Öcalan’ın talihi ve aynı zamanda talihsizliği şudur: bu güne
kadar onu eleştirenler, ister PKK’dan ayrılmış olsunlar; ister son lobi
tartışmasında olduğu gibi kimi Kürt, Ermeni veya Türk vs. başka aydınlar olsunlar;
hiçbiri onu daha ileri ve tutarlı demokrat bir noktadan eleştirmemektedirler.
Öcalan’ın teorisi, kavramları ve programı demokratik bir ulusçuluğa da
dönüşebilir; bugünkü gerici ulusçuluğa taze kan da olabilir. Sonucu demokratik
bir hareketin gücü belirleyecektir. Ama demokratik bir ulusçuluğun neredeyse
bulunmadığı; bu yönde en küçük bir baskıyı ve eleştiriyi hissetmediği bir
noktada Öcalan’ın bulunduğu yer hepsinden ileridir.
Radikal demokratik bir ulusçuluğun ve eleştirinin olmaması
aslında Kürt hareketi ve Öcalan’a karşı korkunç bir kötülüktür; onun kendisini
geliştirmesini engellemektedir.
Örneğin PKK’dan ayrılan muhalifler veya Beşikçi gibi aydınlar,
Öcalan’ı daha demokratça değil, daha gerici milliyetçi bir noktadan
eleştirmektedirler. Öcalan’ı bir Kürt devleti kurma amacı gütmediği veya bu
amaca uygun davranmadığı noktasından eleştirirler.
Ama bunu bile apaçık, yiğitçe, doğrudan programa ve stratejiye
yönelik olarak yapmazlar. Öcalan’ın kimi taktik manevralarını alıp, bu
taktiklerden hareketle, o amacı mahkûm ve tecrit etmeye çalışırlar.
Aydınlara gelince, ister Türk, ister Kürt, ister Ermeni vs. olsunlar,
hepsi Öcalan’la aynı ulus tanımlarında birleşip, onu taktiklerinden hareketle programatik
olarak mahkûm etme ve mesafe koyma eğilimi gösterirler.
Taktikler ancak tabi oldukları ve hizmet ettiği düşünülen
program ve stratejiye hizmet edip etmedikleri açısından eleştirilebilirler. Bu
eleştirmenlerin program ve stratejilerine baktığımızda ise, Öcalan’dan çok daha
geri bir konumda bulundukları görülmektedir.
Öcalan’a yönelik bütün eleştiriler, onu amaçları bakımından
değil; dayandığı teori ve tarih görüşü açısından değil; taktiklerinden dolayı
mahkûm edip programına karşı konumlanmaktadırlar. Çünkü kendi anlayış ve
programları Öcalan’ınkinden daha geridir.
Bunu milliyetçilik örneğinde görelim.
Milliyetçilik ulusal olanla politik olanın çakışmasını
savunmaktır. Yani hiçbir ulus diğerini ezmesin, her ulusun bir devleti olsun
dediğinizde, ulusçu (Milliyetçi) olmaktan çıkmazsınız; tam da milliyetçiliğin
ilkesini savunmuş olursunuz. Her ulusa bir devlet demiş olursunuz.
Milliyetçiliğin özü de budur: politik olanın (yani Devletin) ulusal olana göre
tanımlanmasıdır.
(Bu milliyetçiliğin kendisi bile bu günkü dünyada
gericiliktir. Çünkü dünya artık bir tek dünyadır ve ulusal devletlerin egemen
olduğu bir dünyada ne bir dünya savaşını ne de bir çevre felaketini önleme
olasılığı bulunmamaktadır.
Bugünün dünyasında bir sosyalistin veya hümanistin savunması
gereken şey milliyetçiliğin ilkesine karşı savaşmaktır: yani ulusal olanla
politik olanın çakışması ilkesini reddetmektir. Uluslara (dikkat edin sadece
ulusçuluğa değil, uluslara) ve ulusal sınırlara karşı savaş çağrısı yapmaktır. Ancak
şimdilik, ulusçuluğun her biçiminin aslında bugünkü dünyada bir gericilik ve
ırkçılıkla sonuçlandığı gerçeğini bir kenara bırakalım.)
Yukarıda “ulusal olan” dedik. Peki, “ulusal olan” ne?
Ulusal olanın nasıl tanımlandığı ulusçuluğun nasıl bir türü
karşısında olduğumuzu belirler.
Biz ulusu bir dil, din, etni, tarih, kültür ile tanımlamaya gerici ulusçuluk; böyle tanımlamaya
karşı tanımlamaya demokratik ulusçuluk
diyoruz.
Yani tarihte Türk, Kürt, Ermeni uluslarından söz ettiğinizde
ya da onları bugünkü Türk, Kürt, Ermeni uluslarının tohumu olarak anlattığınızda
siz aslında tipik bir gerici
ulusçusunuzdur.
Ulusların tarihi olmadığını söylediğinizde; ulusların
tarihleri olduğunu söylemenin gerici ulusçuluk olduğunu söylediğinizde bir demokratik ulusçu olunur. Henüz ulusçu olunmaktan çıkılmaz ama.
Örneğin “Avrupa birliği ulus devletin aşılmasıdır” gibi
şeyler söylediğinizde, aslında (söylenen olgu olarak da yanlıştır, çünkü Avrupa
ulusu da tarihle tanımlanmaktadır ama bunu bir an için bir kenara bırakalım)
siz ulusların dille, dinle, tarihle belirlenen politik birimler olduğuna dair
gerici ulus tanımınızı ve varsayımınızı dışa vurmuş olursunuz. Yani uluslara
ilişkin söyleminiz çok anti ulusçu falan gibi görünmesine rağmen gerici ulusçuluğu
savunur ve yeniden üretir. Çünkü “ulus devlet” ifadeniz, aslında ulusların
dile, dine, tarihe göre tanımlanmış şeyler olduğu gizli varsayımına dayanır.
Aksi takdirde bugünkü dünyada, Avrupa Birliği dâhil bütün devletler ulus devlet
olduğundan böyle bir ifadeyi yanlış bulur ve kullanmazdınız.
Gerici milliyetçiler, milliyetçiliği, başka milletlerin
haklarını tanımamak; onları baskı altına almak olarak tanımlarlar.
Ama bu tam da gerici milliyetçiliğin milliyetçilik
tanımıdır.
Demokratik bir milliyetçi ise, milletleri dile, dine,
tarihe, kültüre göre var olan şeyler olarak tanımlamayı reddeder. Yani
demokratik bir milliyetçi gerici milliyetçilerin anladığı anlamda milletlerin
haklarını tanımaz; bu hakkı reddeder.
Gerici bir milliyetçi Marks gibi, “Ezen bir ulus özgür
olamaz” der. Ama burada gizli varsayım şudur. Ulusların dile, dine, tarihe
dayanan birimler olduğu, yani gerici milliyetçiliğin milliyetçilik anlayışı.
(Yani Marks da gerici bir milliyetçidir bu sözü söylerken.) Demokratik bir milliyetçi
ise, bir dile, dine, tarihe dayanan ulusları ezen bir ulus özgür olabilir der.
Marks kendi sözüne rağmen böyle davranır: Kuzey Güney savaşında Kuzey’i
desteklemesi, bir ırka dayanan ulusun (Güney) ezilmesini savunmuştur.
Çok mu soyut geldi. Şöyle somutlayalım.
Yani diyelim ki, siz tüm Türk, Kürt ve Ermeni liberallerinin
rüyasını gördüğü biçimde; Türk bir Willy Brandt gibi, Ermenistan’a gidip bir
jest yapmasının hayalini görüyorsanız; Ermeni, Rum, Kürt ve Türk devletlerinin
iyi ilişkiler içinde kardeşçe yaşamasını, hatta bu devletlerarasında bir
konfederasyon veya federasyon hayal ediyorsanız; siz bırakalım demokrat olmayı
bir yana; bırakalım genel olarak milliyetçi olmamayı bir yana; henüz hala gerici bir milliyetçisinizdir.
Niçin?
Çünkü hala ulusların, dile, dine, tarihe, kültüre vs.
dayanan şeyler olduğunu düşünüyorsunuz ve bu varsayımdan hareket edip bu
anlayışı sürekli yeniden üretiyorsunuzdur. Yani ulusun Türklük, Ermenilik,
Rumluk veya Kürtlük ile tanımlanmasını sorun etmeyip; tıpkı padişah olsa soğanın
cücüğünü yemekten başka bir şey hayal edemeyen çoban gibi, Türklük, Kürtlük,
Ermenilik’e göre tanımlanmış ulusların ilişkilerinin ötesini, ulusların başka
bir varoluşunu hayal bile edemiyorsunuz demektir.
Bu hayale göre, Türk Tarih kitaplarında, tıpkı şimdi
Almanya’da Yahudiler için söz konusu olduğu gibi, bu katliamı lanetleyen
bölümler (Almanya’da Naziler, Türkiye’de de İttihat Terakki mahkûm edilebilir
mesela) olsa ne güzel olacaktır?
Bu, yıkmak istediğinden daha demokratik ve ileri bir hayal
değildir.
Somut örnek Almanya’dır. Almanya’da okullarda böyle bir
tarih okutuluyor ama Alman ulusu ve ulusçuluğu hiç de dünyanın en gerici
ulusçuluğu; kana dayanan ulusçuluğu olmaktan çıkmıyor.
Uluslararası ilişkiler ve politik konjonktür öyle olabilir
ki, pek ala Türk okullarında böyle bir tarih okutulabilir ve Türk Willy Brandt’ları
gidip 1915 kurbanlarının mezarlarında diz çökebilirler. Ama o devlet en gerici
ulusçuluğa dayanan bir Türk Devleti olmaktan çıkmaz.
Bunu savunmak, tamamen gerici Türk milliyetçiliğidir. Bunu savunmak
son duruşmada, Türklükle tanımlanmış bu ulusun, böyle davrandığı takdirde
çıkarlarına daha uygun davranılmış olacağını savunmaktır.
Ermenilerden Türk devletinin özür dilemesini istemek veya
buna karşı durmak, iki gerici milliyetçiliğin arasındaki bir strateji
tartışmasıdır. Hangi davranışın bu Türklükle tanımlanmış ulusun çıkarlarına
daha fazla hizmet edeceği tartışmasıdır. Yani ulusun (Türklüğün) ırkla ve kanla
tanımlanması ile bile çelişmez bu. (Almanya somut örnektir.)
Yani Emin Oktay tarihi aynen korunup, sadece İttihat ve Terakki,
pozitivizm falan mahkûm edilerek pek ala, 1915’i mahkûm eden bir tarih
yazılabilir. Böyle bir ulus bugünkünden daha demokratik olmaz.
Türk, Kürt, Ermeni vs. aydınların hiç birisinin ufku bundan
ötesine gidememektedir.
Son yılların bütün ideolojik ve kavramsal araçlarına bakın.
Hepsi böyle bir Türk tarihçiliğinin yazılışının alt yapısını oluşturmaktadır.
Bunlar henüz kültürel bir Türk milliyetçiliğini, ki o da
gerici bir milliyetçiliktir, bile hayal etmekten uzaktırlar ve henüz bunun
kavramsal temelini oluşturtacak tartışmalara bile girmemektedirler.
Nasıl bir şey olur Kültürel Türk milliyetçiliği. Bugünkü
Türk milliyetçiliği Irksal ve Biyolojiktir. Biyolojik milliyetçilik (veya
ırkçılık) 19. Yüzyıl tipi sömürgeciliğe; Kültürel milliyetçilik (veya ırkçılık)
20. Yüzyıl usulü yeni sömürgeciliğe denk düşer. (Çok kültürlü milliyetçilik
(veya ırkçılık) globalizm döneminin
sömürgeciliğine denk düşer.)
Örneğin şöyle bir Tarih yazıp ve anlatabilir kültürel Türk
milliyetçiliği.
Orta Asya’dan gelen atalar hikâyesi, 19. Yüzyıl usulü bir
milliyetçiliğin uydurmasıdır. Hiçbir gerçeğe ve olguya dayanmamaktadır.
Gelenler bugünkü genetik kalıntıların ve hemen görülebilecek kültürel
yakınlıkların da gösterdiği gibi, nüfusun yüzde beşten fazlası olmayan küçük
bir fatih azınlıktı. Bizans çöküyordu, ağır vergiler altındaki geniş köylü
kitleleri bir kurtarıcı arayışındaydı. Pers uygarlığı İslam ve Oğuz aşılarıyla
bir canlanma yaşıyordu. Bu memnuniyetsizliğe dayanarak; Bizans’ın ezdiği bu
köylüler (Paulikanlar ve Bogomiller) ve Kavimler (Ermeniler vs.) ile ittifak
yaparak Pers uygarlığı Anadolu’yu feth etti. Bu fatihler daha sonra, bizzat
Bizans tarafından feth edilerek, Bizans’ın Osmanlı biçiminde devam etmesini ve
gençlik aşısı almasını sağladı. Yüzlerce yıl içinde, yerli halkın önemlice bir
bölümü hem devleti ele geçirenler Türkçeden başka dilden anlamayan fatihler
olduğundan ve bu nedenle devlet dili Türkçe olduğundan; hem de fatihlerin dini nispeten
daha adilce bir düzen sunduğundan ve Müslüman olmak avantajlı olduğundan Müslümanlaştılar.
Türk ve Kürt milliyetçileri bu Müslümanlardan Kürtler ve Türker’i oluşturdu. Daha
önce de Ortodoks Rumlar ve Ortodoks Ermenilerden Yunan ve Ermeni ulusları oluşturulmuştu.
Aslında, Türkler, Ermeniler, Rumlar hepsi aynı kültür ve tarihten gelirler.
Dilleri ve Dinleri ayrı olmakla birlikte geri kalan her şeyleri aynı olar
Ermeniler ve Rumlar ve Türkler kardeştirler.
Aşağı yukarı böyle bir tarih anlatan bir Kültürel ve hatta
kana dayanan bir Türk milliyetçiliği ve Türk devleti de mümkündür.
Böyle bir Kültürel milliyetçilik, gerici bir milliyetçilik
olmaktan çıkmaz ama daha esnek ve bugünkü dünyanın ihtiyaçlarına daha uygun bir
Türk milliyetçiliği olur.
Düşünün ki, bugünkü Türkiye’de bazı tohum halindeki
belirtiler hariç böyle bir milliyetçilik bile yoktur henüz, bırakalım
demokratik bir milliyetçiliği. Böyle gerici bir milliyetçiliği savunanlar bile,
neredeyse milliyetçiliği aşmış hümanistler olarak görülürler.
Ama bu da milliyetçiliktir, hem de ulusları tarihle,
kültürle tanımladığı için gerici bir milliyetçiliktir.
Peki, gerici olmayan bir milliyetçilik var mıdır? Demokratik
bir milliyetçilik ne olabilir eğer varsa?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, milliyetçiliğin kendisi
tarihsel olarak gericiliktir ama en azından ulusu bir dille, tarihle, kültürle
tanımlamayan bir milliyetçilik de mümkündür ve buna diğerleriyle olan farkı
belirtmek için, “demokratik milliyetçilik” denebilir. Biz tam da bu anlamda bu
kavramı kullanıyoruz.
Böyle bir milliyetçilik, ulusu dille, dinle, tarihle vs.
tanımlamaya karşı tanımlar.
Bunun nasıl bir milliyetçilik olduğunu şöyle somutlayalım.
Bunun nasıl bir milliyetçilik olduğunu şöyle somutlayalım.
Böyle demokratik ulusun okullarında şöyle bir tarih kitabı
okutulur. Ulusların tarihi yoktur. Bu gerici ulusçuların bir uydurmasıdır.
Tarihte, Kürtler, Ermeniler, Türkler yoktur. Çünkü Tarihte, politik ve politik
olmayan ayrımı yoktur. Uluslar ise politik cemaatlerdir. Tarihteki, genellikle
belli bir din ve mezheple de çakışan, halklar, kavimler veya kastlar (ki bunlar
genellikle çakışır) diyebileceğimiz farklı dinlerden topluluklar vardır. Ancak
bunların politik birimler olan uluslarla hiçbir ilişkisi yoktur. Amerika dünyanın
en eski ulusudur ve tarihi yoktur. İngilizce konuşan ve İngiltere’dekilerle
aynı dinden olan göçmenlerce kurulmuştur. Bizzat bu bile tarih, dil, soy,
kültür, din birliği gibi kriterlerin gerici ulusçuluğun ulus tanımının
kriterleri olduğunu; bunların analitik değil normatif tanımlar olduğunu
gösterir. Bu nedenle bizim demokratik cumhuriyetimizin dili, tarihi yoktur.
Bizim cumhuriyetimizde, ulusların tarihi olmadığına dair bir tarih okutulur.
Bizim cumhuriyetimizin resmi dili yoktur, herkesin ana dilinde eğitim hakkı
vardır. Bizim cumhuriyetimiz dil, din, etni, soy, kültür, körüdür. Bu milliyetçiliğin
aşılması değildir. Aksine en gerçek ve demokratik milliyetçiler biziz. Çünkü
bizim cumhuriyetimiz hala politik olanın ulusal olanla çakışması ilkesini
reddetmemektedir. Ulusal olanı gerici milliyetçilerden farklı olarak, bir
tarihle, dille, dinle tanımlamamakta, ama böyle tanımlamaya karşı
tanımlamaktadır. Eşit yurttaşların ulusudur bizim ulusumuz.
İşte bu da bir demokratik ulus olur. Böyle bir cumhuriyet
demokratik bir cumhuriyet olur.
Şimdi böyle bir cumhuriyet için, Ermenilerden özür dileme
söz konusu olmaz. Çünkü kimse kendisine karşı mücadele ettiği şeyin suçlarından
dolayı suçlanamaz. Çünkü o, ulusların, Türklük, Ermenilik, Kürtlük vs. olarak
tanımlanmış olmasının kendisini mahkûm etmektedir. Böyle bir cumhuriyette
örneğin Ermeni katliamını anlatan anıtlar olur ama bunlar gerici
milliyetçiliğin mahkûm edilip lanetlendiği anıtlar olur.
Hemen görüleceği gibi bu ne Türk, ne Kürt ne de Ermeni
milliyetçilerinin hoşlanacağı bir milliyetçilik ve anlayış değildir. Bu anlayış
karşısında bunların hepsi aynı gerici milliyetçilik anlayışına dayandıkları
için ittifak yaparlar.
İşte bir sosyalist olarak biz böyle bir ulusçuluğu bile
bugünkü dünyada bir gericilik hatta ırkçılık olarak görüyoruz ama en azından
asgari olarak, bugünkü Ortadoğu’da acıları ılımlandırıcı bir işlevi olacağı
için, diğer gerici milliyetçilikler karşısında bunu savunuyoruz. Ve hemen
görüleceği gibi, bu görüşleri yıllardır yazmamıza rağmen gerici milliyetçilerin
hepsi bunları görmezden gelme ve yok saymada ittifak içinde bulunuyorlar.
Yani bir yanda bizim savunduğumuz program var; diğer yanda
bugün piyasayı kaplamış, Türk, Kürt, Ermeni, Rumların; liberal ve
sosyalistlerin gerici milliyetçiliğe dayanan programları var.
Birinden olmayan diğerinden yanadır. Bizim bulunduğumuz
yerden bütün var olan tartışmalar, gericiliğe hizmet eden kayıkçı dövüşleridir.
*
İşte böyle bir demokratik ulusçuluğu dayanan ve örneğin
Türk, Kürt, Ermeni, Rum uluslarına karşı savaş verip; demokratik bir ulusu
kurmayı hedefleyen bir siyasi hareket bakımından, bugünkü bütün lobi
tartışmaları aslında gerici milliyetçilerin tartışmaları olarak ortaya
çıkarlar.
Onların kavramları ve terminolojileri bile bu gerici
milliyetçiliği yeniden üretirler.
Örneğin, bugün kullanılan “Ermeni Diasporası” gibi bir kavrama
bakalım.
Ulus Türklükle ve Ermenilikle tanımlanınca bu iki tarafın da
ortak kavramı olur.
Ama gerici milliyetçiliği mahkûm eden bir demokratik
ulusçuluk açısından; “Ermeni Diasporası” kavramı yanlış olur. Çünkü kendisi Ermenilik
veya Türklükle tanımlanmış değildir; böyle bir tanımlamaya karşı
tanımlanmıştır. Yani onarı kendi diasporası olarak görür. Yani (belki daha iyi
bir kavram bulunabilir ama dil, din, kültür, tarih körlüğünü vurgulamak için)
örneğin “Anadolu Diasporası” olarak görür onları.
Bu kurbanlara demokratik bir ulus olarak sahip çıkar; kendi
demokratik ulusunun bir uzantısı olarak görür ve bunun için mücadeleye çağırır.
O zaman oradakiler
bir Ermeni, Türk, Rum, Kürt lobileri olmazlar. Yani o zaman demokrasinin lobisi
olurlar. Elbet nasıl Türkiye, Kürdistan, Ermenistan’da ulusu Türklük ve Ermenilik,
Kürtlük vs ile tanımlayanlar ve tanımlamak isteyen gerici milliyetçiler olduğu
gibi, orada da olacaktır. Yani Türk, Kürt ve Ermeni milliyetçilerinin de
lobileri olur. Ama onlar karşısında demokrasinin de “lobileri” olur.
Bir lobi ve diaspora kendini Türklük ve Ermenilik ile
tanımlamada sorun görmüyorsa bunlar her zaman kendini öyle tanımlayan
devletlerle ruh ve çıkar birliği içinde olacaklarından var olan o gerici
devletlerin arasındaki mücadelenin araçları olurlar.
Ama demokratik, var olan devletlere karşı tanımlanmış bir
ulusçuluğu, yani demokratik bir ulusçuluğu savunanların böyle çatışmaların uzantısı
olması ihtimali yoktur. Aksine, böyle demokratik bir ulusçuluğu savunan
“lobilere” karşı Türk, Kürt, Ermeni, Rum lobileri fiili bir çıkar ortaklığı
içinde olurlar.
Yani Amerika’daki Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar,
Yahudiler vs., birer demokrata dönüşüp, Türklük, Kürtlük, Rumluk, Ermenilik,
Yahudilik ile tanımlanmış ulusları ve “kendi” devletlerini, kendisine karşı
mücadele edecekleri devletler olarak görmedikleri ve önce “kendi” devletlerine
karşı mücadeleyi en başa almadıkları sürece; var olan devletlerarasındaki
çatışmalarda “kendi” uluslarının ve devletlerinin basit bir aracı olmaktan öteye
gidemezler.
Böyle bir durumda bir “Türk”e Ermeni Lobisi’nden değil, Türk
Lobisi’nden söz etmek ve ona karşı mücadele etmek düşer. Bir “Kürde” Kürt
lobisinden… ilh..
*
İşte son lobi tartışmasında Öcalan’ın ve Kürt hareketinin
sınırları bu bakış açısından daha iyi görülür. Aynı şekilde Öcalan’ı
eleştirenlerin de ve onların aslında Öcalan’dan da geri bir konumda bulunduğu
da daha iyi görülür.
Öcalan bir yandan ulusçuluğu mahkûm ediyor, aşmaya
çalışıyor. Ama tüm kavram sistemi gerici bir ulusçuluğun ufku içinde kalıyor.
Kürt milliyetçisi değilim diyor ama Kürtlere içi demokratik ve sosyal öğelerle doldurulmuş
da olsa bir Kürt Tarihi yazıyor. Ulusçuluk son birkaç yüzyılda insanları mahvettiriyor.
Alp Aslan ve Yavuz’u Türk yapıyor Türk gerici milliyetçiliğinin yazdığı tarihi
aynen alıp yeniden üretiyor. Ulusların tarihi olmadığı noktasına varamıyor.
Bunun onu ve Kürt özgürlük hareketini nasıl açmazlara
sürüklediği Newroz konuşmasında ortaya çıkmıştı. Şimdi lobi tartışmalarıyla olan
yeni ve değişik bir versiyonudur.
Kürt tarihi yazarsanız, Türklerin de bir tarihi oluğunu
kabul edersiniz ya da tersi.
O zaman Türklerin Anadolu’ya girerken Kürtlerle ittifak
ettiğinden veya İslam kardeşliğinden söz edip, örneğin Rum ve Ermenileri
kırarsınız; onlara yaranamazsınız.
Hâlbuki demokratik bir ulusçunun, böyle bir tarihe ihtiyacı
yoktur. Çünkü ulusların tarihi yoktur. Konuşmasında örneğin öyle tarih
anlatımlarını mahkûm edip; bizlerin okullarında ulusların tarihi olmadığı öğretilecek,
ama isteyen okul dışında istediği gibi tarihler yazıp okuyabilecektir diyebilirdi.
Ya de bu uluslara göre yazılmış tarihe karşı Alp Aslan’ın
Malazgirt zaferinin Türklerin Anadolu’ya girmesi olmadığı; İslam ve Oğuz
aşıları almış Pers uygarlığının; Yunan Roma Uygarlığı ile arasındaki ezeli
rekabette, Yunan-Roma-Bizans’ı geriletmesi olarak da anlatabilirdi. Buradan da
merkezi devletlerin parçalanması ve zayıflamasının uygarlıklara bir can
verdiğinden söz edip merkezi devletlere karşı bir fikir oluşturabilirdi.
Türklerin Yavuz döneminde Kürtlerle ittifak ettiğinden söz
ederek bu sefer Alevileri kırıyor.
Hâlbuki İslam ve Oğuz aşısı almış Yunan-Roma-Bizans’ın bu
gençlik aşısıyla, Ermeni kavmini de yanına alarak; Kürt komününe otonomi
tanıyarak ve onu yanına çekerek iki yüzyıl önce Ege sahillerine ve İznik’e
kadar dayanmış Pers uygarlığını, Anadolu’nun dışına kadar çıkardığını; bürokratlaşmış
merkezi devletlerin her zaman çürüme ve taşlaşmayla sonuçlanacağı sonucunu
çıkarabilirdi.
Öcalan bunları söyleyemiyor. Çünkü onun ufku da kendisini
eleştirenlerin ufkuyla sınırlı.
Devletsizlik dediğinde aslında bürokratik ve merkezi olmayan
bir devleti kastediyor. Devlet ve demokrasi kavramını tam da burjuvazinin ufku
içinde tanımlıyor.
Ulusçuluğu mahkûm ediyor ve karşı çıktığını söylüyor ama
aslında aynı gerici ulusçuluğun ulus tanımlarını aşamıyor.
Ama yine de Öcalan’ı eleştirenlerin hiç birisi onun kadar
olsun ileriye gidemiyor.
Öcalan’ın taktikleriyle uğraşanların onun amaçları ve kavram
sistemi konusunda susmaları hiç de şaşırtıcı değildir.
Biz ise onun amaçlarını ve kavram sistemini eleştiriyoruz.
Ve eğer eleştirirsek onu ancak taktiklerinin onun kendi amaçlarına hizmet edip
etmediği bakımından eleştiririz. Kendi amaçlarımız bakımından değil.
Ayrıca program ve strateji ile taktikler arasında hiç
çelişki olmayacağını ve tam bir uyum olacağını ancak safdiller düşünür.
Savaşın bütün hedefi bir yandan da karşı tarafı yanıltmaya,
tereddütte bırakmaya dayanır.
Elbette bu sizin düz mantıklı dostlarınızın da yanılmalarına
yol açabilir. Dost ateşi altında ölmek bütün savaşlarda olağandır. Ama buna
rağmen, hiçbir ordu ve komutan askerlerine düşmanı yanıltmaya yönelik kamuflaj
elbiseleri giydirmekten geri durmaz. Çünkü dostlarda yanılgıya ve saflarda
kayıplara yol açsa da son duruşmada kazancı kayıptan fazladır.
Demir Küçükaydın
31 Ocak 2014 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder