Eskiden “mapusçular alemi”nde “keriz silkelemek” diye bir deyim vardı. “Mapusçular alemi” ne demek? “Mapusçu adam” iyi hapis yatan adam demektir. Çok hapiste yatmış olmak, hapislere girip çıkmak insanı “Mapusçu” yapmaz. Mapusta yatmayı bilmek gerekir.
İşte o alemde, “keriz
silkelemek” diye bir söz vardı. Özellikle dolandırıcılıktan yatanların
kullandığı, onların mesleğine ilişkin bir deyimdi. Tabii o dolandırıcılar
zamanında borsa falan yoktu. Bu nedenle “keriz silkelemek” sözü herkesçe
bilinmezdi.
Sonra Borsa çıkmış, Büyük borsa oyuncularının veya spekülatörlerinin yaptığı bir iş olmuş bu “keriz silkelemek”. Bir menkulün fiyatını çeşitli numaralarla suni olarak yükseltip, bu işin acemilerinin değersiz menkulleri almasını ve fiyatının yükselmesini sağlayıp onları sümsüklemek anlamını kazanmış.
Bu Ukrayna’daki savaş da NATO’nun ve NATO ülkelerinin, o
silkelenen kerizlerin diliyle söylersek, “demokrasilerin”
silkelediği kerizleri görmeyi sağladı diyebiliriz.
“Batı demokrasileri”
her zaman olduğu gibi, konuyu bir Rusya-Ukrayna savaşı olarak koymakta, kabul
ettirmekte ve tartıştırmakta yine çok başarılı. Hep öyledir. “Zengin dağdan aşırır fakir düz yolda
şaşırır.”
İlk “keriz silkeleme”,
savaşı bir NATO-Rusya arasındaki savaş olarak değil, Ukrayna-Rusya savaşı
olarak ortaya koyma, bunu kabul ettirme ve bu çerçevede tartıştırma düzeyinde
oluyor. O zaman herkes, bin tutam tuz alıp, “S.kim hıyardır” diyen NATO
ülkelerinin peşinden koşuyor.
Sorunun NATO-Rusya değil de Ukrayna-Rusya çatışması düzeyde
koyulup tartışılmasını sağlamanın kendisi başlı başına müthiş bir ideolojik
üstünlük. Dolayısıyla Rusya’nın tecridinde hayati önemi var.
Birinci kategori kerizler hemen sorunu NATO’nun Ukrayna-Rusya
olarak koyuşunu benimseyip, sorunu bu düzeyde tartışıyorlar.
Böyle yaparak aslında NATO’nun propaganda ve ideolojik
egemenliğinin basit araçlarına dönüştüklerinin farkına bile varmıyorlar.
Bu NATO’nun propaganda ve ideolojik egemenlik savaşının gönüllüleri,
Ukrayna bayraklarıyla NATO ve Rusya arasındaki savaşta maşallah en ön safta
cansiperane savaşıyorlar.
İyi savaştıklarını, bombalarıyla kesin bir hava, kara ve
deniz, hatta sanal uzay üstünlüğü sağladıklarını doğrusu teslim etmek
gerekiyor.
İnsanları nefes alamaz duruma düşürmüşler.
Nereden mi biliyorum? Kendimden.
Benim yazılarımı, hele en önem verdiğim yazılarımı neredeyse
kimse okumaz ve paylaşmaz. Mesela en son beşincisini yayınladığım, “Marksizmin Yeniden İnşası” diye bir yazı
yazıyorum. Bence çok önemli, ilk defa ifade edilen şeyler söylüyorum. Örneğin
bütün Marksistlerin aslında milliyetçi olduğunu, Uluslar ve ulusçuluğun kendini
enternasyonalist ve milliyetçiliğin düşmanı olarak tanımlayan Marksistlerin
omuzlarında zafer kazanıp dünyaya egemen olduğunu falan söylüyorum.
Marksistlere demediğimi bırakmıyorum: Marks, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı
vs. hiç kimse elimden kurtulamıyor.
Ama garip bir şekilde, Allah’ın bir tek Marksist kulu çıkıp
da “Biz Marks’a Lenin’e laf söyletmeyiz. Bize ve ustalarımıza Marksist diyerek
hakaret ediyorsun” diye lafa girip argümanlarımıza karşı bile çıkmadı. Yazık,
savunacak kimse kalmamış bizim Marks, Engels, Lenin ve diğer ustalarımızı.
Ama yine garip bir şekilde Cumartesi günü artık mecburen, biraz
da herkes “ne diyorsun?” diye sorduğu için hızlıca, özensizce ve öyle üzerine
hiç düşünmeden, sadece bir devrimci veya sosyalistte olması gereken
reflekslerle yazdığım yazı epeyce beğeni topladı ve paylaşıldı.
Doğrusu şaşırdım kaldım. (Hatta şunu da itiraf edeyim. “Nerede
yanlış yaptım da birazcık olsun yazıyı okuyan ve paylaşan çıktı?” diye
kendimden şüphe ettim.)
Ancak paylaşan, karşı çıkan ve beğenenlere bakınca
şaşırmadım. Beğenen ve paylaşanların demode ve külüstür sayılsa da, hala “Batı Demokrasi”lerinin söylediklerine inanmama
gibi bir reflekslerini kaybetmemiş, “Batı
Demokrasileri”nden gelen her söze kuşkuyla bakan, bu araçlarla yön bulmaya
çalışan “eski tüfekler” veya “dinazorlar” veya “yaşayan fosiller” veya “iflas
etmiş dükkancının” değil de, örneğin büyük bir sermaye ile yeni açılmış bir
süpermarketin malı olan, iflas etmiş dükkancının mallarını hor gören, modern
Cyberspace savaşçısı Gün Zileli’nin benzetmesiyle “iflas etmiş bir dükkân sahibinin elde kalmış son mallar”ıydı.
Bilirim Türkiyeli Marksistler de beni hiç sevmezler. Çünkü kutsal
bildikleri her şeyi yıkmakla uğraştığımı bilirler.
Ama buna rağmen yazımı beğenme ve paylaşmaları, NATO
propaganda ve ideolojik savaş aygıtının gönüllü savaşçılarının bombardımanının
onları ne kadar bunalttığının bir göstergesiydi. Denize düşenin yılana
sarılması gibi, benim gibi bir yılanın yazısından bile medet umar olmuşlardı.
Sadece bu kadar da değil tabii.
En yakın bildiğim arkadaşların bile, bana özelden, tavrıma
karşı hayal kırıklıklarını ifade edip, dikkatli veya ağır sözlerle
eleştirmeleri veya sessiz kalarak en azından tavrımı desteklemediklerini,
yanlış bulduklarını göstermelerinden, en yakın bildiğimiz tanıdıkları bile
etkisi altına almış, propaganda ve ideolojik mücadeleyi “Batı Demokrasileri”nin
kazandığını gösteriyordu.
Ancak yalanların ömrü kısadır, ya da “yalancının mumu yatsıya kadar yanar”.
Örneğin ABD’nin niyetinin Saddam diktatörlüğünü ve ondaki
kimyasal silahları engellemek için girmediğini savunan kalmadı artık.
Elbet bir gün gelecek, bugün cansiperane bir şekilde Ukrayna
topraklarındaki NATO-Rusya savaşını Ukrayna-Rusya savaşı olarak tanımlayanların
neyin araçları olduğu görülecektir.
Ancak biz bu gibi dolduruşa gelmelere alışığız. Yıllardır
bunların saldırılarına karşı dura dura derimiz eşek derisi gibi kalınlaştı.
Öyle iğne batırmalardan etkilenmez.
*
Bir örnek verelim.
Örneğin Türkiye’deki ezici çoğunluk için, Türkiye’deki
yoksullara, kadınlara, gençlere, ezilen azınlıklara dayanan, en demokratik
hareket, yani Kürt Özgürlük Hareketi bir “terör örgütü”, onun önderi Öcalan “göbeğini
kaşıyan” bir “Bebek katili”, en aklı başında görünen solcunun bile hemen
Erdoğan’ın dolduruşuna gelip hakkında “Erdoğan’la anlaşmıştır” diye düşündüğü bir
“canavar”dır adeta.
Ama biz yıllardır, bunun böyle olmadığını, bunun özel savaş dairesinin
propagandası olduğunu yazarız. Her seferinde herkesin dolduruşa gelmesine karşı
bıkmadan mücadele ederiz. Bu geçen zamanda defalarca haklı çıktık ama bu
kimsenin bir zamanlar söylediklerinin özeleştirisini yapmasına da yol açmadı.
Bir örnek. Öcalan CIA ve MOSSAD tarafından Türk devletine
teslim edildiğinde, Öcalan mahkemeye çıkarıldığında, herkes onun canını
kurtarmak için teslim olduğunu, Öcalan’ın ve Kürt hareketinin ve de PKK’nın
bittiğini söylerken, bizler Öcalan’ın aslında bir strateji değişikliği
yaptığını, ortada bir teslimiyet olmadığını savunuyorduk.
Peki bunca zaman geçti ne oldu?
Bizim dediklerimiz parlak bir şekilde doğrulandı.
Suriye’nin elinde esir ve rehinken Orta Doğu’nun en büyük ve
demokratik gerilla hareketini örgütleyen Öcalan, Türk Devletinin elinde esir ve
rehinken, Ortadoğu’nun en demokratik legal kitle örgütünü ve hareketlerini
örgütledi. Bu örgüt HDP’dir ve Türkiye’deki kadın, LBGT, ezilen azınlık
hareketleri vs. yani cılız demokratik muhalefet ve hareketlerin hepsi de bu
hareketin yarattığı ekosistemde soluk alıp var olabilen hareketlerdir. HDP,
(yani Öcalan’ın “Türkiye’lileşmek” denen Türkiye’yi demokratikleştirerek
Kürtlerin üzerindeki baskıyı da ortadan kaldırma, bunun için de Türklerin
ezilenlerini demokrasi mücadelesine kazanma ve bu mücadeleyi örgütleme projesi)
Öcalan’ın bizzat Kürt hareketi içindeki dar kafalı milliyetçilerle uzun
mücadelelerle kabul ettirebildiği bir projedir.
Bu sadece bir örnek bunun gibi daha niceleri var. Örneğin
şimdi herkes, Ah Kıvılcımlı ne kadar değerliymiş, Din meselesini, Kürt
meselesini o zaman bile nasıl ele almış diyor. Sosyalistler Kıvılcımlı’nın
değerini bilmemişler diyorlar. Ya biz bunu yarım asındır söylüyorduk. Biz o sosyalistler
içinde değil miyiz? Yeniçerinin “ben yeni öğrendim" demesi gibi, tarihi
kendi kavrayışlarıyla başlatanlara ne denebilir ki?
*
Neyse analizimize devam edelim.
Bu birinci kategori, yani savaşı Ukrayna-Rusya savaşı olarak
gören ve bu çerçevede tartışan ve tavır belirleyenler iki ana bölümde
sınıflanabilir. (Aslında bu tavırlar bir arada ve iç içe geçmiştir.)
a)
Bağımsız bir devletin topraklarına saldıran ve
onu işgal eden Rus Ayısı. Hiçbir bağımsız devletin topraklarına girilmemelidir.
(Örneğin Gün Zileli: “Batı’nın ve Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesine karşı çıkıyoruz
da benzerini Rusya bir başka ülkeye karşı yaptığı zaman neden sesimiz çıkmıyor?”)
b)
Batı demokrasileriyle birleşmek isteyen bir
komedyeni başkan seçmiş, demokratik, sivil ve uygar Ukrayna’ya karşı Putin
denen Diktatör. Diktatöre karşı Demokrasi.
(Örneğin Yavuz Baydar: “Rusya, Kiev’i ele geçirip yönetimi indirip başta Zelenski, seçilmiş
hükümetin üyelerini katledecek ve bir kukla hükümet kuracak.”)
Bunların aslında pek “keriz” olmadığını da görelim.
Olayı NATO-Rusya çatışması olarak alınca, biraz olsun eski
reflekslerle, NATO “demokrasinin savunucusu” değil de “emperyalist saldırganlığın”
bir aracı olarak tanımlandığında, Rusya ne kadar diktatör veya saldırgan olursa
olsun, az çok ezilenler veya halk diye bir derdi olanların, iki gerici gücün
savaşında izlemesi gereken bir tek tavır vardır: Yenilgicilik.
Yani NATO ülkelerindeki bütün barış taraftarlarının veya
sosyalistlerin bir tek görevi olur iki gerici gücün savaşında. Savaşı iç savaş
çevir.
Bu NATO-Rusya savaşı olarak ele alma, karşı tarafın tavrını
tartışma konusu bile yapmaz, otomatik olarak “kendi” devletini veya NATO’yu baş
düşman ilan etmeyi gerektirir. Karşı taraftaki Rus’ların da kendi devletlerine
benzeri bir tavır koyup koymamasını sorun etmez, kendi görevini doğru yapmaya
bakar.
Bu da öncelikle, NATO’nun dağıtılmasını, yurttaşı bulunduğu ülkenin NATO’dan
çıkmasını talep etmek, en azından acil olarak NATO’nun Ukrayna’ya
yayılmayacağını, üye almayacağını resmen dünya kamuoyu önünde açıklaması ve
bunu uluslararası hukuka da uygun bir biçimde kayda geçirilmesi gibi hedefler
için acıl mücadeleyi gerektirir.
NATO propagandasının aracı olmak istemeyen, Rusya ve NATO’yu
iki emperyalist ve militer güç gören, kendisi bir NATO ülkesinde bulunan her
kendine asgari olarak barışçı diyen veya sosyalist olduğnu söyleyen herkesin
asgari yapması gereken bunlardır.
Yani savaşı Nato-Rusya savaşı olarak görmek otomatikman
böyle sonuçlar çıkarmayı gerektirir birazcık aklı olanlar için.
Eh bu da kolay bir iş değildir.
Bunu yapmaktan kaçmanın
yolu, bu savaşı NATO ve Rusya arasında bir savaş değil, Ukrayna ve Rusya
arasında bir savaş olarak tanımlamaktır.
Sorunu bir Ukrayna-Rusya sorunu olarak koyduğunuzda, hem
demokrasiyi, hem işgale direnişi savunuyor görünüp kendinizi hiçbir riske
atmadan demokrasi ve bağımsızlık savaşçısı olarak gösterebilirsiniz.
Yani “kerizler” aslında pek de “keriz” olmayabilirler.
İnsan çıkarlarına aykırı olsaydı, matematik aksiyomlar tartışma
konusu olurdu diye bir söz vardır.
Onları da anlamak gerekir. Olayı bir NATO-Rusya çatışması
olarak görmenin ve ele almanın kendisi bile, NATO’nun ideoloji ve propaganda
savaşına karşı savaşa girişmek demektir. Bu ise birçok tehlikeler içerir. Örneğin
on binlerin her zaman olduğu gibi devletlerinin ve propagandanın trenine
bindiği ve on binlerce kişinin yürüyüşler yaptığı bir ortamda, akıntıya karşı
durmak, “Almanya NATO’dan Çık, NATO
kendini dağıtsın, NATO Ukrayna’ya yayılmayacağının garantisini versin”
parolalarıyla yürümek kolay değildir.
Yani bizi diktatör seviciliğiyle, bir ülkenin işgalini onaylamakla
suçlayanlar aslında kendi devletleri ve NATO ile karşı karşıya gelmek
istemedikleri veya zaten onları destekledikleri için sorunu böyle
koymaktadırlar.
Biz “kerizleri silkeliyorlar” deyip onları kandırılmış
kurbanlar olarak görüyoruz ama onların önemli bir bölümü hiç de keriz gibi
görünmüyor.
*
Bir de olayı Rusya-Ukrayna savaşı olarak görüp, ikisi de
boktur, biz halkların yanındayız diyenler var. Bunların ise akıl yürütmesi ilk
adımı atıyor ama ikinciyi atmıyor.
Twitter’da hemen gözüme çarpan bir örnek: Alkan Okuducu: “Bizim yanında olduğumuz taraf, Rusya ve
Ukrayna’nın masum halkalarıdır. Ne Oligarkların Prensi Putin ne de Cia uşağı
Zelenski’nin yanındayız.”
Ama sosyalistler ve ciddi pasifistler burada kalmazlar. Derler
ki, halklardan yana olmak, kendi devletine karşı çıkmakla olur. Devletimiz NATO
üyesi, o halde Türkiye’nin NATO’dan çıkması, NATO’nun Dağıtılması, Ukrayna’nın NATO
üyeliğine alınmaması deyip, somut bir politika olarak bunu savunması gerekir.
*
Ukrayna’yı destekleyenlerin benzerleri çok daha az ve
etkisiz olarak Rusya’yı destekleyenler arasında var. Bunlar da Ukrayna’daki faşistlerin
gücünü öne çıkarıyorlar örneğin. Yani sorunu doğru koymamak insanı birdenbire
ideolojik olarak yanlış şeyleri savunuyor duruma düşürür.
Sosyalistler için sorun şudur. En güvenilmezlerle bile
ittifaklar yapılabilir. Sosyalistlik odur ki, bu ittifakı yaparken teorik ve
ideolojik olarak onun karakterini ifşadan vaz geçmemeli.
*
Şimdi gelelim bizim ele alışımıza.
Bütün bu ele alışların temel yanlışı nerede?
Her şeyden önce özne
ve hedefleri tanımlamakta.
Biz diyoruz ki, Olaya biz dünya işçi sınıfı ve ezilen
halklar ve güçler açısından bakarız. Yani Türkiye, Türkiye İşçi Sınıfı, Kürdistan,
Kürt Ulusu vs. bizim çıkarını savunacağımız özne olamaz.
Ve Dünya işçilerinin kısa değil uzun vadeli, kısmi
değil genel çıkarlarını savunmamız gerekir. Ta Manifesto’den beri sosyalistliğin tanımı böyle yapılmıştır.
Peki bu genel ve tarihsel çıkarlar nasıl tanımlanır: Devletlerin,
Milletlerin ve Sermayenin egemenliğini yıkmak. (Bunun için de önce “kendi”
devletine, milletine, burjuvazine düşman olmak ona karşı savaşmak.)
Ama bugün böyle fiili bir özne yok. Bunun olması için tarihsel öznenin bu yüz yıllık
yenilgilerin etkisinden kurtulması, elektronik çağında yapısı değişen ve
yeniden şekillenen ve ağırlık noktası Atlantikten Pasifiğe kayan bu arada hızla
yeni, geleneksiz ve genç işçi kuşaklarıyla dolan işçi sınıfının kendisini
toparlayacak, yeni duruma uygun Teori, program, stratji, taktik ve örgütlenme
biçimleri geliştirecek zamana ihtiyacı var.
Bunun için de bir
dünya savaşının çıkmaması gerekir. Aksi takdirde insanların kalmadığı bir
dünyaya sosyalizm falan da gelemez.
O halde birinci hedeften çıkan ikinci hedef insanlığın
yaşaması ve bir dünya savaşının engellenmesidir.
Peki insanlığın yaşaması için nasıl bir strateji izlemek
gerekiyor.
Bugün Dünyadaki atom güçlerine bakalım. ABD, Avrupa, Rusya,
Çin vs. bunların hepsi kapitalist ülkeler. Bir kısmı sermaye oligarşisi bir
kısmı bürokratik oligarşiler tarafından yönetiliyor.
Bir kere bunlardan herhangi birinin aşırı güçlenmesi
bizlerin aleyhine olur. Çünkü diğerine bir atom savaşı için cesaret verir. Bizim
için en iyi durum, tıpkı Soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir dehşet dengesinin sürmesi olabilir. Tabii bir şey yapabilecek
gücümüz olmadığı koşullarda.
Bu da bizleri şu anki Rusya NATO savaşında daha zayıf olan
Rusya’nın ezilmesine, tecrit edilmesine ve dağılmasına karşı onu destekleme,
ABD ve Avrupa’nın bu savaştan zararlı çıkmasını sağlama görevi verir.
Bu tavırda taraflardan birinin ideolojik ve propaganda makinesinin
parçası olmak yoktur. Karakterler doğru tanımlanmıştır. Ama taktik tavır var
olan güç ilişkileri içinde işçi sınıfı ve onun uzun vadeli çıkarlarına göre
tanımlanmıştır. Strateji, egemen emperyalist ve kapitalist güçlerin birinin
diğerine üstünlük sağlamasına karşı durmk, eşit veya birbirini yok edemeyecek
güçlerin birbirini yıpratması ve bunun diğer ezilenlere hareket alanı
sağlamasıdır.
Buna karşı ancak bu özne açısından, bu öznenin hedef
tanımlarına uygun olup olmadığı açısından bu strateji ve taktik eleştirebilir.
*
Peki bu özne ve hedefler açısından şöyle bir karşı strateji
savunulamaz mı?
“Aksine nasıl olsa ABD eninde sonunda Rusya ve Çin’i de
çökertecektir. Hatta Avrupa’yı da çökertmesi mukadderdir. Çünkü Avrupa bir
Avrupa Birleşik Devletleri olacak ve ABD’ye direnecek irade ve güçten yoksundur.
Yani Dünyanın tek egemeninin ABD olmasını engellemek olanaksızdır. O halde ona
direnmekten vaz gelmeli, aksine tek başına bir an önce yeryüzünün patronu
olmasına yardım edilmelidir. ABD Kapitalist uygarlığın modeli ve idealidir. Hiç
karşı-devrim yaşamadığı aksine iki (Bağımsızlık savaşı ve iç savaş) hatta üç (siyahların
sivil haklar hareketi) devrim yaşadığı için aynı zamanda çok güçlü ve zengin
olduğu için çok büyük esnekliği vardır. Onunla mücadele etmekten ise, onun arabasına
binilir, onun bir an önce tüm dünyaya bir atom savaşı çıkarmadan egemen olması,
Rusya, Çin, Avrupa Birliği’ni dağıtması desteklenmelidir. Karşısında atom
silahları kullanacak bir güç kalmayınca o da kullanmaz, insanığın yaşaması
tehlikeye girmez. O zamnan bir tek güce karşı daha iyi mücadele edilebilir.”
Bu da bir akıl
yürütmedir örneğin. Özne ve hedef doğru tanımlanmıştır ama strateji farklıdır.
Ancak bu ve benzeri akıl yürütmelerle tartışabiliriz biz.
*
Örnekteki gibi bir strateji öneren argümanın bizce hiçbir
geçerliliği yoktur. Çünkü tarihsel deney, sermayenin gücünü pekiştirdikçe
saldırganlaştğını göstermiştir. Onun kabadayığılı güçsüzleredir.
O halde elimizde tek
yol var. Örneğin NATO’nun Rusya’yı zayıflatıp, bertaraf etmesine karşı durmak
gerekir. Çin’i tecrit edip zayıf düşürüp ezmesine karşı durmak gerekir. Ne kadar
eşit güçlerin dengesi olursa o kadar iyidir.
Ayrıca böyle bir durum ezilenlere daha büyük hereket alanı
sağlar.
Bu durumda en azından biz NATO ülkelerinde yaşayan
sosyalistler olarak, NATO’nun bu savaştan başarısız çıkması, Rusya’nın Ukrayna’nın
NATO’ya alınmayacağına dair güvenceler alabilmesi için mücadele etmeliyiz.
Biz sorunu bizimle aynı amaçlar ve özne açısından koyanlarla
tartışabiliriz.
Böyle bir tartışma hiçbir şekilde ne NATO’nun ne de Rusya’nın
propaganda aygıtının aracı olmayı gerekirmez. İkisi de boktandır, bizim
çıkarlarımız bu dengenin olabildiğince korunmasından, birinin diğerini yok
edememesinden yanadır.
Kaldı ki, böyle strateji düzeyinde suskun kalarak, politik
olarak benzeri bir sonuç da savunulabilir.
Savaş NATO ve Rusya arasındadır. İkisi de gericidir. İkisine
de karşı çıkmak gerekir. Benim görevim NATO üyesi bir ülkenin yurttaşı olarak
NATO’ya karşı çıkmak onun bu savaşta yenilgisi için mücadele etmektir.
Yenilgicilik bunu gerektirir.
Genel ve uzun vadeli çıkarlar ve strateji açısından
bakmayıp, iki emperyalist gücün çatışmasıdır diye bakanlar da fiilen aslında
yenilgicilik gereğince bizim savunduğumuz politikayla aynı politikayı
savunmalıdırlar.
O halde sorunun tartışılmasını, Ukrayna-Rusya değil, NATO-Rusya çatışması
olarak ele almaya ve tartışmaya çekmek gerekiyor.
Bizzat bunun kendisi, sorunu bir Ukrayna-Rusya sorunu olarak
koyan ve kendini görünmez kılan NATO’nun propaganda ve ideoloji gücünü
zayıflatır. Böylece aynı zamanda yenilgicilik çızgisi de izlenerek kendi
burjuvazi, devlet ve milletlerimize karşı da mücadeleye girmiş oluruz.
Savaş NATO ve Rusya savaşıdır, bu savaş şimdi Ukrayna
topraklarında olmaktadır.
Sorunu böyle koymek kendi devletlerimize ve Nato’ya karşı
savaşa girmektir.
Belki böyle silkelenen kerizlerin sayısını azaltabiliriz.
28 Şubat 2022 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloğum: Demirden Kapılar
https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalım:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Facebook
https://www.facebook.com/demiraltona/
Twitter
https://twitter.com/demiraltona
Instagram
https://www.instagram.com/demiraltona
Steemit
https://steemit.com/@demiraltona
Kitaplar (İndirilebilir)
https://disk.yandex.com.tr/d/zgV6eNZL329XUu
Academia
https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin
Mail ile otomatik yazılarımı almak istiyorsanız şu adrese
bir boş email yollayınız:
yorumlar-subscribe@lists.riseup.net
Mail listesinden çıkmak için şu adrese bir boş mail
yollayınız:
yorumlar-unsubscribe@lists.riseup.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder