8 Ekim 2023 Pazar

11 Eylül mü, TET mi?

Yeni kuşaklar 11 Eylül’ü biliyorlar. Onların çoğu dünyaya gözlerini bu olayla ve onun öncesinde yaşanmış Duvar’ın yıkılışının ortaya çıkardığı ideolojik iklimde açtılar. Bu nedenle, kral olsa soğanın cücüğün yemekten ötesini düşünemeyen çoban gibi, Filistinlilerin bu saldırısını 11 Eylül’e benzetiyorlar.

Ancak pek anılmayan ve artık unutulmuş bir olay daha vardır: Vietnam’da Tet saldırısı. “El Aksa Tufanı Operasyonu” daha ziyade Tet’e benzemektedir ve sonuçlarının da benzer olması umulur.

*

Bugün “68’liler” denen kuşak ve 68 öğrenci ve işçi hareketlerinin yükselişi, hatta örneğin Muhammet Ali’nin Vietnam’a asker olarak gitmeyi reddedişi Tet’ten beslenmiştir. Onun ürünüdür.

(Bugün artık herkesin cebinde bir telefon ve internet bağlantısı var. Meraklısı Tet Saldırısının ne olduğunu beş dakikada öğrenebilir. Bunu geçelim.)

Bizler Tet’in çocuklarıydık ve hala öyleyiz. Bizler Türkiye’de gerilla savaşı başlatma projelerine, bugün sanılanın aksine öncelikle Türkiye’nin bağımsızlığı için değil, daha çok ve esasta Vietnam halkının sırtındaki yükü azaltabilmek için karar vermiştik. “Bir iki üç, daha fazla Vietnam” bunun ifadesiydi. Ve Tet saldırısı bu kendine adanmışlıkları besleyen bir dönüm noktasıydı.

*

Bugün nasıl ırkçı, faşist bir apartheit rejiminin sürdüğü İsrail’de her gün Filistinlilerin giderek daralan bir açık hava hapishanesine kapatılmaları “vakayi adliye”den olup tüm dünya ülkelerinin ırkçı İsrail’in yaptıklarını görmezden gelmelerine yol açıyorsa, o zamanlar ABD’nin Vietnam’da yaptıkları da aynı durumdaydı.

Tet saldırısı bu suskunluğu ortadan kaldırdı ve askeri olarak sonuçta başarısız bir saldırı olmasına rağmen, politik, ideolojik ve psikolojik olarak bütün dengeleri değiştirdi.

Orada nasıl bir korkunç savaş yürütüldüğünü dünyanın gözüne soktu. ABD’nin içindeki bölünmeler, dünyadan tecridi ve yenilgisi ondan sonra başladı.

Biçimsel benzerlikler görmezden gelinemez.

Tet saldırısında da uzun ve ince hazırlıklarla binlerce gerilla eş zamanlı olarak (Vietnamlıların Tet bayramında yapıldığı için adını ondan almıştı) ABD üslerine, elçiliğine vs. aynı anda saldırdılar. Sonuçta Amerikalıların da ölebileceğini, korkacağını, kaçacağını, kendilerinin yok edilemeyeceğini Amerika’ya ve bütün dünyaya gösterdiler.

El Aksa Tufanı Operasyonu” da benzer özellikler gösteriyor. Tüm yokluklara rağmen üretilmiş 5000 füze ve diğer araçlarla hem de bu sefer (Tıpkı Tet gibi) İsrail’in bir bayram ve tatil gününde yapılan bu saldırı birçok bakımdan benzer özellikler gösteriyor.

Ve onun gibi sonunda ezilecek, Filistinlilere İsrail bombaları yağacak ve medyanın göstermeyeceği binlerce insan, kadın, çocuk ölecek ve yaralanacak.

Ama Filistinlileri evlerinden atan, onların yerlerine yerleşen ve dünyanın görmezden geldiği ırkçı Yahudilerin yüzlercesinin toplu halde koşarak kaçışı, esir alınmış İsrail generali ve ele geçirilmiş tanklar artık hafızalara kazınmış olacaktır. Yenilmez sanılanın yenilebileceği gösterilmiştir.

İsrail askerlerinin cesetlerine yapılan muameleler belki kimilerinin göz zevkini ve vicdanını rahatsız edecektir ama o ezilenlere bakın bunlar da ölebilir, bunlar da korkabilir, bunlar da acı çeker mesajıdır.

Ezilenlere başka bir dil öğretilmemiştir çünkü. Bu başka dili ezilenlere sosyalistler öğretirdi bir zamanlar, ama onlar artık nesli tükenmiş bir türdürler. Bu durumda ezilenler de bildikleri dilden bildikleri araçlarla konuşmaktadır. Şiddetin ve barbarlığın dilidir bu ve bunu kendilerini ezenlerden öğrenmişlerdir.

*

Ve ezilenler bu mesajı alacaktır ve okuyacaktır.

Marlon Brando’nun bir filmi vardır “Queimada” isimli. Siyah köleler beyaz efendilerin ölebileceğine, öldürülebileceğine bile inanmamaktadırlar ki isyan edebilsinler. İşte önce bunu öğrenmeleri gerekir ve bunun öğrenilmesinde bir İngiliz ajanı katalizörlük yapar ve istemeden de olsa siyah kölelere isyan etmeyi öğretir.

*

Kimileri Mossad bu hazırlıkları görmemiş olamaz diyor.

Diyelim ki öyle.

Bu neyi değiştirir?

Filistinliler o yenilmez denilen şımarık İsrail ırkçılarının nasıl ödü bokuna karışmışça kaçtıklarını, korktuklarını, yenilebileceklerini gördü.

*

Tıpkı TET saldırısı gibi bunun da uzun vadeli etkileri olacaktır.

Elbette tarihsel koşullar çok farklı. 68’lerde hala İkinci Dünya savaşında faşizme karşı kazanılmış savaşın iklimi varlığını sürdürüyordu. Kapitalist dünya bugünkü gibi ABD’nin arkasında sıraya girmemişti. De Gaulle “Atlantik’ten Urallar’a kadar bir tek Avrupa”dan bahsedebiliyordu.

Onların karşısındaki “Sosyalist Blok” ve “Üçüncü Dünya” ya da “bağlantısızlar” (Gerçek duruma uymasa da) hala tüm insanlığa hitap eden eşit ulusların dünyasını ve kısmen de ulusların ötesinde bir projeyi ve programı sembolize ediyordu.

Artık “Sosyalist Blok” yok. Rusya, Çin gibi kapitalist “diktatörlükler” var. “Üçüncü dünya” da yok. Üstüne üstlük hiçbir program ve proje yok.

Hamas’ın da böyle bir programı yok. Olsa olsa Araplara, Müslümanlara ve belki çok yoksul kimi üçüncü dünyalılara, Avrupa ve ABD’de yaşayan göçmenlere biraz hitap edebilir ama onlara bir perspektif verme gücü yoktur ve olamaz.

İslam’ın tüm diller ve dinlerden ezilenleri bir bayrak ve program etrafında birleştirme hedefi, şansı ve arka planı yoktur. Politik İslam, şimdiye kadar kanıtladığı gibi, en azından Müslümanlar için, iyi bir direniş aracı olabilir belki, yaşarken ölmüşleri mücadeleye sokabilir ve onlara öte dünyada bir hayat sunabilir dolayısıyla onlarda sabrın ve fedakarlığın zirvelerini harekete geçirebilir ama sınırlarına da orada takılır.

İyi bir savunma aracı olabilir ve olduğunu göstermiştir ama ötesi yoktur.

El Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardında İkinci dünya savaşında faşizme karşı kazanılan zaferin atmosferi değil, yetmişlerden beri peş peşe gelen yenilgilerin izleri ve ortaya çıkardığı atmosfer, çürüyen ve insanı boğan bir hava var.

Bunlar uzatılabilir.

Ve de aynı suda iki kez yıkanılmaz. Her şey akar. Panta rhei.

Ama toplumsal mücadelelerde genel bazı eğilimler de vardır.

Bu askeri olarak yenilgiye mahkum saldırı, orta ve uzun vadede politik, ideolojik ve psikolojik olarak birçok şeyi değiştirebilir ve değiştirecektir.

En azında şu çürüyen havayı biraz olsun dağıtması bile başka gelişmelere katalizörlük yapabilir.

*

Tet gibi bu da pek bilinmez ama 68’de Filistinliler için de benzer bir zafer vardı. Karameh Zaferi (Kerameh bildiğim kadarıyla hoş bir rastlantıyla Onur, Haysiyet de demektir.)

21 Mart 1968’de İsrail, Kerameh’e saldırdı. Fedailer burayı terk etmedi. 68 Yenilgisiyle yerlerde sürünen öz güven ve mücadele azmini tekrar ayağa kaldırdı. Fedailerin kaçmadığını gören İsrailliler şoke oldu. Ayrıntısı uzun sürecek gelişmeler sonunda İsrail geri çekilmek zorunda kaldı. Ve bu küçük zafer, Fedai örgütlerinin yükselişini, Arapların tekrar kendilerine güven ve mücadele azmi kazanmalarını getirdi. Bugün fedai örgütleri artık geçmişin bir kalıntısı olarak varlar ama bu son saldırı aynı zamanda bu eski deneylerin de bir mirasçısıdır.

Bu gibi zaferlerin kazancı veya kaybı askeri, fiziki, coğrafi, biyolojik, yani  kayıplarla ölçülemez.

Maneviyat son duruşmada her zaman maddiyatı yener.

Maneviyat ise ancak bir programı, stratejisi ve bunların dayanabileceği bilimsel bir temel olduğunda, dünyayı değiştirebilecek bir güce dönüşür.

Bugün dünyada eksik olan budur. Bu nedenle bu gibi mücadeleler, verili dengelerde ne gibi değişikliklere yol açarsa açsın, programsızlık bugünün en büyük sorunudur.

Onun için de teori (Bilim) gerekir. Bilim deyince herkes doğa bilimlerini anlıyor. Doğa bilimleri Araçsal Aklın araçlarıdır, Nesnel Aklın, yani Toplumun nasıl daha iyi yaşayabileceğinin değil. Bilim, Nesnel Aklın bilimi ise bilimdir. Bilim: Toplumun hangi yasalara göre hareket ettiği ve bu yasalara dayanarak toplumun en iyi nasıl örgütlenebileceğinin bilimidir. Doğa bilimleri ancak bunun aracıysa bir bilim adını alabilirler. Aksi takdirde atom bombalarının, KZ Kamplarının nasıl en rasyonel örgütleneceğinin bilimine dönüşürler.

Bu paradigmayla var olan tek bilim Marksizm’dir, bunun için Marksizm Toplumun Bilimidir.

Teori (Bilim) ise durursa, tekrara düşerse ölür, bir perspektif ve program geliştirmenin önünde en büyük engele dönüşür. Bilinen biçimiyle Marksizm’in durumu budur. Bu nedenle Teori (Marksizm) geliştirilmeyi bekliyor.

Geliştirmek için ise, gerilemek ve iyice gerileyerek o gerilemeden alınan hızla ileri fırlamak, yeni alanlara girmek gerekiyor.

Teori bunalımda. Bu bunalım çözülmeden ve aşılmadan ileri gitmek olanaksızdır.

Toplum Bilimi (Marksizm) yirminci yüzyılın başında Fiziğin bulunduğu yerde. Fizikte, ışık hızının sabitliği ve aynı zamanda hem parçacık hem dalga özelliği göstermesi, o zaman var olan (ve de hala işe yarayan) Newton fiziğinin bunalıma girmesine yol açmıştı. Quantum ve Özel-Genel Görecelik Teorileri ile bu bunalım aşılabildi.

Bugün Toplum Bilim de benzeri bunalımda.

Yeryüzünü kaplamış ulusların ve ulusçuluğun bir teorisi yok.

 Ulus’un ve Ulusçuluğun, Dinin ve de Toplum’un ne olduğu açıklanamadan teoride bir ilerleme sağlanamaz.

Bu ise en temel, en genel kategorileri yeniden tanımlamayı gerektirir.

Tıpkı bir zamanlar, yirminci yüzyılın bayında Fiziğin zaman, uzay, madde, enerji gibi kategorileri yeniden tanımlanması gibi.

8 Ekim 2023 Pazar

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

 

Hiç yorum yok: