10 Ocak 2015 Cumartesi

Arianne İpliği

Şu olaylar mahşerinde yol bulmak, Minotaur’un yaşadığı mağaradan çıkmaktan daha zor değildir.
Sadece biraz hafıza tazelemek yeter.
Alfabeden başlayalım.
1)      İnsanların varlıklarını düşünceleri değil; düşüncelerini varlıkları belirler.” Bunu daha açık, net ve günümüz olaylarını anlamaya daha uygun olarak şöyle formüle edebiliriz: toplumda durumu ve çıkarları farklı insan grupları vardır. Bunların düşünce ve davranışlarını her şeyden önce bu konum ve çıkarlar belirler.
2)      Eğer insan çıkarlarına aykırı olursa matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olur.” Yani insanların şu veya bu “ideoloji” veya “dinden” veya “bilimden” olması,  konum ve çıkarını, o ideoloji, bilim, din vs. içinde artiküle etmeyi, gerekçelendirmeyi, rasyonel ve ahlaki göstermeyi, savunmayı ve bunun için bir sistem kurmayı engellemez.

Yani fikirler değildir şu veya bu olayın nedeni. Yani Müslüman, Hıristiyan, Komünist veya Liberal olduğu için yapmaz insanlar şunu ya da bunu. Diyelim ki, gelişmiş kapitalist ülkelerin hepsi “Müslüman”dı, onlar aynen bugün “Hıristiyanların” yaptığını yaparlardı. Bu sefer birileri çıkıp, İslam’ın ne kadar Protestan bir din olduğuna dair teoriler döktürürlerdi. O zaman geri ve yoksul ülkeler Hıristiyan, Budist veya her türlü silahı veya şiddeti reddeden bir dinden, ideolojiden olsalar bile, o şiddeti reddeden dinlerin veya teorilerin içinden, bir akım çıkar, şiddete ve silaha farklı bir yorum getirir, onun etrafında küçük sektler kurulur. Koşullar uygun oluca da Hıristiyan, Budist veya her neyse o her türlü şiddeti veya silahı reddeden dinin “terörist”leri çıkardı.
Yani sorunun kaynağı fikirler değil, toplumsal koşullardır.
Öte yandan bir fikir söylendiği andan itibaren, insanlar onu nasıl anlıyorsa o hale gelir, aslıyla ilgisizleşir. Zaten insanlar onu kendi toplumsal konum, çıkar, problematik vs.lerine göre anlayacaklardır. Bu da yine yukarıdaki önermenin daha değişik bir versiyonundan başka bir şey değildir.
Daha somut konuşursak, Sovyetlerdeki Stalinizm, Lenin veya Marks’ın öğretilerinde bir yanlışlık olduğu için ortaya çıkmamıştır. Muaviye Muhammet’in dinideki sakatlıklar yüzünden ortaya çıkmamıştır. Papalık cinayetleri İsa’nın sözleri nedeniyle işlememiştir.
O cinayetleri işlemek veya meşrulaştırmak için Marks’tan, İslam’dan veya İsa’dan gerekçeler bulunmaya çalışılmıştır.
Sovyetler birliğinde neden bir Stalin çıktığını anlamak istiyorsanız, örneğin Lenin’in sözlerine değil, Rus devriminden sonra dört yıl savaş ve sonra da iç savaş yıllarında Rusya’da tahrip olan ekonomi nedeniyle neredeyse yamyamlığa döndüğüne bakmanız, nedenleri maddi koşullarda aramanız gerekir. Yoksa her zaman daima birileri başka görüşleri de savunur. Ama o koşullarda kimse onlara yüz vermez veya çok daha karmaşık nedenlerle o görüşleri savunanlar etkisiz kalırlar. Neden etkisiz kalırlar? Bunun nedeni yine toplumsal koşullardır. O fikirlerin yeterince yiğitçe veya doğru veya etkili bir şekilde savunulmaması veya yokluğu değildir sorun.
Muaviye’nin yaptıklarını anlamak için Kuran’a bakmak gerekmez. Muaviye sadece yaptıklarına Kuran’dan gerekçe bulmaya çalışır. İslam’ın Mekke’den çıkınca binlerce yıllık uygarlıklar bataklığına girdiğini, Şark’ın devleti ve devletçiliği tarafından ele geçirildiğini; sınıfların mücadelesinin alanına girdiğini görmek gerekir. Yoksa nasıl Stalin’in karşısında Troçki vardı, ise Muaviye karşısında da Ebuzer vardı. Ama birinciler üstün geldi.
Fikirlerinin gücünden değil, dayandıkları sosyal kesimlerin gücünden, konumundan ve çıkarından dolayı.
O halde, “liberal” ve “demokrat” görüşleri olan Batılı ülkeler, refahlarını korumak için, Irak, Libya ve Suriye’ye demokrasi getireceğim diye bomba atarsa; İsrail’in yaptıklarını desteklerse vs., vs., o durum birlerinin “madem bu dünya bana yar olmuyor sana da olmasın” demesine yol açar.
O zaman buna uygun formüller bir yerlerde bulunur. Bombaları atanlar genellikle Hıristiyan ise ve bomba atılanlar genellikle Müslüman ise, İslam bu direniş için iyi bir artikülâsyon (gerekçelendirme, rasyonelleştirme) zemini olabilir. İslam uygun değilse, onun başka yorumları bulunur veya yaratılır. İslam olmazsa, Mislam bulunur.
O halde bu çatışmanın özüne bakalım. Sorun İslam veya batı değerleri veya özgürlük veya demokrasi vs. değildir. Bunlar hep farklı tarihsel ve toplumsal konumları ve çıkarları savunmanın bayraklarıdır, araçlarıdır.
Demokrasi mi?
Her demokrasinin diktatörlük olduğu da bir sır değildir.
O halde sorun şudur. Bu toplumsal koşullara uygun düzen nedir?
Her toplumsal düzen özünde bir diktatörlüktür.
Sorun hangi diktatörlükten yana olduğunuzdur.
Örneğin en demokratik bilenen uluslar, ulusları reddedenler; ulusal olanla politik olanın çakışmasını reddedenler üzerinde bir diktatörlüktürler.
Sorun bizlerin hani diktatörlüğü savunacağımızdır.
Bizler uluslar üzerinde bir diktatörlük savunmalıyız. Yani ulusal olanın politik olanla çakışması ilkesinin geçerli olmadığı; şiddetin bu ilkeyi geçersiz kılmanın bir aracı olduğu bir dünyayı savunmalıyız.
Bizler, kimsenin “İslam”ı, “Hıristiyanlığı” ya da “Ulus”u yaşayamayacağı; bunların hiçbir politik anlamının olmadığı; tek kutsalın kutsal hiçbir şey olmadığı bir dünya cumhuriyetinin bugünkü uluslar ve ulusal devletler üzerindeki diktatörlüğünü savunmalıyız.
Yani bütün uluslara ve ulusal devletlere, her türlü fikir sınırlamalarına karşı bir diktatörlük ancak bugünün dünyasına bir barış ve insanlığın sorunlarına çözüm getirebilir.
Bugünün dünyasında ırkçılık ve faşizm bir tehlike değil gerçektir.
Ama bunu ulusçular göremez.
Çünkü ulusların olduğu bir dünyadan ötesini ne tasavvur ederler ne de isterler.
Hâlbuki bütün paranın ve malların serbestçe dolaştığı bir dünyada ulusal devletler ve sınırlar, fiilen bir apartheit rejim demektir.
Yani insanların büyük çoğunluğu ulus denen varlıklar ve devletler aracılığıyla her türlü haktan yoksun tutulmakta; bir "bantustan"a veya gettoya hapsedilmiş bulunmaktadır.
Bundan daha büyük bir ırkçılık olamaz.
Bir de yeryüzünde hiçbir hududun olmadığını, herkesin her yere gittiğini, ulusal devletlerin olmadığını; bir tek dünya cumhuriyeti olduğun düşünün.
Ancak böyle bir düşünce ve tasavvur ile bugünkü sistem akıl ve ahlak dışı olduğu; bugünkü sistemin aslında ırkçı ve faşist bir sistem olduğu görülebilir.
Ulusları kendilerine karşı mücadele edilecek toplumsal birimler değil; içinde mücadele edilecek ortamlar olarak gören anlayış bugünkü sistemin nasıl akıl dışı olduğunu görmeyi engeller.
Ama zaten yakından bakıldığında bir düzen, bir kurum, bir fikir, tarihsel olarak ömrünü doldurduğunda insanlara akıl ve ahlak dışı olarak görülmeye başlar.
Sadece Paris veya Ortadoğu veya başka bir sorun değil, bütün çağımızın olaylarına temelde böyle bir bakışınız yoksa zaten her şey baştan yanlış ve temelsiz demektir.
Demir Küçükaydın
10 Ocak 2015 Cumartesi




Hiç yorum yok: