Hrant Dink’in
ölüm yıldönümü geliyor. Bu vesileyle Ermeni Katliamı’nın gündeme gelişi ve ele
alınışında nerelerden nerelere gelindiğine dair bir fikir edinilmesi için, bir
belge olarak 1980’lerin başında yazdığımız bir yazıyı ve 1990’lerin sonundaki
bir özeleştiriyi aşağıya aktarıyoruz.
1980’lerin
başındaki yazı, solda bu konuda yazılmış en eski yazılardan biridir. Ayrıca Cezaevinde,
12 Eylül döneminde ve Türk diplomatlarına ASALA’nın saldırılar düzenlediği “zor
zamanlarda” yazılmış bir yazıdır
Aşağı yukarı
30 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, kanımızca bugün bile
yayınlanabilir olma özelliğini ve aktüalitesini korumaktadır.
Okunduğunda
görüleceği gibi yazıda öylece geçer ayak söylenmiş görüşler şimdi birçoklarınca
yeni keşfedilmektedir.
Yazı ayrıca
günümüzün aktüel tartışmalarıyla da yakından ilgilidir.
Yazının ilk
kez internette yayınlanışı vesilesiyle koyulan notları ve orijinalini ve de
yazıyla ilgili bir özeleştiriyi bir arada sunuyoruz. İnternette ilk
yayınlanışlar bile bugün tarih oldu.
16 Ocak 2014 Perşembe – D. K.
1980’lerin Başında Yazılmış Bir Yazı ve Tartışmalar
Ermeni katliamı ve “sorunu” üzerine ilk yazıyı 1980’lerin
başında Niğde cezaevi’nde iken yazmıştım. Bu yazı gizlice cezaevinden dışarı
çıkarılmış ve daha sonra Almanya’da
Çıkan Der Weg –Yol adlı dergide de yayınlanmıştı.
Daha sonra Avrupa’da Sürgünlük yaşamına başladığımızda bu
dergileri görme olanağımız oldu. Yazının bir kısmı yayınlanabilmiş ve dergi
daha sonra yayınını durdurmuştu. İşte aşağıdaki metin bu dergide yayınlanabilmiş
ilk bölümü oluşturuyor. Devamı bizim de elimizde yok.
Yine de yazı bu eksik haliyle bile yakın zamana kadar
üzerine hemen hemen hiçbir yazının bulunmadığı Ermeni Katliamı konusunda artık
bu gün tarihsel bir belge özelliği taşıyor.
Bu dergide yayınlanan ilk bölümünü, İnternette özellikle
Ermeni ve Süryani katliamı konusunda yoğunlaşan Tarih ve Demokrasi
sitesinde yayınlamıştık.
Bu yayın ve onunla ilgili tartışmalar aşağıda bu
derlemenin ilk bölümünü oluşturuyor. (1998)
Ermeni Sorunu
Son yıllarda Türk burjuvazisinin birçok diplomatının Ermeni
örgütlerince öldürülmeleri, Türk burjuvazisinin iğrenç bir susuşla yıllardır
karanlığa boğup unutturmaya çalıştığı Ermeni sorununu yeniden gündeme getirdi.
Ermenilerin Türk diplomatlarını öldürmeleri ve diğer eylemleri burjuva
basınının hemen her günkü konularından oldu. Bu yazılar dikkatle okunursa,
burjuvazinin kendi diplomatlarının ölümüne timsah gözyaşları döktüğü görülür.
Çünkü bu malzeme sayesindedir ki, şovenizm körüklenmekte, Türk halkının korkunç
bir komplo karşısında bulunduğu propagandasıyla kendi komplosunu gizlemekte,
dikkati "dış düşmanlara" çekerek içteki sınıf mücadelesini
bastırmaktadır.
Liberal burjuva basınındaki solcu köşe yazarları da özünde
aynı koroya katılmaktadır. Tek fark şudur: Finans-Kapital propagandacıları
Ermeni eylemlerinin ardında Sovyetleri ve "uluslararası Komünizmi"
göstermekte ve Ermenilere karşı oluşturdukları düşmanlığı anti-komünizm
kanalına akıtmaya çalışmakta iken, reformistler çeşitli emperyalist ülkelere ağırlık
vermekte, kendilerinin daha tutarlı milliyetçiler olduklarını kanıtlamaya
çalışmaktadırlar. Reformistlerin dediği özetle şudur: Finans-Kapital egemenliği
Türkiye'yi zayıflatmıştır, zayıflığı fırsat bilen diğer ülkeler de Ermenileri
kışkırtarak Türkiye'yi bölmeye çalışmaktadırlar. Sonuç: Türkiye'yi
güçlendirelim! Bu nasıl olacak? Sınıf çelişkilerini yumuşatarak,
"haysiyetli dış politika" izleyerek... Hasılı hepsinin amacı birdir.
Türkiye'yi, yani Türkiye'deki burjuva düzeni güçlendirmek..., ama "rivayetleri
muhteliftir"
Bizim amacımız ise Türkiye'deki burjuva düzenini yıkmaktır.
Biz probleme uluslar değil, sınıflar açısından bakarız. Çünkü çağımızın hiç bir
problemi sınıflar ve sınıf mücadelesi alanı dışında anlaşılamaz. Bizzat
burjuvazinin tavrını açıklayan da sınıf mücadelesi öğretisidir.
Türkiye'deki Marksist yazında Ermeni sorunu üzerine -ilerde
ele alacağımız tek istisna dışında- hemen hemen hiç bir yazı yoktur. Sorun
bütünüyle burjuva basının tekelinde gibidir.
Peki bu sorun karşısında biz Devrimci Marksistlerin tutumu
ne olmalıdır? Bu yazıda bu soruna genel hatları ile açıklık getirmeye
çalışacağız.
***
Bugün Türkiye toprakları üzerinde bir Ermeni ulusu yoktur.
Ermeniler birkaç büyük şehirde azınlıklar halinde yaşamaktadırlar ve en büyük
bölümü de İstanbul'da toplanmıştır. Halbuki çok değil, daha 60-70 yıl öncesine
kadar Anadolu'da milyonlarca Ermeni yaşıyordu. Osmanlılar bugün "Doğu
İlleri" denen yere açıkça "Ermenistan-Kürdistan"
diyorlardı. Bugün, bu koskoca ulus hiç bir iz bırakmadan yitmiş gibidir.
Ne var ki, bu bir yanılsamadır. VAROLAN bugünkü toplumsal
yapı YOKOLAN Ermeni ulusu olmadan açıklanamaz. Bugünkü toplumsal yapının
varlığını belirleyen yok olan Ermeni ulusudur. Diğer bir deyişle, yok olmuş
Ermeni ulusu, bugünkü Türkiye'nin toplum ve kültür yapısında capcanlı
yaşamaktadır. Birkaç örnek verelim.
Köroğlu destanı bilinir. Yiğitlik, zalime baş kaldırma
denince akla Köroğlu gelir. Köroğlu destanı biraz dikkatlice incelenirse,
içinde "Bolu beyi" filan geçmesine rağmen, destanın Kafkaslar ile Ağrı
arasında, yani Osmanlı'nın Ermenistan dediği bölgede geçtiği görülür. Destanda
geçen toplum yapısı ve destanda geçen kültür, Türk-Müslüman toplum ve kültür
yapısından bambaşkadır. Köroğlu bir Ermeni destanıdır, Köroğlu da bir Ermeni
yiğidi, halk kahramanı. Demek yok sanılan Ermeni ulusunun kültürü, Köroğlu
olmuş bizi belirlemiştir. Bizim varlığımız Ermeni ulusunun yok oluşuyla
diyalektik bir birlik içindedir. Hiç bir ulus iz bırakmadan yok edilemez. Hele
kültür ve medeniyet seviyesi yüksek bir ulus hiç. Ermeniler ise kültür ve
medeniyet düzeyi bakımından Anadolu'da en ileri ulustular.
Bu düzey farkının en basit kanıtlarından biri şu sözden bile
çıkarılabilir: "Ermeni ustanın eli değmeyen caminin kubbesi ve minaresi
ayakta kalmaz (yıkılır)". Ermeniler Hıristiyan’dır, Anadolu'nun geri
kalanı Müslüman. Ama Anadolu'da kaç cami bulunabilir bir Ermeni ustanın elinden
çıkmamış. Pek az. Ermeniler Anadolu'nun zanaatkarları ve tüccarlarıydılar.
Bugün bile Kürdistan'da hemen bütün kasaba ve şehirlerdeki
ağa, eşraf, bey konakları, evleri, arazilerinin hep Ermenilerden kalma olduğu
görülür. Kürdistan'ın güçlü derebeyliğinin varlığını, Ermenilerin yokluğu
belirlemiştir. Kürdistan derebeyleri, Ermeni yok oluşunun sosyal yapıya
damgasını vurmuş canlı tanığıdır.
Batı'da Rum, Doğuda Ermenilerden kalan gizli hazinelerin ve
o hazineleri bulup zengin olanların hikayeleri, umutsuzluk içinde mucize arayan
Anadolu emekçisinin ilginç bir tipi olan "hazineci"lerin dilinden
düşmez.
Tarihin en korkunç katliamlarından birine uğrayarak fizik
olarak yok edilmiş, ama yarattığı maddi-manevi kültür öğeleriyle hala içimizde
capcanlı varolan bir ulustur Ermeniler. Ermeniler bilinmeden bugünkü
Türkiye-Kürdistan gerçekliği tam olarak anlaşılamaz. Anlaşılamayan şey ise
değiştirilemez. Burjuvazi bunun çok iyi bilincindedir. Kürtlük gibi Ermenilik
de legal basında, halka karşı tam bir karanlığa gömülür, susuşla geçilir, ama
gizli MİT arşivlerinde bütün anlamıyla yerini alırlar. Burjuvazi "deliye
taşı andırmamak" için susar ama içinden tek düşündüğü söylemediğidir.
Ermeni sorununda Türkiye'deki Marksist literatürde tek
dikkate değer inceleme -bildiğimiz kadarıyla- Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın "İhtiyat
Kuvvet: Milliyet (Şark)" adlı 1930'ların başında yazılmış kitabında
bulunmaktadır. Onun için Ermeni sorununu ele alırken bu kitaptaki Ermenilikle
ilgili bölümü temel olarak ele alacağız. Bu bölümde doğru olanı koruyup yanlış
olanı eleştirerek Ermeni sorununu çözümlemeye çalışacağız.
Osmanlı İmparatorluğunun tarihine baktığımız zaman
Ermenilerin özellikle zanaatkarlık ve ticaret merkezlerinde bezirganlık
alanında gelişkin, etkili olduğu görülür. Bu tarihsel arka plan, Asya
kıtasındaki Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan uluslar içinde (Türkler,
Kürtler, Araplar) modern burjuva gelişiminin dolayısıyla milliyetçi fikirlerin
Ermeniler arasında öncelikle gelişimine yol açmıştır. Liman şehirlerinde
gelişen Ermeni burjuvazisi Ermeni milliyetçiliğinin esas temelini
oluşturmuştur. Yine aynı şekilde Ermeni zanaatkarlar kapitalist münasebetlerin
gelişimiyle birlikte Osmanlı devleti proletaryasının ilk öncüleri arasında
önemli bir yer edinmişler ve Ermeni burjuvazisinin hemen ardından kendi
partilerini kurmuşlardır. Engels, Komünist Manifesto'ya yazdığı önsözlerin
birinde, Manifesto'nun Ermenice'ye çevrildiğini haber verir. Keza Osmanlı
topraklarına ilk sosyalist fikirler, Balkan uluslarının yanı sıra Ermeniler
aracılığıyla girmiştir. Osmanlı Mebusan Meclisinde sosyalist Ermeni
milletvekilleri vardır.
Ne var ki, cılız ve geç gelmiş, daha doğarken karşısında
proletaryayı bulmuş Ermeni burjuvazisi, Ermeni ve diğer emekçilerden ziyade
çarlık Rusya'sına dayanmayı yeğliyordu. Çarlık Rusya'sı ve İngiliz Emperyalizmi
arasında Asya pazarları için süregelen çatışmada kilit noktanın Ermenistan
olması, bu pazarlara egemen olma ile bir Ermeni devleti kurulup kurulmaması
sorunu iç içe geçiyordu. Elbet, bir ulusun bağımsızlığını kazanabilmek için
egemen devletin ve diğer emperyalistlerin çelişkilerinden yararlanması
olağandır ve gereklidir. Nitekim Balkanlardaki ulusların birçoğu bağımsızlıklarını
kazanırken bu çelişkilerden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Ne var ki,
Ermeniler için bu durum Balkanlardakinin tam zıddı bir sonuç yarattı.
Balkanlar Avrupa'ya daha yakın olduğu, tefeci-bezirgan
soysuzlaşmasına daha az uğradığı için orada modern kapitalist münasebetler pre
kapitalist (kapitalizm öncesi) münasebetlere üstün gelebilecek kadar
güçlenmişti. Buna karşılık Asya'da Ermeni burjuva gelişimi derebeylik denizinde
bir ada gibiydi.
Osmanlı devletindeki Müslüman-Hıristiyan çatışması, özünde
derebeylik-burjuva çelişkisinin bir ifadesiydi. Hıristiyanlık
kapitalizmi-burjuvaziyi, Müslümanlık derebeyliği, burjuva kurtuluşunu
engelleyen antik Osmanlı devletini temsil ediyordu. Hıristiyanlık balkanlarda
Müslümanlığı yenebilirken, Anadolu'da Müslümanlık Ermeni-Hıristiyanlığı ezdi.
Bu derebeyliğin kapitalist gelişmeye üstün gelmesi anlamına geliyordu. Yani
Anadolu'da modern gelişimin engellenmesi.
Bu nedenle Türk-Kürt Müslümanlığın Ermeni Hıristiyanlığı
katletmesi, bir ulus ve din çatışması görünümü almakla birlikte,
derebeylik-burjuva çatışmasının bir ifadesiydi. Tarihte derebeyliğin burjuva
gelişimi zorla, katliamla engellediği çok görülür. Sen Barthelmy katliamı ve
Ermeni katliamı özünde aynı çelişkiden kaynaklanmıştır. Sonuçları da pek farklı
olmamış, Fransa, burjuva devrimini İngiltere'den ancak yüz yıl sonra
yapabilmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun Batısı ve Doğusu arasındaki gelişim
zıtlıkları Avrupa'da da görülebilir. Protestanlığın Katolikliğe üstün
gelebildiği -tıpkı Balkanlarda Hıristiyanlığın Müslümanlığa üstün gelmesi gibi-
Kuzey Avrupa'nın daha barbar uluslarında kapitalizm daha erken ve hızlı gelişme
olanağı bulabilmiş; buna karşılık, Katolikliğin Protestanlığı cadı
kazanlarında, Sen Barthelmy katliamlarında yok ettiği Güney Avrupa ülkelerinde
doğru dürüst bir kapitalist gelişmenin yolu tıkanmıştır. Bugün bile güney
Avrupa Kuzey Avrupa'dan daha geridir. Güney Avrupa Protestanların şahsında
kendi modern gelişimini yakıyordu. Türk ve Kürtler de Ermenileri keserken,
Anadolu'nun bir dereceye kadar olsun modern gelişiminin yollarını tıkıyorlardı.
Şimdi burada kısaca değindiğimiz noktaları bir de
Kıvılcımlı'nın kitabından daha özlü anlatımıyla okuyalım:
"Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusya'sı ile İngiliz
emperyalizmi arasında Orta Asya pazarları üstüne başlayan rekabete kilit ve
anahtar noktası, bugünkü Şark Vilayetlerinde, bir Ermenistan hükümeti veya
muhtariyeti kurup kurmamak meselesi idi. Bu meseleye bir zamanlar "Şark
Meselesi" denildi. Osmanlı İmparatorluğu derebey ve saltanat şeklini
muhafaza ettiği müddetçe, Şark vilayetlerinde iki zümre vardı: 1- Kürtlük: Daha
ziyade derebey, klan ve aşiret sistemleri içinde, dağınık, siyaset dışı bir
kalabalık şeklinde idi. 2- Ermenilik: Genellikle burjuvalaşan ve İstanbul,
Trabzon gibi önemli ticaret merkezlerindeki kodaman sermaye ırktaşları ile sıkı
sıkıya bağlı, İngiliz metalarını İran yaylasından İç Asya'ya taşımakla görevli
bir küçük burjuva çoğunluğu üzerine kurulmuş bezirganlık manzumesi demekti.
Emperyalist tezatların dış kışkırtmaları yüzünden biraz daha şiddetle alevlenen
Kürt-Ermeni zıddiyeti, bu iki zümre insanın arasındaki din, dil ve ilh.
Farklardan ziyade, adeta bu iki rejim farkından doğma derebey-burjuva zıddiyeti
oldu. İki kutup, Osmanlı Avrupa'sı'nda geniş çapta rol oynayan: Müslüman-Hıristiyan
(derebey-burjuva) tezadı, daha ziyade tarihi ve mevzii şartlar yüzünden Şark
vilayetlerinde, Balkanlardakinin aksine, ikincilerin mağlubiyetiyle halloldu.
"Meşrutiyet burjuvazisi "Şark Meselesi”nin
tedhişi altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeniliğe çullandı. Zaten
Osmanlı saltanatı içinde kalmış milletler içinde, -Balkanlar bir tarafa
bırakılırsa- siyasi bilinç ve teşkilata kavuşmuş keskin metalipli (talepler
ileri süren- y.n.) yığın Ermenilerdir. Meşrutiyet Burjuvazisi, birçok sahalarda
olduğu gibi, Ermeni milliyetçiliğine karşı da derebeylikle el ele verdi. Elele
verdiği derebeylik, öteden beri iki ayrı rejim zıddiyeti ile Ermeniliğe karşı
tutulan Kürt derebeyliğiydi! İttihat ve Terakki devlet cihazı, illegal bir
kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milis teşkilatlar halinde silahlandırıldı,
Türklükle Kürtlük, Ermenileri dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde
katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan Türk meşrutiyet burjuvazisi kadar ve
belki ondan çok daha fazlasıyla istifade edenler Kürt derebeyleri oldu. Ve
Kürdistan'da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla
biraz daha şişman oldu." (S.19-20)
1915'teki "tehcir"de katledilen Ermeniler birkaç
milyonu bulmaktadır. Bunlardan canını kurtarabilenler Suriye'ye
yerleşmişlerdir. Katledilen Ermenilerin arazilerine, evlerine Kürt ve Türkler,
özellikle eşraf ağa takımı konmuştur. El konulan bu malları koruma kaygısı
Antep, Maraş, Adana'nın Fransızlardan kurtuluşu için silaha sarılmalarında az
rol oynamamıştır. Fransız işgalciler, Ermenilerden birlikler kurup buralara
sevk edince mahalli direnişler başlamıştır.
Katliamda özellikle Şafi Kürtler önemli rol oynamışlardır.
Buna karşılık ilkel-komuna geleneklerinin daha güçlü olduğu Alevi Kürtler
birçok Ermeni'yi katliamdan kurtarmış, saklamış, evlat veya eş edinmiştir.
"Dersim Tarihi" yazarı en az kırk bin Ermeni'nin Dersim'e
sığındığını yazar. Bunların kalıntıları menekşe yada yeşil renkli gözleriyle
özellikle Kürdistan'da sık sık görülebilir.
"Bugün Ermeni denince ne anlıyoruz" diye
soruyor Kıvılcımlı 1930'da ve cevap veriyor: "Verilen resmi rakamlara
inanmak lazım gelirse, Ermenistan'da 900 bin, Türkiye'de 75 bin, Suriye'de 150
bin, Yunanistan'da 35 bin kadar Ermeni vardır. Bugün Şark vilayetlerinin
"mesameleri" içinde gizlenip kalmış bir hayli Ermeni ırkından insan
var. Fakat bunlar, dinleri ile birlikte dillerini de günden güne kayıp ediyor
ve hakim Kürt psikolojisi ve tesiri altında Kürtleşiyorlar. Şark vilayetlerinde
şimdi 'mühtedi' (islamiyete kabul edilen- y.n.) sıfatı ile tanınan eski
Ermeniler adeta hayatlarını kurtaranların bir nevi gönüllü köleliğini unutmak
ve unutturmak için, Ermeniliklerini henüz unutmamış olmalarına rağmen eski
hatıralarına karşı bir ölüm sukutu ile mütehassıs olmak mecburiyetindedirler.
Birkaç nesil sonra her şeyi unutmaya mahkum olan bu 'mühtedi'ler, bugün Şark
vilayetlerinin en yoksul (...) marabaları halinde, bugün bile zaten aralarında
daha ziyade bir din farkı bulunan ve ırk ve kültürce aynı kökten geldikleri,
yüzyıllarca aynı tabii ve sosyal çevrenin beraberi oldukları Kürtlerle
kaynaşmış ve Ermeni'den ziyade Kürtleşmiş bir haldedir. Onun için bu
mühtedileri Şark vilayetinin Kürt camiasından ayırmak oldukça suni ve güç
olacaktır..." (s.21)
Buraya kadar öngörülenler bugün gerçekleşmiştir. Anadolu'da
hemen hiç Ermeni kalmamış gibidir. Ermeniler özellikle birkaç büyük şehirde
yoğunlaşmış olmakla birlikte sayıları hakkında hiç bir istatistik yok. Bu
şehirlerde bile küçük azınlıklar halinde bulunmaktadırlar. 1930'lara göre
muhtemelen nüfusa oranları da azalmış olabilir. Bugün Türkiye'de Kürtlerinki
gibi bir Ermeni ulusundan ve ulusal hareketinden söz edilemez. Ne var ki,
Ermeni'ler tüm diğer azınlıklar gibi ezildikleri, sürekli tedhiş altında
tutuldukları için bu duruma son verecek gerçek bir eşitliği kurmak, devrimin
objektif demokratik görevleri arasındadır. Ermeni azınlığı içindeki emekçiler
bu nedenle proletaryanın müttefiklerinden birini oluşturur. Ermeni burjuvaları
ise, kilise ve Türk burjuvazisi ile ortaklık içinde karını arttırmaktan,
düzenini korumaktan başka bir şey düşünmemektedir.
Kıvılcımlı'nın 1930'larda ulaştığı sonuç ta aynı yöndedir.
Orada "Türkiye'nin bugünkü hudutları içinde sırf bir ermeni fikir
hareketi, bir kitle hareketi olmaktan tamamı ile uzaktır. Başka tabir ile, geniş
halk tabakaları içinde derin hareketler uyandıracak bir Ermenilik meselesi
Türkiye içinde imkansızdır" sonucuna ulaşıyor.
Bugün Türkiye'de bir Ermeni Hareketi yoktur. Ama devrimci
hareketi yakından tanıyanlar bilirler ki, devrimci hareket içindeki Ermenilerin
oranı nüfus içindeki oranları ile kıyaslanmayacak ölçüde yüksektir. Genç ve
yoksul Ermeniler, tam bir enternasyonalist kavrayış içinde kendi
kurtuluşlarının sosyal kurtuluştan geçtiğini anlamışlardır, ve
Marksizm-Leninizm bayrağı altında dövüşmektedirler. Birçok devrimci hareketin
önderleri arasında Ermeniler vardır ve birçok devrim şehidi vermişlerdir.
Ermeni yoldaşlar şimdiye dek hemen hiç bundist eğilim –yani proletaryayı
milliyetlerine göre bölme eğilimi göstermemişlerdir. Bu tavırları tüm dünyadaki
Ermeni gençlere, proleterlere örnek olmaktadır.
(DEVAMI GELECEK SAYIDA)
(Yazının yayınlanan
kısmı burada bitiyor.)
*
(Yazının İnternette daha sonraki yayınlanışında yazının
devamına ilişkin yazılan not.)
Yazının devamına ilişkin not:
Ermeni Sorunu başlıklı bu yazı, Almanya'da Yol -
Der Weg dergisinin 1982 yılındaki Mayıs-Temmuz tarihli 22-24. Toplu sayısında
yayınlanmış. Bu dergi bundan sonra çıkamadı, dolayısıyla devamı da
yayınlanamadı. Yazının devamı benim elimde de yok. Yazıyı cezaevinde yazmış ve
gizlice dışarı çıkarıp Yol'u çıkaranlara iletmiştim. Yazı, dışarı
çıkarılabilmek için, Selpak kağıt mendile yazılmıştı. Yazının devamı ne oldu
bilmiyorum. Yazı benim adımla değil, Temel Ateş imzasıyla yayınlanmıştı. (Bu
dergide çıkan yazıların çoğu bana aitti ve çeşitli isimler kullanıyordum).
Fakat Temel Ateş, tesadüfen bir CHP milletvekilinin de adıymış, bu
milletvekilinin sorguya çekildiğini, kendisinin bir isim benzerliğinden başka
bir ilgisi olmadığını ben de tesadüfen bir gazetede okumuş ve hatta böylece
yazıların yayınlanmış olduğunu anlamıştım.
Yazının devamında ne vardı?. Yanılıyor olabilirim ama
hatırladığım kadarıyla şöyleydi:
Önce Hikmet Kıvılcımlı'nın bir eleştirisine giriyordum.
Yazının sonraki bölümünde yine Kıvılcımlı'dan alıntılar yapıyordum. Bu
alıntılarda, 1930'larda, Sovyet Ermenistan'ının Diasporadaki Ermenilere mutlu
bir gelecek vaat ettiği ve Dünyadaki Ermenilerin artık oraya göç ettikleri,
dolayısıyla Sosyalizmin Ermeni sorununu da dolaylı bir şekilde çözdüğünü
söylüyordu. Ben de bu noktada Kıvılcımlı'yı eleştiriyor, ne yazık ki bu öngörü
gerçekleşmemiştir, 1930'lardaki eğilim tersine dönmüştür, Sovyet Ermenistan'ı
Ermeni sorununu çözememiştir diyor, bunun, bu öngörü yanlışlığının
Kıvılcımlı'nın Sovyetlerdeki değişiklikleri, Stalinizmi anlamamasından
kaynaklandığını belirtiyordum. Tam da meselenin hallolmadığının bir kanıtı
olarak diaspora'daki Ermeni gençlerinin ASALA gibi örgütler kurduklarını
yazıyordum.
Ermeni sorununun çözülmemişliği ile bağlantılı ve Ermeni
yoksullarının ve gençlerinin memnuniyetsizliğinin bir ifadesi olmakla birlikte,
bu hareketlerin anlayış ve yöntemce yanlış olmalarının yanı sıra, bazı
istihbarat teşkilatlarının yönlendirmesine de uğramış olduklarının düşünülmesi
gerektiğini belirtiyordum. Bu bağlamda, Suriye ve Lübnan'ın Fransa ile eski
bağları, Avrupa'da Türkiye'nin Almanya'nın, Yunanistan'ın da Fransa'nın
etkinlik alanı içinde yer aldığını. Keza Yunanistan ve Fransa'nın da eskiden
beri Ermenilerle güçlü ve geleneksel ilişkileri olduğunu belirtiyor, bu bağlamda,
ASALA'nın Türk Diplomatlarına karşı eylemlerinin Türkiye'nin Kıbrıs'ı
işgalinden sonra hız kazandığına dikkati çekiyor ve buradan da ASALA'nın
eylemlerinin, Türkiye'yi baskı altına almak isteyen Yunan ve Fransız çıkar ve
gizli servislerinin manüplasyonu altında bulunduğunu belirtiyordum. Sonra da,
yoksul ve ezilen Ermeni gençlerinin yolu sosyalist ve sınıfsal bir mücadelede
aramaları gerektiğini söylüyordum.
Emin değilim ama aşağı yukarı böyle bir seyir izliyordu
yazı.
8. Ocak. 1998)
*
Bu yazıdaki bir yaklaşımımınn öz eleştirisini de daha sonra
yazdığım bir yazıda yapmıştım. Bu yazıyla doğrudan bağlantılı olduğu için o
yazıyı da aşağıya aktarıyorum.
Egemen Ulus Sosyalistlerinin Görevleri
(…)
Bu anlayış, Ezilen ulusların, cinslerin, ırkların
şerefsizlerini, sömürücülerini vs.lerini bu ezilme biçimlerinden dolayı
savunmak görevini anlamamaktır, ezen ulus, cins, ırktan bir insan ya da
sosyalist olarak.
Bu görev: son elli yılın toplumsal mücadeleler tarihinin
klasik anlayışlara getirdiği en önemli değişikliklerden biridir.
Bu vesileyle, kendimle ilgili bir özeleştiriye bir kez
daha dikkati çekmek isterim.
Bir sosyalist olarak kişisel evrimimde, ezilen ulus, sınıf,
ırkların sorunları karşısında, bu baskının özgül niteliğini kavramayan bir
yanım vardı. Ancak Avrupa'ya geldikten, Avrupalı sosyalistlerin geri ülke
sosyalistleri karşısında, Avrupa merkezli, hatta rafine ırkçı denebilecek
tavırlarını gördükten sonra. (Çünkü Avrupa'da bir Türk olarak, Türkiye'de bir
Kürt gibiydim.) Türkiye'de Kürtler karşısında bir Türk sosyalisti olarak nasıl
benzer tavırlar içinde olduğumu fark ettim. O zamandan beri bu konularda çok
hassasım ve davranış ve yazılarımla eski yaklaşımla kopuşmuş durumdayım.
Ancak, bu eski anlayışım, "Ermeni Sorunu Üzerine
Eski Bir Yazı" başlığıyla yayınladığım yazıda bir şekilde ifadesini
buluyordu. Çünkü o yazıyı daha önce yazmıştım. Bu yazıyı, bulabildiğim
kısımlarıyla yeniden yayınladığımda, (aslında yıllar sonra ben de ilk defa
okumuş oluyordum) beni rahatsız eden cümleler bulunduğunu gördüm. Ama bir
belge olduğu için olduğu gibi yayınladım.
Ve Bekledim, kimse bu noktayı fark edip eleştirecek mi diye?
Maalesef kimsenin dikkatini çekmedi ve eğer dikkat eden olduysa da kimse bunu
belirtmedi.
Beni rahatsız eden cümleler şunlardı:
"Ermeni azınlığı içindeki emekçiler bu nedenle
proletaryanın müttefiklerinden birini oluşturur. Ermeni burjuvaları ise, kilise
ve Türk burjuvazisi ile ortaklık içinde karını arttırmaktan, düzenini
korumaktan başka bir şey düşünmemektedir."
(...)
"Genç ve yoksul Ermeniler, tam bir enternasyonalist
kavrayış içinde kendi kurtuluşlarının sosyal kurtuluştan geçtiğini
anlamışlardır, ve Marksizm-Leninizm bayrağı altında dövüşmektedirler. Birçok
devrimci hareketin önderleri arasında Ermeniler vardır ve birçok devrim şehidi
vermişlerdir. Ermeni yoldaşlar şimdiye dek hemen hiç Bundist eğilim –yani
proletaryayı milliyetlerine göre bölme eğilimi göstermemişlerdir. Bu tavırları
tüm dünyadaki Ermeni gençlere, proleterlere örnek olmaktadır."
Açık ki, buraya aktardığım satırlarımda, Ermenilerin
uğradığı özgül ulusal baskı karşısında bir körlüğüm bulunmakta. Yani, Ermeni
burjuvaların, Ermeni olmalarından dolayı uğradıkları baskıyı görmeme, anlamama
söz konusu. Benim böyle bir bağlamda onların sömürücü yanına değil, Ermeni
olarak ezilmelerine ve sosyalist ve işçilerin onların bu özgül ezilme
biçimlerine karşı çıkmalarına vurgu yapmam gerekirdi.
Ermeni Devrimci arkadaşlarla ilgili de aynı şey söz konusu.
Onlara Egemen ulustan bir insan olarak enternasyonalistlik payesi verir
durumdayım. Benim vurgu yapmam gereken şey ise, onların, sosyalist hareket
içinde, uğradıkları özgül baskıyı açığa çıkartan, egemen ulus sosyalistlerini
bu yönde eğiten bir özerk yapılanmaları da olması gerektiği idi.
*
Bütün sosyal mücadeleler tarihi şunu gösteriyor: bir baskı
biçimine uğramak ve ona karşı direnmek otomatikman diğer baskılara da
hassasiyeti ve karşı olmayı getirmiyor. Genel kural, baskıya uğrayan ancak
ayaklandıktan sonra, baskıyı yapan ve o baskı biçimine kör olan sosyalistlerin,
bir özeleştiri ve eğitim sürecine girdiğidir.
Örneğin kadın hareketinde böyle oldu. İlk başta kadın
hareketi, sosyalist ve işçi hareketi tarafından bölücülükle suçlandı. Ancak bu
hareket bütün ağırlığıyla ortaya çıktıktan sonra bugün kadınların özerk
örgütlenmeleri ve uğradıkları spesifik baskılara karşı tedbirler sol ve işçi
hareketi içinde olağan hale gelebildi.
Egemen ulus, cins ya da ırk sosyalistlerini ve işçilerini,
ezilen ulus, cins, ırk hareketleri eğitir.
Bu anlamda, keşke, Ermeni Yoldaşlar "daha az
enternasyonalist" olsalardı da, biz Türk sosyalistlerini, bu sorunlar
karşısındaki körlüğümüzden dolayı daha sert eleştirselerdi, o zaman daha iyi
enternasyonalistler olarak eğitilmiş olurduk.
Demir Küçükaydın
15 Nisan 1998 Çarşamba
14:59
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder