(Fatma Yalçı Vesilesiyle Olgusal ve Yöntemsel Yanılgılar Üzerine)
Bir kaç gün önce Sayın Sadık Göksu'nun "Kıvılcımlı Sempozyumu ve F. N. Yalçı Üzerine Tartışmalar, Açıklamalar ve Bir Soru" başlıklı yazısı geldi. Bu yazı, ilerde ayrıca ele alınması gerekebilecek bir çok konuyu içermekle birlikte, esas olarak, Sosyete ve Teknik'i Fatma Yalçı'nın yazdığı tezini işliyordu. Ben de bu yazıda Sayın Sadık Göksu'nun bu tezi ve tezini savunusu hakkında bir kaç şey eklemek istiyorum.
Sadık Göksu bu yazısını, sayın Doç. Dr. Neşe Özgen'in daha
önce Süleyman Şaşmaz'a yönelttiği soru bağlamındaki önermelerinin eleştirisi
üzerinde geliştirmiş ve yoğunlaştırmış bulunuyor.
Bu bağlamda konunun geçmişini ve önceki yazışmaları
bilmeyenler için kısa bir hatırlatma yapalım.
Türkiye'de Süleyman Şaşmaz, 1935'te Marksizm
Bibliyoteği'nin altıncı kitabı olarak Fatma Yalçı imzasıyla yayınlanan Sosyete
ve Teknik adlı kitabın, (oldukça keyfi) sadeleştirilmiş bir baskısını Tarih
Bilimi Yayınları'nın altıncı kitabı olarak 2001 yılının Mart ayında yayınlıyor.
Ancak bu kitabın iki özelliği var.
1) Kitap, Hikmet Kıvılcımlı'nın kitabı olarak
yayınlanıyor.
2) Kitabın devamında ise Süleyman Şaşmaz'ın iddialı tezler içeren "Marksizm'in Toplumun Çekirdekaltı Kanunlarına Evrimi" başlıklı kitabı da var.
Süleyman Şaşmaz 25 Nisan 2001 tarihinde bu kitabın tam
metnini bir e-mail aracılığıyla Kıvılcımlı grubuna da yolluyor. Yani
yayınlanışından aşağı yukarı bir ay kadar sonra.
Bundan sonra Sayın Neşe Özgen, Süleyman Şaşmaz'a
Kıvılcımlı grubu ortamında şu soruları soruyor:
"Biliyorsunuz: belki zorunluktan belki o anda öyle
gerektiği için, ilk basım Fatma Nudiye adıyla çıkmıştı. Bunun Doktor'un
olduğunu zaten herkes biliyor, ama kitabın ilk basımını olduğu gibi basmamak
nedenir? Bu zor döneminde, Marxismin bunca içinde yer alan bir kadını bir de
böyle tarih sahnesine gömmek nedendir? Hiç değilse, kitabın başında bir anmalık
yapılamaz mıydı? Çok mu duygusalım? Bugün Fatma Nudiye'ye, yarın kime
saygısızlık olacak?"
Sayın Neşe Özgen, Süleyman Şaşmaz'dan bu somut sorusuna
ilişkin bir cevabı hala alabilmiş değil.
Daha sonra Latife Fegan da, Neşe Özgen'in sorusunu ve
"vefa" beklentisini destekleyen ve Süleyman Şaşmaz'ın kitapları
bilimsel sorumluluktan uzak olarak yayınladığı kanısındaki görüşlerini ileten
bir mektubu Gruba iletti. Şöyle yazıyordu:
"Bildigim kadariyla, bilimsel kitaplarin yeni
baskilari yapilirken, özellikle yazari artik yasamiyorsa, kitabin daha önceki baskilariyla
ilgili tüm bilgiler aktarilir. Marks-Engels'in toplu eserlerinde en kücük
bir makale ya da mektup hakkinda elde olan tüm veriler bulursunuz. Bu kural,
eser yazarinin sagliginda yayinlanmamissa cok daha büyük önem kazanir.
Süleyman Sasmaz'in böyle kaygilari yok."
Son olarak Sadık Göksu, Süleyman Şaşmaz'a sorduğu
sorudaki, "doktorun olduğunu zaten herkes biliyor" önermesi
vesilesiyle Sayın Neşe Özgen'i eleştiren, yukarıda sözü edilen yazıyı yolladı.
Sadık Göksu'nun Neşe Özgen'e eleştirisi şu noktada toplanıyor. Bu kitap
Kıvılcımlı'nın değildir, Fatma Yalçı'ya aittir. Ben bu konuda bir çok kereler
yazdım. Siz nasıl olur da bunu bilmezsiniz.
Şimdi ben de bun noktada tartışmaya katılıp bir kaç söz
söylemek istiyorum.
Önce Sadık Göksu'yu yönelik bir eleştiri. İnsan iki türlü
yanlış yapar. Bir yanda metodolojik yanlışlar vardır, diğer yanda olgusal
yanlışlar. Yani bir problemin çözümünde gidiş yolunuz doğru olabilir de,
hesaplamalarınızda hata yapmış ve yanlış sonuçlara ulaşmış olursunuz. Bu gibi durumlarda,
önemli olan, yöntemsel doğruluktur. Olgusal yanlışlar bir saldırı nedeni olmaz
ve olmamalıdır. Bunlar bilgisizlikle ilgilidir. İnsanların iyi niyetinden de
şüphe etmek gerekmediğine göre, olgusal hatalara yönelik eleştiriler, üslup
olarak da olabildiğince yumuşak olmalıdır.
Sayın Sadık Göksu ise, olgusal bir yanlışı, sanki ilkeye, yönteme ilişkin
bir yanlışmış gibi, ortada bir kötü niyet varmış gibi eleştiriyor.
Bence Neşe Özgen'in Süleyman Şaşmaz'a sorusu, yöntem
olarak çok önemli bir yanlışa parmak basıyordu. Bir eserin yeni baskısında onun
ilk yayınlanışındaki yazar adını anmamak.
Ben önce bu sorunun bir kadından gelmesinin anlamı olduğu
kanısındayım. Bir kadının adının ihmal edilmesine tepkinin bir kadından gelmesi
rastlantı değildir kanımca. Kadınlar ancak böyle hassasiyetlere sahip
olabilirler ezilen bir cins olarak.
Ve bu Fatma Yalçı'nın adını anma gereği görmeyen kişinin
bir erkek (Süleyman Şaşmaz) olması da kanımca rastlantı değildir.
Dikkat edilirse, birbirinin içine geçmiş olarak iki sorun
bulunmaktadır. Birisi eserlerin yeni baskılarında aslına sadık olma
zorunluluğu. Süleyman Şaşmaz, Latife Fegan'ın da vurguladığı gibi, bu kuralı
inkar etmektedir. Diğeri, bu tahrifatın, zaten o dönemin sosyalist hareketinde
son derece az da bulunan bir kadının adının silinmesi olarak ortaya çıkışı.
Erkeklerin kendiliğinden, her zaman yaptıkları, kadınların katkılarını yok
sayan, görmeyen tipik bir davranışı.
Bence Sadık Göksu'nun Neşe Özgen'i gösterdiği bu
hassasiyet nedeniyle tebrik etmesi gerekirken, bütün saldırılarını onun olgusal
yanılgısına yöneltmesi yanlıştır.
Yanlıştır çünkü, bir yanılgı olduğunu farz ettiğimizde
bile, bu yanılgıyı anlaşılır kılabilecek nedenler bulunmaktadır. Tabii burada
kitabın Fatma Yalçı'ya ait olduğu varsayımından, yani Sadık Göksu'nun tezinin
doğru olduğu varsayımından yola çıkıyoruz.
Kıvılcımlı hayatının çeşitli dönemlerinde, sadece takma
isimler değil, yaşayan başka tanıdıklarının isimlerini de kullanmıştır. Kıvılcımlı
için fikirlerin yayılması önemliydi, isim değil. Hatta bunun en ilginç örneği
sayın Sadık Göksu'nun kendisidir. Türkçe'nin Üreme Yolları ve Dil
Devrimciliğimiz adlı kitap, Sadık Göksu’nuni adıyla yayınlanmıştır ama
yazarı Kıvılcımlı'dır. Keza Suat Şükrü (Kundakçı) adıyla Anayasa Teklifi’ni
de yayınladığını biliyoruz. Buradan hareketle, insanların, Sosyete ve
Teknik'in gerçek yazarının Kıvılcımlı olduğunu düşünmeleri son derece
normaldir. Kaldı ki, bu kitabı okuyanlar, Hikmet Kıvılcımlı'nın başka
eserlerinde karşılaştıkları ifadelerle bu kitapta da karşılaşırlar. Bunun
sonucu olarak insanların bu kitabın yazarının Fatma Yalçı olduğunu fazla bir
olgusal araştırmaya gerek görmeden düşünmeleri ve giderek bu kanının adeta
yerleşik, doğruluğundan kuşkulanılmayacak bir hüküm halini alması gayet
normaldir ve anlaşılabilir.
Tabii bu yanlış hükmün böyle kolayca yerleşmesi ile, Fatma
Yalçı'nın bir kadın olması arasındaki ilişki ayrıca incelenmeye değerdir.
Öte yandan, daha sonra Fatma Yalçı'nın yayınlanmış bir
kitabı yoktur ya da varsa da bilinmemektedir en azından sonraki kuşaklarca. Bu
da bu ön yargının öyle düşünmeden kabulünde etkili olsa gerektir.
Böyle yanılgıyı besleyecek çok güçlü nedenler varken, bu
olgusal yanılgı nedeniyle böylesine sert bir eleştiri haksız olmaktadır.
Sadık Göksu'nun eleştirisi "ben bu konuda
yazmıştım, nasıl olur da bilmezsin" biçimindedir.
Evet yazmış olabilirsiniz. Ama insanlar onları okumamış,
önemli görmemiş olabilir. Örneğin kendisi, bir çok Doktor üzerine yazanın
yazılarını okumadığını belirtiyor. Başkaları onu niye okusun? Kaldı ki, okumaya
niyetli de olabilir ama, bunların yayınlandığı yerler öyle çok bilinen yaygın
yayınlar değil. Kaldı ki, kişi bu yayınları elde etmiş, sayın Göksu'nun
yazılarından haberdar da olabilir ama konu ilgisini çekmediği için okumamış ta
olabilir.
Tabii okunmuş olması halinde, sayın Sadık Göksu'nun
önermeleri ikna edici bulunmamış da olabilir.
Bütün bunlar mümkün iken, Sadık Göksu'nun sanki ortada
kasıtlı bir tahrifat varmışçasına bir eleştiri yapmasını son derece yıkıcı ve yanlış
bulduğumu belirtmek isterim.
Özetle, sayın Neşe Özgen, olguya ilişkin, (eserin
Kıvılcımlı'ya ait olduğu) yanlış bir bilgilenmeye dayanıyorduysa bile,
yöntemsel olarak son derece doğru bir noktadan ve bir kadının gösterebileceği
bir duyarlılıkla son derece önemli ve doğru bir itiraz ve soru yöneltmişti.
Sayın Sadık Göksu'nun eleştirisi, onun bu üstün niteliğini gölgelemektedir onu
kabartılandıracak yerde.
*
Gelelim eserin kime ait olduğu konusuna. Olgusal düzeyde,
sanırım Sadık Göksu haklı. Savunduğu tez doğrudur. Yani Sosyete ve Teknik
adlı eser Fatma Yalçı'ya ait. Ben de bazı ek deliller buldum. Bu konuya dikkati
çektiği ve bizleri yanlış bir yaygın ön yargıdan kurtardığı için sayın Sadık
Göksu'ya müteşekkir olmalıyız.
Tabii bu olgusal hükmün çok ilginç sonuçları da var. Hem
Kıvılcımlı ve Sosyalist hareketin tarihi bakımından, hem de bu kitabın yeni
baskısıyla birlikte kendi kitabını yayınlayan ve kimi önermelerinde bu kitaba
ve bu kitabın Dr. Hikmet Kıvılcımlı'ya ait olduğu varsayımından hareket eden
Süleyman Şaşmaz bakımından.
Bu vesileyle önce bu kitap ve Fatma Yalçı hakkındaki
geçmiş izlenimlerimi anlatayım.
12 Mart döneminin başlarında, Kıvılcımlı'nın bütün
eserlerini ciddi bir biçimde okumaya çalışıyordum. Bu çalışmalar çerçevesinde, 1930'larda
yayınladığı kitaplarının peşine düşmüştüm. Doğru dürüst çalışacağım bir yer
olmadığından, Beyazıt Meydanı'ndaki nef is
küçük Belediye Kütüphanesini kullanıyordum. Orası dolu olunca da, bazen, Türbe
civarında bir ara sokakta, Hayat mecmuasının yanında bulunan Fahrettin Kerim
Gökay kütüphanesine gidiyordum. (Bu kütüphanenin yanındaki Türbenin bahçesinde
Şeyh Bedrettin'in kemiklerinin bulunduğu mezar da vardı. Mezarın burada
bulunduğunu İsmet Sungurbey'in bir kitabında okumuş, resmini görmüş ve gidip o
mezarı da bulmuştum.)
Bu kütüphaneleri okuma ve çalışma yeri olarak
kullandığımdan, aklıma kitap kataloglarını karıştırmak pek gelmediği gibi,
sosyalist kitapların bu kütüphanelerde bulunabileceğine ihtimal de vermiyordum.
Ancak bir gün, Gökay'ın kütüphanesinde katalogları
karıştırınca, Kıvılcımlı'nın otuzlarda yayınladığı Marksizm Bibliyoteği'nin
neredeyse bütün eserlerinin orada olduğunu gördüm ve hepsini okumaya başladım.
İşin ilginci bu kitaplarda, Kıvılcımlı'nın el yazısıyla, F. K. Gökay'a ithaflar
da bulunuyordu.
(Eğer o kitaplar hala yerinde duruyorsa. Bunlar çok özel
kitaplar. Birer fotokopisi çekilebilir veya bir tarayıcıyla digitalize
edilebilir; Kıvılcımlı sayfasına koyulabilir. Sanırım 1970'lerin sonunda Katkı
Yayınları Marksizm Bibliyoteği'nin yeni bir baskısını yapmıştı ve bu baskılarda
muhtemelen bu kütüphanedeki kitaplar kullanılmıştı.)
Her neyse, işte, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Sosyete ve Teknik'i ben o
tarihte bu kütüphanede okumuştum. (Fakat
o kütüphaneden mi aldım, yoksa başka yerden mi buldum da orada okudum, tam
hatırlamıyorum.) Eseri Kıvılcımlı'nın başka isimle yazdığı bir eseri okuduğum
kanısıyla, ya da ön yargısıyla diyelim, okumaya başlamıştım. Ancak Kitabı
okuduktan sonra, bu kitabın Kıvılcımlı'dan büyük etkilenme taşımakla birlikte,
Kıvılcımlı'nın olmayabileceği yönünde düşündüğümü, mantığının tam
Kıvılcımlı'nın mantığına uymadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Muhtemelen Fatma
Yalçı ve Kıvılcımlı'nın yakın işbirliği ile yazılmıştı. Kıvılcımlı'nın
fikirlerinden çok yararlanıldığı belli idi ama kitabın Kıvılcımlı'nın da
olmayabileceği düşüncesi kafamdan geçmişti. Fakat yine de kafamdan böyle
düşünceler geçmesine rağmen, kitabı bir şekilde Kıvılcımlı'nın kitabı olarak
düşünmeye devam ettiğimi de hatırlıyorum. Bu konu bir daha kafamı hiç de meşgul
etmedi, son olarak sayın Sadık Göksu'nun bir kaç gün önce yolladığı yazıya
kadar. Eserin kime ait olduğundan ziyade beni onun içinde söylenenler
ilgilendiriyordu.
Bu vesileyle, Fatma Yalçı hakkındaki izlenimlerimi de
belirteyim. Bu kadın ile Doktor'un arkadaş olduğunu, bir eski tüfekten, "Doktorun
bir metresi vardı Fatma Yalçı" tarzında bir ifade aracılığıyla
öğrenmiştim. (Bu ifade de bu ilişki hakkında genel yargıları ve o zamanın
sosyalistlerinin olaya yaklaşımlarını yansıtmak bakımından ilginçtir..) Daha
sonraki yıllarda, Fatma Yalçı'nın yurt dışındaki TKP içinde olduğu ve orada
öldüğü yolunda bir şeyler duyduğumu hatırlıyorum.
Ancak Fatma Yalçı hakkında ilk kafa yormam, Kıvılcımlı
arşivini Amsterdam'daki enstitüye teslim etmek için veri bankasına geçirirken
olmuştur. Bu arşivde Kıvılcımlı'nın albümleri de vardı ve bu albümlerde bazı
resimlerde Fatma Yalçı da bulunuyordu. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, bu
resimlerinden birinde Kıvılcımlı'ya bir ithaf bile vardı kendi el yazısıyla.
Sanırım mayo ile çekilmiş bir resimdi. Resimlerde, kendine güvenli, belli ki o
zamanın çok ilerisinde, seven bir kadınla karşılaştığımı hatırlıyorum.
Bu konu üzerine daha sonra da düşündüm. 1930'ların
Türkiye'sinde Fatma Yalçı, Hikmet Kıvılcımlı ile nikahsız bir birlikteliğe
cesaret edebilmiş ve bunu sürdürebilmiş bir kadın olduğuna göre, muhakkak ki,
eşine az rastlanır cesur ve gelişmiş bir kişilikti. Bu gün bile Türkiye'de buna
cesaret edebilenler çok azken.
Ayrıca Fatma Yalçı ve Emine hanım zıtlığı da çok ilginçti.
Emine hanım tamamen zıt bir kişilik sergiliyordu. Doktor niçin ve nasıl böyle
bir kadınla arkadaşlıktan Emine Hanim ile bir beraberliğe geçmiş veya
geçebilmişti? Bu gibi sorular kafamda uçuşmuştu.
Tabii Kıvılcımlı'nın kadınlarla ilişkileri ve onun eserinin
ardındaki kadın emeği konusu da ilerde fırsat olursa üzerinde durulması gereken
konular olarak kafamın bir köşesinde yer etmişti. Anasının fedakarlıkları,
Fatma Yalçı'nın açtığı ufuklar, Emine Hanım'ın
ev emeği ve geçimi sağlaması olmasa Kıvılcımlı olur muydu?
Sayın Neşe Özgen'in Süleyman Şaşmaz'a sorusu ve Latife
Fegan'ın çeşitli değinmeleri tekrar bu kadın emeğinin görülmemesi, adının
unutulması, bu eski ve bir köşedeki düşüncelerle tekrar haşır neşir olmama yol
açtı. Keşke sadece Kıvılcımlı'nın kadınlar üzerin yazdıkları hakkında değil de,
kadınların Kıvılcımlı üzerindeki etkileri konusunda bir şeyler sunulsa diye
düşündüm.
Neyse bu konuya tekrar geliriz. Önce Sosyete ve Teknik'in
Fatma Yalçı'ya ait olduğu konusuna gelelim.
*
Sayın Sadık Göksu'nun, daha önce yazdığını belirttiği
yazıları okumadım. Bu konuda ne gibi deliller getirdiğini tam anlamıyla
bilmiyorum. Sadece son gruba yazdıklarını okudum. Belki bu delilleri Sadık
Göksu da getirmiş olabilir. Bu durumda sadece bir tekrardan öteye gitmez bu ek
deliller.
Birinci delil:
Kitabın 1935'teki orijinal baskısının bir nüshası bende
var. Bu kitabı Fatma Yalçı, Hikmet Kıvılcımlı'ya ithaf ediyor. Aynen şöyle
yazıyor:
" 'Boş saatlarını değil, inkılaba bütün bir
ömrünü ver'en: Hikmet Kıvılcım yoldaşa armağanımdır." Fatma Yalçı
Kitap, Hikmet Kıvılcımlı'nın olsa ve tıpkı Sadık Göksu
veya Suat Şükrü örneklerinde olduğu gibi, bir yakınının adıyla yayınlamış olsa,
böyle bir ithaf yer almazdı. Kıvılcımlı'nın kendi kitabını başka bir imzayla
kendine ithaf etmesi ve böyle bir ithaf gereğini duyması düşünülemez.
(Bu ithafta, "Boş saatlarını değil, inkılaba
bütün bir ömrünü ver" sözleri tırnak içindedir ve muhtemelen de
Kıvılcımlı'nın kullandığı bir ifadedir. Bu nedenle, Fatma Yalçı tarafından,
alıntı olarak, tırnak içinde belirtilmektedir.)
(Bu ithafın ikinci bir gizli anlamı olabilir sadece
ikisinin anlayabileceği. İkisi arasında mahrem bir ilişki var. Kıvılcımlı bütün
zamanlarını "inkılaba" adadığından, arkadaşına yeterince zaman
ayırmıyor olabilir. Bu yönde gizli bir serzeniş olabilir. Bu bir spekülasyon
ama üzerinde durulmaya değer.)
İkinci Delil:
Tarihsel Maddecilik Yayınları arasında 1965'te yayınlanan "Kuvayı
Milliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayı Milliyeciliğimiz" adlı kitabın
arkasında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Basılmış Telif Eserleri'nin listesi
var. Ve listede bulunan 15 kitap içinde, ilk yedi tanesi, 1935'lerde
yayınlananlar. Bunların içinde Sosyete ve Teknik bulunmamakta. (Sadece Sosyete
ve Teknik değil. Stahanovizm ve İspanya'da Neler Oluyor? da
bulunmamakta.)
Dikkat edilirse başlık, Kıvılcımlı'nın Telif Eserleri'dir.
Yani Kıvılcımlı bu kitabı kendi eserleri içinde anmamaktadır.
Üçüncü Delil:
Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama adlı
kitabının Ekim 1970 tarihli birinci baskısının arkasında, Tarihsel Maddecilik
Yayınları'nın 1930'lardaki Marksizm Bibliyoteğinden beri bütün yayınladığı
kitapların listesi var. Bu listede en
başta Marks, Engels, Lenin'den yayınlananlar var. Sonra 10, 11 ve 12 sırasıyla Stahanovizm,
Sosyete ve Teknik, İspanya'da Neler Oluyor? var. Bunların
yanında yazar belirtilmemiş. Bunlardan sonraki kitapların yanına yazar olarak
Dr. Hikmet Kıvılcımlı konmuş. Hatta Sadık Göksu adıyla yayınlanmış olan Türkçenin
Üreme yolları ve Dil Devrimciliğimiz'in yanında bile Dr. Hikmet
Kıvılcımlı'nın adı var. Eğer, Sosyete ve Teknik, Kıvılcımlı'nın
olsaydı, tıpkı Sadık Göksu örneğinde olduğu gibi, kendi adını koyardı.
Yani bizzat Kıvılcımlı bu kitapların kendisine ait
olmadığını belirtmektedir. Bu kitapları, kendi kitapları arasında
saymıyor. Yayınevinin tüm listesini yaptığında ise, onların yanına ya
yazarını koyuyor ya da kendi adını koymuyor.
Burada ilginç ve şimdiye kadar pek bilinmeyen bir noktayla
karşılaşıyoruz. Kıvılcımlı sadece başkalarının adıyla yayınlamamıştır,
başkalarının kitaplarını da kendi adıyla yayınlamıştır muhtemelen.
Bu sonuca Stahanovizm ve İspanya'da
Neler Oluyor? adlı kitapları kendi kitapları olarak saymamasından
ulaşıyoruz.
O halde ben de yeni bir tez ortaya atıyorum: Stahanovizm
ve İspanya'da Neler Oluyor? Hikmet kıvılcımlı adıyla yayınlanmış
olmakla birlikte, Kıvılcımlı'ya ait değildirler.
Bu kitaplar şu an elimde yok. Ama bu kitapları okuduğumda,
ki bunları oldukça geç okumuştum, Kıvılcımlı'nın resmi Sovyet görüşlerini
tekrarlayan çok kötü kitaplar yazmış olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Bir
bakıma Kıvılcımlı'ya yakıştıramamıştım. Ama bu kitapların Kıvılcımlı'ya ait
olmadığı doğrusu aklıma gelmemişti. Ancak şimdi her şey yerli yerine oturuyor.
Bu kitaplar da Kıvılcımlı'nın değil büyük bir olasılıkla.
*
Tekrar Fatma Yalçı konusuna dönersek. Fatma Yalçı ve
Kıvılcımlı'nın karşılıklı etkilenmeleri bağlamında bir iki soru sormak
istiyorum.
Fatma Yalçı'nın kitabı okunduğunda, bir çok kişinin,
kitabın Kıvılcımlı'nın kitabı sanmasına yol açacak kadar Kıvılcımlı'nın
etkisinde olduğu noktasından hareket edildi şimdiye kadar. Muhtemelen de böyle
olabilir.
Ama bu bir ön yargı olamaz mı? Olaya bir de tersinden
bakalım. Hiç bir etki tek taraflı değildir. O yılların böylesine bilinçli ve
kendine güvenli ve cesur bir kadınının, Kıvılcımlı'nın hayatı ve düşünceleri
üzerinde bir etki bırakmamış olacağını düşünemiyorum.
Son yıllarda Kadın hareketinin tüm tarihi bir de kadın
bakış açısından didik didik eden ve bütün bildiklerimizi alt üst eden zengin
bir literatürü oluştu. Bu literatür, kadınların kaybolmuş yok sayılmış emeği,
isimleri ve katkılarını tarihteki gerçek yerlerine oturtma çabası.
Örneğin Camille Claudel diye bir film seyretmiştim. Meşhur
Rodin'in arkadaşı. Rodin'in bu kadının omuzları üzerine basarak nasıl
yükseldiğini ve Camille'in trajik yaşam ve ölümünü anlatıyordu. Acaba benzer
bir ilişki yok mudur? En azından, böyle bir olasılık üzerine düşünmek gerekmez
mi? Kıvılcımlı'nın kendisi demiyor mu? "Her şeyi yazabiliyor
muyum?" diye. En azından, bu ilişkide, Fatma Yalçı'nın Kıvılcımlı
üzerindeki etkilerini araştırıp, unutulmuşluktan çıkarma yolunda bir çaba
gösterilmesi gerekmez mi?
Kıvılcımlı, Ayşe Düzkan'ın da belirttiği gibi, Kadınları
ayrı bir sınıf olarak tanımlamış, ilk sosyalistlerden. Bu konuda yazdıklarında
çok ilginç şeyler var. Peki Kıvılcımlı'nın bu hassasiyeti ve konu üzerine
düşünmesi, o zamanlar Türkiye'sinin en ileri ve öncü kadınlarından biriyle
arkadaşlık etmiş olmasıyla ilgisiz midir? Ben burada Fatma Yalçı'nın önemli
etkileri olabileceği kanısındayım.
Sosyete ve Teknik bağlamında bu karşılıklı etkiyi daha
somut olarak araştırma olanağı da var. Fatma Yalçı, kitabının sonuna başlıca "baş
vurulan kitap" ve "öteki kitaplardan" diyerek sekiz
kitaplık bir liste koymuş. Kitaplar arasında, Hikmet Kıvılcım, Tarihi
Materyalizm zikrediliyor. Ama bu kitap o tarihte henüz yayınlanmış değil.
Sanırsam sonra da yayınlanamadı. Ama kitabın arkasında bu kaynak olarak
gösterilen kitap, çıkacak kitaplar arasında belirtiliyor. Demek ki, kitap
yayınlanmadan, Fatma Yalçı okumuş ve bu kitaptan yararlanmış ve bunu kaynakçada
da belirtmiş.
Bu Tarihsel Materyalizm ile Fatma Yalçı'nın kitabı
karşılaştırılarak, bu etkilenmenin derecesi incelenebilir. Kitapta Fatma
Yalçı'ya özgü olan bulunabilir ve onun fikirlerinin Kıvılcımlı üzerindeki
etkileri araştırılabilir.
*
Tabii kitabın Fatma Yalçı'ya ait olması gerçeğinin bir de
bu kitabı Hikmet Kıvılcımlı adıyla yayınlayan Süleyman Şaşmaz'a ilişkin
sonuçları var.
Birincisi, Şaşmaz'ın ciddi bir bilimsel hassasiyet göstermeden
kitabı Kıvılcımlı'ya mal etmesi. Bu Neşe Özgen'in eseri Kıvılcımlı'nın sanması
gibi bir hatadan farklıdır. Neşe Özgen’in yanlışı, konu üzerine yoğunlaşmamış
olmakla, yaygın kanıları doğru kabil edip benimsemekle ilgilidir. Bu her alanda
herkesin yaptığı bir hatadır. Ama bir kitabı yayınlamak söz konusu olunca, o
zaman başka kriterler gündeme gelir.
Kaldı ki, Süleymen Şaşmaz, Fatma Yalçı adıyla yayınlanmış
bir kitabı Kıvılcımlı adıyla yayınlarken, bunu niye yaptığına dair kanıtlarını
getirmesi gerekirdi. Bunu yapmadığı gibi, tersi yöndeki kanıt ve soruları da şu
ana kadar cevapsız bırakmış bulunmaktadır.
Diyelim ki eser Kıvılcımlı'nındı. Bu takdirde bile, bir
kadının adını o eserin tarihiden silerek, "kadının adı yok"
demektedir. İşin ilginci, kendi tezleri de, özellikle kadın ve aile konularında
Marks, Engels, Kıvılcımlı'yı aştığı gibi bir noktada toplanmaktadır. Ama bu
somut tavır, kendi tezleri hakkındaki tezlerini oldukça zayıflatmaktadır.
Öte yandan, Süleyman Şaşmaz, görüşlerini, büyük ölçüde, Sosyete
ve Teknik'in Hikmet Kıvılcımlı'ya ait olduğu var sayımına ve kabulüne
dayandırmaktadır. Kitap Kıvılcımlı'ya ait olmadığına göre, bütün tezleri
anlamını yitirmektedir.
Ama sadece bu kadar da değil. Süleyman Şaşmaz, bu kitabı
aynı zamanda, kendi katıklarının ilham kaynağı olarak ta almaktadır. Kendi
geliştirdiği görüşlerin ilkel formülasyonları olarak görmektedir. Ama bu kitap
Kıvılcımlı'nın olmadığına göre, öyle olsa bile, yani bu kitaptaki görüşleri
mantık sonuçlarına götürmüş olsa bile, Kıvılcımlı'nın değil, Fatma Yalcı'nın
görüşlerini ilham kaynağı olarak almış ve geliştirmiş demektir. Yani bir
"Kıvılcımlıcı" değil, bir "Yalçıcı"dır.
"Yalçıcı" ama Yalçı'yı tarihten silen ve onun
kitabını Kıvılcımlı'ya mal eden bir “Yalçıcı”.
*
Bu vesileyle, şu basit e-mail grubunun yarattığı tartışma
ortamının bile ilginç ve verimli tartışmalara yol açtığını kabul etmek
gerekiyor. Neşe Özgen'e ve Latife Fegan'a gösterdikleri hassasiyetle konunun
üzerinde tekrar durulmasına yol açtıkları ve Sadık Göksu'ya da, bir yanlış
bilgilenmeyi ve tarihsel adaletsizliği giderdiği için teşekkür etmek gerekiyor.
28 Mayıs 2001 Pazartesi
Saygılarımla
Demir Küçükaydın
(Bu yazı Kıvılcımlı adlı e-grup’a yollanmıştı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder