31 Ocak 2014 Cuma

Diasporalar, Lobiler, Öcalan’ın Sınırları ve Açmazları

Öcalan’ın talihi ve aynı zamanda talihsizliği şudur: bu güne kadar onu eleştirenler, ister PKK’dan ayrılmış olsunlar; ister son lobi tartışmasında olduğu gibi kimi Kürt, Ermeni veya Türk vs. başka aydınlar olsunlar; hiçbiri onu daha ileri ve tutarlı demokrat bir noktadan eleştirmemektedirler. Öcalan’ın teorisi, kavramları ve programı demokratik bir ulusçuluğa da dönüşebilir; bugünkü gerici ulusçuluğa taze kan da olabilir. Sonucu demokratik bir hareketin gücü belirleyecektir. Ama demokratik bir ulusçuluğun neredeyse bulunmadığı; bu yönde en küçük bir baskıyı ve eleştiriyi hissetmediği bir noktada Öcalan’ın bulunduğu yer hepsinden ileridir.
Radikal demokratik bir ulusçuluğun ve eleştirinin olmaması aslında Kürt hareketi ve Öcalan’a karşı korkunç bir kötülüktür; onun kendisini geliştirmesini engellemektedir.
Örneğin PKK’dan ayrılan muhalifler veya Beşikçi gibi aydınlar, Öcalan’ı daha demokratça değil, daha gerici milliyetçi bir noktadan eleştirmektedirler. Öcalan’ı bir Kürt devleti kurma amacı gütmediği veya bu amaca uygun davranmadığı noktasından eleştirirler.

Ama bunu bile apaçık, yiğitçe, doğrudan programa ve stratejiye yönelik olarak yapmazlar. Öcalan’ın kimi taktik manevralarını alıp, bu taktiklerden hareketle, o amacı mahkûm ve tecrit etmeye çalışırlar.
Aydınlara gelince, ister Türk, ister Kürt, ister Ermeni vs. olsunlar, hepsi Öcalan’la aynı ulus tanımlarında birleşip, onu taktiklerinden hareketle programatik olarak mahkûm etme ve mesafe koyma eğilimi gösterirler.
Taktikler ancak tabi oldukları ve hizmet ettiği düşünülen program ve stratejiye hizmet edip etmedikleri açısından eleştirilebilirler. Bu eleştirmenlerin program ve stratejilerine baktığımızda ise, Öcalan’dan çok daha geri bir konumda bulundukları görülmektedir.
Öcalan’a yönelik bütün eleştiriler, onu amaçları bakımından değil; dayandığı teori ve tarih görüşü açısından değil; taktiklerinden dolayı mahkûm edip programına karşı konumlanmaktadırlar. Çünkü kendi anlayış ve programları Öcalan’ınkinden daha geridir.
Bunu milliyetçilik örneğinde görelim.
Milliyetçilik ulusal olanla politik olanın çakışmasını savunmaktır. Yani hiçbir ulus diğerini ezmesin, her ulusun bir devleti olsun dediğinizde, ulusçu (Milliyetçi) olmaktan çıkmazsınız; tam da milliyetçiliğin ilkesini savunmuş olursunuz. Her ulusa bir devlet demiş olursunuz. Milliyetçiliğin özü de budur: politik olanın (yani Devletin) ulusal olana göre tanımlanmasıdır.
(Bu milliyetçiliğin kendisi bile bu günkü dünyada gericiliktir. Çünkü dünya artık bir tek dünyadır ve ulusal devletlerin egemen olduğu bir dünyada ne bir dünya savaşını ne de bir çevre felaketini önleme olasılığı bulunmamaktadır.
Bugünün dünyasında bir sosyalistin veya hümanistin savunması gereken şey milliyetçiliğin ilkesine karşı savaşmaktır: yani ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini reddetmektir. Uluslara (dikkat edin sadece ulusçuluğa değil, uluslara) ve ulusal sınırlara karşı savaş çağrısı yapmaktır. Ancak şimdilik, ulusçuluğun her biçiminin aslında bugünkü dünyada bir gericilik ve ırkçılıkla sonuçlandığı gerçeğini bir kenara bırakalım.)
Yukarıda “ulusal olan” dedik. Peki, “ulusal olan” ne?
Ulusal olanın nasıl tanımlandığı ulusçuluğun nasıl bir türü karşısında olduğumuzu belirler.
Biz ulusu bir dil, din, etni, tarih, kültür ile tanımlamaya gerici ulusçuluk; böyle tanımlamaya karşı tanımlamaya demokratik ulusçuluk diyoruz.
Yani tarihte Türk, Kürt, Ermeni uluslarından söz ettiğinizde ya da onları bugünkü Türk, Kürt, Ermeni uluslarının tohumu olarak anlattığınızda siz aslında tipik bir gerici ulusçusunuzdur.
Ulusların tarihi olmadığını söylediğinizde; ulusların tarihleri olduğunu söylemenin gerici ulusçuluk olduğunu söylediğinizde bir demokratik ulusçu olunur. Henüz ulusçu olunmaktan çıkılmaz ama.
Örneğin “Avrupa birliği ulus devletin aşılmasıdır” gibi şeyler söylediğinizde, aslında (söylenen olgu olarak da yanlıştır, çünkü Avrupa ulusu da tarihle tanımlanmaktadır ama bunu bir an için bir kenara bırakalım) siz ulusların dille, dinle, tarihle belirlenen politik birimler olduğuna dair gerici ulus tanımınızı ve varsayımınızı dışa vurmuş olursunuz. Yani uluslara ilişkin söyleminiz çok anti ulusçu falan gibi görünmesine rağmen gerici ulusçuluğu savunur ve yeniden üretir. Çünkü “ulus devlet” ifadeniz, aslında ulusların dile, dine, tarihe göre tanımlanmış şeyler olduğu gizli varsayımına dayanır. Aksi takdirde bugünkü dünyada, Avrupa Birliği dâhil bütün devletler ulus devlet olduğundan böyle bir ifadeyi yanlış bulur ve kullanmazdınız.
Gerici milliyetçiler, milliyetçiliği, başka milletlerin haklarını tanımamak; onları baskı altına almak olarak tanımlarlar.
Ama bu tam da gerici milliyetçiliğin milliyetçilik tanımıdır.
Demokratik bir milliyetçi ise, milletleri dile, dine, tarihe, kültüre göre var olan şeyler olarak tanımlamayı reddeder. Yani demokratik bir milliyetçi gerici milliyetçilerin anladığı anlamda milletlerin haklarını tanımaz; bu hakkı reddeder.
Gerici bir milliyetçi Marks gibi, “Ezen bir ulus özgür olamaz” der. Ama burada gizli varsayım şudur. Ulusların dile, dine, tarihe dayanan birimler olduğu, yani gerici milliyetçiliğin milliyetçilik anlayışı. (Yani Marks da gerici bir milliyetçidir bu sözü söylerken.) Demokratik bir milliyetçi ise, bir dile, dine, tarihe dayanan ulusları ezen bir ulus özgür olabilir der. Marks kendi sözüne rağmen böyle davranır: Kuzey Güney savaşında Kuzey’i desteklemesi, bir ırka dayanan ulusun (Güney) ezilmesini savunmuştur.
Çok mu soyut geldi. Şöyle somutlayalım.
Yani diyelim ki, siz tüm Türk, Kürt ve Ermeni liberallerinin rüyasını gördüğü biçimde; Türk bir Willy Brandt gibi, Ermenistan’a gidip bir jest yapmasının hayalini görüyorsanız; Ermeni, Rum, Kürt ve Türk devletlerinin iyi ilişkiler içinde kardeşçe yaşamasını, hatta bu devletlerarasında bir konfederasyon veya federasyon hayal ediyorsanız; siz bırakalım demokrat olmayı bir yana; bırakalım genel olarak milliyetçi olmamayı bir yana; henüz hala gerici bir milliyetçisinizdir.
Niçin?
Çünkü hala ulusların, dile, dine, tarihe, kültüre vs. dayanan şeyler olduğunu düşünüyorsunuz ve bu varsayımdan hareket edip bu anlayışı sürekli yeniden üretiyorsunuzdur. Yani ulusun Türklük, Ermenilik, Rumluk veya Kürtlük ile tanımlanmasını sorun etmeyip; tıpkı padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten başka bir şey hayal edemeyen çoban gibi, Türklük, Kürtlük, Ermenilik’e göre tanımlanmış ulusların ilişkilerinin ötesini, ulusların başka bir varoluşunu hayal bile edemiyorsunuz demektir.
Bu hayale göre, Türk Tarih kitaplarında, tıpkı şimdi Almanya’da Yahudiler için söz konusu olduğu gibi, bu katliamı lanetleyen bölümler (Almanya’da Naziler, Türkiye’de de İttihat Terakki mahkûm edilebilir mesela) olsa ne güzel olacaktır?
Bu, yıkmak istediğinden daha demokratik ve ileri bir hayal değildir.
Somut örnek Almanya’dır. Almanya’da okullarda böyle bir tarih okutuluyor ama Alman ulusu ve ulusçuluğu hiç de dünyanın en gerici ulusçuluğu; kana dayanan ulusçuluğu olmaktan çıkmıyor.
Uluslararası ilişkiler ve politik konjonktür öyle olabilir ki, pek ala Türk okullarında böyle bir tarih okutulabilir ve Türk Willy Brandt’ları gidip 1915 kurbanlarının mezarlarında diz çökebilirler. Ama o devlet en gerici ulusçuluğa dayanan bir Türk Devleti olmaktan çıkmaz.
Bunu savunmak, tamamen gerici Türk milliyetçiliğidir. Bunu savunmak son duruşmada, Türklükle tanımlanmış bu ulusun, böyle davrandığı takdirde çıkarlarına daha uygun davranılmış olacağını savunmaktır.
Ermenilerden Türk devletinin özür dilemesini istemek veya buna karşı durmak, iki gerici milliyetçiliğin arasındaki bir strateji tartışmasıdır. Hangi davranışın bu Türklükle tanımlanmış ulusun çıkarlarına daha fazla hizmet edeceği tartışmasıdır. Yani ulusun (Türklüğün) ırkla ve kanla tanımlanması ile bile çelişmez bu. (Almanya somut örnektir.)
Yani Emin Oktay tarihi aynen korunup, sadece İttihat ve Terakki, pozitivizm falan mahkûm edilerek pek ala, 1915’i mahkûm eden bir tarih yazılabilir. Böyle bir ulus bugünkünden daha demokratik olmaz.
Türk, Kürt, Ermeni vs. aydınların hiç birisinin ufku bundan ötesine gidememektedir.
Son yılların bütün ideolojik ve kavramsal araçlarına bakın. Hepsi böyle bir Türk tarihçiliğinin yazılışının alt yapısını oluşturmaktadır.
Bunlar henüz kültürel bir Türk milliyetçiliğini, ki o da gerici bir milliyetçiliktir, bile hayal etmekten uzaktırlar ve henüz bunun kavramsal temelini oluşturtacak tartışmalara bile girmemektedirler.
Nasıl bir şey olur Kültürel Türk milliyetçiliği. Bugünkü Türk milliyetçiliği Irksal ve Biyolojiktir. Biyolojik milliyetçilik (veya ırkçılık) 19. Yüzyıl tipi sömürgeciliğe; Kültürel milliyetçilik (veya ırkçılık) 20. Yüzyıl usulü yeni sömürgeciliğe denk düşer. (Çok kültürlü milliyetçilik (veya ırkçılık)  globalizm döneminin sömürgeciliğine denk düşer.)
Örneğin şöyle bir Tarih yazıp ve anlatabilir kültürel Türk milliyetçiliği.
Orta Asya’dan gelen atalar hikâyesi, 19. Yüzyıl usulü bir milliyetçiliğin uydurmasıdır. Hiçbir gerçeğe ve olguya dayanmamaktadır. Gelenler bugünkü genetik kalıntıların ve hemen görülebilecek kültürel yakınlıkların da gösterdiği gibi, nüfusun yüzde beşten fazlası olmayan küçük bir fatih azınlıktı. Bizans çöküyordu, ağır vergiler altındaki geniş köylü kitleleri bir kurtarıcı arayışındaydı. Pers uygarlığı İslam ve Oğuz aşılarıyla bir canlanma yaşıyordu. Bu memnuniyetsizliğe dayanarak; Bizans’ın ezdiği bu köylüler (Paulikanlar ve Bogomiller) ve Kavimler (Ermeniler vs.) ile ittifak yaparak Pers uygarlığı Anadolu’yu feth etti. Bu fatihler daha sonra, bizzat Bizans tarafından feth edilerek, Bizans’ın Osmanlı biçiminde devam etmesini ve gençlik aşısı almasını sağladı. Yüzlerce yıl içinde, yerli halkın önemlice bir bölümü hem devleti ele geçirenler Türkçeden başka dilden anlamayan fatihler olduğundan ve bu nedenle devlet dili Türkçe olduğundan; hem de fatihlerin dini nispeten daha adilce bir düzen sunduğundan ve Müslüman olmak avantajlı olduğundan Müslümanlaştılar. Türk ve Kürt milliyetçileri bu Müslümanlardan Kürtler ve Türker’i oluşturdu. Daha önce de Ortodoks Rumlar ve Ortodoks Ermenilerden Yunan ve Ermeni ulusları oluşturulmuştu. Aslında, Türkler, Ermeniler, Rumlar hepsi aynı kültür ve tarihten gelirler. Dilleri ve Dinleri ayrı olmakla birlikte geri kalan her şeyleri aynı olar Ermeniler ve Rumlar ve Türkler kardeştirler.
Aşağı yukarı böyle bir tarih anlatan bir Kültürel ve hatta kana dayanan bir Türk milliyetçiliği ve Türk devleti de mümkündür.
Böyle bir Kültürel milliyetçilik, gerici bir milliyetçilik olmaktan çıkmaz ama daha esnek ve bugünkü dünyanın ihtiyaçlarına daha uygun bir Türk milliyetçiliği olur.
Düşünün ki, bugünkü Türkiye’de bazı tohum halindeki belirtiler hariç böyle bir milliyetçilik bile yoktur henüz, bırakalım demokratik bir milliyetçiliği. Böyle gerici bir milliyetçiliği savunanlar bile, neredeyse milliyetçiliği aşmış hümanistler olarak görülürler.
Ama bu da milliyetçiliktir, hem de ulusları tarihle, kültürle tanımladığı için gerici bir milliyetçiliktir.
Peki, gerici olmayan bir milliyetçilik var mıdır? Demokratik bir milliyetçilik ne olabilir eğer varsa?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, milliyetçiliğin kendisi tarihsel olarak gericiliktir ama en azından ulusu bir dille, tarihle, kültürle tanımlamayan bir milliyetçilik de mümkündür ve buna diğerleriyle olan farkı belirtmek için, “demokratik milliyetçilik” denebilir. Biz tam da bu anlamda bu kavramı kullanıyoruz.
Böyle bir milliyetçilik, ulusu dille, dinle, tarihle vs. tanımlamaya karşı tanımlar.
Bunun nasıl bir milliyetçilik olduğunu şöyle somutlayalım.
Böyle demokratik ulusun okullarında şöyle bir tarih kitabı okutulur. Ulusların tarihi yoktur. Bu gerici ulusçuların bir uydurmasıdır. Tarihte, Kürtler, Ermeniler, Türkler yoktur. Çünkü Tarihte, politik ve politik olmayan ayrımı yoktur. Uluslar ise politik cemaatlerdir. Tarihteki, genellikle belli bir din ve mezheple de çakışan, halklar, kavimler veya kastlar (ki bunlar genellikle çakışır) diyebileceğimiz farklı dinlerden topluluklar vardır. Ancak bunların politik birimler olan uluslarla hiçbir ilişkisi yoktur. Amerika dünyanın en eski ulusudur ve tarihi yoktur. İngilizce konuşan ve İngiltere’dekilerle aynı dinden olan göçmenlerce kurulmuştur. Bizzat bu bile tarih, dil, soy, kültür, din birliği gibi kriterlerin gerici ulusçuluğun ulus tanımının kriterleri olduğunu; bunların analitik değil normatif tanımlar olduğunu gösterir. Bu nedenle bizim demokratik cumhuriyetimizin dili, tarihi yoktur. Bizim cumhuriyetimizde, ulusların tarihi olmadığına dair bir tarih okutulur. Bizim cumhuriyetimizin resmi dili yoktur, herkesin ana dilinde eğitim hakkı vardır. Bizim cumhuriyetimiz dil, din, etni, soy, kültür, körüdür. Bu milliyetçiliğin aşılması değildir. Aksine en gerçek ve demokratik milliyetçiler biziz. Çünkü bizim cumhuriyetimiz hala politik olanın ulusal olanla çakışması ilkesini reddetmemektedir. Ulusal olanı gerici milliyetçilerden farklı olarak, bir tarihle, dille, dinle tanımlamamakta, ama böyle tanımlamaya karşı tanımlamaktadır. Eşit yurttaşların ulusudur bizim ulusumuz.
İşte bu da bir demokratik ulus olur. Böyle bir cumhuriyet demokratik bir cumhuriyet olur.
Şimdi böyle bir cumhuriyet için, Ermenilerden özür dileme söz konusu olmaz. Çünkü kimse kendisine karşı mücadele ettiği şeyin suçlarından dolayı suçlanamaz. Çünkü o, ulusların, Türklük, Ermenilik, Kürtlük vs. olarak tanımlanmış olmasının kendisini mahkûm etmektedir. Böyle bir cumhuriyette örneğin Ermeni katliamını anlatan anıtlar olur ama bunlar gerici milliyetçiliğin mahkûm edilip lanetlendiği anıtlar olur.
Hemen görüleceği gibi bu ne Türk, ne Kürt ne de Ermeni milliyetçilerinin hoşlanacağı bir milliyetçilik ve anlayış değildir. Bu anlayış karşısında bunların hepsi aynı gerici milliyetçilik anlayışına dayandıkları için ittifak yaparlar.
İşte bir sosyalist olarak biz böyle bir ulusçuluğu bile bugünkü dünyada bir gericilik hatta ırkçılık olarak görüyoruz ama en azından asgari olarak, bugünkü Ortadoğu’da acıları ılımlandırıcı bir işlevi olacağı için, diğer gerici milliyetçilikler karşısında bunu savunuyoruz. Ve hemen görüleceği gibi, bu görüşleri yıllardır yazmamıza rağmen gerici milliyetçilerin hepsi bunları görmezden gelme ve yok saymada ittifak içinde bulunuyorlar.
Yani bir yanda bizim savunduğumuz program var; diğer yanda bugün piyasayı kaplamış, Türk, Kürt, Ermeni, Rumların; liberal ve sosyalistlerin gerici milliyetçiliğe dayanan programları var.
Birinden olmayan diğerinden yanadır. Bizim bulunduğumuz yerden bütün var olan tartışmalar, gericiliğe hizmet eden kayıkçı dövüşleridir.
*
İşte böyle bir demokratik ulusçuluğu dayanan ve örneğin Türk, Kürt, Ermeni, Rum uluslarına karşı savaş verip; demokratik bir ulusu kurmayı hedefleyen bir siyasi hareket bakımından, bugünkü bütün lobi tartışmaları aslında gerici milliyetçilerin tartışmaları olarak ortaya çıkarlar.
Onların kavramları ve terminolojileri bile bu gerici milliyetçiliği yeniden üretirler.
Örneğin, bugün kullanılan “Ermeni Diasporası” gibi bir kavrama bakalım.
Ulus Türklükle ve Ermenilikle tanımlanınca bu iki tarafın da ortak kavramı olur.
Ama gerici milliyetçiliği mahkûm eden bir demokratik ulusçuluk açısından; “Ermeni Diasporası” kavramı yanlış olur. Çünkü kendisi Ermenilik veya Türklükle tanımlanmış değildir; böyle bir tanımlamaya karşı tanımlanmıştır. Yani onarı kendi diasporası olarak görür. Yani (belki daha iyi bir kavram bulunabilir ama dil, din, kültür, tarih körlüğünü vurgulamak için) örneğin “Anadolu Diasporası” olarak görür onları.
Bu kurbanlara demokratik bir ulus olarak sahip çıkar; kendi demokratik ulusunun bir uzantısı olarak görür ve bunun için mücadeleye çağırır.
 O zaman oradakiler bir Ermeni, Türk, Rum, Kürt lobileri olmazlar. Yani o zaman demokrasinin lobisi olurlar. Elbet nasıl Türkiye, Kürdistan, Ermenistan’da ulusu Türklük ve Ermenilik, Kürtlük vs ile tanımlayanlar ve tanımlamak isteyen gerici milliyetçiler olduğu gibi, orada da olacaktır. Yani Türk, Kürt ve Ermeni milliyetçilerinin de lobileri olur. Ama onlar karşısında demokrasinin de “lobileri” olur.
Bir lobi ve diaspora kendini Türklük ve Ermenilik ile tanımlamada sorun görmüyorsa bunlar her zaman kendini öyle tanımlayan devletlerle ruh ve çıkar birliği içinde olacaklarından var olan o gerici devletlerin arasındaki mücadelenin araçları olurlar.
Ama demokratik, var olan devletlere karşı tanımlanmış bir ulusçuluğu, yani demokratik bir ulusçuluğu savunanların böyle çatışmaların uzantısı olması ihtimali yoktur. Aksine, böyle demokratik bir ulusçuluğu savunan “lobilere” karşı Türk, Kürt, Ermeni, Rum lobileri fiili bir çıkar ortaklığı içinde olurlar.
Yani Amerika’daki Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vs., birer demokrata dönüşüp, Türklük, Kürtlük, Rumluk, Ermenilik, Yahudilik ile tanımlanmış ulusları ve “kendi” devletlerini, kendisine karşı mücadele edecekleri devletler olarak görmedikleri ve önce “kendi” devletlerine karşı mücadeleyi en başa almadıkları sürece; var olan devletlerarasındaki çatışmalarda “kendi” uluslarının ve devletlerinin basit bir aracı olmaktan öteye gidemezler.
Böyle bir durumda bir “Türk”e Ermeni Lobisi’nden değil, Türk Lobisi’nden söz etmek ve ona karşı mücadele etmek düşer. Bir “Kürde” Kürt lobisinden… ilh..
*
İşte son lobi tartışmasında Öcalan’ın ve Kürt hareketinin sınırları bu bakış açısından daha iyi görülür. Aynı şekilde Öcalan’ı eleştirenlerin de ve onların aslında Öcalan’dan da geri bir konumda bulunduğu da daha iyi görülür.
Öcalan bir yandan ulusçuluğu mahkûm ediyor, aşmaya çalışıyor. Ama tüm kavram sistemi gerici bir ulusçuluğun ufku içinde kalıyor. Kürt milliyetçisi değilim diyor ama Kürtlere içi demokratik ve sosyal öğelerle doldurulmuş da olsa bir Kürt Tarihi yazıyor. Ulusçuluk son birkaç yüzyılda insanları mahvettiriyor. Alp Aslan ve Yavuz’u Türk yapıyor Türk gerici milliyetçiliğinin yazdığı tarihi aynen alıp yeniden üretiyor. Ulusların tarihi olmadığı noktasına varamıyor.
Bunun onu ve Kürt özgürlük hareketini nasıl açmazlara sürüklediği Newroz konuşmasında ortaya çıkmıştı. Şimdi lobi tartışmalarıyla olan yeni ve değişik bir versiyonudur.
Kürt tarihi yazarsanız, Türklerin de bir tarihi oluğunu kabul edersiniz ya da tersi.
O zaman Türklerin Anadolu’ya girerken Kürtlerle ittifak ettiğinden veya İslam kardeşliğinden söz edip, örneğin Rum ve Ermenileri kırarsınız; onlara yaranamazsınız.
Hâlbuki demokratik bir ulusçunun, böyle bir tarihe ihtiyacı yoktur. Çünkü ulusların tarihi yoktur. Konuşmasında örneğin öyle tarih anlatımlarını mahkûm edip; bizlerin okullarında ulusların tarihi olmadığı öğretilecek, ama isteyen okul dışında istediği gibi tarihler yazıp okuyabilecektir diyebilirdi.
Ya de bu uluslara göre yazılmış tarihe karşı Alp Aslan’ın Malazgirt zaferinin Türklerin Anadolu’ya girmesi olmadığı; İslam ve Oğuz aşıları almış Pers uygarlığının; Yunan Roma Uygarlığı ile arasındaki ezeli rekabette, Yunan-Roma-Bizans’ı geriletmesi olarak da anlatabilirdi. Buradan da merkezi devletlerin parçalanması ve zayıflamasının uygarlıklara bir can verdiğinden söz edip merkezi devletlere karşı bir fikir oluşturabilirdi.
Türklerin Yavuz döneminde Kürtlerle ittifak ettiğinden söz ederek bu sefer Alevileri kırıyor.
Hâlbuki İslam ve Oğuz aşısı almış Yunan-Roma-Bizans’ın bu gençlik aşısıyla, Ermeni kavmini de yanına alarak; Kürt komününe otonomi tanıyarak ve onu yanına çekerek iki yüzyıl önce Ege sahillerine ve İznik’e kadar dayanmış Pers uygarlığını, Anadolu’nun dışına kadar çıkardığını; bürokratlaşmış merkezi devletlerin her zaman çürüme ve taşlaşmayla sonuçlanacağı sonucunu çıkarabilirdi.
Öcalan bunları söyleyemiyor. Çünkü onun ufku da kendisini eleştirenlerin ufkuyla sınırlı.
Devletsizlik dediğinde aslında bürokratik ve merkezi olmayan bir devleti kastediyor. Devlet ve demokrasi kavramını tam da burjuvazinin ufku içinde tanımlıyor.
Ulusçuluğu mahkûm ediyor ve karşı çıktığını söylüyor ama aslında aynı gerici ulusçuluğun ulus tanımlarını aşamıyor.
Ama yine de Öcalan’ı eleştirenlerin hiç birisi onun kadar olsun ileriye gidemiyor.
Öcalan’ın taktikleriyle uğraşanların onun amaçları ve kavram sistemi konusunda susmaları hiç de şaşırtıcı değildir.
Biz ise onun amaçlarını ve kavram sistemini eleştiriyoruz. Ve eğer eleştirirsek onu ancak taktiklerinin onun kendi amaçlarına hizmet edip etmediği bakımından eleştiririz. Kendi amaçlarımız bakımından değil.
Ayrıca program ve strateji ile taktikler arasında hiç çelişki olmayacağını ve tam bir uyum olacağını ancak safdiller düşünür.
Savaşın bütün hedefi bir yandan da karşı tarafı yanıltmaya, tereddütte bırakmaya dayanır.
Elbette bu sizin düz mantıklı dostlarınızın da yanılmalarına yol açabilir. Dost ateşi altında ölmek bütün savaşlarda olağandır. Ama buna rağmen, hiçbir ordu ve komutan askerlerine düşmanı yanıltmaya yönelik kamuflaj elbiseleri giydirmekten geri durmaz. Çünkü dostlarda yanılgıya ve saflarda kayıplara yol açsa da son duruşmada kazancı kayıptan fazladır.
Demir Küçükaydın
31 Ocak 2014 Cuma

Hiç yorum yok: