıdadır. Muhtemelen bir şey yok
deyip bildiğini okumaya devam edecektir.
Tabii bu konumlanış, Davutoğlu’nu ister istemez, cemaate
yaklaştıracaktır.
Davutoğlu şimdilik, açıktan bayrak açmaktansa, köstebek gibi
sessiz ve derinden çalışıp mevziler oluşturmaktadır.
Erdoğan’ın başkanlığı giderek bir hayale dönüşmektedir.
Kendisi özellikle Ergenekon ve faşistlerle ittifak yaparken
karşısında Çok geniş, Cemaatten Kürt hareketine, CHP’den Davutoğlu’na ve AKP’nin
eskilerine kadar geniş bir koalisyon bulacaktır.
Erdoğan’ın en büyük özelliği hiçbir araya gelmeyenleri ve
gelemeyecekleri bir araya getirme yeteneği idi. Bunu Gezi’de başarmıştı. Muhtemelen
şimdi de yine başaracaktır.
Bekleyelim göreceğiz. Bu akıl yürütmede nerede yanlış
yaptığımızı da olaylar bize gösterecektir.
24 Şubat 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder