Bir iki gün önce Sayın
Oya Baydar’ın “Cumhurbaşkanlığı Korkuluk
değildir Sayın Gül” başlıklı yazısını konu eden ve eleştiren bir yazı
yazmıştım.
Sayın Oya Baydar bir
cevap ve karşı eleştiri yazısı yazıp yolladı. Eklediği kısa notta:
“ İstersen kendine sakla istersen sitede yayımla. Yayımlayacak olursan
lütfen tam metin olsun, belli bölümlerini çıkartma.” diyordu.
Hem Sayın Baydar’ın
cevap hakkı; hem de okuyucunun Sayın Baydar’ın görüşlerini bilme hakkı
nedeniyle, aşağıda Sayın Oya Baydar’ın cevabını olduğu gibi yayınlıyorum.
Demir Küçükaydın, 07
Ocak 2014 Salı
Oya Baydar’ın Cevabı:
“Sevgili Demir,
Gezi yorumlarının tümünü okuyamadım, ama sitende son
yayımlanan yazındaki devrimci radikalizmle kof slogan devrimciliği/radikalizmi
konusunda yazdıklarına ve daha birçok noktaya içten katıldığımı yazacaktım ki
“Oya Baydar’a açık mektup”un geldi. Tabii ki Açık Mektup’taki ağır ifadelerin
ve hak ettiğimi düşünmediğim saldırın, Gezi yorumların hakkında düşündüklerimi
zerre kadar değiştirmedi. Bu vesile ile, birçok konuda sana katıldığımı
tekrarlamak isterim. Hocalık hakkına gelince, çok abartmayalım; boynuzun kulağı
geçtiği gibi bazen öğrenciler de hocalarını aşarlar. Marksizm ve sosyalizm
konusurda teorik olarak benden ilerde
olduğunu, konuyu tek uğraşın haline getirip derinleştirmeye çalıştığını
düşünüyorum; bu yönünle de bana Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı hatırlatıyorsun.
(Tutkulu ve çok uzun yazmak yönüyle de)
Mektubun beni 45 yıl öncesine götürdü. Sosyoloji bölümünün
gece derslerinden seni, bir de Mehmet İncili’yi çok iyi hatırlıyorum. Gece
derslerine devam eden öğrenciler emekçi-işçi kesimlerinden gelirlerdi
çoğunlukla ve gündüz öğrencilerinden çok daha ilgili, çok daha dikkatli
olurlardı. Ben ise kendimin de yeni yeni öğrendiğim (ve o zamanlar epeyce
yüzeysel olan) Marksizmle, sosyalizmle ilgili bilgileri senin ve Mehmet’in
gözlerinizin içine bakarak anlatırdım, çünkü orada karşılık bulurdum, ışıltı
bulurdum. Sonra nice yıllar, nice olaylar geçti, nice bedeller ödendi, belki en
fazla da sen... Bu yazdıklarım işi duygusallığa vurup birşeyleri yumuşatmak
için değil; konuya gelelim:
Haksızlık ettiğini; ne düşündüğümü, hatta daha önce ne yazıp
çizdiğimi kâle almadan, bir köşe yazısını bence hurufîce yorumlayarak hüküm
biçtiğini, ceza kestiğini düşünüyorum. T24’te üç yazı önceki “Ne Cemaat ne
Hükümet, çürümüş devlet” başlıklı yazımda, “Devlet aparatının parçalanmasını,
devletin sönümlenmesini hedef alan Marksist-sosyalist teoride egemen sınıfların
baskı aracı olarak tanımlanan devlet bugün de varlığını ve gücünü koruyor.”
Satırlarından sonra, devletin ancak bir hizmet ve toplumsal örgütlenme aparatı
olarak kabul edilebileceğini ifade eden bölümler var. Böyle de düşünüyorum,
çünkü despotik, bürokratik, baskıcı, militer devlet parçalandığında yine de
çeşitli fonksiyonları ve toplumsal ihtiyaçları gidermeye yönelik kurumları
düzenleyici bir aparata ihtiyaç olacak. Senin daha da iyi bildiğin gibi,
Marksizm hiçbir zaman bir toplumsal kaos teorisi değildi ve (burjuva) devletin
parçalanıp tümüyle sönümlenmesinin ancak komünizmin bir dünya sistemi, bir
yaşam tarzı, bir ahlak olarak yerleşmesiyle mümkün olabileceğinin ipuçlarını
verdi bize. Sovyet deneyi ve sonraki “reel sosyalizm” uygulamalarının bize
gösterdiği gerçek: burjuva devletinin (ya da arkaik başka bir devlet biçiminin)
yıkılmasının sosyolojik bir antite olarak devleti ortadan kaldırmaya
yetmeyeceği gibi, en az eskisi kadar despotik, bürokratik, militer bir devletin
eskisinin yerini aldığı; yani devlete hakim olanların değişmesinden başka sonuç
vermediğidir.
Çok uzun tartışmayı, bütün devlet teorilerini tarihsel
pratiklerin ışığında yeniden değerlendirmeyi, ezberlerden kurtulmayı, yeni
dünyanın yeni toplumsal örgütlenmelerinin nasıl olabileceğinin temrinlerini
yapmayı gerektiren bir konu bu. Kendimi yeterli görmüyorum, ama bu yönde
çalışmalar olduğunu biliyorum, biraz da izliyorum.
Özele geçmeden önce, açık mektubundaki, “Bırakın
birbirlerini iyice gözden düşürsünler....o mekanizmayı ele geçirmek isteyen
güçler arasındaki savaş bir demokratı üzmez, aksine sevindirir...” türünden
görüşlerinin “Bırakın birbirlerini yesinler” mantığıyla örtüşmesine şaşırdığımı
söyleyeyim. Çünkü hayat teoriden ibaret değil, bütün olup bitenler hepimizi,
bütün halkı/halkları ilgilendiriyor; çünkü güçler arasındaki savaşta atla katır
tepişirken olan aradaki eşeklere oluyor. 1917’de değiliz, devrimci durumun kimi
unsurlarının varlığı, özellikle de yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği apaçık
gerçekse de, yönetilenlerin çoğunluğunun yönetenlere ve bu devlete karşı
olduklarını bilmem iddia edebilir miyiz! Birbirlerini gözden düşürmeleri hiç
umurumda değil ama bu dalaşta kurumların iyice çeteleşmesi, demokrasi
kırıntılarının bile ortadan kalkması umurumda. Çünkü, hepimizin asıl çıkmazı,
iktidara aday bir gücün ne halihazırda ne de yakın gelecekte ufukta
görünmemesi. Devrimci durumun devrime varmasının olmazsa olmaz “iktidarı almaya
hazır ve aday” gücün varlığı koşulunun gölgesinin bile bulunmaması.
Bana yönelik eleştiriyi çok aşan, yer yer kişi yıpratmasına,
saldırıya varan satırlarına gelince:
“ Bırakalım bir sosyalisti, tutarlı bir demokrat olmanın
koşulu ulusu bir dille, dinle, kültürle, tarihle, v.b tanımlayan bugünkü
baskıcı, pahalı, bürokratik, militer, merkezî cihaz yıkılmadıkça veya
parçalanmadıkça demokrat olunamayacağını kabul etmektir” satırlarına atıfla, bu
kaddar şiddetli ve celalli üslup kullanmasam da her yazımda ve sözümde özde
bundan başka bir şey düşünüp savunmadığımı hatırlatmak, bilmiyorsan da
bildirmek isterim.
Sana birşeyler öğrettiğimi söylüyorsun, teşekkürler; ama
galiba insanları, fikirleri kendi kafanda biçtiğin yere göre, söylemedikleri,
düşünmedikleri şeyleri onlara atfen değerlendirmemek gerektiğini öğretememişim.
Sosyalistlik iddiasına gelince; sosyalistlik bir iddiadan
ibaret değil, bir sistem olmanın yanısıra öncelikle bir ahlâk ve insanî-vicdani
bir duruştur bana göre. Bu duruşumu da sen dahil kimsenin değerlendirmeye,
yargılamaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Fikirleri tartışmak başkadır kişiliği
tartışmak başka.
Kendimi amasız demokrat ve özgürlükçü sosyalist olarak
tanımlıyorum müsaadenle. Böyle olduğum için de “proletarya diktatörlüğü de
diktatörlüktür” diyorum ve “sıkı devrimci”lerden eleştiri/hakaret görüyorum.
Böyle olduğum için “Vesayetçi, darbeci, militarist devlete karşıyım,
darbeciliğe karşıyım” diyorum ve darbeci ulusalcı kesimlerden hakaretlere maruz
kalıyorum. “Var olan durumu çürümüş, çeteleşmiş devletin krizi” olarak
nitelediğimde de senden ağır ithamlar duyuyorum. Çünkü çoğumuz kendi
doğrularımızdan başka doğru tanımıyoruz ve demokratlığı da sosyalizmi de kendi
kişilik paradımızı görkemli kılmak için araçsallaştırıyoruz.
Bir de özür dilemeye çağırman var ki, kimden, ne için? Kürt
halkının ve Kürt siyasal hareketinin yanında yer aldığım için mi? Kemalist
oligarşik vesayetin, darbeci zihniyetin karşısında olduğum için mi? Sosyalizmin
ezberlerden kurtulması, kaynaklarındaki değişim, yenileşmeye, somut durumun
somut tahlili ilkelerine uygun gelişmesi üzerine kafa yorduğum için mi? Benden
farklı düşünene de kulak verdiğim, dogmatik olmadığım ve farklı düşündüğü için
kimseye hakarete kalkışmadığım için mi?
Böyle olduğum için çevreme verdiğim huzursuzluk nedeniyle
gerçekten özür dilerim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder