Paris, gelişmiş zengin ülkelerdir, Avrupa’dır, Amerika’dır.
Kobane, Kürt Özgürlük Hareketidir ve Ortadoğu’dur.
İstanbul, Türkiye’nin gizli başkenti; ekonomi ve kültürün
merkezi, ama her şeyden önce Ortadoğu’daki en büyük ve yoğun işçi sınıfının
bulunduğu şehirdir.
Ve şehirler modern toplumun sinir merkezleri, düğümleridir.
Nasıl bir ülkeye piyade girmeden o ülke ele geçirilmiş sayılmazsa;
kırlara ve dağlara egemen olmak yetmez; büyük şehirler feth edilmediği sürece zafer
kazanılmış olamaz. Büyük şehre girmek, hatta onu ele geçirmek bile onu feth
etmek değildir. Şehirler kendilerini feth edenleri feth ederler. Osmanlı ya da
Fatih İstanbul’u değil; İstanbul Osmanlı’yı ya da Fatih’i feth etti. Bir tarihte
Amerika’ya karşı zafer kazanan Vietkong ve Kuzey Vietnam’ın Saygon’u aslında hiçbir
zaman feth edemediğini okumuştum. Sonunda Saygon Vietnam’ı feth etti.
Hafta sonu HDP’nin İstanbul il kongresini izledim. Kongrenin
yapıldığı salon doluydu. İyi örgütlenmişti. Ama kongre değil, medyatik ve
politik bir gösteriydi. Kürtler vardı, İstanbul işçilerinin en alt kesimi
oluşturan. Ama şu görülüyordu: bu imgeyle, bu programla İstanbul’u kazanması
bir yana; biraz düşündürmesi bile mümkün değildi.
Çıkmaz bu noktada.
Ortadoğu’daki en demokratik, en dinamik ve örgütlü hareket,
Kürt Özgürlük Hareketi veya daha özcesi ve örgütsel ifadesiyle PKK veya KCK İstanbul’u
kazanacak bir projeden, bir programdan yoksun. İstanbul’un işçilerinin sabrını
ve coşkusunu harekete geçiremez. Bırakalım Paris’i bir kenara. Muhtemelen önümüzdeki
yılarda olacak olan, Bizans’tan kalan İstanbul’un (Bu antik uygarlık kalıntısı
devletin) Kürt gençlik aşısıyla bir kendini yenilemesi olacak.
Peki, İstanbul’un bir programı var mı Kobane veya Paris
için?
Yok.
En dinamik ve canlı olduğu Gezi’de, bırakalım Dünya veya Orta
Doğu için bir program veya vizyon geliştirmeyi bir yana; kendisinin bir canlı
hareket olarak ülke çapında örgütlenmesini bile sağlayamadı. Bu yöndeki
önerilerimiz ve çabalarımız yankısız kaldı. Ve örgütsel bir biçim bulamayan
bütün hareketler gibi buhar olup uçtu.
Son kalıntıları tekrar Kemalistlerin eline geçti, Validebağ’da
desteğe gelen Kürtleri kovdu. Ulusalcıların dilinde adı bile gezi olmaktan
çıkıp “Haziran Hareketi” oldu.
İstanbul’un işçileri ise, AKP’nin ardında ve ufuklarında ne
Paris (Dünya), ne Kobane (Ortadoğu ve Kürtler) var. Bırakalım onlar için bir program
ya da vizyonu bir yana.
Paris ise, dünyadaki bu apartheid düzenini sürdürmekten başka
bir vizyona sahip değil. Şimdiki katliamla, duvarlarını yükseltmek için yeni
bahaneler buldu.
*
Bugünün dünyası bir tek dünyadır. “Hepimiz bir gemideyiz” sloganı geçen yüzyılda burjuvazinin sınıf
mücadelesinde bir ideolojik mücadele aracıydı. Burjuvazinin gemiden anladığı
ulusal devletlerdi, uluslardı.
Artık bu slogan devrimcilerin ve işçilerin sloganı
olmalıdır. Ama gemi, ulusal devletler değil, yeryüzüdür, dünyadır.
Dünya, son derece kırılgan dengelerde hayatın sürdüğü
büyücek biz uzay gemisinden başka nedir ki?
O halde bu gemide bütün ulusal devletin yıkılması ve ulusal
sınırların kaldırılmasından başka ve daha acil bir görev yoktur.
Örneğin El Kaide veya IŞİD’in varlığı, toplumun bu görevi
ters yoldan, semptomlarla hatırlatmasından başka bir şey değildir.
İşçiler ve sosyalistler uluslara ve ulusal devletlere karşı
en acil görev olarak mücadeleyi en başa koymadıkları sürece, yeryüzünün
siyahlarının memnuniyetsizliği en baskıcı İslam yorumlarına dayanan ulusal
devletlerin ve hareketlerin değirmenine su taşıyacaktır.
Aşırı olgunlaşmış ve çözüm arayan sorunlar kendilerini
genellikle en zıt biçimlerde bir sorun olarak gösterirler. Dünya savaşları,
faşizmler ulusların ve ulusal devletlerin ekonomik temelle çelişmesinin, tersi
biçimde (en şoven ırkçı ve ulusalcı biçimlerde, savaşla) dışa vuruşlarından başka
bir şey değildi. El Kaide veya IŞİD veya yarın öbür gün çıkacak başka
hareketler de öyledir. Kendi arkaik görünümleriyle ve iddialarıyla zıtlık
içinde, son derece modern, güncel ve acil sorunların dışa vuruşunu temsil
ederler.
Şu kaba gözlem bile bir fikir verir.
PKK ve Kürt hareketi şu anki ölçülerle Ortadoğu’da diğer
bütün politik güçlere göre en demokratik özlemlere sahip harekettir. Ama Kürt hareketinin
saflarında, kimi radikal Türkiyeli sol hareketlerden gelmiş sembolik katılımlar
dışında dünyanın dört bir yanından, çeşitli uluslardan gelmiş kimseler yok.
Olamaz da. Hem bir ulusal hareket olduğu için; Kürtlük ne kadar demokratik bir
böylem geliştirilmeye çalışılırsa çalışılsın esas vurgu olduğu ve
destekçilerinin çok büyük bir bölümünün gerçek hayali bir Kürt devletinden
ötesine gitmediği için; hem de en demokratik Öcalan veya PKK’ya bağlı biçiminde
bile Ortadoğu’dan ötesine ufku ulaşamadığı ve ulaşamayacağı için.
Avrupa’daki Kürt dernekleri Kürtlerin mücadelesinin
destekçileridir ve oralara sadece Kürtler gider.
Ama Avrupa’daki camilerde dünyanın tüm ülkelerinden Müslüman
işçiler yan yanadırlar ve ufuklarında tüm dünya vardır.
Yani en demokratik hareketin ufku çok dardır; en anti
demokratik hareketin ufku evrenseldir.
Bir Kürt ikiz kuleleri yıkmayı düşünemez veya hayal etmez, edemez.
İkiz kuleleri yıkmayı hayal edemeyen de yeryüzünden ulusal devletleri yok
etmeyi; uluslara karşı bir savaş açmayı, düşünemez, programlaştıramaz, hayal edemez.
İkiz kuleleri yıkmayı düşünenler ancak ulussuz bir dünyayı acil bir görev
olarak önlerine koyabilirler.
Bu nedenle, dünyanın dört bir yanından gençler, profesyonel
futbolcular (modern gladyatörler) veya müzisyenler El Kaide veya IŞİD saflarına
akarken; en demokratik (ki bizce yeterince demokratik bile değildir) ulusal
harekete birkaç Türkiyeli devrimciden ötesi gitmez.
*
Neden böyle?
Burada sorun sosyalist harekettedir.
Sosyalist hareket doğuşunda çok temel bir yanlış yaptı.
Ulusları ve ulusal devletleri kendilerine karşı mücadele
edilecek ve yıkılacak düşmanlar değil; içinde sınıf mücadelesi verilecek ve ele
geçirilecek ortamlar veya birimler olarak aldı. Enternasyonalizm tamı tamına
buydu ve budur.
Bu doğuştan günahının cezasını çekerek fiilen yok oldu.
Sosyalizm yeni baştan doğmak zorundadır.
Uluslara ve ulusal devletlere karşı bir mücadele olarak doğmak
zorundadır.
Ancak böyle olduğu zaman Kobane, oluşturmaya çalıştığı
çözümün, aslında 19. Yüzyılda sosyalist hareketin sunduğu programatik
çözümlerin kenarına bile varamadığını görüp sosyalizme akar.
Ancak böyle olduğu zaman, IŞİD veya El Kaide saflarında bir
çözüm ararken son duruşmada en baskıcı ulusal devletlerin veya gizli
servislerin hesaplarının birer aracına dönüşenler, yeryüzü ölçüsünde ulusal
sınırları ve devletleri yok edecek, herkesi en azından biçimsel olarak eşit
dünya vatandaşı yapacak bu devrimci ve radikal çözüme yönelebilirler.
O zaman bugün Kobane’de karşı saflarda savaşanlar, aynı
cephede, uluslara karşı bir savaşın neferlerine dönüşebilirler.
Bizler şimdi her şeyin yanlış yerde bulunduğu ve durduğu bir
dünyada yaşıyoruz.
“Atın önünde et, itin önünde ot” var.
Demir Küçükaydın
08 Ocak 2015 Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder