Yeni kuşaklar 11 Eylül’ü biliyorlar. Onların çoğu dünyaya gözlerini bu olayla ve onun öncesinde yaşanmış Duvar’ın yıkılışının ortaya çıkardığı ideolojik iklimde açtılar. Bu nedenle, kral olsa soğanın cücüğün yemekten ötesini düşünemeyen çoban gibi, Filistinlilerin bu saldırısını 11 Eylül’e benzetiyorlar.
Ancak pek anılmayan ve artık unutulmuş bir olay daha vardır: Vietnam’da Tet saldırısı. “El Aksa Tufanı Operasyonu” daha ziyade Tet’e benzemektedir ve sonuçlarının da benzer olması umulur.
*
Bugün “68’liler” denen kuşak ve 68 öğrenci ve işçi hareketlerinin
yükselişi, hatta örneğin Muhammet Ali’nin Vietnam’a asker olarak gitmeyi reddedişi
Tet’ten beslenmiştir. Onun ürünüdür.
(Bugün artık herkesin cebinde bir telefon ve internet bağlantısı
var. Meraklısı Tet Saldırısının ne
olduğunu beş dakikada öğrenebilir. Bunu geçelim.)
Bizler Tet’in
çocuklarıydık ve hala öyleyiz. Bizler Türkiye’de gerilla savaşı başlatma
projelerine, bugün sanılanın aksine öncelikle Türkiye’nin bağımsızlığı için
değil, daha çok ve esasta Vietnam halkının sırtındaki yükü azaltabilmek için
karar vermiştik. “Bir iki üç, daha fazla Vietnam” bunun ifadesiydi. Ve Tet saldırısı bu kendine adanmışlıkları
besleyen bir dönüm noktasıydı.
*
Bugün nasıl ırkçı, faşist bir apartheit rejiminin sürdüğü
İsrail’de her gün Filistinlilerin giderek daralan bir açık hava hapishanesine
kapatılmaları “vakayi adliye”den olup tüm dünya ülkelerinin ırkçı İsrail’in yaptıklarını
görmezden gelmelerine yol açıyorsa, o zamanlar ABD’nin Vietnam’da yaptıkları da
aynı durumdaydı.
Tet saldırısı bu suskunluğu
ortadan kaldırdı ve askeri olarak sonuçta başarısız bir saldırı olmasına
rağmen, politik, ideolojik ve psikolojik olarak bütün dengeleri değiştirdi.
Orada nasıl bir korkunç savaş yürütüldüğünü dünyanın gözüne
soktu. ABD’nin içindeki bölünmeler, dünyadan tecridi ve yenilgisi ondan sonra
başladı.
Biçimsel benzerlikler görmezden gelinemez.
Tet saldırısında
da uzun ve ince hazırlıklarla binlerce gerilla eş zamanlı olarak (Vietnamlıların
Tet bayramında yapıldığı için adını
ondan almıştı) ABD üslerine, elçiliğine vs. aynı anda saldırdılar. Sonuçta Amerikalıların
da ölebileceğini, korkacağını, kaçacağını, kendilerinin yok edilemeyeceğini Amerika’ya
ve bütün dünyaya gösterdiler.
“El Aksa Tufanı
Operasyonu” da benzer özellikler gösteriyor. Tüm yokluklara rağmen
üretilmiş 5000 füze ve diğer araçlarla hem de bu sefer (Tıpkı Tet gibi) İsrail’in bir bayram ve tatil
gününde yapılan bu saldırı birçok bakımdan benzer özellikler gösteriyor.
Ve onun gibi sonunda ezilecek, Filistinlilere İsrail bombaları
yağacak ve medyanın göstermeyeceği binlerce insan, kadın, çocuk ölecek ve
yaralanacak.
Ama Filistinlileri evlerinden atan, onların yerlerine
yerleşen ve dünyanın görmezden geldiği ırkçı Yahudilerin yüzlercesinin toplu
halde koşarak kaçışı, esir alınmış İsrail generali ve ele geçirilmiş tanklar
artık hafızalara kazınmış olacaktır. Yenilmez sanılanın yenilebileceği
gösterilmiştir.
İsrail askerlerinin cesetlerine yapılan muameleler belki kimilerinin
göz zevkini ve vicdanını rahatsız edecektir ama o ezilenlere bakın bunlar da
ölebilir, bunlar da korkabilir, bunlar da acı çeker mesajıdır.
Ezilenlere başka bir dil öğretilmemiştir çünkü. Bu başka
dili ezilenlere sosyalistler öğretirdi bir zamanlar, ama onlar artık nesli
tükenmiş bir türdürler. Bu durumda ezilenler de bildikleri dilden bildikleri
araçlarla konuşmaktadır. Şiddetin ve barbarlığın dilidir bu ve bunu kendilerini
ezenlerden öğrenmişlerdir.
*
Ve ezilenler bu mesajı alacaktır ve okuyacaktır.
Marlon Brando’nun bir filmi vardır “Queimada” isimli. Siyah köleler beyaz efendilerin ölebileceğine,
öldürülebileceğine bile inanmamaktadırlar ki isyan edebilsinler. İşte önce bunu
öğrenmeleri gerekir ve bunun öğrenilmesinde bir İngiliz ajanı katalizörlük
yapar ve istemeden de olsa siyah kölelere isyan etmeyi öğretir.
*
Kimileri Mossad bu hazırlıkları görmemiş olamaz diyor.
Diyelim ki öyle.
Bu neyi değiştirir?
Filistinliler o yenilmez denilen şımarık İsrail ırkçılarının
nasıl ödü bokuna karışmışça kaçtıklarını, korktuklarını, yenilebileceklerini
gördü.
*
Tıpkı TET
saldırısı gibi bunun da uzun vadeli etkileri olacaktır.
Elbette tarihsel koşullar çok farklı. 68’lerde hala İkinci
Dünya savaşında faşizme karşı kazanılmış savaşın iklimi varlığını sürdürüyordu.
Kapitalist dünya bugünkü gibi ABD’nin arkasında sıraya girmemişti. De Gaulle “Atlantik’ten Urallar’a kadar bir tek Avrupa”dan
bahsedebiliyordu.
Onların karşısındaki “Sosyalist Blok” ve “Üçüncü Dünya” ya
da “bağlantısızlar” (Gerçek duruma uymasa da) hala tüm insanlığa hitap eden eşit
ulusların dünyasını ve kısmen de ulusların ötesinde bir projeyi ve programı
sembolize ediyordu.
Artık “Sosyalist Blok” yok. Rusya, Çin gibi kapitalist “diktatörlükler”
var. “Üçüncü dünya” da yok. Üstüne üstlük hiçbir program ve proje yok.
Hamas’ın da böyle
bir programı yok. Olsa olsa Araplara, Müslümanlara ve belki çok yoksul kimi
üçüncü dünyalılara, Avrupa ve ABD’de yaşayan göçmenlere biraz hitap edebilir
ama onlara bir perspektif verme gücü yoktur ve olamaz.
İslam’ın tüm diller ve dinlerden ezilenleri bir bayrak ve
program etrafında birleştirme hedefi, şansı ve arka planı yoktur. Politik
İslam, şimdiye kadar kanıtladığı gibi, en azından Müslümanlar için, iyi bir
direniş aracı olabilir belki, yaşarken ölmüşleri mücadeleye sokabilir ve onlara
öte dünyada bir hayat sunabilir dolayısıyla onlarda sabrın ve fedakarlığın
zirvelerini harekete geçirebilir ama sınırlarına da orada takılır.
İyi bir savunma aracı olabilir ve olduğunu göstermiştir ama
ötesi yoktur.
El Aksa Tufanı Operasyonu’nun
ardında İkinci dünya savaşında faşizme karşı kazanılan zaferin atmosferi değil,
yetmişlerden beri peş peşe gelen yenilgilerin izleri ve ortaya çıkardığı
atmosfer, çürüyen ve insanı boğan bir hava var.
Bunlar uzatılabilir.
Ve de aynı suda iki kez yıkanılmaz. Her şey akar. Panta rhei.
Ama toplumsal mücadelelerde genel bazı eğilimler de vardır.
Bu askeri olarak yenilgiye mahkum saldırı, orta ve uzun
vadede politik, ideolojik ve psikolojik olarak birçok şeyi değiştirebilir ve
değiştirecektir.
En azında şu çürüyen havayı biraz olsun dağıtması bile başka
gelişmelere katalizörlük yapabilir.
*
Tet gibi bu da pek
bilinmez ama 68’de Filistinliler için de benzer bir zafer vardı. Karameh Zaferi (Kerameh bildiğim kadarıyla hoş bir rastlantıyla Onur, Haysiyet de
demektir.)
21 Mart 1968’de İsrail, Kerameh’e
saldırdı. Fedailer burayı terk etmedi. 68 Yenilgisiyle yerlerde sürünen öz
güven ve mücadele azmini tekrar ayağa kaldırdı. Fedailerin kaçmadığını gören
İsrailliler şoke oldu. Ayrıntısı uzun sürecek gelişmeler sonunda İsrail geri
çekilmek zorunda kaldı. Ve bu küçük zafer, Fedai örgütlerinin yükselişini,
Arapların tekrar kendilerine güven ve mücadele azmi kazanmalarını getirdi. Bugün
fedai örgütleri artık geçmişin bir kalıntısı olarak varlar ama bu son saldırı
aynı zamanda bu eski deneylerin de bir mirasçısıdır.
Bu gibi zaferlerin kazancı veya kaybı askeri, fiziki,
coğrafi, biyolojik, yani kayıplarla
ölçülemez.
Maneviyat son duruşmada her zaman maddiyatı yener.
Maneviyat ise ancak bir programı, stratejisi ve bunların
dayanabileceği bilimsel bir temel olduğunda, dünyayı değiştirebilecek bir güce
dönüşür.
Bugün dünyada eksik olan budur. Bu nedenle bu gibi
mücadeleler, verili dengelerde ne gibi değişikliklere yol açarsa açsın,
programsızlık bugünün en büyük sorunudur.
Onun için de teori (Bilim) gerekir. Bilim deyince herkes
doğa bilimlerini anlıyor. Doğa bilimleri Araçsal
Aklın araçlarıdır, Nesnel Aklın,
yani Toplumun nasıl daha iyi yaşayabileceğinin değil. Bilim, Nesnel Aklın
bilimi ise bilimdir. Bilim: Toplumun hangi yasalara göre hareket ettiği ve bu
yasalara dayanarak toplumun en iyi nasıl örgütlenebileceğinin bilimidir. Doğa
bilimleri ancak bunun aracıysa bir bilim adını alabilirler. Aksi takdirde atom
bombalarının, KZ Kamplarının nasıl en rasyonel örgütleneceğinin bilimine
dönüşürler.
Bu paradigmayla var olan tek bilim Marksizm’dir, bunun için
Marksizm Toplumun Bilimidir.
Teori (Bilim) ise durursa, tekrara düşerse ölür, bir
perspektif ve program geliştirmenin önünde en büyük engele dönüşür. Bilinen
biçimiyle Marksizm’in durumu budur. Bu nedenle Teori (Marksizm) geliştirilmeyi
bekliyor.
Geliştirmek için ise, gerilemek ve iyice gerileyerek o
gerilemeden alınan hızla ileri fırlamak, yeni alanlara girmek gerekiyor.
Teori bunalımda. Bu bunalım çözülmeden ve aşılmadan ileri
gitmek olanaksızdır.
Toplum Bilimi (Marksizm) yirminci yüzyılın başında Fiziğin
bulunduğu yerde. Fizikte, ışık hızının sabitliği ve aynı zamanda hem parçacık
hem dalga özelliği göstermesi, o zaman var olan (ve de hala işe yarayan) Newton
fiziğinin bunalıma girmesine yol açmıştı. Quantum ve Özel-Genel Görecelik Teorileri
ile bu bunalım aşılabildi.
Bugün Toplum Bilim de benzeri bunalımda.
Yeryüzünü kaplamış ulusların ve ulusçuluğun bir teorisi yok.
Ulus’un ve
Ulusçuluğun, Dinin ve de Toplum’un ne olduğu açıklanamadan teoride bir ilerleme
sağlanamaz.
Bu ise en temel, en genel kategorileri yeniden tanımlamayı
gerektirir.
Tıpkı bir zamanlar, yirminci yüzyılın bayında Fiziğin zaman,
uzay, madde, enerji gibi kategorileri yeniden tanımlanması gibi.
8 Ekim 2023 Pazar
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder