5 Nisan 2014 Cumartesi

Atom Egoyan İle Bir söyleşi ve Ararat Filmi Üzerine Bir Yazı

Radikal’de başlığı “Hrant Dink Ararat’ı hiç beğenmemişti acaip tartışmıştık” olan  yazı  hemen ilgimi çekti. Çünkü yıllar önce Almanya’da Ararat’ı izlediğimde bir yazı yazmıştım.
Hrant Dink filmi beğenmemiş. Hrant’ın aksine filmin beğenilecek birçok yönü olduğunu düşünüyordum ama yine de beni rahatsız eden bazı yanlar vardı.
Ama bunları yazmamış ve yazamamıştım. Çünkü ben elimde olmadan egemen ve katleden ulustandım. Bu gibi eleştirileri yazmak bana düşmezdi. Birden bire egemen ulustan biri olarak imtiyazlarımı savunuyor ve onlara kılıf buluyor durumuna düşebilirdim.
Kaldı ki, filmin gösterimi bile yasaklanmıştı. Bize düşen ancak bu yasaklamaya karşı birşeyler yazmak olabilirdi.

Ararat’ın yönetmeni Atom Egoyan, İstanbul Film Festivali’ne “Şeytanın Düğümü” adlı filmiyle katılıyormuş. (Gidip görmeli).
Söyleşide Hrant ve Ararat ile ilgili olarak Egoyan’ın söyledikleri şöyle:
“Mesela ‘Ararat’ı hiç beğenmemişti, acayip tartışmıştık. Filmin iki tarafa da meseleye de hiç katkısı olmadığını düşünüyordu. Ama yine de bunca yıldan sonra baktığımda bile filmin ‘neler olup bittiğini konuşalım’ gibi her iki tarafa da alışılmadık bir önerisi olduğunu düşünüyorum. Bence bu kıymetli bir öneriydi. Ve nihayetinde diyalog da başladı ki bu da çok iyi bir şey. Ama insanlar ‘Ararat’taki soyut yaklaşımı sevmediler. Yine de kalıcı bir film olduğunu düşünüyorum.”
Doğrusu bu okuduklarım beni şaşırttı. Hrant’ın eleştirisinin dayandığı varsayım şaşırttığı gibi, Egoyan’ın da aynı noktadan filmi savunması şaşırttı.
Bence en baştaki sorunlu nokta şu: bir film veya sanat eseri ya da bilimsel bir çalışma herhangi bir politik duruma katkısı olup olmadığı noktasından eleştirilmemeli. Gerçeğin özünü yansıtıp yansıtmadığı; bunu yeterince güzel ve doğru imgelerle yapıp yapamadığı açısından eleştirilmeli. Çünkü “Gerçek devrimcidir”. Veya önermeyi tarsine çevirir v okursak: “Devrimciler gerçeği söylemeli ve savunmalıdır”.
Marks “bilime bilim dışı kaygılarla yaklaşan alçaktır” der. Aynısı sanat için de geçerlidir. Birisi kavramlarla, diğeri imgelerle iş görür ama ikisi de gerçeğin özünü aramakta her türlü diğer kaygıdan azade olmalıdırlar.
Gerçek ise sadece olgular değildir. Olguların inkarı ve çarpıtılması bahsi işin çok yüzeyidir; kabuğudur. Üzerinde anlaşılmış olguların nasıl açıklanacağı ve yorumlanacağı; neden ve sonuç ilişkilerindedir gerçeğin özü.
Bu özü halkların yakınlaşması veya uzaklaşmasına hizmet edip etmemesi açısından ele almak yanlıştır. Eser gerçeğin özünü veriyorsa, zaten yeterince devrimcidir.
*
Ama bir diğer yanlış daha var. Hizmet etmesi düşünülen şeyen kendisi, yani “Halkların Diyalogu” Hizmet etmesi gereken şeyin kendisi de yanlış aslında.
Yazılarımı okuyan Ermeni ve diğer Hıristiyan halkların katliamı ve sürülmesi hakkında Talat, İttihat Terakki vs. gibi açıklamalara fazla itibar etmediğimi; bunları kolaycı açıklamalar olarak gördüğümü; sorunu çok daha temelden ve derinden tartıştığımı hemen görebilir.
Sorunun özü uluslar ve ulusçuluktur. Ama uluslar ve ulusçuluk nedir ve neden vardır? Bu açıklanmadığı süre gerçeğin özüne yaklaşmak ve vermek mümkün olmayacaktır.
Bu konuda önerdiğimiz teorik açılımlar ise sanki yokmuşcasına görmezden gelinerek sorun tartışılıyor. Ulusun ve ulusçuluğun ne olduğunu açıklamadan Ermeni katliamı ve diğer benzeri trajediler açıklanamaz ve tekrarlanmaları engellenemez.
Ulusun ve ulusçuların ne olduğuna ilişkin açıklamalarımızdan çıkın ve çıkabilecek bir tek sonuç vardır: “Halkların Diyalogu”nun sadece yeni çatışma ve katliamların yolunu açtığı ve açacağıdır.
Halkların Diyalogu” değildir gereken (ki “halkların” “ulusların” demektir, ulus kavramının kirlenmişliği içinde suçu devlete atarak “halk” ulusun bu kirden arındırıldiği düşünülen biçimini ifade etmektedir); uluslara (yani önceki parantez içi açıklamayla “halklara”) karşı savaştır.
Türklerin ve Ermenilerin “diyalogu” değil; Türklerin ve Ermenilerin Türklüğe ve Ermeniliğe karşı savaşıdır çözüm.
“Diyalog”tan söz edenler aslında bununla geçek çözüme karşı gizli bir savaş yürütmektedirler.
Yani “Halkların Diyalogu” yaklaşımı; aslında “Türklerin ve Ermenilerin Türklüğe ve Ermeniliğe Karşı Savaşı” yaklaşımına karşı bir savaştır. Hem de bu yaklaşımla hiçbir “diyaloga” girmeden.
Çüzüm, Türklüğün ve Ermeniliğin hiçbir anlamının olmadığı; bunların sadece kişilerin özel sorunu (Tıpkı yeşil göz, 43 numara ayak veya sirkeyle yapılmış turşuyu daha çok sevmek gibi) hiçbir politik anlamı olmayan özel bir sorun olması için mücadeledir.
1915 yılı gelirken esas tartışılması gereken budur. Var olan tartışmalar “Halkların Diyalogu” yaklaşımının; yani ulusçu yaklaşımın sürdürülmesi ve yeni 1915’tekine benzer gelişmelerin yolunun yapılmasından başka bir anlama gelmemektedir.
Bu vesileyle Ararat üzerine yıllar önce filmi görür görmez yazdığımız yazıyı tekrar yayınlayalım.
05 Nisan 2014 Cumartesi
Demir Küçükaydın

Ararat


Geçen hafta Atom Egoyan’ın Ararat filmini görebildim. Bu film üzerine ve film vesilesiyle bir kaç şey söylemek gerekiyor.
Atom Egoyan’ın filmi sadece film içinde bir film değil, iç içe geçen bir çok hikayeden oluşuyor. Film, Ermeni katliamı üzerine bir film; Ermeni katliamı üzerine bir Ermeni olarak film yapmanın sorunları üzerine bir film; iki binli yıllarda Kanada’da yaşayan bir Ermeni olarak bu konuda film yapmanın sorunları üzerine bir film; modern batı metropollerinde yaşayan insanların ilişkileri ve ilişkisizliği üzerine bir film; kuşaklar çatışması üzerine bir film; ünlü ressam Arshile Gorky’nin hayatı üzerine bir film; Babasız büyüyen çocukların veya babalarının anısı altında ezilen çocukların sorunları üzerine bir film; mit yaratmak üzerine bir film; mitlerin gerçek hayatları üzerine de bir film; Dr. Ussher’in anıları üzerine bir belgesel; ama belgesellerin ne kadar belgesel olduğu; onların ne kadar gerçeği yansıttığı veya yansıtabileceği üzerine de bir film. Burada saymakla bitmeyecek ve her bir hikayenin, her bir konunun diğerine ayna görevi gördüğü; bir yabancılaşma etkisi yaratmak için de kullanıldığı, zaman ve mekan ve hikaye geçişlerinin büyük bir ustalıkla yapıldığı sanat değeri yüksek bir film Ararat.
Ben de kısaca Ararat film üzerine, yani bir Ermeni tarafından Ermeni katliamı üzerine yapılmış bir film üzerine bir Türk olarak yazı yazmanın sorunları üzerine bir yazı yazmak istiyorum.
Bu film üzerine, her türlü politik kaygıdan azade olarak, sırf estetik kaygılarla, sırf felsefi kaygılarla bir yazı yazmak isterdim. Filmin çok önemli gördüğüm bir zaafı üzerine bir yazı yazmak isterdim.
Ama böyle bir yazı yazamam.
Çünkü Türkiye’de devlet ve toplumun büyük çoğunluğu, bir Ermeni, Süryani katliamı olduğunu inkar ediyor.
Çünkü bu film Türkiye’de oynatılamıyor. (Osmanlı’da oyun çok. Baktılar doğrudan yasaklasalar olmayacak, önce serbest bıraktılar, sonra iyi saatte olsunlar faşist çeteler piyasaya sürülüp, “halkın tepkisi” nedeniyle sinemaların oynatmaması sağlandı. Halbuki demokratik bir ülkede, devletin görevi o “halkın tepkisi”ne karşı, bir tek kişinin bile o filmi seyretme hakkını savunmak olur.)
Ne zaman Türkiye’de Ermeni-Asuri katliamı inkar edilmez ve üzerine açıkça tartışılır; ne zaman bu film Türkiye’de serbestçe oynar ve her hangi bir engellemeye girişenlere karşı devlet güçleri insanların bu filmi seyretme özgürlüğünü garantiye alır, ancak o zaman Egoyan’ın filmi üzerine her türlü politik kaygıdan azade olarak bir yazı yazılabilir.
Yani bir Türk olarak, bu film üzerine bir yazı yazma özgürlüğüm bulunmamaktadır. İnkar edilen bir olay üzerine çevrilmiş yasaklanmış bir film üzerine yazı yazmak, elleri bağlı ve savunmasız bir insana vurmaktan farklı olmaz.
*
Bu vesileyle Türkiye’nin sosyalistlerine bir çağrı.
Politikadan ve demokratik görevlerden kaçmak için, işçilere bilinç götürmeyi; emekçi halkın sıkıntılarından bahsetmeyi; globalizme karşı dünyanın bilmem neresindeki gelişmelerin ateşiyle ısınmayı falan bırakın artık. Nasıl olsa işçiler ve halk sizi dinlemiyor. Ama başka bir şekilde işe yarayabilirsiniz. Örneğin politik sonuçları olan kültürel ve kalıcı etkiler bırakan çalışmalara yönelebilirsiniz.
Örneğin, Atom Egoyan’ın filmi faşistlerin gösterisiyle oynatılmıyor mu? Bu filmin gösterilmesi için, “Ararat'ı seyretme özgürlüğümü savunmayan devleti protesto ediyorum” diye filmin oynatılması için kampanya başlatabilirsiniz.
Emin olun böyle bir şey yapmanın, yüz işçi grevi örgütlemek; bin işçiyi sendikalı yapmak; on işçiyi sosyalist yapmak kadar sevabı vardır.
Bu filmin oynatılıp oynatılmaması üzerine, toplumda bir tartışma başlatmanız, filimin oynatılması sağlanamasa bile, başlı başına bir zafer olur.
Ya da örneğin, dedelerinizin, babalarınızın Ermeni - Süryani katliamında, nerelerde ne yaptığını ifşa eden, alttan bir hareket başlatabilirsiniz. Herkes tek tek ailesini araştırır, dedelerinin bu katliamlar sırasında ne yaptığını; ailesinde bu katliamlardan gelen bir gayrımenkul, bir servet, “ahretlik” türünden bir ev kölesi vs. olanlar bunları kamuoyu önünde anlatıp, bu katliamı lanetleyebilir.
Ermeni, Süryani ve Rum katliamları, sürgünleri ve mübadeleleri devlet ve ilk sermaye birikimini bu kanlı olaylarla sağlamış zengin sınıflar tarafından inkar dilmektedir ama, sıradan halk bu katliamı ve somut olayları bilmektedir. Bu halkın anlattıkları derlenerek, devletin ve egemen sınıfların ve gerici Türk milliyetçilerinin inkarlarına karşı, aşağıdan bir hareket başlatılabilir.
Hâsılı birçok şey yapılabilir. Sosyalistler, böyle çabaların başını çekerlerse, tekrar altmışlı yıllardaki gibi, demokratik mücadelenin önüne geçip, küçük güçlerine rağmen toplumun gündemini belirlemeyi başarabilirler.
Yani sadece sevabı yok, politik bir işlev ve anlam da kazandırır sosyalistlere.
Değmez mi böyle girişimlere.
04 Mayıs 2004 Salı



Hiç yorum yok: