Vatan Partisi Kongresi'ndeki konukların konuşmaları arasında, en ilgi
çekeni -yalnızca konuşmayı yapanın politik şöhretinden dolayı değil,
içeriğinden dolayı- Sarp Kuray'ın konuşmasıdır. Konuşmayı ilginç kılan yan:
Bilimsel Sosyalist Öğretiye büyük bir sıçrama sağlayan Hikmet Kıvılcımlı'nın
geliştirdiği bazı kavramların -tabii içeriği tahrif edilerek- Bilimsel
Sosyalist Öğretinin terk edilmesine nasıl örtü yapılabileceğine çok orijinal,
çok tipik bir örnek oluşturmasıdır.
"Doktorcu" denilenler içinde, bugün artık, üç belli başlı sınıf,
zümre ve tabakanın (Proletarya, Yaban Burjuvazi, Küçük-burjuvazi) çıkarlarının
ve ideolojisinin ifadesi olan üç çizgi kesin ve net olarak ayrılmış
bulunmaktadır.
Bunlardan burjuvazinin "doktorcu" sosyalizmi, Üçüncü Kongre'ye dek Vatan Partisi'nin resmi hattını oluşturuyordu. Bu çizgiyi sürdürenler, bugün artık Vatan Partisi dışındırlar ve Kıvılcım Yayınları arasında: "Vatan Partisinde Yol Ayrımı" adım taşıyan bir broşür yayınlamışlardır. Bizce, teori planında, bu çok açık "doktorcu görünümlü burjuva sosyalizmi" nin işi bitiktir.
Bu çizgi, diğer burjuva sosyalizmleriyle görünüm ayrılığına karşılık aynı
öz niteliklere sahip olduğundan, gerek Türkiye'de, gerek dünyada bugün egemen
olan burjuva sosyalizmlerine (Reformizme) karşı yürüteceğimiz mücadele, şu
bizim "doktorcu" burjuva sosyalizminin dayandığı temel önermelere de
yönelmiş olacaktır.
Bize göre, bu çizginin yeri TİP, TSİP, TKP'nin yanıdır. Gelecekte görünüm
ayrılıklarını da gidererek (TSİP'in geçirdiği evrim gibi) onlarla kaynaşabilir.
Belki ters yönde bir eğilim de ağırlık kazanabilir. Olayların önceden
kestirilemez akışı içinde, diğerleri, işçi sınıfı üzerindeki etkinliklerini ancak
"Doktorcu" bir görünüm altında sürdürebileceklerini görebilir ve
kaynaşma Doktorculuk kisvesi altında da gerçekleşebilir. Elbet bu olasılık,
Vatan Partisi'nin belli bir güce ulaşmasını; etkinliğinin artmasını,
dolayısıyla doktorculuğun "para etmesi"ni gerektirir.
Her ne olursa olsun, şu sıra ulusal ve uluslararası planda burjuva
sosyalizmine karşı açtığımız, en genel, en temel sorunlara ilişkin savaş, bizim
“doktorcu görünümlü burjuva sosyalizminin de temellerim dinamitleyecektir. Bunu
ancak GENEL'in ve ÖZEL'in diyalektiğini kavramayanlar göremezler. Zaten o GENEL
SORUNLAR, ŞU ÖZEL “Doktorcu görünümlü burjuva sosyalizmi” ile savaş içinde
gündeme geldi. Her adımda, o en temel sorunlara tosladıkça, ilkeli ve tutarlı
bir politikayı belirleyebilmek için, şimdiye dek tartışmasız kabul görmüş genel
sorunları tartışma konusu yapmak kaçınılmaz oldu. Bu gidiş içinde, Bilimsel
Sosyalizmi (Marksizm-Leninizm’i; Hikmet Kıvılcımlı'yı) yeniden keşfettik ve
ediyoruz. Şimdi özellikle, reformizmle, burjuva ideolojisiyle bu kopuşmanın tüm
mantık sonuçlarını da aynı cesaretle öne sürüp savunmaya çalışıyoruz.
Bir de küçük-burjuvazinin “Doktorcu”luğu var. Yakın zamana kadar, bu
küçük-burjuva eğilimler, özellikle “ÇAĞRI”
ve “DERLENİŞ” dergilerinde dile
gelmekteydi. Bunlardan Derleniş
yayınını sürdürüyor.
Çağrı'ya gelince, bu dergiyi eskiden çıkaranların söylediğine
göre, kendisini lağvetmiş. Politik bir akım olarak varlığına son vermiş; Sarp
Kuray'ın dile getirdiği -ve bu yazımızın da konusu olan- görüşleri aynen
benimseyip “Sarpçı” olmuş.
Çağrı da bir küçük-burjuva çizgi idi, ama, Derleniş'e ve hele “Sarpçı”lığa
nispetle Marksizm’e, “sınıf mücadelesi öğretisi”ne daha yakın ve yatkındı.
Partilerin, eğilimlerin hangi sınıfların çıkarlarını savunduklarını; politik,
ideolojik ayrılıkları sınıf ayrılıklarıyla açıklama çabası açıkça görülüyordu.
Bu çabasını sürdürdüğü taktirde “Komisyon
Raporu”nda dile getirilen görüşlerle buluşması kaçınılmaz gibi görünüyordu.
Bunu yapamadığı takdirde ise, zeminini terk etmek; olayları sınıflarla ve sınıf
mücadelesiyle açıklama çabasını bir yana bırakmak zorundaydı. Ne yazık ki, gerçekleşen
bu oldu. Açmazdan Çağrı'nın tüm
plâtformu reddedilerek kurtulundu!..
Tüm siyasî ayrılıklar gibi, “Doktorcu”lar arasındaki mücadeleye, sınıf
mücadelesinin bir yansıması olarak baktığınız ve açıklamaya kalktığınız an, Komisyon Raporu'nda dile getirilen
görüşlerin doğruluğunu kabulden başka çıkar yol olmadığını görürsünüz. Çünkü,
Kıvılcımlı'nın yaptığı ekonomi ve sınıf tahlilleri henüz bugün de geçerlidir.
Bu durumda, hem sınıf mücadelesi ile açıklamayı hem de Kıvılcımlı'nın henüz
çok taze olan sınıf tahlillerini kabul ettiğinizde, Komisyon Raporu'nu kabul etmemenin tek yolu; yani reformist bir
program ve taktikleri öne sürmenin tek yolu: Kıvılcımlı'yı yanlış yorumlamak ve
Üçüncü Enternasyonal'in ve Dünya'ya yayılmış “Komünist ve İşçi Partileri”nin
program ve taktiklerini kaynak göstermektir. Ancak, mehaz gösterilen bu
reformist program ve taktiklere, Kıvılcımlı'da tek örnek bulunamayacağı için,
oportünizm kolaylıkla tespit ve teşhir edilebilir. Burjuva Sosyalist çizginin
durumu da aynen böyle olmuştur.
Bu durumda, hem “Doktorcu” olup hem de Komisyon
Raporu'nda dile gelen görüşleri kabul etmemek için tek yol kalıyor: “Doktorcular”
arasındaki ayrılıkları; sınıfsal olarak, Program, Strateji, Taktik, Örgüt
bakımlarından eleştirme zaruretinden kurtulmak; (gerçekte Bilimsel Sosyalist
öğretiyi terk etmekten başka bir anlama gelmeyen bu işi) öyle bir şekilde
başarmak ki; sözlerinizi duyan sizi en su katılmamış; saf “Doktorcu” sansın.
Hem su katılmadık “doktorcu” bir görünümü korumak; hem de doktorculuğu terk
etmek: Bu, Kıvılcımlı'nın kimi dediklerinin skolastik bir kavranışıyla mümkün
olmaktadır. Size, ayrılıkları sınıf ayrılıklarıyla açıklama zaruretinden
kurtaran bir ipucunu bir kere tuttunuz mu; bir tek o önermeler üzerine kıyas
metoduyla kendi içinde kapalı bir sistem oturtabilirsiniz. Görünüşte,
sisteminizi oluşturan tüm kavramlar, özellikle Kıvılcımlının kullandıklarıdır,
ama özde, o skolastik sisteminizi oturtmak için kavramların bilimsel
içeriklerini tahrif veya terk etmek zorundasınızdır.
Her küçük-burjuva, skolastik kafasıyla, kendisini sınıf mücadelesi
öğretisini Doktorcular arasındaki ayrılıklara da uygulama zaruretinden
kurtaracak, herhangi bir fikri temel olarak alıp, kendi sistemini
oluşturabilir. Yani, sonsuz sayıda, “Doktorcu” görünümlü küçük-burjuva
teoriler mümkündür. Nasıl sonsuz sayıda, “Marksist-Leninist” görünümlü
küçük-burjuva teori mümkün oluyorsa öyle.
İşte “Sarpçı”lık ve “Derlenişçi”lik, bunlardan ikisidir.
Derlenişçiler, Doktorcular arasındaki ayrılıkları sınıf eğilim ve
nitelikleriyle; dolayısıyla da program, strateji, taktik ve örgüt gibi
başlıklar altında tahlil etme zaruretinden; yani Marksizm’i uygulama
zaruretinden kendilerini kurtaracak tutamak noktalarını “Anarşi Yok! Büyük
Derleniş!”te bulduklarını düşündüler.
Madem ki o broşürde Kıvılcımlı, bütün grupların keçiler gibi boynuzlaşmayı
bırakmalarından söz etmektedir ve “V. P. literatürünü” salık vermektedir. Her
doktorcuyum diyen, Anarşi Yok'u kabul ettiğine ve V. P. Literatürünü de benimsediğine
göre, doktorcular arasındaki ayrılıklar, keçilikle; kişilerin, şeflerin mevki
hırslarıyla; “megaloman”lıklarıyla “izah” edilebilir! Örneğin V. P. 'nin
başında “megaloman” “şefler” olmasa, tüm doktorcular bir araya gelebilir... “Mantık”
ve dayandığı temel özce budur, Derleniş'in.
Halbuki, Kıvılcımlı bunları yazarken, birleşebilmek için ve birleşmeden
önce ayırıcı sınırların çizilmesi gerektiği önermesine dayanmaktadır. Bunu “Sosyalist” gazetesindeki bir sohbet
toplantısının tutanaklarında açıkça belirtmektedir.
Ve en azından Vatan Partisi'ndeki bölünme, V. P. Program ve Tüzük metnini
kabul etmenin hiçbir birliğin şartı olamayacağını; çünkü Program ve Tüzüğün
içeriğinden, mantık sonuçlarından sapılabileceğini göstermiştir. Ve de Derleniş, en azından iki yıl boyunca V.
P., I. Kongresi Kararları'nda hiçbir
reformizm görmemiş olmakla; V. P. 'nin bir parti mi yoksa yuvar mı olduğunu
tartışmadansa; kararları ve politikasıyla, programı, stratejisi ve
taktikleriyle hangi sınıfın çıkarlarını ifade ettiğini sorun etmemiş olmakla,
henüz V. P. 'nin program ve tüzüğünü kavrama ve kabul etmekten çok uzak
olduğunu; dolayısıyla V. P.'nin sınırları içinde yer alamayacağını pratik
olarak kanıtlamış olur.
Derlenişçiler için “Anarşi Yok! Büyük
Derleniş!”in gördüğü işlevi; (yani doktorcular arası ayrılıklara
Marksizm’i uygulama zaruretinden kurtarma işlevini) “Sarpçı”larda “Proletarya Aydınları”; “Tarihsel Devrim Geleneği” gibi konular
görür.
Bilimsel Sosyalizmin, uzun bir evrimle ulaştığı sonuçlar alınır, o
sonuçlara ulaşan öğretinin terkedilmesine basamak yapılır. Kıvılcımlı, “Babil artığı küçük-burjuva ortamımız”
mı demiş? Bundan, “doktorcular” arasındaki ayrılıkların, sınıf eğilimleriyle
açıklanamayacağı, çünkü bizde modern sınıfların olmadığı, bölünmelerin
antikalıktan; küçük-burjuva çekişmelerden kaynaklandığı sonucu çıkarılır.
Böylece de, örneğin, bugünkü V. P. 'yi Programı, Stratejisi, Taktikleri,
Örgüt Prensipleri bakımından eleştirip, hangi sınıfın çıkarlarını savunduğunun
araştırılması zaruretinden kurtulunur!..
İşte bu yazımızda, Sarp Kuray'ın Vatan Partisi Kongresinde yaptığı
konuşmada, bunu nasıl yaptığını ve kurduğu sistemin inşasında kullanılan “doktorcu”
ya da bilimsel sosyalist öğretinin kavramlarının nasıl çarpıtıldığın, aslıyla
ilgisiz hale getirildiğini somut olarak göstermeye çalışacağız.
I. VATAN PARTİSİ'NDEKİ VE
"DOKTORCULAR" ARASINDAKİ AYRILIKLARI DEĞERLENDİRİŞ METODU VE MANTIĞI
Sarp Kuray'm konuk olarak konuşmasını yaptığı Vatan Partisi Kongresi'nin
gündemindeki tartışmalar ve ayrılıklar konusunda söyledikleri şunlardır:
“Feridun Sakar küçük-burjuva
sosyalizmi, öbürü burjuva sosyalizmi...Böyle şey yok. Herkes belli bir
bezirgan politikanın tufasını yedi. Bezirgan politikanın tufasını yemeyi ancak
şöyle aşabiliriz: Mesele antikaca düşmanlıktır. Antikaca düşmanlığın altındaki
sebebi açalım ve bu konuya tekrar modern bir önlem alalım.”
S. Kuray, yalnızca V. P. içindeki taraflar arasında bir ayrılık görmemekle
kalmaz, kendisiyle, o taraflar arasında da bir ayrılık görmez:
“Buradaki arkadaşlarımızla bugün
aramızdaki bizim de şu sıralarda oturamayışımız, bizim de delege olarak bulunamayışımız
her birimizin geldiğimiz orijinin önlemi alınmamış olunmasındandır. Önlemimiz
partice, önlemimiz teorice, önlemimiz pratikçe alınmadığı için onlar burada
biz yukarıda oturuyoruz. Yoksa maddece, ruhça, inançça aramızda bir ayrılık
olduğuna inanmıyorum.”
Ortada -V.P.'nin içinde ve dışındakiler arasında- bir ayrılık olmayınca,
neden ayrı kalınmaktadır?.. "Bezirgan
politikanın tufasundan!” Ve o bezirganlar, bunalıma girmiş medeniyetlerinin
(V. P. 'nin) yıkılışını engellemek, geciktirmek için bir “rönesans” yapmaya
çalışmaktadırlar!
“Kongreniz, diğer Dr, H. Kıvılcımlı
mücadelesinde vuruşmuş olan arkadaşlarımızla müşterek tartışarak meselelerin
sosyal nedenlerini araştırıcı, teorice ve pratikçe önlemini alıcı bir
muhtevaya dönüşmelidir. Kongre'de rönesansa müsaade etmeyin."
“(...) Ve bu konuda (600 yıllık
gelenekle kopuşmak ve modernliğe atlamak için “hiç bir dayatma” yapmadan “bir
araya gelme” konusunda mutlaka bir müşterekliğin, ama asla bir rönesans
kazasına uğramadan müşterekliğin doğacağı inancındayız. Bu konuda hepinize
başarılar dileriz. Ve bu başarı dileklerimizle beraber bütün militan arkadaşlarımızın
içinde tek tek duymuş oldukları sıkıntıları Kongre Edebiyatındaki bir anda
Kongre Edebiyatı'nda yazılarla rönesans yaptırmayacakları inancıyla. Ve işin
Tarih Devrim Sosyalizm'e, yani kendi gelmiş olduğumuz sosyal gerçekliğe göre
vardığımız bezirgânlık konağı, hepimizin vardığı bezirgânlık konağı bizi
birbirimize düşman etti.”
Sarp Kuray'm konuşmasında dağınık bir şekilde ifade edilen, ayrılıklara ve
nedenlerine İlişkin görüşleri, sistematize ederek aktarmaya çalıştık.
*
Finans Kapital, Sarp Kuray'ın doktorcuları gördüğü gibi- “İmtiyazsız sınıfsız”
bir kitle olduğunu; “ruhça, inançça, kökence” bir ayrılık bulunmadığını iddia
eder. Bu mantıkla 14l-l42. Maddeleri ceza kanunlarına koyar.
Finans-Kapital bir ayrılık görmediğine göre, ayrılıkların varlığını iddia
etmek “bölücülük”, “kışkırtıcılık” olur. Ayrı sınıfların varlığı iddiası, “Uluslararası
Komünizmin Komplosu” olur.
Sarp Kuray'ın mantığı içinde de, “Uluslararası Komünizmin yerini “Bezirgan politikanın tufası” alır.
Ve nasıl Finans-Kapital, bu iddialarıyla îşçi Sınıfı üzerindeki en kanlı
tahakkümünü gizlerse, Sarp Kuray ve benzerleri de aynı mantıkla “bölücü bezirganlara”; Finans-Kapital'in “bölücü komünistlere” yaptıklarım yapmaya
kalkabilir.
Madem ki, işin kökeninde “bezirgan
tufası” vardır. Buradan kolaylıkla, o bezirganları, “barbarın zoruyla yok etme” düşüncesine geçilebilir.
Örneğin, bugün, Vatan Partisi'nin yönetimindeki “bezirganların” (Derleniş'in “Megaloman”ları) bir “rönesans”
yapıp milleti “tufaya” getirdikleri,
aralarında “maddece, ruhça, inançça”
hiç bir ayrılık olmayan “600 yıllık
gelenekli” “Jön Türk” barbarların birleşip “modernleşmeye atlamalarını
engelledikleri; o halde, Vatan Partisi denen -bezirganların rönesans
yaptırdığı- medeniyete “Barbar akınları”
yapıp, yıkmak gerektiği gibi provakasyonlara yatkın bir anlayış, Sarp Kuray'ın
konuşmasında açıkça ifade edilmiş olmasa da, potansiyel olarak vardır.
xÇünkü, onun kendi mantığı
içinde, yazılı teorik mücadele modern bir ortamda mümkün olur, halbuki, tufacı
bezirgan politikası, modernliğe atlamayı engellemektedir. Vatan Partisi'ndeki
yazılı tartışmalar, dergi ve gazetelerde yapılan eleştiriler mi? Bunlar,
bezirgan medeniyetin kitapçılığıdır. Sonra barbar dediğin “kitapsız”dır!..
Böylece, örneğin Komisyon Raporu'nun teorik bir eleştirisi,
(yanlış bir açıdan dahi olsa eleştirisi), olanaksız kılınmaktadır. Teori
düşmanlığı râsyonalize edilmektedir (Aklîleştirilmektedir.)
Burada, Sarp Kuray'ın
görüşlerinin -”Doktorcu” olsun olmasın- diğer bütün küçük-burjuva eğilimlere
göre bir ayrı yanı ortaya çıkmaktadır. Diğer küçük-burjuva “siyasetler” iyi
kötü, -“bezirgânlık konağı” gibi bir
gerekçe bulamadıkları için- bir takım teorik tartışmalara, polemiklere girerler.
Teori, strateji, taktik, örgüt konularında görüş getirmeye çabalarlar.
Ama Sarp Kuray'ın bakış
açısından, bütün bunlar da gereksizleşirler. Ruhça, inançça, maddece bir
ayrılıkları olmayıp ta, sırf “bezirgan politikasının tufası” yüzünden ayrı
düşenlerle teorik mücadelenin anlamı olabilir mi? Bezirganlarla da teorik
mücadele yapılamaz, çünkü bir türlü “modernliğe atlanama”maktadır!
Somut siyasî paralolar mı?
Varsa eğer, bir tek parola olur: Bezirgânlığa son vermek!..
Böylece, Sarp Kuray ve
arkadaşları kitlelere önereceği politik sloganları bile olmayan; her şeyini V.
P.'nin çökmesine bağlamış bir hareket durumunda kalırlar. Teori'ye yaban
kalışlarıyla ve Marksizme objektif düşmanlıklarıyla, kendilerinin olumlu bir
gelişim gösterme yolunu tıkarlar. Kitleye ve teoriye yad (uzak) kalış (bir
küçükbur juva kitle hareketi olma şansları dahi yoktur. Çünkü somut politik parolaları
da yoktur. Bunu da gündemlerine koymamışlardır) giderek çürüyen, dejenere olan
bir sekt olmalarına yol açacaktır. Kitle'den ve Teori'den uzak duran, her küçük-burjuva
hareket, yahut çete giderek Lümpen Proleter nitelikler göstermeye başlar.
*
Buraya kadar, sınıf mücadelesinin objektif varlığını inkâr etmenin -ki bu,
sınıf mücadelesi öğretisini terkin gerekçesi olmaktadır- sonuçlarının nereye
varabileceğinden; ne anlama geldiğinden sözettik. Şimdi, Sarp Kuray'ın ayrılıkları
sınıf dışı nedenlerle “açıklama” metedonun, Hikmet Kıvılcımlı' nın görüşleriyle
uzak yakın hiçbir ilgisi olmadığını kısaca gösterelim. Çünkü S. Kuray, bu
metodunu sanki H. Kıvücımlı'nınmış gibi kullanmaktadır.
Hikmet Kıvılcımlı, bir bilimsel sosyalist olarak, diğer politik çizgileri
ve partileri; politik ayrılıkları daima sınıf eğilimleriyle izah etmiş ve aksi
yöndeki buluşlara; yani Sarp Kuray'mki gibi, sınıf mücadelesi dışı izahlara kesinlikle
karşı durmuştur.
Örneğin daha 1967'lerde, sosyalizmin balayı günlerinde, Kıvılcımlı'nm TÎP'e
yönelttiği eleştiriler, kimi çevrelerde bir kişi çekişmesi gibi gösterilmeye
çalışılıyordu. Madem ki hepimiz “sosyalist” idik ayrılıklar olsa olsa kişisel
rekabet olabilirdi!..
Kıvılcımlı, 1970'de yayınlanan “Halk
Savaşının Plânları”nda, bu tür itirazlara anıştırma yaparak, şöyle der:
“"DEMOKRATİK DEVRİM"
parolası üzerinde durulması çok iyi oldu. Bir yanda kişi çekişmesi gibi
gösterilmek istenen düşünce ve davranışların ÇERÇEVE'sini olsun açıkladı..."
(S. 126)
Hikmet Kıvılcımlı, sadece ayrılıklara “kişi çekişmesi” gibi bakanlara karşı
çıkmakla kalmamış; ayrılıkları, sapmaları sınıf eğilimleriyle açıklamayı
başlıca ilke edinmiştir.
Yol'da açıkça görüleceği gibi 50 yıl öncesinin,
1920'Jer, 30’lar Türkiye'sinin siyasî çizgilerini de, hep sınıf bakış açısından
açıklayıp eleştirmeye çalışmıştır. Ve hangi çizgiyi, hangi sapmayı ele alırsa
alsın, onu Teorisi, sınıf ve ekonomi tahlilleri, taktikleri, örgüt anlayışı
gibi bakımalardan; sistematik bir şekilde eleştirmeyi daima başlıca metod
olarak kullanmıştır.
Örneğin Ütopizm (Başlangıç) konağı , Teori'ce: “Kof”; Taktik'çe: “Boş”;
Sınıfa: “Kaygısız”; Örgüt’çe: “Yok”tur. Hazırlık (Kuyrukçuluk) Konağında ise, “Teori
kırıntıcılığı ve sapıklığı”; Taktik “artçılık”
ve Pısırık”lığı; “Sınıf sapıklığı”; Örgüt bakımından “İlkel” lik egemendir. Ve
bizzat “Yol” adlı plâtform, aynı metodolojiyi izler.
Yarım yüzyıl öncesinin, modern smıf ilişkilerinin çok daha geri olduğu
1920-30'lar Türkiye’sinde bile (Sarp Kuray'ın zıddına) hiç bir ayrılık bir “bezirgan tufası” ile açıklanmaz. Antika
ilişkiler, ayrılıkların nedeni değildir, Biçimi'dir. Kıvılcımlı, Bezirgan
ilişkilerin sonuçlarından, ayrılıkların meşrebini, biçimini ele alırken
sözeder. Örneğin Partide ve Ülke'de yazılı teorik mücadele tartışmasının,
prensip tartışmasının yokluğundan yakınır ve bu yokluğu açıklarken. Ve bu çöl
ortasında, yokluk içimde, teorik bir tartışmayı; prensip tartışmasını var eder:
Yol’u yazar.
Peki, Sarp Kuray ne yapar?
Modern bir teorik tartışma ortamı var iken; bu teorik tartışmaya hiç
girmez; teorik tartışma; modern mücadele imkân ve gereğini yok eder. (Tabii
kendisi için)
Bu durumda, diyalektik olarak zıddına döner. Kendisi, diğerlerini “modernliğe
atlama”yı engellemekle suçlarken; objektif olarak modern (prensipcil)l
mücadelenin yolunu tıkar, engel olur.
Vatan Partisi'ndeki, ya da diğer “Doktorcular” arasındaki ayrılıkların,
elli yıl öncesinin biçimleri içinde, hiç bir yazılı, teorik tartışmaya yer
olmadan; dedikodu biçiminde sürmüş ve sürmekte olduğunu varsaysak bile;
Kıvılcımlı’nın öğretisini sürdürmek isteyen bir kimse, en azından Yol'u yazan Kıvılcımlı'nın metodunu
izler; ayrı tarafların görüşlerini eleştirir ve kendi teorik plâtformunu
tartışmaya sunardı. Ancak böyle bir davranışla tarihin tekerleği ileriye doğru
çevrilebilirdi.
Ama S. Kuray, ileriye giden tekerleği adeta geri döndürmeye çalışır. Çünkü,
tartışmalar, tam da Kıvılcımlı'nın özlemini duyduğu; modern prensipcil mücadele
içinde olmuştur.
Örneğin Vatan Partisi içinde, hemen hemen 15 günde bir yapılan ve 5-6 ay
kadar süren, tüm üyelerin katılabildiği Parti Konferanslarında görüşler
savunulmuştur. (...) Tezler, görüşler, istendiği takdirde teksir edilip tüm
partililere dağıtılmıştır. Tartışmalar son derece heyecanlı ve sinirli bir
havada geçmiştir.
(Bu “sinirli”, “heyecanlı” hava bile bir olumluluğun, modernliğin
ifadesidir. R.S.D.İ.P. İkinci Kongresi'nde, birisi Lenin'e yine böyle gergin
ve heyecanlı tartışmaları kastederek “ne kadar kötü bir Kongre!” der. Lenin'in
buna cevabı ise, aksine “ne kadar güzel!” olduğu yolundadır.)
Tartışılan konular, devrimci teorinin gerçekten en temel, en genel
sorunları olmuştur. Hatta, karşılıklı hoşgörü ve medenî ilişkilerde öylesine
bir başarı sağlanmıştır ki, belki de Türkiye Devrimci Hareketi'nin Tarihinde
ilk kez, birbirleriyle kopuşacaklarını açıkça ilan eden iki ayrı çizgi, aynı
gazete ve derginin sayfalarında, görüşlerini, herkesin kolaylıkla
karşılaştırabileceği bir biçimde sunmuşlardır. Bu durum, Kongre'de ve
Sonrasında da sürmüştür.
Bütün bu olgular, Vatan Partisi'ndeki tartışmaların, gerçekten
Kıvılcımlı'nın özlediği gibi gerçekleştiğinin somut kanıtlarıdır. Yani
modernliğin.
Modernlik olmasaydı dahi, yani tartışmalar ve ayrılıklar 50 yıl önceki
metodlarla yürütülmüş olsaydı dahi, ayrılıklar yine 50 yıl önceki gibi, sınıf
eğilimlerinden kaynaklanırdı.
Yanlız, Proletarya'nm ideolojisine karşılık düşen çizgi, hiçbir zaman,
antika biçimler ve metodları kullanarak var olamaz. Antika metod ve biçimleri
50 yıl önce de kullanmamıştır, bugün de. Program, Strateji, Taktik, Örgüt,
gibi başlıklar altındaki teorik platformunu; 50 yıl önce de (“Yol” da) yazılı
olarak tartışmaya sunmuştur, bugün de (“Komisyon Raporu”nda).
50 yıl önce; sunulan plâtform hasıraltı edilebildi, bugün ise S. Kuray ve
benzerleri bir “bezirgan tufası”, bir
“rönesans” kavramı ardına gizlenerek,
aynı metodu başka şartlarda ve biçimde sürdürüyorlar. Ve işte tam da böyle
davranarak, antika küçük-burjuvalıklarmı ele veriyorlar.
Ayrılıkları, “bezirgan politikasının
tufası” olarak ilân edip, teorik tartışmadan kaçanlar; V. P.'nin bugünkü
devrimci platformunu eleştirmeye yanaşmayarak; yani “susuş kumkuması”na
uğratarak, politik tecrübe ve bilgiden yoksun kimi militanları “bezirgan tufası”na getirmeye çalışmış
oluyorlar. Bezirgânlıktan şikâyet bezirgânhğı örtmeye araç oluyor.
Hikmet Kıvılcımlı'da “antika”lık, “bezirgân”lık gibi kavramlar, “sınıf
mücadelesi öğretisi”ni geliştirir; o mücadeleyi daha dakik, daha derin, daha
kapsamlı olarak kavrama olanağı sağlar; özellikle Türkiye gibi ülkelerdeki
sınıf mücadelesinin kendine özgü yanlarını, orijinalliklerini açıklamaya
yarar. Sarp Kuray'da ise, “sınıf mücadelesi öğretisini, yani Marksizm -
Leninizmi, yani “Doktorcu”luğu terk etmeye ve bu terki gizlemeye yarar.
*
[Burada sayfayı scan yaparken
okunamamış bir yerler var. Muhtemelen Sarp Kuray’ın Türkiye’nin antikalığından
çıkardığı sosyal devrimlere kapalı olduğu sonucunun bir eleştirisi yapılıyor.
Elde bulunan kısımla devam ediyoruz.]
*
bir ayrıntılı işle ilgilenmek görevlerini koyar. Bu binbir, pratik ve
ayrıntılı işi her şart aitmda sürdürebilmek; sürdürebilmek için de polise
karşı mücadelede uzmanlaşmak görevlerini koyar. Tüm bu ağır görevlerin altından
başarıyla kalkabilmek için; entellektüel bakımdan sürekli gelişebilmek;
insanlığın tüm bilim ve kültür mirasını hazmetmek; bunu o binbir pratik iş
arasında başarabilmek için zamanını ve maddî imkânlarım en verimli şekilde kullanmayı
öğrenebilmek; beden direncini yüksek tutmak görevlerini koyar...
Türkiye'nin “sosyal devrimlere kapalı”
olduğu temel fikri ise, baştan aşağı Proletaryanın eğitilmesi ve örgütlenmesi
görevine bağlı olan yukarıda sıraladığımız görevler silsilesini
gerektirmeyecektir. Yani, Kıvılcımlı'nın yaptığı ve bizim de yapmaya çalıştığımız görevleri gerektirmeyecektir.
Örneğin, “Türkiye'nin sosyal devrimlere kapalı” olduğu yolundaki bir görüşün,
hangi sınıfın ideolojisinden kaynaklandığı konusunda proletaryayı ve kendini
eğitme, aydınlatma görevini gerektirmeyecektir.
Türkiye'nin “sosyal devrimlere kapalı” olduğu temel fikri, bunalımı sosyal
sınıflar “adına” açacak Resneli Sarp'ların toparlanması görevini
gerektirecektir. Bu toparlanmayı engelleyen “Tufacı Bezirganların” tecrit
edilmesi görevini gerektirecektir. Tecrit edilmeleri için, onların nice
bezirgan olduklarının herkese duyurulması görevini gerektirecektir.
Dolayısıyla onların kişilikleri hakkında olumsuz düşünceleri yayma görevini
gerektirecektir. Bu tüm eleştirilerin bilimsel değil ahlâkî bir temele
dayanmasını gerektirecektir. Bu da herkesin, yiğitlik, atılganlık gibi kategorilerle
kestirilmesini gerektirecektir. Ve diğer anarşist örgüt-gruplaraa olduğu gibi,
politik ve sınıfsal kategorilerin yerini; sınıf mücadelemin yerini “namuslular”
ile “namussuzlar; “yiğitler” ile “korkaklar” mücadelesi alacaktır. Dolayısıyla
“Devrimci” kavramının içeriği değişecektir; dolayısıyla “Parti” den anlaşılan
başka bir şey; -örneğin geleceğin “yiğit” ve “namuslu” insanlarının kardeşlik
içinde yaşadığı ütopik “komün” benzeri bir şey- anlaşılacaktır."Kitle
içinde çalışma”, kitle içindeki namuslu ve yiğit görülen kişilerin
devşirilmesi anlamına gelecektir. Kitle'nin eğitimi; ahlakî bir örneğe göre
eğitime dönüşecektir."Ne Yapmalı” okunduğunda, onda yalnızca, polise karşı
mücadele tekniklerine ilişkin bölümlere dikkat edilecektir, v.s..
Tüm küçük burjuva ideolojiler, aşağı yukarı hep aynı, yukarıda
sıraladığımız özellikleri gösterirler. Sarp Kuray'ın onlardan tek farkı; aynı
özü değişik, “doktorcu” kavramlarla süslü bir görünüm altında sunmasıdır.
Örneğin, diğer küçük burjuva devrimcileri, Türkiye' yi “sosyal devrime kapalı”
görmezler. Ama, diyelim ki, “sunî bir
denge” yüzünden devrim olmadığı; dolayısıyla bu dengeyi bozmak gerektiğini
söylerler.
Görünüşte, THKP-C kökenli hareketlerin dayandığı bu tür teoriler ile Sarp
Kuray'ınki birbirine zıt gibidir. Biri sosyal devrimi mümkün görürken; öbürü
kapalı görür. Birisi, işçi sınıfı adına “ideolojik öncülü”ğü yüklenir; diğeri
sınıflar ve partiler adına “sıkışmış yapıyı açma”yı. Bütün bu ayrılıklar, görünüştedir.
Özde aynıdırlar. Aynı devrim kavrayışına dayanırlar. Metedolojik yanlışları,
devrim kavrayışlarındadır. Ayrılıkları, aynı “devrim” kavrayışını ayrı kavram
silsileleri ve görünümler altında sunmalarında toplanır.
Küçük burjuva devrimcilerinin, Toplum kavrayışları, Ortaçağ simyagerlerinin
Madde kavrayışlarına benzer. Ortaçağ simyagerleri maddeyi değiştirebilmek için
hangi metoda dayandılarsa, küçük burjuva devrimcileri de aynı metoda
dayanırlar.
Bilinir, ortaçağ simyacıları, taşı - toprağı altın yapmanın yolunu
ararlardı. Bulacakları böyle bir şeyle, herşeyin altın yapılabileceğini
düşünürlerdi. Bu sihirli taşa da “feylesof taşı” denirdi.
Ama, ortaçağ simyagerleri hiçbir zaman taşı altına çeviremediler. O “feylesof
taşları” taşı altın yapamadı. Çeşitli maddeler hakkındaki bilgileri derleyen;
madde'yi değişmez bir şey olarak gören, klasik burjuva - metafiziğe dayanan
kimya da taşı altın yapamadı. (Klasik kimyanın böyle bir sorunu da olmadı.)
Bugün insan, taşı altın yapabilir. Ama ne feylesof taşlarıyla, ne de
klasik kimya ile. Atomların evrim yasalarını açıklayan Nükleer Fizik ile.
İnsan, maddenin yasalarını keşfederek ve onlara uyarak maddeyi değiştirebilir.
Küçük burjuva devrimcisi de, toplumu, ortaçağ simyacısının maddeyi
kavradığı gibi kavrar; ve onu aynı metodla değiştirmeye çabalar.
Ortaçağ simyagerinin, maddenin evrim yasalarını bulma gibi bir sorunu
yoktu; maddeyi açıklama gibi bir sorunu yoktu; küçük burjuva sosyalistinin de
Toplumun hareket yasalarını araştırma; toplumun objektif hareketini inceleme
gibi bir sorunu yoktur.
Ortaçağ simyageri için taşı altın yapacak “feylesof taşı” ne ise, küçük -
burjuva sosyalist için de “Zor” veya “Parti” Toplum'u dönüştürecek benzer
feylesof taşlarıdır.
Bu baylar için Toplum'un objektif yasalarının kavranması gibi bir sorun
olmadığı için: Engels küçük t burjuva devrimcilerine “Devrim simyacıları” der.
Küçük burjuva sosyalistlerinin dilinde, devrimci bir partiyi yaratmak;
örgütlemek: ortaçağ simyageri için feylesof taşını bulmak neyse, aynı şeydir.
Kavrayış paralellikleri sürer gider.
Örneğin, ortaçağ “hayvanat ve nebatat” alimleri, sıçramali bir evrim
kavrayışına sahip olmadıklarından; değişmeyi büyüme; küçülme gibi
kavradıklarından; erkeğin menisinde, insanın mikroskobik bir minyatürünü gördüklerini
ciddi ciddi iddia etmiş ve bunun “resmini” bile çizmişlerdi.
İşte, küçük burjuva sosyalistleri için de Parti geleceğin “adil” toplumunun
“küçük” bir minyatürüdür. Böylece, küçük burjuva sosyalistlerinde, ütopya
denemeleri, Parti kavrayışı içinde sürer gider.
Bütün küçük burjuva sosyalistlerinin, devrim ve parti kavrayışları, hangi
terminoloji ardına gizlenirse gizlensin, aynı skolastik kavrayış özelliklerini
gösterir.
Sarp Kuray'ın sistemi için de durum aynıdır. Parti, “modernliğe atlamış” aydınların
birliğidir. Modernliğe atlayanlar ise üstün ahlâkî ve insanî özelliklere
sahiptirler!
Konuşmada, bu anlayış açıkça şöyle dile gelmektedir:
“Bildiğimiz doğru şu: Belli bir Ayın'lık, yani korkusuzluk, yani eşitlik,
yani atılganlık, yalansızlık önlemi alınmazsa yanıbaşmda korkaklığı,
yanıbaşmda yalancılığı, yanıbaşmda eşitsizliği, yanıbaşmda eşkiyalığı
taşır."
Kim bu “Biz”? Sarp Kuray gibi, “sosyo ekonomik yapı”yı sıkıştığı noktada
açmak için, “kelleyi koltuğa alıp” çıkmış “Proletarya Aydınları”!
Bunların özellikleri neler? “Korkusuzluk”, “eşitlilik”, “atılganlık”, “yalansıziık”
gibi hep ahlâkî; soyut bir “insan özü”ne yönelik kriterler.
Bunların “önlemi” nasıl alınır? “Modernliğe” atlanarak!
“Moderniiğe” nasıl atlayacaklar? “Antikaca düşmanlığı” bırakıp, tufacı
bezirganları etkisizleştirip, birleşerek!
Böylece Parti, eşit, atılgan, doğrucu, cesur insanların birliği; bugünkü
pisliklerle dolu toplum içinde, geleceğin toplumunun küçük bir minyatürü olur!
Dikkat edilirse, buraya kadar hep, diğer küçük burjuva devrimcileriyle
birlikte Sarp Kuray'ın anlayışının özü'nü açıklamaya çalıştık. Bu öz,
Toplum'un, Devrim'in, Parti'nin bilimsel olmayan; skolastik bir kavranışından
ibarettir. Bilim yerine ahlâkçılığın geçirilmesidir.
Sarp Kuray'ın “öğretisinde, Hikmet Kıvılcımlı 'nın geliştirdiği bazı temel
kavramlar; içerikleri değiştirilerek; tahrif edilerek ahlâkçı bir sistemin; bir
devrim simyacılığının kurulmasında bir araç olarak kullanılmaktadır.
Sarp Kuray, Tarihsel Maddeciliği; üretici güçler teorisini hiç
anlamamıştır. Örneğin Kıvılcımlı, Barbar'ın (hür + eşit + yiğit + doğru)
olduğundan sözederken; ahlâkî bir töz'den; soyut bir “insan özü”nden
sözetmemektedir. Tıpkı, proletaryanın örgütleyici olması; sosyalizme anadan
doğma yatkın olması gibi objektif ve ekonomi ilişkilerince belirlenmiş
özelliklerinden sözetmektedir. Tıpkı, küçük burjuvazinin kaypak olmasının,
ahlâkî ölçütlerin, sınıfları tanımlamakta kullanıldığı anlamına gelmeyeceği
gibidir.
Ama bir küçük burjuva, küçük burjuvazinin tutarsızlığı ya da kaypaklığını,
nasıl ahlâkî bir eksiklik olarak görürse; onun diğer sınıflarla ilişki içinde
objektif bir anlam kazandığını kavrama yeteneğinde değilse; aynı şekilde,
Barbar'ın niteliklerini de, Soyut bir “insan özü”nün ifadesi olarak görür.
Medeniyete, finans - kapital egemenliğine vs. "insan özü”ne ahlâka
aykırı; insanları ahlâksız, korkak, yalancı yaptıkları için karşı çıkar.
Sarp Kuray, Kıvılcımlı'nın Tarih Tezi'ni sınıflı toplumlara “Hümanist” bir
karşı çıkış olarak "anlamıştır. Ya da, kendi ahlâkî ya da hümanist karşı
çıkışına, Kıvılcımlı'da bir teorik temel bulduğunu sanmıştır.
İlginçtir. Murat Belge de, Birikim'de Hikmet Kıvılcımlı'yı böyle yorumlamış
ve eleştirmeye kalkmıştı. Biri Kıvılcımlı'ya sahip çıkar, diğeri karşı çıkarken
aynı şekilde yorumlarlar. M. Belge, Kıvılcımlı'yi “Humanizm”le eleştirirken,
kendi hümanist yaklaşımını ele veriyordu. Sarp Kuray da, Kıvılcımlı'ya Hümanist
ya da ahlâkçı bir yorumla sahip çıkarken, onu reddettiğini ele veriyor.
Onun için; aynı metodolojik yanlışlara dayandıkları için: Sarp Kuray'm
geleceğin modern toplumunun bir minyatürü olarak gördüğü Parti ile; Birikim'in
utangaç bir tavırla öne sürdüğü Parti'nin “yeni ve farklı toplumsal düzenin ön
- biçimlenmesi” olduğu anlayışı aynıdır.
Halbuki, Parti'yi geleceğin toplumunun bir minyatürü (“ön biçimlenmesi”) olarak
görmek: Yumurta içindeki embriyonun küçücük, minyatür bir civciv olduğunu savunmak
gibi bir şeydir.
Parti, bir “feylesof taşı” değil ama bir “Nükleer Reaktör”dür.
Nükleer bir reaktör, nasıl teoride Nükleer Fizik biliminin gelişmesini ve
kavranmasını gerektirirse. Proletarya Partisi de, Bilimsel Sosyalist öğretinin
gelişmesini ve kavranmasını ön gerektirir. Nasıl Elektrik bulunmadan Elektrik
Lambası icat edilemediyse; nasıl Nükleer Fizik gelişmeden Nükleer reaktörler
kurulamadıysa; devrimci teori olmadan da Proletarya Partisi kurulamaz. Devrimci
Teori ise: Marks, Engels, Lenin, Kıvılcımlı tarafından kurulup
geliştirilmiştir. Bu ustaların geliştirdiği teori hazmedilmeden, temsil edilemez.
Şimdi, Sarp Kuray'ın bu teoriyi ne derece hazmettiğini bazı kavramları
uğrattığını tahrifatla görelim.
III. PARTİ'NİN GÖREVİ NEDİR?
Sarp Kuray, Türkiye'yi Sosyal Devrim'e kapalı gördüğüne göre; görev,
sosyal devrimi yapacak tek güç olan proletaryayı eğitmek, örgütlemek ve
yönetmek olamaz; sosyal sınıflar adına devrimi yapacak olan “Proletarya Aydınları”nı gütmek olur. O
halde, Parti, bu görevi yapacak bir örgüttür! Konuşma'da bu fikir aynen şöyle
ifade edilmektedir:
“(...) Dr. Hikmet Kıvılcımlı bîr parti organize etme mücadelesi, yani bir
yanıyla 600 yıllık mücadeleyi bir takım Muhammetlere kaptırmamak, yani bizi
bedevi olarak kullanıp yollarını açtırmamak, bizi Muhammet'lere kaptırmamanın
mücadelesini yaparken, bir taraftan da nihaî olarak bu AYDIN MESELESİNİ,
PROLETARYA AYDINLARI MESELESİNİ GÜDÜCÜ BİR PARTİ İNŞASI İÇİN ÇALIŞIYORDU.
(...) Çünkü mekanizma olmadığı takdirde teori yeterli olmuyor. Mutlaka Dr.
Hikmet Kıvılcımlı da bu konuda proletarya partisi meselesini zaten koyuyor. PROLETARYA
AYDINLARININ YÖNLENDİRİLMESİ olayında PROLETARYA PARTİSİNİN OLMASI MESELESİNİ
ÖNKOŞUL OLARAK KOYUYOR." (Biz Majiskülledik.)
“Proletarya Aydinları”nın “yönlendirilmesi” bir Proletarya Partisi'nin
görevi değildir. Olamaz da. Kıvılcımlı da Parti'ye hiçbir zaman böyle bir görev
yüklememiştir.
Proletarya Partisi, Proletarya'yı yönlendirir. Proletarya Bağımsız bir
sınıf olarak davrandığı; bir güç, bir alternatif olarak varolabildiği zaman;
ortada iktidarı almış olup ta dayanacak sınıf arayan “Proletarya Aydınları”nın,
bu eyleminden, Proletarya kendi iktidarını kurabilmek için yararlanabilir.
Proletarya Partisi, Proletarya Aydınları'nı yönlendiremez de. Çünkü, o
Proletarya Aydınları denen; gelenek-görenek üretici gücünün maddî ifadesi olan
insanlar, çokluk küçük burjuva aydınlardır. Küçük burjuva ideolojisine
sahiptirler. Proletarya ideolojisine bir yankı göstermezler. Onun özüne
şerbetlidirler (Bağışıklıdırlar). Faraza, Sarp Kuray gibi, benimsediklerini
söyledikleri zaman dahi, onu yanlızca bir görünüm olarak alırlar. Çünkü,
herhangi bir aydın, ola ki, Proletarya İdeolojisini benimsediği zaman, bir
burjuva ya da küçük burjuva aydın olmaktan; ya da proletarya aydınları
kategorisinden çıkar. Proletaryanın bir parçası olur.
Sarp Kuray ise, Kıvılcımlı'nın bu konulardaki fikirlerini ya hiç
anlamamıştır ya da kasıtlı olarak tahrif etmektedir.
Sarp Kuray, Parti'ye sosyal devrimi yapacak devrimci sınıfı değil “Tarihsel
Devrim”i yapacak olan “Proletarya Aydınları”nı “yönlendirme”, gütme görevi
vermekle kalmaz. Parti'yi Proletarya Aydınları'ndan oluşturur.
Konuşmasında kendilerinin Proletarya Aydınları olduğunu söyler. Sonra
Parti'de birleşebileceklerini söyler. Sonra da Parti'nin Proletarya Aydınlarını
yönlendirme, gütme görevini başarmasını ister.
Hikmet Kıvılcımlı ise, (sanki Sarp Kuray gibilerinin aynı yanılgı veya
tahrifatı yapacaklarını sezmiş gibi) aynen şunları yazar :
“Vurucu Güç: gerici iktidarı, sırası gelince, bir gecede vurup
düşürebiliyor. Ondan sonrası öne geçen Ö z g ü ç' ün niteliğine kalıyor. Bu
nitelik karşı - devrimci ise, vurucu gücün devrimciliği amortize edilerek güme
gider, nitelik devrimci ise Sosyal Devrim yörüngesine oturabilir. Demokratik
Devrim Özgücü olan İşçi Sınıfı yanına konulan Proletarya Aydınları deyimi, o
devrimci vurucu güç'ün daha özel karşılığı olur. Vurucu güç: Proletaryanın kendi yapısı içine giren öncü örgüt değildir."
(“Halk Savaşının Plânları”).
Herşey son derece açıktır. Kıvılcımlı'da “Proletarya Aydınları” tarihsel
devrimci bir kategori olarak işçi sınıfının YANINA koyulmuş iken; Sarp
Kuray'da İşçi Sınıfının İÇİNE; hatta partisinin İÇİNE konur.
IV."PROLETARYA AYDINLARI" VE "AYDIN" KAVRAMININ KARIŞTIRILMASI
Sarp Kuray, yanlızca Parti Teorisini altüst etmekle" kalmaz; “Aydın”; “Proletarya
Aydını” gibi kavramları da birbirine benzerliklerinden yararlanarak çorbaya
çevirir. Kısaca görelim:
“Aydınlar hakkında birtakım lâflar edildi. Ahmet Cansızoğlu ağabey burada
aydınlar dedi, birşey dedi. Marksizm bize, işçi sınıfına meseleyi aydınların
taşıyacağını söylüyor. Aydın dendiği zaman Türkiye'de Pir Sultan atlanamaz.
Aydın dendiği noktada Türkiye'de Celâli isyanı atlanamaz. Belli bir tarihsel
güç atlanamaz. Ve o aydınlar hakkında yazılmış Tarih - Devrim - Sosyalizm
atlanamaz. Ve orada aydınların önlemi alınmadığı takdirde barbarlıktan
bezirgânlığa geçtikleri atlanamaz."
Herşey öylesine arapsaçına çevrilmiş ki, neresinden tutmalı?.. Örneğin,
Kıvılcımlı nerede aydınların “önlemini almaktan” ya da “barbarlıktan
bezirgânlığa” geçtiklerinden sözetmiş? Barbar, “kitapsız” olduğu için “aydın”
olamaz."Aydın” yani okumuş yazmış ise, bir medeniyet yaratığıdır ki “barbar”
olamaz.
Bütün bunlar bir yana, Sarp Kuray, “Aydın” derken üç ayrı kategoriyi
birbirine karıştırıyor...
Evet, “Marksizm bize işçi sınıfına meseleyi (“meseleyi” değil, bilimsel
sosyalizmi) aydınların taşıyacağını söylüyor." Ama Aydın var, aydm var.
Marksizm, işçi sınıfına bilinci, sosyalist teoriyi götürecek olan aydınlardan
söz-ederken, genel olarak aydınları değil; hatta burjuva ve küçük - burjuva
sosyalisti (örneğin Sarp Kuray gibi) aydınları da değil; proletarya sosyalisti
aydınları kastetmektedir-
Marksizm, bu proletarya sosyalisti aydınları, proletaryadan ayrı;
proletaryanın yanında veya dışında birşey olarak ta görmez. (“Proletarya
Sosyalisti Aydın” ile “Proletarya Aydını” bambaşka kategorilerdir. Biri
proletaryanın ve Partisinin içindedir. Modern bir kategoridir. Diğeri dışında.
Antika bir kategoridir. Sarp Kuray benzerliğinden yararlanarak bunları
karıştırıyor.) Örneğin, Kıvılcımlı, bir sosyalist aydındır. Yanlızca kökence
aydındır. Yoksa o proletaryanın lideridir, bir parçasıdır...Ve bir “Proletarya
Aydını” da değildir.
Buna karşılık, örneğin Sarp Kuray, dün de bugün de bir küçük burjuva
aydındır. Yanlız dün, toplumsal konumu bakımından küçük burjuva bir aydın
olmasının yanı sıra, “Devlet Sınıfları” geleneğinin bir taşıyıcısı olarak, bir “Vurucu
Güç” işlevini görebilir, bir “Proletarya Aydmı” sayılabilirdi. Bugün, varolan
konumuyla ise, yanlızca bir küçük burjuva aydındır. Ve dün de, bugün de hep
proletaryanın dışındadır. Hiçbir zaman bir proletarya sosyalisti aydın
olmamiştır. Çünkü, Proletarya ideolojisini hiçbir zaman savunmamıştır. (Yarın
savunur mu? Onu bilemeyiz. )
Marksizm, İşçi Sınıfına bilincin dışardan verileceğinden sözederken,
burada kullandığı “Aydm” kavramı, genel olarak Aydın tabakaların karşılığında
değil; bilimsel sosyalist teoriyi hazmetmiş bir aydın karşılığında kullanır.
Ve bu anlamda aydm, sanıldığından çok daha azdır. Böyle aydınlar, bugün
Türkiye'de yalnızca Vatan Partisi'nde olabilir. Çünkü, yanlızca onlar, bugün
Türkiye'de Bilimsel Sosyalist İdeolojiyi savunmaktadırlar. Dolayısıyla da,
proletaryaya “meseleyi” yanlızca onlar taşıyabilirler. Yoksa, tabur tabur,
onbinlerce aydın çeşitli küçük -burjuva ve burjuva sosyalizmlerinin saflarını
tıklım tıklım dodurmakta; işçi sınıfıyla bağlar kurmaya çalışmakta, hatta
kurmaktadır da. Ama bunlar, Proletarya'ya Bilimsel Sosyalist İdeoloji'yi değil;
Bilimsel Sosyalist Görünümlü, bilim dışı küçük - burjuva, burjuva
sosyalizmlerini götürmektedirler. Ve öyledir ki, İşçi Sınıfına Bilimsel
sosyalist ideoloji, bu aydınların işçi sınıfına götürdüğü “mesele” ile;
ideolojik etkiyle mücadele içinde götürebilir.
Sarp Kuray, genel olarak, bir toplumsal tabaka olarak: Aydınlar ile
sosyalist öğretinin taşıyıcısı olarak: Aydmlar'ı karıştırmakla kalmamakta; bir
de “Pir Sultan”ları katarak, (katkının yanlışlığı, Pir Sultan'ın “aydınalığı
ya da “Proletarya aydınlığı” bir yana) “Proletarya Aydınları” ile her iki
anlamda “aydınları” birbirine karıştırıyor.
Karıştırma'nın niteliği sanırız şöyle daha kolay anlaşılır :
Örneğin, “Genel Olarak Sosyal Sınıflar” kitabının modern ekonomi ile
dolaylı yoldan ilgili insan kümeleri çerçevesinde ele aldığı: bir toplumsal
tabaka olarak aydınlardır.
Örneğin, “Ne Yapmalı’nın 52, 53'üncü sayfaları; bilimsel sosyalist
teorinin taşıyıcısı olarak aydınlar hakkındadır.
Olsa olsa, “Tarih Devrim Sosyalizm”,
Proletarya Aydınları “HAKKINDA” sayılabilir."Tarih Devrim Sosyalizm” ya da “Tarih
Tezi” belki, bir dereceye kadar, “Proletarya
Aydınları” “hakkmda”dır ama “Proletarya
Aydınları” İÇİN DEĞİL, Proletarya İÇİN yazılmıştır.
V. EKONOMİ TEMELİ
Sarp Kuray “Doktorcu” olduğu için, Kıvılcımlı'mn Türkiye'ye ilişkin
ekonomi tahlillerini de benimsediği iddiasında olsa gerektir. Ama, nasıl diğer
kavramları aslıyla ilgisiz hale getirmişse, finans - kapital'in de ne olduğunu
hiç anlamamıştır. Anlamadığı şu sözlerinden anlaşılıyor:
“Gene Türkiye'de bankaların ticaret
bankalarından sanayi bankaları haline nasıl dönüştürüleceği tartışılıyor. Gene
sermaye piyasası kanunları gündeme geliyor. Gene sanayiciler en bol
konuşuyorlar...”
Bu sözleri sarfeden Ali Gevgilili değil, Sarp Kuray. Finans-kapital yok! “Sanayiciler”
var! “Ticaret bankaları”, “sanayi bankaları” var!
Türkiye'nin ekonomi, politika, kültür vs. 'sinin egemeni: Finans - kapital
kategorisi ile, bu, Burjuva iktisatçılarının kategorileri bağdaşmazlar.
Sarp Kuray'ın konuşmasının her satırında, Kıvılcımlı' nın öğretisinin
tahrif edilişine tonlarca örnek bulunabilir. Biz burada en tipik olan
bazılarına dikkati çektik. Biraz dikkatli bir okuyucu, kendi gayretiyle örnekleri
çoğaltabilir.
Biz burada, bu tahrifatlarla uğraşmaktan ziyade, Sarp Kuray'ın kurduğu
sistemin, “Doktorcu” görünümünün ardındaki özü, özdeki nitelikleri çözümlemeye
ve bu niteliklerin ne gibi politik sonuçlara yolaçabileceğini göstermeye çalıştık.
Özetlersek, S. Kuray, özellikle Kıvılcımh'nın kullandığı bazı kavramların
anlamlarını çarpıtarak, bir küçük burjuva “devrim” ve “parti teorisi”
kurmuştur. Bu teori'nin başlıca öz yanılgısı; Tarihsel Maddeciliği; Devrim
Teorisini ve onlara bağlı olarak şekillenen Parti Teorisi'ni hiç kavramamış
olmasında toplanır.
S. Kuray'ın Toplum karşısındaki tavrı, bir simyagerin taş karşısındaki
tavrına benzer. S. Kuray'ın “Parti”si de, simyagerin “feylesof taşı”na;
Teori'si de Simya'ya benzer. İkisi de skolastiktir.
Ta, başladığımız yere dönelim. S. Kuray, ayrılıkların “bezirgan politikanın
tufası”ndan ileri geldiğini, yoksa arada “maddece, ruhça, inançça...bir
ayrılık olduğuna” inanmadığını söylüyordu.
Bu eleştirimizi okuyan okuyucu kararını versin. Var mı, yok mu?
Ve bu eleştiri Var olduğunun bir kanıtı ise: Yine okuyucu karar versin...
Olmadığım iddia etmek ve ayrılığı “bezirgan tufası” ile “izah” etmek: hangi
sınıfın değirmenine su taşır? Ne gibi sonuçlara yol açar? Ne gibi tehlikeleri
potansiyel olarak içinde barındırır?..
Dedik ya! Okuyucu karar versin!
(Bu yazı Sosyalist gazetesinde
yayınlanmıştı. Hangi sayısı hatırlamıyorum. Muhtemelen 1979 yılı Mart ayında
yazılmış olmalı. Sosyalist gazetesinin 27 Mart 1979 tarihli 78'inci sayısınında
yayınlanmış olabilir. (Hafızam beni yanıltmıyorsa, o zaman Vatan Partisinin son
kongresindeki “Komisyon Raporu” denen çizgiyi veya belgeyi eleştiren Devrimci
Derleniş (Bugünkü Nurullah Ankut adına bağlı Halkın Kurtuluşu Partisi) ve Sarp
Kuray’ı (Daha sonra Avrupa’da Partizan Yolu adıyla bir yayın yaptılar ve bu
isimle anıldılar. Bildiğim kadarıyla Sarp Kuray’ın bu örgütü artık yok ve
kendisi CHP’de) eleştiren yazıları aynı sayıda yayınlamıştık.) Elimde ne Sosyalist gazeteleri ne de OCR’de okutmak üzere Scan ettiğim sayfalar var. Muhtemelen
2006 yılında scan etmiş olmalıyım. Scan’ın ve OCR programının kalitesi kötüymüş ki bazı yerler okunmamış. Tespit edebildiğim noktalara not ekledim. 2024 yılı
30 Haziran günü yapabildiğim son düzeltmeleri yaptım. Yıllar sonra bu yazılara
dönmemin nedeni, Latife Fegan’ın anıları “Söylemesem Olmazdı” başlıklı kitabı
için yazdığım yazıdır. 30 Haziran 2024 Pazar. Demir Küçükaydın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder