(Daha önce Aliağa Rafineri İnşaatında, işçilerin köleleştirilmesi koşullarına karşı verilen mücadele hakkında bir dergi için röportaj yapılmıştı.Onu aynen gönderiyorum.. A.K.)
Yapı işçilerinin mücadele
önderlerinden İsmet Demir’in (1970-TPAO Aliağa grevi) anılarında isminiz
geçiyor. Sizin bu konuda anılarınız var mı?
Evet.
Teşekkür ederim. Sanki bir aile yakını gibi, unutamadığım şahsiyetlerden biri.
Benim 16–17 yaşında, kişiliğimin belirginleştiği yaşlarda tanıdığım bir toplum
önderi...
İlk ne zaman tanıştınız?
İstanbul’da üniversite öğrencisi olan abimin, evimize onunla beraber geldiği bir akşam tanıdım. Ailecek beraber idik. Abim “Sendika Başkanı” diye tanıtmıştı. Ben çok heyecan duymuştum. İsmet ağabey diyordu. Pantolonu ve gömleği ütülü değildi.
Hangi yıllar?
1969
yılının yaz ayları. İsmet abinin Aliağa Rafinerisinde, işçilerle sendikal
çalışma yapıyor olması dikkatimi çekmişti. O günden sonra onunla ve YİS (Yapı
İşçileri Sendikası) kadrosu ile görüşmeğe ve sendikal çalışmaya katılmağa
başladım.
Aileniz nasıl karşıladı?
Bizimkiler,
hele babam İsmet abinin sendika başkanı olduğuna inanmamışlardı. Sendikacı hele
Sendika Başkanı denilince klasik bir görünüm aramışlardı. Bürokrat bir tıp
şöyle iyi giyimli olacak. Paralı olduğu izlenimi verecekti.
Babam,
“O önce kendini kurtarsın da. Kılık
kıyafetine bir bak. İşverenler onu muhatap bile almazlar” demişti.
Olaylar nasıl gelişti?
İlk
tanışmadan sonraki bir hafta sonu, Aliağa’da işçilerle yapılan toplantıya
katıldım. Orada YİS kadrosundan arkadaşlarla tanıştım.
Öncelikle
her şey açıkça görüşülüyordu, işten çıkarmaların, en kötü şey olarak bile olsa
başa gelebileceğini, bütün bu olumsuzlukların ancak birbirinden kopmadan,
mücadeleyi terk etmeden yenilebileceği açıkça anlatılıyordu, isçilerin sıkça
sordukları bir şey vardı “işten
çıkarılır, parasız kalırsak sendika bize nasıl yardımda bulunur?”
diyorlardı. İsmet Demir sendikanın parasal gücünün olmadığını fakat birbirimize
güvenir ve mücadeleden vazgeçmezsek kazanabileceğimizi anlatıyordu. İsçilerle
çok sağlam bir güven ortamı yaratılmıştı. Herkesin aklından geçebilecek
kuşkular hiç çekinmeden açılıyor, cevap verilmeğe çalışılıyordu.
Sendika
işveren ve sarı sendikalar birliğinin hukuksuzlukları, hileler birer birer
ortaya çıkıyor, paramparça ediliyordu. Sahte üye fişleri, işçilerden habersiz
atılan imzalar, çalışanların haberi olmadan işyerinde var gösterilen sendika.
İşverenin her zaman yapabildiği hukuksuz işlemler birer birer ortaya çıkarılıp aşıldı.
YİS
kadrosu, diğer toplumsal mücadele unsurlarına kapısını ve gönlünü hep açık
tuttu. Aliağa halkı ile sıcak ilişkiler kuruldu. Oradaki örgütlü, örgütsüz
insanlara mücadelenin haklılığı, işçilerin mağduriyeti anlatılıp destekleri
kazanılıyordu öyle ki Aliağa güzelleştirme derneğinde kalıyorduk fakat yatak
olmadığı için yere gazete serip üzerine yatıyorduk. İzmir’deki aktif ilerici
kurumlarla da dayanışma hiç eksik olmadı. Kimileri basılacak bildirinin teksir
kâğıdını alıyor, kimileri teksirlerinde basılmasına yardımcı oluyor, toplantı
yapılması için salonlarını veriyordu. DİSK Gıda-Is Sendikası YİS’in bürosu
haline gelmişti.
Dev
Gençliler işçi toplantılarına katılarak, işçilerin yalnız olmadıklarını
hissettiriyor, bu da işçilere büyük moral oluyordu. İşveren yasaları ve kolluk
kuvvetlerini zaman zaman da askeri işçileri korkutmak ve yıldırmak için
kullanıyordu. İşveren ve adamları silahlı geziyor, zaman zaman işçilerin gözü
önünde, şantiye sahası içinde atış talimleri yapıyordu. Vermek istediği mesaj şuydu:
“Sizler benim karşımda, zavallı savunmasız, aciz kişilersiniz. Bana karşı
çıkarken dikkatli olmalısınız. Benle konuşurken bile korkarak konuşmalısınız.
HEP BEN HAKLI OLDUM, HEP BEN ÜSTTE OLDUM. KURALLARI SİZ KOYAMAZSINIZ”.
İşte
“Garip İsmet”in önderlik ettiği Aliağa Rafinerisi’nin o cılız, cahil, ezilmiş
işçilerinin HAK MÜCADELESİ, işveren + satılmış sendika ve kendi çıkarlarına
alet etmeğe çalıştıkları devlet güçleri işbirliğinin foyalarını meydana çıkarıp
başarıya ulaştı…
Çoğu
zaman isçilerle toplantıya gitmeğe paramız olmuyordu. İşçilerin kaldıkları
bekâr odaları ya da koğuşlarda bizleri buyur ettiklerini biliyorum. Geniş bir
aile gibi olmuştuk. Türkiye’nin çok farklı yörelerinden gelmiş insanlar
birbirleri ile kuvvetli bir dayanışma içine girmişti.
Sendika
olarak yapılan bütün yazışmalar, işverenin yaptıkları çoğu akşam işçilerle bir
araya gelinerek anlatılıyor, tartışılıyordu.
Bütün
hukuki hilelere rağmen, sendikanın yetki alıp greve gitmesi, işvereni çılgına
çevirmiş olmalı idi ki, grevin ilk günü şantiye girişinde çıkan bir tartışmada,
işverenin adamlarından biri, sendikadan Necmettin Giritlioğlu’nu 22 Ağustos
1970 sabahı tek kurşunla vurup öldürmüştü.
Bu olayın işçiler
üzerindeki etkisi ne oldu?
Bu
olay kararlılığımızı ve hıncımızı daha da artırdı. Necmettin’in cenazesini
polis önce vermedi ancak ailesinin de “cenazeyi
sendika kaldıracak” demesi üzerine cenazeyi aldık çok görkemli bir yürüyüş
oldu. Cenazeye sendikalı olmayan işçiler ve diğer şantiyelerdeki işçiler de
katıldı, herkesin inancı bilenmişti. İşverenin lokavt kararı alması ile 1,5 ay
kadar şantiye önünde beklemek zorunda kaldık. Parasızdık ve işçiler de
parasızdı. İzmir’den ve Aliağa’nın içinden çeşitli kuruluş ve kişilerden gelen
yardım ile peynir, zeytin, ekmek idare etmeğe çalıştık. İzmir Gültepe’den gelen
aslen Bulgar göçmeni olan yaşlı bir duvarcı ustası Esat Aga’nın ağlayarak
bizlere yardım ettiğini biliyorum.
İşveren
bütün herkesin çıkışını verirken hala gizli gizli içeri kaçak işçi sokmağa
çalışıyordu.
Buna karşı siz nasıl önlem aldınız?
Biz
gece gündüz vardiyalı olarak geniş şantiye sınırlarında nöbet tutmağa başladık.
Bir
gece yarısı, dağlık taşlık şantiye çitleri etrafında nöbet tutarken, tali bir
yoldan gelen bir kamyon gördük. Önünü kestik, önce boş dediler. Kasasını
kontrol ettiğimizde içinin şantiyeye kaçak sokulmak istenilen işçilerle dolu
olduğunu gördük. Kasanın içine sinmişlerdi, Korkmuşlardı. Zorla aşağı indirdik.
“Grev bölgesine götürüldüğümüzü bilmiyoruz” diyorlardı. Çoğu, bizim işçilerin
köylüsü, akrabası çıktı. Aliağa, şantiyede iş aramağa gelmiş işsizlerle dolu
idi. Hatta işe girişlerde, bazı işveren adamlarına rüşvet verildiği bile
biliniyordu.
Önünü
kestiğimiz kamyondan bir işveren adamı nasıl olup güvenlik güçlerine haber
vermişse, iki pikap asker gelmişti. Yanlış bilgilendirilmiş olmalı idi ki
başlarındaki subay, kamyona müdahale ettiğimiz için bizi suçluyordu. Biz ise
grev yerinde çalışmanın hukuken suç olduğunu söylüyorduk. Sabaha karşı uykudan
uyandırılan subay hıncını bizden çıkarmağa çalışıyor gibi idi.
Biz
gecenin karanlığında orayı terk etmeğe zorlanırken, ışıklarını söndürmüş bir
kamyonun daha geldiği görüldü. Yanımıza kadar sokuldu ve askerlerce durduruldu.
Boş gibi görünüyordu. Subay araç şoförüne sorular sorarken, kasayı kontrol eden
askerler kasanın yere uzanmış adamlarla dolu olduğu haberini getirdi. Subayın
artık diyeceği bir şey kalmamıştı. Şoför ve adamlarına kızıp bağırarak aracı
boşalttırdı. En az kırk kadar kaçak işçi de ikinci kamyondan indirildi. Askeri
araçlar daha sonra dağılmamızı söyleyerek gittiler. Biz kaçak işçilerle baş
başa kalmıştık. Çoğu bizim işçilerin ya köylüsü ya tanışı çıkan bu kaçaklarla
sabaha kadar yaptıklarının büyük yanlış olduğu konusunda tartıştık. Bize hak
verdiler, daha sonra bir daha böyle bir şey olmadı. Hatta onlarla çok iyi
dostluklar kuruldu.
Zorluklardan ya da
baskılardan yılıp geri çekilenler oldu mu?
Biz
1,5 ayda yokluk içinde sürdürdüğümüz bu eylemde şantiye önünde her gün
azaldığımızı gördük, işçiler de zaten şantiyeye gelip gidecek para kalmamıştı.
Sendikanın ödeme yapacak gücü yoktu. İşveren bizlerin dayanamayıp çıkış
parasını alıp dağılacağımızı ümit ediyordu. Gizli gizli öyle yapıp alanı terk
edenler de oldu. Bazıları parasını bile almadan çekip gitmişti ama işçilerin
çoğunluğunun kararlılığı bozulmadı. Buna işveren daha fazla dayanamadı ve
görüşmelere tekrar başladı. Bu haberi duyan, gerek köyüne dönmüş gerek başka
bir işte işe başlamış, ümidi kalmamış bütün dağılmış olanlar geri döndüler.
İşverenle sendika görüşmeleri yeniden başlamıştı.
Sendikanın
işçilerle beraber hazırladığı toplusözleşme taslağı görüşülüyordu.
Toplu İş Sözleşmesi (TİS)
görüşmeleri nasıl yapıldı?
Evet,
bu önemli çünkü sadece grevin örgütlenmesinde değil TİS görüşmelerinde de
devrimci sendikacılık ile sarı sendikacılık arasındaki fark ortaya çıkmıştı.
İşveren, sendikadan sadece birkaç temsilci ile görüşmek isterken, İsmet Demir
görüşmelerin, bir çay bahçesinde, isteyen her işçinin rahatça izleyebileceği
bir yerde yapılmasını şart koştu. Hatta işverene, işçilerin oraya gelebilmesi için
bir servis tedarik etmesi bile kabul ettirildi. Toplusözleşme görüşmeleri
başlamadan önce masalar bir hizaya dizildi ve iskemlelerin tümü işçilerce
dolduruldu. İşveren temsilcisi ve avukatları ile herkesin duyabileceği şekilde
bütün maddeler tek tek görüşülüp üzerinde anlaşmaya varılanlar işçilerce
oylanarak imzalanıyordu.
Bu
direnişin ardından ne gibi haklar kazanıldı?
İşçilerin
büyük bölümü sigortasızdı. Sigortasız çalışmak kaldırıldı.
Çalışma
saatleri belirsizdi. Pazar, bayram ve fazla mesai çalışmaları yüzde 100 zamlı
oldu.
Servis,
yemekhane ve yemek kabul edildi.
Bayram
ikramiyesi kabul edildi.
Ücretlere
zam yapıldı.
Sosyal
haklar, evlenme, askerlik, doğum ve ölüm yardımları kabul edildi.
Grevin
ilk günü öldürülen Necmettin Giritlioğlu, çalışanların kalbinde unutamayacak ve
yeri doldurulamaz bir acı olarak kaldı.
Daha
sonra Aliağa Belediyesi’nce bir caddeye ismi verilmişti. Şimdi hala duruyor
olmalı.
*
İsmet
Demir’i ise l975’deki İskenderun Demir Çelik Tesisleri inşaatında benzer
kanunsuz koşullarda, sigortasız-sendikasız çalışan 20.000’e yakın işçinin
katıldığı mücadeleden sonra yakalandığı kanserden ötürü 16 Mart 1979’da kaybettik.
Onları asla unutamayız. Bu vesile ile hak mücadelesinde bir toz kadar bile
katkısı bulunan, ismi bilinen ya da bilinmeyen herkesi saygı ile anıyoruz.
“Asıl
olan” halkımızın susturulup, bir avuç sermayedar zümreye hizmet eden
“vekil”lerin egemen olduğu değil, çalışıp üretenlerin gerçekten egemen olacağı
adil bir düzen kurulacağına ve sanayileşmiş, kalkınmış ve yoksulu kalmamış bir
ülkemiz olacağına inanıyoruz.
*
İsmet Demir’in
Anılarında Ali Karşılayan
Aliağa hareketlerinde Demir Küçükaydın ve Sefer Güvenç
sonsuz fedakârlıklar yaparak çalışmalara katıldılar. Çalışmalar sırasında Ali
Karşılayan ve Tunç Gezgen’e de yer vermek gerek. Çünkü en az Sefer ve Demir
kadar fedakârca çalışmalarda bulundular. Olayların başından sonuna kadar.
Birlikte yaşadılar.
Az kalsın unutuyordum: Adanalı Kemal Sarın vardı. Bu arkadaş
ufak tefek bir kişi idi. Ama teşkilatlanmada üstün kabiliyete sahipti.
Çalışmalara yardımcı oldu.
Bu 4 arkadaş devamlı çalışanlar idi. Ayrıca 15 günde bir
gelip çalışmalara katılan arkadaşlar vardı Bunlardan Selahattin Okur, Mustafa
Karşılayan, Ahmet Sina.. Bu arkadaşlar Ankara ve İstanbul’dan gelip çalışmalara
yardımcı oldular. Ayrıca İzmir Üniversitesinden Mehmet Çavuş, Nurettin Öztürk,
Mutlu Aydın, Muzaffer Doyum zaman zaman çalışmalara katıldılar ve yardımcı
oldular. Ayrıca Ankara Ortadoğu Üniversitesi’nden Ersin, Dinmez, Sadık Gökçen
hareketi maddi manevi destekledikleri gibi, YİS’in Ankara faaliyetlerine
yardımcı oldular, gelişmesi için gayret sarf ettiler.
Özetleyecek olursak, daha ismini ve soyadını
hatırlayamadığım devrimci arkadaşlar çalışmalara katıldılar, ellerinden geldiği
kadar yardımcı olmaya çalıştılar.
Hareketlere yardımcı olan arkadaşların hiçbirinde para
yoktu. Dolayısıyla çok sıkıntılı günler geçirdik. Arkadaşların geçimi için bir
örnek vereyim, Sefer, bayram kartları alıyor, oyuncak tabanca alıyor, daha
benzeri birtakım eşyalar alıyor, öğleye kadar satıyor ve 3-5 günlük yiyecek ve
yol parasını çıkarıyor, çalışmaların yürütülmesini sağlıyordu. Diğer arkadaşlar
da sıra ile Sefere yardımcı oluyor, işleri yürütüyorlardı.
Kısacası zor şartlar içinde çalışmalar devam etmiştir. Bu,
arkadaşların davaya inancını sarsmamıştır:
*
En başta, şahsım hakkında devamlı dedikodu yapıyor; benim
komünist olduğumu, hâlbuki sendikada ben olmasam hemen toplu sözleşme imza
etmeye hazır olduğunu işçilere söylüyordu. İşçiler bu yalana inanmaya
başladılar. Toplantılara gelmemeye başladılar. Sebebini araştırdım. Benim
komünist olduğum için işverenin toplu sözleşme müzakerelerine katılmadığını
söylediler. Ben de işçileri topladım: Sendikanın kongresini yapıp, inandıkları
bir arkadaşa devredeceğimi ve dışarıdan yardımcı olacağımı söyledim.
İşveren belirli ölçüde başarılı olmuş, işçileri aleyhime
çevirmesini becermişti. İşverenin bu oyunun bozmak, onun tanımadığı sağlam bir
arkadaşı sendikanın başına geçirmek gerekli idi. işin başından sonuna kadar hareketlere
katılan Demir Küçükaydın, Sefer Güvenç, Tunç Gezgen, Ali Karşılayan işveren
tarafından tanınıyordu. Onları sendikanın başına getiremezdim. Aklıma Ankara’da
YİS’in Bölge Temsilciliğini yapan Necmettin Giritlioğlu geldi. Hemen Ankara’ya
gidip arkadaşla konuşmaya karar verdim ve öyle de yaptım.
Necmettin’le konuyu görüştüm. İlk defa: “İşçileri
tanımıyorum, onlar da beni.. Bu iş nasıl olur?” diye tereddüt etti ise de,
kendisini inandırdım. Ve birlikte İzmir’e hareket ettik.
Necmettin’i işçilerle tanıştırdım. Kongre yapıp Sendika
Başkanlığına getireceğimi söyledim. İşçiler kabul ettiler. Kongre yapıldı ve
Necmettin sendika başkanlığına getirildi. Bu arada sendikanın yönetim kadrosuna
işyerindeki işçi arkadaşları getirdik.
*
Durumun normale dönmesi için Bingöl’ün bulunduğumuz şartları
iyi değerlendirmesi lazımdı. Aksi takdirde işler çıkmaza girecekti. Fakat
Bingöl bu değerlendirmeden yoksundu. Onun dediği gibi tavır alsak, işveren işi
bırakacak, 400 işçi elimizde kalacaktı. Bu gerçeği bir türlü Bingöl kavramak
istemiyordu. İşin tehditle düzeleceği inancında. Bu yüzden, devamlı, işleri
yapıcı değil, tahrik edici yönde hareket ediyordu.
Tunç Gezgen, Ali Karşılayan, Osman Sercan ile birlikte
-şimdi tam hatırlayamıyorum, galiba Demir Küçükaydın, Sefer Güvenç de vardı,-
olayların baştan sona değerlendirmesini yaparak, Bingöl’ün geliştirdiği bu
olumsuzluğa karşı bizim ne yapmamız gerektiğini konuştuk, tartıştık. Bu işe son
vermek için bütün olayları çıplaklığı ile işçilere anlatmaya ve onu tesirsiz
hale getirmeye karar verdik.
İsmet Demir’in Anılar Deneyler adlı Kitabından
Kitap şuradan indirilebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder